Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm | Yaralı Bir Çocukluğun Gölgesinde

@kalanlarinardindan

"Hâlâ gözlerini yumduğunda görünmez olduğunu mu sanıyorsun, çocuk?"

 

Bölüm Şarkısı: Sitem | Kent Şarkıları

 

Kirpikleri ağırlık taşıyormuşçasına kapanıyordu göz kapakları. O ağırlık, acılarıydı şüphesiz.

Güneş çoktan doğmuş, yeryüzündekilere umut dağıtıyordu. Âhenk'in dedesinin sözleri geldi aklına. Güneşin, insalığa umutun daima var olduğunu kanıtlamak için doğduğunu söylemişti bir keresinde. O yaşlı adamın bunları söylerken gözlerinde ki ışıltıyı anımsadı genç kadın. Çok içten söylüyor gibiydi, o halde doğruyu söylemiş olmalıydı.

Kadın, geceden beri uyanıktı. Güneşin doğuşunu her anına tanık olmasına rağmen, neden hâlâ umut edemiyordu? O ihtiyar adam yanılmış olabilir miydi?

Uykusuzluk hücrelerini kıvrandırıyordu. Fakat vücudu - ya da ruhu - onu kabul etmemek için büyük bir direnç içerisindeydi. Oysa ne çok isterdi uzun bir uykuyla her şeyi unutmayı.

Sol elini yanağının altına koymuş, dizlerini karnına doğru çekmiş bir şekilde yatıyordu hastane yatağında. Saatler önce Âhenk'in yanındaydı. Şimdiyse uykuyu haram bilen gözleri pencereden dışarıyı seyre dalıyordu.

Aniden duyduğu bir tıkırtıyla algıları açıldı. Gözlerini pencereden ayırmadan kapının usulca kapanma sesini dinledi. Ciğerlerine nüfuz eden kokuyla kimin geldiğini anlamıştı.

En sonki tartışmalarından sonra hiç konuşmamışlardı. Abisinin vurulduğunu da kapıdaki korumalardan öğrenmişti zaten.

Hiç kırmaşmadan pencereye bakmaya devam etti kadın. Sırtı ona dönük olduğu için onun uyuduğunu düşünüyordu büyük ihtimalle. Adamın neden geldiğini içten içe çok merak ediyordu.

Bir süre sadece ikisinin ağır ağır nefes alışverişleri duyuldu yalnızca. Akabinde kadına yavaşça yaklaşan adım sesleri.

Genç kadın, hemen arkasında oluşan ağırlıkla gözlerini sıkıca yumdu. Nasıl yani? Onun yanına mı yatmıştı?

Yatak onlar için fazla küçüktü. Kasılan vücudunda yakınlıklarından dolayı adamın sıcaklığını hissediyordu. Saçlarında dağılan sıcak nefes de cabasıydı.

"Numaracı." Adamın yorgun ama keyifli sesini işitince sertçe yutkundu. Uyumadığını nasıl anlamıştı? Sıkı sıkı yumduğu gözlerini tekrar araladı.

"Uyuyormuş gibi yapmaya devam mı edeceksin, gül yüzlü?" Adam, kadının beline kollarını sarıp kendine çekti. Şimdi genç kadının sırtı onun göğsüne dağa dayanır gibi yaslıydı.

"Küsüz biz senle, Onur," diye fısıldadı Gülsima. Adamın nefes verir gibi güldüğünü duydu. Daha sonra başını Gülsima'nın ensesine yasladı. Nefesleniyordu.

"Küs müyüz?"

"Küsüz."

Genç kadın, Onur tutana kadar, karnının üzerindeki sağ elinin yumruk olduğunu farketmemişti bile. Uzun zamandır ona bu kadar yakın, bu kadar savunmasız olmamıştı.

"Neden buradasın?"

"Uyumaya geldim," diye yanıtladı Onur yorgun bir sesle.

"Bana sarılarak mı?"

"Sakıncası mı var?" Kadına cevap verme fırsatı tanımadan tekrar konuşmaya başladı. "Varsa bile benim açımdan pek bir önemi yok. Böyle uyumak istiyorum ve uyuyacağım da."

