@kalanlarinardindan
|
Bölüm Şarkısı: Emre Aydın | Bitti Tebrikler
"Eylül toparlandı gitti işte. Ekim filanda gider bu gidişle..." Turgut Uyar - Acıyor
"Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu." "Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu." "Sevda bahçelerinin çiçekleri hep soldu, hep soldu." "Hiç ayrılamam derken..." Şarkının son sözleri bir fısıltı olarak firar etti dudaklarımdan. Neden kendime bu işkenceyi çektiriyordum ki? Elbette ki şarkıyı sonuna kadar dinlemem büyük bir aptallıktı. Gözlerim yoldan ayrılmazken, yorgunlukla kırpıştırdım göz kapaklarımı. Bugün yine ruhumu boşluğa emanet ederek uyanmıştım yeni güne. Son üç senedir bir alışkanlık haline getirdiğim kahvaltı yapmama faslından ve annemin azarlamalarıdan sonra bunalmıştım. Zaten uzun bir süredir, ne zaman feraha ermişti ki kalbim? Kendimi yine yollara atmakta buldum çareyi. Gerçi, ne kadar işe yaradığı tartışılırdı. Fakat kendimi özgür hissettirdiği su götürmez bir gerçekti. Yorgunluktan ve uykusuzluktan ağrıyan gözlerimi direksiyonu bıraktığım sağ elimle ovaladım. Ne yazık ki bu "üç yıl" benden sadece iştahımı değil, uykularımı da almıştı. Aklımdan çıkmamasını rağmen, düşündükçe kalbimi yoran meseleleri kafamdan kovalamak için kaşlarımı çattım. Düşünmemek imkansızdı, ama sızısı da çekilir gibi değildi hani. Radyodan çalan şarkının yerini telefonumun zil sesi alınca, merakla ekranda yazan isme baktım. Okuduğum isimle istemsizce kaşlarım çatılmıştı. İçimde bir huzursuzluk filizlendi. Gözümü yoldan kısa bir an çekip, çağrıyı yanıtladım. "Seyit amca? Bir şey mi oldu? İyi misin?" Bir müddet karşı taraftan ses gelmedi. Bu durum içimin daha da sıkılmasına sebep oldu. Nihayet Seyit amcanın telaşlı sesi doldurdu arabayı. "Kızım, sanırım gelsen iyi olacak." "Yoksa Gülsima'ya bir şey mi oldu amca?" Sesimde ki endişe ve telaşa engel olamamıştım. Ellerim direksiyonu istemsizce biraz daha sıktı. O cevap vermeden çoktan Gülsima'nın evlerinin yolunu tutmuştum. Telefonunun diğer ucundan Seyit amcanın derin nefes alışını duydum. "Endişelenme ama sanırım sana ihtiyacı var. Çabuk gel kızım." Sağ elim istemsizce tepeme topladığım açık kahve saçlarımın lastiğine ulaştı. Her gergin olduğum zaman yaptığım gibi, saçlarımı serbest bıraktım. İçime çöreklenen sıkıntı ne yaparsam yapayım geçmeyecekti. "Merak etmeyin, şu an yoldayım. On dakikaya orada olurum." Gaza biraz daha yüklendim. Gözlerim ne yükselen vites ibresini, ne de geçtiğim kırmızı ışıkları görüyordu. Nihayet tanıdık yalının önüne gelirken, arabayı içeri sokmadan indim. Korumalar baş selamı verip, kapıyı açtıklarında koşarak kapıya dayandım. Ben henüz elimi kaldıramadan evin çalışanı ve aynı zamanda da Seyit amcanın eşi olan Zübeyde teyze açtı kapıyı. Yüzünde ki telaş zaten hiç dinmeyen tedirginliğimi körüklemişti. "Zübeyde teyze? Neler oluyor? Gülsima iyi mi? Teyzem? O nerede?" Ellerimle omuzlarını kavrarken, başımı eğerek yüz yüze gelmeye çalıştım. Zübeyde teyze gözlerini kaçırdı. "Sen Gülsima'ya bak kızım. Bizim bir şeyler anlatmamız doğru olmayabilir." Ellerimi kendime çekip, daha fazla oyalanmadan koşarak merdivenlere yöneldim. Gülsima'nın odasının bulunduğu koridora ulaştığımda, endişem kalbimi sıkıştırıyordu adeta. Aldığım