Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm | Sır Düğümü

@kalanlarinardindan

Her güldüğümde sol yanıma saplanan hançerden bahsetmiyordum elbette. O hançer belki de hep orada olacaktı ama ben onun varlığına rağmen öğrenecektim gülmeyi.

 

Bölüm Şarkısı: Jar Of Hearts | Christina Perri

 

 

Ve birgün gelecekti, toprağa canlıyken düşen yaprak hesap soracaktı fırtınadan, işlediği cinayetten dolayı. Daha sonra dönüp küskünce dalına bakacaktı. "Cinayeti fırtına işledi. Keşke bıraksaydın da katilim de o olaydı," diyecekti kırgınca. "Benim senden tutunacak başka dalım yokken, neden beni kendinden kopardın ki?"

Hesabı fırtınadan soracaktı. Ama onu gerçekten öldürene sadece sitem edecekti.

Odamın penceresinden tek bir yaprağı dahi olmayan elma ağacını izlerken kaç saatimi geçirmiştim bilmiyordum, fakat sabah uyandığımda yağan yağmur çoktan kesilmişti. Annem ve babaannemle kahvaltı yaptıktan sonra kendimi odama kapatmıştım. Bir ara telefonumun çaldığını duymuştum ama bakmamıştım.

Yalnızlığın bana iyi gelip gelmediğini sorgular olmuştum. İçimde nadide bir çiçeği büyütür gibi büyüttüğüm acı, yalnız kaldığımda beni alaşağı ediyordu. Bir çok şeye bağışıklık kazanmıştım da, bir bu acıya kazanamamıştım. Oysa ki hamleleri beklenmedik de değildi ki... O acıyı hissedeceğimi bildiğim halde her defasında derinden sarsılıyordum.

Hoş, senden hiç gitmeyen bir acı nasıl seni tekrar tekrar sarsabilirdi ki?

Acın bile gitmedi, sen nasıl gittin benden?

Dudağımın kenarı alayla kıvrıldı. Hiç gelmeyen gidemezdi zaten.

"Kızım?"

Arkamdan gelen yumuşak sesle irkildim. Yönümü kapıya çevirip bana gülümseyerek bakan kadına baktım. Ona aynı şekilde gülümsedim.

"Ne yapıyorsun diye bakmaya geldim," diye açıklamada bulundu. Sırtımı pencereye yaslayıp kollarımı göğsümün altında bağladım. "Hiç. Boş boş dışarıyı seyrediyordum," dedim omzumu silkip. Onu iyi olduğuma inandırmak istiyordum. Ya da daha iyi olduğuma.

Usulca yanıma doğru adımlarken elinde tuttuğu kupayı yeni farketmiştim. Kokusundan ballı süt olduğunu anlamıştım. Annem kupayı bana uzatırken minnetle gülümsedim. "Hanımefendi o kadar üşengeç ki, uğruna öldüğü ballı sütü bile kendi yapmaktan aciz." Sahte sitemine kıkırdadım. "Ya anne ya," diye sitem ettim. "Sanki hiçbir şey yapmıyormuşum gibi konuşuyorsun."

Gözlerini belertip şaşkınca baktı bana. "Ne yapıyorsun ki?" Hemen cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki, mutfakta tam bir dehşetül vahşet olduğum aklıma geldi. Dudaklarımı tekrar birbirine bastırdığımda tek kaşını kaldırarak baktı.

Pes edercesine nefes verdim. "Tamam, haklısın. Mutfakta tam bir facia olabilirim ama bu sabah omletin yumurtalarını ben kırdım," dedim gururla.

Annem dediklerimi başını sallayarak sakince onayladı. "Evet, büyük bir maharet," dedi ciddiyetle. "Omlette ki yumurta kabuklarını da zaten farklı bir lezzet katsın diye koymuştun," dedi alayla.

"Biz ona vizyonum geniş diyelim. Hep değişikliklerden uzak dura dura bu hale geldi bu memleket," dedim hırsla. "Sanki İslamın şartı! Ne olmuş yani, kabuklu omlet olamaz diye bir kaide mi varmış," diye huysuzca homurdandım. Bence çok haklıydım.

İkimizde söylediklerimin saçmalığına gülmeye başlamıştık. Derin bir iççektim. Son üç senedir gülmeyi unutan gözlerim artık az da olsa gülebiliyordu. Her güldüğümde sol yanıma saplanan hançerden bahsetmiyordum elbette. O hançer belki de hep orada olacaktı ama ben onun varlığına rağmen öğrenecektim gülmeyi.