Uzunca bir süre konuşmadılar. Fakat ikisi de henüz uyumamışlardı. Gülsima hâlâ sabah güneşini izliyordu. Onur'sa, gözleri kapalı bir şekilde Gülsima'nın kokusunu içine çekiyordu.

Yalnız değillerdi. Oda da ki üçüncü şahıs, Gül'ün küçüklüğüydü. Yara bere içinde kalmış çocukluğu. Odanın alelade bir köşesinde durmuş, onları sakin gözlerle izliyordu. Elinde kırık kırmızı oyuncak arabasıyla öyle masum ve yaralı duruyordu ki...

Küçük parmaklarıyla arabayı tutmakta biraz zorlanıyordu. Ama diğer elini de kullanamazdı. Yanmıştı ve kırmaştırınca canı çok fazla yanıyordu.

Hayır, yanmamıştı. Babası yakmıştı.

O çocuk hep orada, hep Gülsima'ylaydı. Hiç büyümemişti. Çünkü yaralarının kapanmasına asla izin vermemişlerdi. O da onları gizlemeyi öğrendi. Büyümüş gibi yapmayı, kendini bu şekilde savunmayı öğrenmişti.

Gülsima, gözlerini yumup derin bir nefes aldı. O küçük kızın keder dolu bakışlarını daima üzerinde hissediyordu. Onun küçücük bedeninin küçücük gölgesinde büyütmüştü kendini.

"Hâlâ gözlerini yumduğunda görünmez olduğunu mu sanıyorsun, çocuk?" Onur'un sorusu yanıtsız kalmıştı.

Sahi, öyleydi, değil mi? Çocukken küçük bedenine ağır gelen kötülüklerden kendini saklamak için gözlerini sımsıkı yumardı. Böylece kimse onu göremez, ona kötülük yapamazdı. Babasının onun görmemesini bazen öyle çok istiyordu ki...

"Ben çocuk değilim," diye mırıldandı Gülsima, Onur'un diğer söylediklerini es geçerek.

Onur, Gül'ün saçlarına dudaklarını bastırdı. Bu hareketi beklemediği için vücudu kasıldı. Onu ne denli özlediğini bir kez daha anladı.

"Değilsin diye bir iddiam yok," dedi muzip sesiyle. Bir an ne dediğini tam anlayamadığı için duraksadı, Gül. Daha sonra dirseğini kırıp, fazla sert olmayacak bir şekilde arkasında ki bedene geçirdi. Sarsılmasından Onur'un güldüğünü anladı. Onun da yüzünde ufak bir gülümseme oluşmuştu istemsizce.

"Sen her suçlu insana böyle sarılır mısın?" Tartıştıkları zaman ona söylediklerine atıfta bulunmuştu. Şimdi gülüyorlardı belkide fakat ona ciddi anlamda kırgın olduğu bir gerçekti. Herkes gider ama Onur onu asla yalnız bırakmaz sanıyordu. Kendi için çok değerliydi, adam. Hatta daha fazlasıydı. Ve biliyordu ki, bu karşılıklıydı.

"Hepsine değil, sadece çocuk ve gül yüzlü olana." Ah bir bilseydi kadının kalbinin nasıl çırpındığını.

"Ha birde cazgır," diye ekledi.

"Ben cazgır değilim," diye hiddetle karşı çıktı.

"Geçen gün hiçte öyle göstermiyordun ama?"

"Ona bakarsak sen de böyle değildin!"

Onur arkadan biraz daha sarılıp yanağını kızın alev alev yanan yanağına yasladı. Dişlerini o kadar çok sıkıyordu ki, Onur'un gıcırtısını duymamasına imkan yoktu.

"Hmm, nasıldım geçen gün?" Sorusu boğuk sesiyle birleşince, Gül'ün yanaklarına tırmanan kırmızı kan hücrelerin sayısı gittikçe artıyordu. Ona hâlâ kırgınken aklı nasıl oluyordu da bu kadar basitçe karışabiliyordu?

"Sen gibi değildin," diye fısıldadı. "Beni suçlu buldun. Sen beni hiç suçlamazdın."