nefesler sanki birer hançer gibi ciğerlerime saplanıyordu. Gülsima'nın canhıraş çığlıkları koridorun duvarlarını dövüyordu. Onu bu hale neyin getirdiğini bilmiyordum. Bundandır ki, adımlarım yavaşladı. Ellerim yavaş yavaş yumruk oluyordu. Kendimi zaptetmem gerekiyordu. En sonunda odanın önüne geldiğimde, Seyit amcanın kapıya yaslanmış bedenini gördüm. Öyle endişeliydi ki bütün ruh hali yüz ifadesine yansıyordu. Beni henüz görmemişti. İçeriden kırılan eşyaların sesleri geliyordu. "Seyit amca? Neler oluyor?" Yanına koşup, elini omzuna koyduğumda varlığımı anca farketmişti yaşlı adam. Gözlerinde ki umut parıltılarını net bir şekilde görebiliyordum. "Kızım, Gülsima kızım yine kriz geçiyor." "Tamam, sakin ol." Ona sakin olmasını söyleyipte, ellerimin titremesi büyük ironiydi. "Hemşire nerede?" Seyit amca endişeli bakışlarla koridoru süzdü. "Onun izni vardı. Hem burada olsaydı bile pek bir şey fark edeceğini sanmıyorum güzel kızım. Kimseyi yanına yaklaştırmıyor." Ellerimi hırsla saçlarımın arasından geçirdim. Sakin olmam gerekiyordu. Gözlerimi yumup, derinde soludum. "Neler oldu? O neden bu halde?" Seyit amca, az önce karısı Zübeyde teyzenin verdiği tepkiyle aynı tepkiyi verdi. Gözlerini kaçırdı. "Bunu bizim sana söylememiz doğru olmaz kızım. Teyzen gelince anlatır sana." Sinirle dişlerimi birbirine geçirdim. Artık sabrım tükenmek üzereydi. "Allah aşkına, Gülsima bu haldeyken o nerede? Neden biriniz birşey söylemiyor?" Mahcubiyetleri gözlerini kaçırdı. Sıkıntılı bir nefes alıp, tek elimle destek verircesine omuzunu sıktım. "Tamam. Sen burada durma amca. Ben ilgilenirim." Seyit amca emin olmak istercesine yüzümü süzdü. Gözlerimi yumup açınca ikna olmuştu. "Dikkat et." Seyit amcam oradan uzaklaşana kadar arkasından izledim onu. Nihayet gözden kaybolduğunda, yönümü Gülsima'nın odasına çevirdim. Elimle kapının kulpunu kavradım. Yavaşça aşağı doğru indirdim fakat sonuçsuz bir çabaydı. İçeriden kırılma sesleri kesilmişti. Bağırış sesleride aynı şekilde dinmişti. Sesimin kırık çıkmasını engellemek adına boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "Gülsima? Bak, ben geldim. Hadi aç kapıyı." "Git!" Çokça bağırmaktan kısılmış sesi bile engel değildi içinde ki öfkeyi yansıtmaya. İçimi büyük bir hüzün kaplamıştı. Kafamda diyeceğim kelimeleri toparlamaya çalışıyordum. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra tekrar konuşmaya başladım. "Peki o zaman. Bizde bu şekilde konuşuruz." İçeriden yanıt gelmedi. Buna aldırmadan, sağ tarafımı kapıya yaslayacak şekilde yere oturdum. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Onu sakinleştirmem gerekiyordu, fakat bunu tam olarak nasıl yapmam gerektiğimi bilmiyordum. Koridorda ki hareketlenme kesildiği için, otomatik ışıklandırma sönmüştü. Karanlığa aşık biri olarak, bu durumdan rahatsızlık duymadım. Başımı kapıya yaslayıp, kirpiklerimi birbirine yaklaştırarak karanlık koridorun ucuna doğru baktım. Uzun zamandır adımımı atamadığım yöne doğru... Daha sonra, buna gücümün kalmadığını sezdiğimde, gözlerimi tamamen kapattım. "Ya da istersen konuşmayız. Sükut, en güzel dildir. Kalbin dili..." Mırıltı şekilden çıkan sesimin yanı sıra, bir gözyaşı çoktan ihanet etmiş, yanağım boyunca kaymıştı. Kapıdan gelen