"Süheyla nasıl? Kaç gündür uğramıyor yanıma hayırsız kardeş." Durgunlaştığımı farketmişti annem. Hafif tebessüm edip cevap verdim. "Dün akşam o da diyordu, seni ziyarete gelecekmiş." Daha cümlemi bitirmeden zilin çalmasıyla teyzemin geldiğini anladım.

Yanılmamıştım, gelen teyzemdi. Birlikte salonda oturup sohbet etmiştik. İlk başlarda muhabbete dahil olsam da kafamın içinde ki düşünce karmaşığı beni rahat bırakmıyordu. Sorgulamaktan kaçındığım her şeyi beynim bana tekrar tekrar hatırlatıyordu.

Telefonumun bir kez daha çalmasıyla ayaklanıp mutfağa geçtim. Telefonu omzum ve yanağım arasına sıkıştırıp tezgahın üstünde ki temiz bardağa su doldurmaya başladım.

"Âhenk? Nasılsın?" Gülsima'nın neşeli sesiyle gülümsedim. "İyiyim. Senin sesin neden böyle neşeli geliyor?"

"Çok sıkıldım. Dadım sizde kalacakmış bu gece."

"Yani?"

Bıkınca ofladı. Görmesem de gözlerini devirdiğini biliyordum.

"Yanisi sen de bize gel. Film izleriz hem," dedi hevesli sesiyle.

Gidip gitmemekte kararsızdım. Oradan uzak durmayı düşündükçe çekilmem bana hiç yardımcı olmuyordu.

Telefonun diğer ucundan gelen sesle düşüncelerimden sıyrıldım. Tereddütümü farketmişti. "Ama tabii mecbur hissetme kendini. İstersen başka bir zaman da yapabiliriz. Mühim değil."

Sıkıntıyla iç çektim. Sudan büyük bir yudum aldım. Onun da en az benim kadar üzgün olduğunu biliyordum. O koskoca evde kendini yalnız hissediyordu.

"Tamam geliyorum."

"Mecbur değilsin, biliyorsun..."

"Geleceğim, Gülsima. Görüşürüz."

"Peki, tamam. Görüşürüz."

Telefonu kapattıktan sonra odama geçtim. Haki yeşili bir sweatshirt ve siyah kot pantolon giyinip, saçlarımı salık bırakıp çıkmıştım. Anneme gittiğimi söylediğimde şaşırtıcı bir şekilde hiç itiraz etmemişti. Bunu sorgulamadan kendimi evden dışarı atmıştım. Göğüs kafesimden çıkmak istercesine atan kalbimi görmezden gelip arabama bindim.

***

Genç kadın telefonu kapatır kapatmaz gözlerini yumdu. Acaba bu şekilde emrivaki yaparak arkadaşını zor duruma mı sokmuştu? Ama elinde değildi ki... Kendini koskoca evde çok yalnız hissediyordu.

Usul adımlarla salona indiğinde düşünceleriyle cebelleşiyordu. Aklına gece abisine söyledikleri gelmişti. Farkındaydı, en az abisi kadar o da suçluydu. En yakın arkadaşından, birlikte büyüdüğü kızdan sakladığı o büyük sır Gülsima'yı bir sarmaşık gibi sarmıştı. Öyle ki, artık nefes alamaz hale gelmişti.

"Artık selamını da mı esirgeyeceksin benden?"

Duyduğu tok sesle irkildi. Varlığını yeni farkettiği adama çevirdi yorgun gözlerini. Kendisinden sadece bir kaç adım ileride, elleri ceplerinde, öylece dikiliyordu adam. Asi saçları dağınık dursa da sanki saatlerce uğraşılmış gibi mükemmellerdi.

Onu gerçekten farketmemişti. Hoş, etseydi bile seslenmezdi. Bu düşünceyle bozuntuya vermedi. Adamın, onu görmezden geldiği için selam vermediğini düşünmesine izin verdi.

Gülsima kaşlarını kaldırıp kollarını birbirine bağladı. "Neden vereyim? Senin ne farkın var o adamdan?"

Onur rahat bir tavırla yürüyüp kızın tam karşısına dikildi. Ona üstten bakarken gözleriyle bütün yüzünü tavaf etmişti.

"O adam dediğin kişi senin abin," dedi düz bir sesle.