"Bu seni üzdü mü?" Sesi muziplikten arınmış, saf ciddiyetle bezenmişti.

"Üzülmedim. Sadece... Sen böyle yapmazdın," diye karşı çıktı kaşlarını çatarak. Sesinde gizleyemediği, kendince haklı bir sitem vardı.

Onur'un aldığı derin nefesle ağır ağır hareket ettiler. "Ben o sözleri bir kez olsun gerçeklerden kaçma, bir kez olsun acılarını inkar etme diye söyledim."

Yanağını daha da bastırdı. Şimdi ikisi de gözlerini yummuştu. "Hiçbir şey görüldüğü gibi değildir, bazen."

"Peki, sen söyle o halde. Nedir benim göremediğim ve onu haklı çıkaracak şey?" Alayla karışık bir ciddiyetle sormuştu bunu, Gül.

"Aslında bir kısmını ne kadar inkar etsen de, sen de biliyorsun." Başını kaldırıp tekrar eski konumuna getirdi. "Gerisi için sabıra ihtiyacın var, gül yüzlü. Sen ilk önce bilip de es geçtiklerini kabullenmeyi öğren."

Çok yorgundu Gülsima. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Hiçbir şeyi kabullenmek de istemiyordu. Sadece uzun bir uykunun kollarına atılıp, her şeyi hafızasından silmekti tek arzusu. Bugün, kendinden taviz verip bu adamla uyuyacaktı. Görmezden geldiği acıları görmezden gelmeye devam etmeyi planlıyordu. Fakat yanında bu adam durdukça bunun mümkün olmayacağının da bilincindeydi.

"Ya kabulleneceklerim beni daha büyük bir felakete iterse?" Aniden bir çocuk saflığıyla sorduğu soruya yanıt bekliyordu. Ama adamın sessizlik duvarına tosladı.

"Uyuyalım, gül yüzlü."

"Uyuyalım."

Belli ki daha çok canı yanacaktı.

***

"Âhenk." Uzaktan duyduğum sesle kaşlarım çatıldı. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken boynumu giren keskin acıyla yüzümü buruşturdum.

"Ah!"

Birbirine girmiş kirpiklerimi usulca ayırdım. Gülsima yüzüme doğru eğilmiş, bana bakıyordu. Işıktan dolayı kısık bakan gözlerim etrafta hızla dolaşınca oturduğum koltukta uyuya kaldığımı anladım.

"Uyuya kalmışım," diye mırıldandım gözümü elimin tersiyle ovalarken.

"Gayet normal, çok yoruldun şu son zamanlar," diyerek hemen yanıma oturdu. Aslında gece Onur'un yanındayken uyumuştum fakat yeterli gelmemiş olmalıydı.

"Saat kaç?"

"Öğlen ikiye geliyor."

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken hızla ona döndüm. "Nasıl yani? Ben o kadar saattir uyuyor muyum?" Sesimde ki dehşete alayla güldü.

"Niye şaşırıyorsun kızım? Sanki bilmiyoruz senin ne kadar uykuya aşık olduğunu."

Umursamazca arkama yaslanıp kollarımı bağladım. "İnkar ettiğim bir şey değil. Mesela sen de Onur'la olan uykuya aşıksın," dedim düz bir sesle. "Bunu da biliyoruz."

Yüzünde ki alay yerini yavaş yavaş utangaç bir ifadeye bıraktı. Biraz daha üzerine gitmeye karar verdim.

"Ee? Nasıl bari, iyi uyudun mu onun kollarında?"

"Sen bize mi baktın gizlice?" Al al olmuş yanaklarıyla kaşlarını çatmış sinirle bana bakıyordu. Bu beni daha güldürürken sert olmayacak bir şekilde omzuma vurdu.

"Bebeğim, sadece şaka yapmıştım fakat anlaşılan gerçekten de öyle olmuş."

Yüzü yavaş yavaş domates kırmızısından patlıcan moruna geçiş yaparken artık gülüşlerimi dizginleyemiyordum. Gözlerimin kenarında biriken yaşları elimle sildim.

"Yeter ama ya, tamama işte güldün bitti," diye hayıflandı. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı olumlu yönde salladım.