hareketlilikle, Gülsima'nın da benim gibi yere oturduğunu anladım. Çıkmaza girdiğim her an, ilk yaptığım şey mısralara dökmekti hislerimi. Ama şimdi böyle bir şey yapmam, Gülsima'nın açısından iyi olmayacaktı. Her gözümü kapadığımda beni bulan hareler, yine sarmıştı benliğimi. Duymuştum ki, en çok görmek istediğin suret, görmediğin birkaç zaman içerisinde silinirmiş hafızandan. Oysa ki, ben hâlâ ezbere biliyordum yüzünün her zerresini. Ben onun gözlerine ezbereydim. Kırgındım... "Sevmenin sonu hep mi hüsran olur Gülsima?" Yutkundum. Ama hâlâ gözlerimi açamadım. Devam ettim sözlerime. "Farkettim ki, bütün aşkı anlatan şiirler hüzünlü. Neden? Bu kadar mı imkansız karşılıklı aşk?" Derin bir nefes aldım. Gereksizdi, ama boş bedenimin yaşaması için vazgeçilmezdi. Neden böyle olmuştu ki? O günden sonra hep bir "neden" sorusuyla yaşamıştım hissettiğim büyük düş kırıklığının yanı sıra. Şimdi neredeydi, kim bilir? Unutmuş muydu? Hiç mi sevmemişti? Ben... Ben hâlâ onda mıydım peki? Kırılan sesimle konuşmaya devam ettim. "Bilmediğim bir şey değildi elbet. Herkes birgün gider. Ama sadece bir kişinin gidişi ruhumu öldürdü." Kapının ardından gelen hıçkırık sesiyle, beni dinlediğini anladım. Gözlerim hâlâ kapalıyken, yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. "*Sevgim acıyor..." (*Turgut Uyar) Başımı yavaşça aşağı doğru eğip, gözlerimi açtım. Ağlamamdan dolayı görüşüm bulanıktı. Buna alışıktım, aldırmadım. Ama daha fazla burada kalabilecek gücü bulamadım. "Gülsima, ben şimdi gidiyorum. Sonra... Sonra yine uğrarım." Yavaşça ayaklanırken, otomatik ışıklandırma devreye girdi. Benim kalbim durdu. Halbuki ben üç sene önce zaten durduğunu düşünmüştüm. Bir Eylül ayında, ben zaten ölmemiş miydim? Öyleydi, ölmüştüm. Ölürkende, bütün sevinçlerimi, umutlarımı, hayallerimi ruhumla birlikte toprağa emanet etmiştim. Öyleyse, zihnimden çıkmayan zehir yeşili gözler, neden gözlerimin en derinine iniyordu? Bu da mı hayaldi? Yine mi gidecekti? 'O sana hiç gelmemiş,' dedi iç sesim. Doğruydu, ben bilmezken onda ki boşluğu, o gitmişti. Kafamın içinde depremler oluyordu. Bense hâlâ gerçekliğini sorguladığım harelere dalmıştım. O, gerçekti. Hayal değildi. Beynimin bir oyunu değildi. İfadesizce gözlerime bakan oydu. Sağ elimi can havliyle duvara yasladım. Onun gidişi bana cansızlardan destek almayı da öğretmişti. Belkide, minnettardım gidişine. Beynimde ki depremler şiddetini artırırken, beni çağıran karanlığa kendimi teslim etmek için can atıyordum sanki. Bedenim duvara meyledip, yıkıldığında bütün evi inletecek bir çığlık koptu arkamdan. "Âhenk!" Gülsima'nın dizlerinin üstünde duran başımda hâlâ şiddetli sarsıntılar vardı. Ama ben gözümden akan yaşlara inat, gülümsedim. Hissizdim. Ya da hissettiğim şey öyle güçlüydü ki, algılarım diğer bütün hislere kapanmıştı. Yüzümde gezen narin elleri hissetmeye bile yer kalmamıştı. Son güç kırıntılarınıda kullanıp, gözlerimi karanlığa yummadan evvel, yine Turgut Uyar'ın o sözleri döküldü dudaklarımdan. "Sevgim acıyor..." "Âhenk! Lütfen aç gözlerini!" Gülsima'nın çığlıkları artık bana çok uzaktan geliyordu sanki. "Hepsi senin yüzünden Eflah Asilsoy! Neden geldin! Neden ona bunu yaptın!"
*Eylül toparlandı gitti işte. Ekim filan da gider bu gidişle... |
0% |