"Değil!" Sertçe karşı çıktı genç kadın. "O artık benim hiçbir şeyim değil! Elinde-"

"Elinde bir şerefsizin kanı var!" Onur, Gülsima'nın söyleyeceği şeyi tahmin edip hırsla lafını kesmişti. "Bu onu kirli yapmaz!"

Saçlarını parmaklarıyla çekiştirdi Gülsima. Canı yanıyordu. "O bizim babamızdı," diye itiraz etti, kırgın bir sesle.

"Babanızdı... Öyle mi? Babanızdı..." diye hırladı Onur sinirle. Gül'ün sağ kolunu kendine doğru sertçe çekti. Elinin üzerinde ki yanık izini kızın gözünün önüne getirdi. Sinirden nefes alış verişleri hızlanmıştı. Bu kadın aklını kaybetmesine sebep olacaktı.

"Hangi baba kızına bunu yapar, Gül?"

Gülsima kolunu çekmedi, hiçbir şey yapmadı. Öylece adamın öfkeden koyulaşmış gözlerine bakmaya devam etti.

"Cevap ver bana! Baban mıydı o adam senin?"

"O her şeye rağmen babamdı," diye fısıldadı kırgınca.

Adam aldığı cevapla daha da sinirlendi. Tuttuğu kolu sertçe bıraktı. "Senin hiçbir boktan haberin yok," diye tısladı kızın yüzüne doğru.

Gülsima duyduklarından hiçbir şey anlamıyordu. Ne diyordu bu adam? Her şey açık değil miydi zaten? Abisi babasını öldürmüştü ve çekip gitmişti. Evet, hiçbir zaman bir baba olmamıştı onlara. Şefkat yerine hep şiddet göstermişti. Onun eli hiçbir zaman başını okşamak için kalkmamıştı.

Ama... Her şeye rağmen babasıydı.

"Ne demek istiyorsun sen?" derken kekeliyordu.

"Bilmediğin çok şey var. Ve her şeyin bir sebebi. Ama bunları sana ben anlatmayacağım," dedi sakin bir sesle. Öfke kaybolmamıştı, hâlâ sesinde sinirin kırıntıları mevcuttu.

Gülsima'nın gözlerinden akan yaşlara tezat bir şekilde büyük bir kahkaha koptu dudaklarından.

Başını hızla olumsuzca salladı. "Hiçbir şey," diye tısladı. "Hiçbir şey bir insanın babasının katili olmasına sebep olamaz. Bu sebep haklı bir sebep olamaz!"

Kalbine serpilen şüphe tohumları onu çoktan esir almıştı. Ama Âhenk'i düşündü. Onu yüzüstü bırakmıştı abisi olacak olan adam. Belkide ellerinde ki kanla onun yüzüne bakamayacak olmasındandı gidişi. Ne fark ederdi ki? Sonuç olarak o bir katildi. Babasının katili.

"Sebep ne olursa olsun, Âhenk'i düşürdüğü durumun hiçbir haklı sebebi olamaz."

Onur'un dudaklarında alaycı bir gülüş doğdu.

"Madem o kadar sadıksın Âhenk'e, neden ona sevdiği adamın neden gittiğini söylemedin de, bir belirsizlik içinde kahrolmasına seyirci kaldın?"

Gülsima'nın nefesi ciğerlerine hapsoldu. Düşünürken bile mahvolmasına sebep olan sözleri şimdi açık açık yüzüne vuruluyordu.

"Şunu kabul et, Gülsima. Âhenk'e karşı sen de en az Eflâh kadar suçlusun."

Dudaklarını birbirine bastırdı. Sanki ağzını açsa kan kusacakmış gibi hissediyordu. Karşısında ki adam gözlerinin içine bakıp acımasızca doğruları söylüyordu.

Aralarında ki sessiz bakışmayı bozan, salonun girişinden gelen sesti.

Gülsima, gözlerinde büyüttüğü korkuyu saklamadan hızla o yöne döndü.

Oradaydı. Öyle yıkık, öyle bitik duruyordu ki... Konuştuklarını duyduğunu anlamıştı. Gri gözlerinde ki şaşkınlığın yanı sıra gördüğü acı ve kırgınlık hançer olup saplandı Gül'ün kalbine.

Dudaklarını ayırıp da diyecek tek bir kelimesi, tek bir açıklaması yoktu. Ne diyebilirdi ki?

Ama her şeye rağmen kardeşi bildiği kadının ismini telaffuz etme ihtiyacı hissetti.

"Âhenk..."

Loading...
0%