"Hani? Onur daha uyanmadı mı?" Bana ters ters bakıp ardından dudaklarını cevap vermek için aralamıştı ki, o henüz konuşamadan başka bir ses sorumu yanıtlamıştı bile.

"Uyandım, Şeker Kız." Gözlerim Gül'den kopup bize doğru yürüyen Onur'a kaydı. Tam karşımızda ki koltuklara rahatça yayılıp başını duvara yasladı. Henüz kalktığı kısık bakan gözlerinden anlaşılıyordu. Muziplikleri parlayan gözleri ona yanlışlıkla bile bakmayan arkadaşıma kaydı. Sanırım kızarık yanaklarından ne konuştuğumuzu az çok tahmin etmişti. Dudak kenarları usulca kıvrılırken ellerini ensesinde birleştirdi.

"Var mı öyle kollarımda huzurla uyuyup, uyanır uyanmaz kaçıp gitmek Gül hanım?"

"İşine bak Onur," diye homurdandı kısık bir sesle Gülsima.

"İşime bakıyorum zaten." Hiç teklemeden verdiği cevapla manidar bakışlarımı gönderdim. Onur'un hareleri benimkilerle buluşunca serseri bir tavırla göz kırptı.

"Sen ne yaptın peki o kadar saattir?" Onur'un bana yönelik sorusuyla aklıma telefonuma gelen mesaj geldi. Sertçe yutkunurken bundan ona bahsedip bahsetmemek arasında kalmıştım. En sonunda küçük bir tebessümle cevap verdim meraklı bakışlarına.

"Siz ne yaptıysanız onu," dedim omuz silkerek. "Biraz oturdum. Sıkılınca da uyumuşum."

Gözleri birkaç saniye boyunca sakince beni süzdü. Söylediklerime ikna olmamış gibiydi. Ki buna şaşırmıyordum. Çünkü Onur akıllı bir adamdı ve en ufak bir detay bile gözünden kaçmazdı. Kim bilir hangi hareketimle benden şüphe etmesini sağlamıştım. Gözlerimi kaçırdım.

Ayağa kalkmasıyla tekrar ona baktım. "Hadi gelin, içeri girelim." Yanımdaki vücudun da aynı benimki gibi gerildiğini hissediyordum. Onur sanki gerginliğimizi anlamamış gibi kaşlarını çatarak kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. "Şerefsiz, kurşunu kendi yedi ama cefasını bize çektirdi."

"Ben burada bekliyorum," diye kesin bir sesle konuştum. Grilerimi hastanenin beyaz fayanslarında gezdiriyordum. İtiraz eder diye düşünmüştüm fakat yanıldığımı anlamam uzun sürmemişti. Bir müddet bakışlarını üzerimde hissetim. Daha sonra Gül'ün sesini duymamla, ona da sorarcasına baktığını anladım. Allah aşkına, bilmiyor muydu? Neden her şeyden habersizmiş gibi davranıyordu.

"Âhenk'le burada oturacağız. Sen istersen geç içeriye," diye cevap verdi soğuk bir sesle.

Birkaç saniye sonra Onur içeri geçti. Oturduğum yerde biraz daha yayılıp başımı duvara yaslayıp floresanları izlemeye başladım. Aklımda telefonuma gelen mesajlar vardı. Kimin göndermiş olduğu barizdi.

Bu bize saldırı yapan adamla veya adamlarla ilgiliydi. Benim üzerimden Eflâh'a zarar verme niyetindeydi. Eflâh bu yüzden gitmemi istememişti. Çünkü peşimdelerdi.

Levent'le buluştuğumuz günü hatırlayınca bu tezimi doğrulamış oldum. Tıpkı o gün de düşündüğüm gibi, Onur ve Eflâh peşimde olan bu adamlardan beni sakınmak için rahat nefes almama bile izin vermiyordular. Akabinde onun hakkında öğrendiğim gerçeklerden sonra sahilde yaşadığımız garip an geldi gözümün önüne. Beni hızla arabaya çekiştirirken muhtemelen düşmanının adamlarını görmüştü.

