Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm | Kanlı Eller

@kalanlarinardindan

"Ben senin uzaklığını seviyorum.

Ben senin uzaklığını seviyorum.

Ben senin upuzaklığını seviyorum"

Tarık Tufan | Hayal Meyal

 

Bölüm Şarkısı: Lal | Vedat Özkaya

"Sana hep içimden taşan

Durdu aklımda çalışan

Her anımda sana koşan

Çocukluğum bin perişan"

Vedat Özkaya

 

Geçmişimden bir ses doldurdu kulaklarımı. O sesin sahibinin şefkatli parmakları saçlarımın arasından gezinirken mırıldanmıştı şu sözleri: "Mevlana, 'Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler' demiş kızım. Bazen mutlu olmak için üzülmen gerekir."

Onu kocaman gözlerle, hayran hayran dinlemiştim. "Dede? Sen de mi mutlu olmak için üzüldün?" diye sormuştum merakla.

Elleri saçlarımı okşarken bana sorumun yanıtını gülümseyerek vermişti.

Alnıma bir öpücük kondurmuş ve asla unutmayacağım o sözleri fısıldamıştı. "Senin gözlerinden akacak olan her damla, içinde ki çiçeği sulayacak kızım. Sakın ola, hiçbir zaman üzülmekten, incinmekten korkma."

Dedemin sözleri aklıma gelirken bana şaşkınca ve hüzünle bakan gözleri izliyordum. Ve biliyordum ki aynı ifade benim gözlerimde de mevcuttu. Hatta belki de daha fazlası vardı benimkilerde.

Mümkün olsaydı geçmişe, tam olarak o âna gidip dedeme sormak isterdim. "Dede, benim gözyaşlarım aktıkça neden çiçeklerim soluyor?"

Koskoca kainatta, o kadar kalabalığın içinde tek başıma kalmış gibi hissediyordum. Neydi beni böylesine yalnız hissettiren? En yakınım bildiğimin bile benden sırlar saklaması mıydı?

Peki, şimdi dizlerimin üzerine düşsem, kim tutacaktı ellerimi? Ya da ben, artık kime uzatabilecektim yara bere içinde olan ellerimi?

Gülsima'nın gözlerimde olan ürkek gözleri benden ayrılıp arkamda bir noktaya sabitlendi. Tekrar bana baktığında yalvarır gibiydi hareleri. Ne içindi? Sırtımda ki bıçakların yanına bir tane de kendisi sapladığı için miydi? Sorun değildi. En sevdiğimin açtığı yara hâlâ sıcakken -ki yara diyebilmem için hâlâ yaşıyor olmam gerekiyordu- aldığım veya alacağım diğer bütün yaralar onun gölgesinde kalırdı.

Yine de... o bıçağı saplamasaydı olmaz mıydı?

Tek bir kelimeyle baş edebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Oysaki söyleyecek şeylerim mutlaka olmalıydı. "Neden?" diye sorabilirdim mesela...

Gözlerimi titreyen ellerime düşürdüm ve iri damlalar yenilgiyle yuvarlandı yanaklarımda.

Gülsima'nın hareket ettiğini göz ucuyla görmüştüm ama Onur onu omuzlarından tutmuştu.

Başımı kaldırmadan usulca sırtımı döndüm onlara. Hiç korkmadım yeni bir yara daha almaktan.

Karşılaştığım bir çift ayakkabıyla gözlerim istemsizce karşımdaki bedeni bakış açısına aldı. Esmer gövdesini saran deri ceketiyle baştan sona kadar simsiyahtı. Gözlerim daha da yukarı tırmanınca kısa kıvırcık saçlarının alnına döküldüğünü gördüm.

Bu denli yıkık hissederken gözlerine bakmaya gücüm yetmedi. Gözlerimin bu sefer hedefi her iki yanında yumruk yaptığı elleriydi. Bu ellerde kan mı vardı? Bir zamanlar küçük ellerimin içinde kaybolduğu bu eller, kanlı mıydı?

Benden bağımsız adımlarım ona biraz daha yaklaştı. Vücudunun kasılmasından bunu beklemediğini farkettim. Gözlerimi ellerinden ayırmazken kendi titrek ellerimle onları kavradım. Şaşkınlığından olsa gerek geri çekilmemişti. Nefesini tuttuğunu hissettim.

Soğuk ellerinin yanında küçücük kalmıştı ellerim. Tıpkı eksiden de olduğu gibi. Ama büyük bir farkla. O eller artık benim olamayacak kadar kirliydiler.

Yıllar sonra ilk defa tuttuğum ellerin üzerine düştü gözyaşlarım. Hâlâ ellerini çekmemişti. Gözyaşlarımla yıkadığım ellerinden uzaklaştırdım bakışlarımı ve bu sefer aşığı olduğum zehir yeşili gözlerle buluşturdum.

Çatık kaşlarıyla bakıyordu bana. Hissizliği zırh edinmiş gözleri bir kez daha yaktı canımı.

Ellerini tutan ellerimi daha da sıkılaştırdım. Titreyen sesimle fısıldadım ona sitemle söyleyebildiğim tek sözleri.