Eflâh'ın yanımda olmasının hiçbir şeyi değiştirmediği aşikardı. Onun varlığı düşmanını durdurmak için yeterli bir sebep değildi belliki. O halde, niçin ellerine o saldırıyı yapmak için defalarca kez fırsat geçmişken, gitmeye kalkıştığım gün yapmıştı?

Sıkıntıyla nefes verip gözlerimi yumdum. Aklımı kurcalayan bir diğer soru işareti ise cevabını en çok merak ettiğim, aynı zamanda da en çok korktuğumdu.

Bu adam Eflâh'tan ne istiyordu?

Bütün bunların cevabını ne Eflâh'tan ne de Onur'dan almak mümkün değildi. Her şeyi kendim çözecektim. İçimden bir ses, Eflâh'tan uzaklaşmayı kendime kaide bellemişken, bu işe hür irademle girmemin mantıklı olmadığını söylüyordu. Fakat biliyordumki sessiz kalmam gereken evreyi çoktan geçmiştim. Her an yıkılmaya meyilli olan, üç yıldır gözyaşlarımla sıvadığım duvarları güçlendirecektim.

Ne o kim olduğunu bilmediğim adama, ne de Eflâh'a yenilecektim.

"İyi misin sen?" Bir elini omzuma koyup yüzüme doğru eğilen Gül'e döndüm. Kaşlarını çatmış, ifademi süzüyordu.

"İyiyim," diye mırıldandım kuru bir sesle. "Sadece burada olmaktan hoşlanmıyorum."

"Senden ne istediklerini merak ediyorsun, değil mi?" diye sordu aniden. Sertçe yutkunup gözlerine bakmaya devam ettim. "Aslında neden seni bu meçhul düşmanlığa çektikleri belli. Ama..."

"Ama?"

Önüne gelen saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Ama seni nasıl bu kirli oyundan uzaklaştırırız, bilmiyorum."

Oturduğum yerden doğrulup bedenimi Gülsima'ya çevirdim. Ne söyleyeceğimi merakla bekliyor gibiydi. "Bu adamın ya da adamların kim olduğu hakkında herhangi bir bilgin var mı?"

Gözlerini yumup başını yavaşça olumsuz yönde salladı. "Benim bildiklerim seninkiler kadar, Âhenk." Derin bir nefes verdi. "Bak, o adama ne olduğu veya ne olacağı umrumda bile değil," derken kapıyı gösteriyordu. Bunu söylerkenki gözlerinde ki kıpırtı, aksine inanmama teşvik ediyordu. Yine de bir şey söylemedim. "Ama eğer ki onun bu saçma sapan işleri yüzünden sana bir şey olursa elimden çekeceği olur." Ona sanki kendi kırdığım camın üzerinde bile isteye yürüyüp, buna rağmen can çekişmiyormuşum gibi gülümsedim.

"Sence bir sonraki adımlar ne olacak? Bunu söylemekten nefret ediyorum fakat bu iş orada bitmedi gibi," diye sessizce konuştu. Ses tonunda gizlenmiş endişe kırıntıları vardı. Evet, ilk hamleleriydi ama son olmayacaktı. Bunu biliyordum.

Sessizce cebimdeki telefonu çıkarıp mesaj bölümüne girdim. Gülsima'nın çatılı kaşlarla beni izlediğini görmesem de hissediyordum. Daha sonra hiçbir şey söylemeden telefonu ona uzattım.

Çatık kaşlarıyla anlamazca önce elimdeki telefona, akabinde bana baktı. Hareleri tekrar telefona değince, onu almadan önce avuç içini kotuna sürttü.

Mesajları okurken çatık kaşları yavaş yavaş düzeldi. Yüzündeki kanın çekildiğine anbean şahit oldum. Sertçe yutkunup endişeli gözlerini bana benimkilere mıhladı.

"Bu..."

Gönderen: Bilinmeyen Numara

Çok yakında karanlığıma düşeceksin.

Gönderen: Âhenk Kuyu

Kimsin? Ne istiyorsun?

Gönderen: Bilinmeyen Numara

Bunun cevabını çok yakında yüz yüzeyken alacaksın, Âhenk Kuyu.

 

 

Loading...
0%