"Şimdi bu elleri, benim gözyaşlarım bile temizleyemez ki..."

Yeşillerinde ki hissizlik yerli yerindeydi. Yüzünde ki tek değişiklik çatık kaşlarının düzelmesiydi. Bense boğazımda düğümlenen hıçkırıklarımı yutmakla meşguldüm.

Soğuk ellerini bıraktığımda içimde oluşan boşluk hissinden nefret ederek attım beni evin dışına çıkaran her adımımı.

Eflâh katildi.

Eflâh babasının katiliydi.

Kafamın içinde çığlıklar kopuyordu. Belki de içime içime attığım çığlıklardı bunlar.

Adımlarımı boşluğa atar gibi yürüyordum. Etrafımda olup bitenlere algılarım kapalıydı. Ayaklarım gitmek istedikleri yeri biliyor gibiydiler. Onlara itirazsız uydum.

Belki dakikalar, Belkide saatlerce yürümüştüm. Nihayetinde geldiğim yer yine bir deniz kenarıydı.

Kafamda ki çığlıklara, depremlere başka bir ses daha eşlik ediyordu. Her sözüyle beni bitiren bu sese ne kadar küskün olduğumu farketmiştim.

"Benim yurdum, senin kalbin."

Kirpiklerime düşen damlayla yüzümü gökyüzüne çevirdim.

"Senin gönlün kırılsa, ben sılamdan olurum."

"Yalancı," diye fısıldadım o dargın olduğum sese.

"Gökyüzüm..."

"Değilmişim!"

Boğazımı kesen hıçkırık nihayet kurtulmuştu esaretimden. "Değilmişim senin gökyüzün!" Kalbime ağır gelen acılar, çığlık çığlık kopuyordu boğazımdan. Denizin hırçın dalgalarına vurup, sonsuzluğa gidiyordular.

"Neden?!"

Babasının katili.

Senin ruhunun katili.

Susmak bilmeyen sesler deprem etkisi yaratıyordu beynimde. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmezken titreyen ellerimle kulaklarımı tıkadım.

"Gökyüzüm..."

"Sus, n'olur sus..."

Nafileydi, sesler gitmiyordu. Hıçkırıklarımdan bedenim sarsılıyordu. Ellerim güçsüzce iki yanıma düştü.

"Allah'ım, acımı al benden. Sana yalvarıyorum, acımı al benden!"

"Senin en büyük acın benim," dedi meftunu olduğum o tok ses. Gözlerimi sıkıca yumdum. Neden gelmişti peşimden?

"Allah beni senden alırsa, senden sana hiçbir şey kalmaz."

Acımasızdı. Beni bütünüyle kendinden ibaret kılıp çekip gitmişti. Şimdiyse, duygusuzca beni mahveden gerçekleri söylemekten çekinmiyordu.

Beni sevmiş olsaydı, ruhumu söküp alır mıydı benden? O almıştı.

Dakikalar dakikaları kovaladı, hıçkırıklarım yerini iç çekişlere bırakmıştı ama acılarım gittikçe canımı yakıyorlardı.

 

Yağmur hafif hafif çiseliyordu. Rüzgar acılarıma ihanet etmiş, onun kokusunu burnuma getirmişti. Salık saçlarımdan birkaç tel ıslak yanaklarıma yapışmıştı.

 

Islak kirpiklerim ruhsuz gözlerimi çevreliyordu. Bakışlarım boş, öylece önümde ki denize bakıyordum. Dışım ruhsuzlaşmıştı ama içimde ki fırtınadan sadece Yaratanın haberi vardı.

 

Arkamda olan bedeni şimdi yanımdaydı. Rüzgarla rakseden saçlarımı zaptetmeye çalışmadım. Öylece dikildim. Dakikalardır süren sessizliği onun düz sesi bozdu. "Yine intihar mı edecektin yoksa?"

Bunu söylerken o kadar hissizdi ki, yüzümde tek bir kas bile hareket etmezken, sanki görülmez bir el kalbimin tam ortasına kızgın bir demiri bastırmıştı.

Sorusuna cevap vermedim. O da bir yanıt beklemiyordu zaten.

Bir süre sonra bu kez ben aralamıştım gözyaşımın tuzlu suyuyla ıslattığı dudaklarımı.

"Biliyor musun? Aslında başka bir şekilde de intihar edebilirdim," diye mırıldandım.

Boş bakışlarımı ona çevirdim. "Mesela bir halatta işimi görebilirdi."

Onun gözlerinde gördüğüm hiçlik, bir çentik daha atmıştı uslanmayan kalbime. Akabinde dudaklarım büzülürken ondan uzakalara çevirdim grilerimi.

Ruhsuzluğu kendine bir kumaş gibi sarmıştı bedenim. Gözyaşlarım okyanusuma düşüyordu belki, yine de her şeye rağmen ruhsuzdum.

Parmak uçlarımla bileklerimde ki izlere dokundum.

"Ama kendimi senden soyutladığımı hissetmeye ihtiyacım vardı."

 

 

Loading...
0%