Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm | Gözlerinde Ateş Çemberi

@kalanlarinardindan

"Ben senin kirpiğine değil, kirpiğinin gölgesine bile aşığım."

 

Bölüm Şarkısı: Firar | Özge Öz (Ahuzar)

 

"Hayır," diye mırıldandı başını olumsuzca sallarken. Bense sakince verdiği tepkileri izliyordum. "Âhenk, bu..." Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Tekrar elindeki telefona bakıp kaşlarını çattı. "Bu çok fazla." Gözüm koridorun ucuna kayarken uyarırcasına Gül'ün kolunu sıkıyordum. Ne zaman buradan gittiğini bilmediğim Ali geliyordu. Gülsima da gerginliğine rağmen bana ayak uydurup sustu.

Ali, tam önümüzden geçerken baş selamı vermişti. Aynı şekilde karşılık verdiğimizde sesimizi duyamacağı kadar uzağa gitmesi için dua ediyordum. Şansımıza bizden yeterince uzaklaşmış, telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı.

"Onlara bundan bahsetmedin mi?" Gül'ün kısık tutmaya çalıştığı sesinde dehşet bariz belliydi. "Hayır, bundan hiçkimseye bahsetmeyeceğiz," diye kesin bir dille konuştum.

"Ama-"

"Hayır dedim, Gülsima. Onur dahil, hiçkimse bilemeyecek. Sana söylediğime pişman etme beni."

Yutkunarak endişeli gözlerle baktı bana. Titreyen parmaklarını gergince saçlarından geçirdi. "Nasıl bu kasar sakin kalabiliyorsun, Allah aşkına?" Sert bir soluk verip gözlerini birkaç saniyeliğine yumdu. Üzerimizde hissettiğim bakışlarla grilerim ileride bize anlamayan gözlerle izleyen Ali'yi buldu. Aniden oluşan gerginliği farketmiş gibiydi. Ona baktığımı hissedince bir müddet boş boş gözlerime bakıp tekrar telefonuna döndü. Dudaklarımın arasından titrek bir nefes bıraktım.

"Bu işten uzak durman senin için en mantıklısıyken, neden bunu yapıyorsun?"

"Sence yeterince bu işin içinde değil miyim?" diye sordum kaşlarımı kaldırıp. "Hem bunları eğer Onur'a veya Eflâh'a söylersek işin aslını hiçbir şekilde öğrenemeyiz." İsmini telafuz etmek bile canımı yakmıştı. Buna takılmamaya çalıştım.

Gülsima elleriyle sağ elimi tutup yüzüme yaklaştı. "Ya başına kötü bir şey gelirse?" Söylediklerine alayla güldüm. "Söylesene, başıma daha kötü ne gelebilir?" Bu soru hem onu hemde beni duraksamıştı. Dudaklarını aralayıp tekrar birbirine bastırdı. Söylenecek söz yoktu çünkü. Herhangi bir sözü söylemeyi reddedip başını omzuma yasladı. Ben de onun başına yaslayıp kısık gözlerle karşımdaki duvarı izlemeye başladım.

"Bu arada, laf kalabalığı yapıp kimseye söylemeyeceğinin sözünü vermediğini farketmedim sanma."

"Demek kulaklar da gitmiş. Durum vahim desene," diye muzipçe mırıldandığını duyunca sert olmayacak bir şekilde dirsek attım.

"Ah! Kızım, senin şu dirseğinin bir ayarı yok mu ya! Böğrümün anasını ağlattın! Acıdı lan!" Her ne kadar 'böğrüm' demesi gülme isteğimi tetiklese de dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Acısın zaten. Bak işte, yine aynı şeyi yapıyorsun. Söz ver hadi." Görmesem de gözlerini devirdiğini biliyordum.

"Sız veryım."

"Hmm? Duyamadım?"

"Sız veryım dedik ya!" Kulağımın dibinde cırlamasıyla yüzümü buruşturdum.

"Bağırma, duyuyorum. Şimdi düzgünce telafuz ederek söyle."

"He, söz söz," dedi geçiştirir gibi. Uzamaya başlayan tırnaklarımla kolunu çimdikleyince acıyla inledi.

"Tamam tamam, söz veriyorum, Allah'ın ayaklı cezası."

Yaklaşık on beş dakika kadar bir zaman geçmişti. Bu süre içerisinde içeriden hiçbir ses seda yoktu. Muhtemelen yapmaya fırsat bulamadıklarını düşündüğüm bir durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Sahi, bundan sonra ne olacaktı?

"Âhenk, şimdi ne olacak?" Aklımı okumuş gibi sorduğu soruyla derin bir nefes aldım. Sanırım herkesin aklında dönüp dolaşan en büyük soru buydu. Ne yazık ki, bunun cevabını henüz ben de bilmiyordum.

"Bilmiyorum."

Yanında oturduğumuz kapının aniden açılmasıyla istemsizce irkildim. Onur sakin bir ifadeyle önce bana sonra Gül'e baktı. "Biraz gelmeniz gerekiyor."

Kaşlarımı sorgularcasına çatarken bir an kalbimin boğazımda attığını düşündüm. "Bir şey mi oldu?"

Olumsuzca başını salladı, Onur. "Hayır Şeker Kız, bir şey olmadı. Ama konuşmamız gereken şeyler var."

Konunun ne olduğunu az çok tahmin ediyordum. İtiraz etmeden başımla onayladım. Yerimden kalkıp sol tarafımızdaki kapıdan içeri girerken nefesimi tuttum. Kalbimin böylesine çırpınması saçmalıktan başka bir şey değildi. Kalbim için bir şey yapamıyordum ama yüzümü ifadesiz tutmayı başarabilirdim, bu benim açımdan iyiydi.

Girdiğim andan itibaren atışları boyut değiştiren kalbimi görmezden gelip tuttuğum nefesi usulca geri bıraktım. Arkamdan Onur ve Gül'ün de geldiğini kapının kapanması ve duyduğum adım seslerinden anlamıştım.

Yatağın karşısında duran iki kişilik siyah deri koltuğun üzerine otururken gözlerim karşıdaki pencereden dışarıyı izliyordu. Ona bakmasam da yeşil gözlerinin ağırlığını üzerimde hissediyordum. Bu sefer yatmıyordu, yatağın ucunda oturuyordu. Karşı karşıya olmamız beni gerse de, kendime söz verdiğim gibi yüzümde ki ifadeden ödün vermemeyi sürdürdüm.

Gülsima'da yanımda oturduğunda benim aksine gerginliğini belli edercesine bacağını sallıyordu.

"Şeker Kız'ım..." Onur'un sakin sesiyle ona döndüm. Eflâh'a anlam yüklü bir bakış attı. "Yani, Şeker Kız. Konu daha çok seninle ilgili."

Kaşlarımı kaldırdım. "Onu zaten anlamıştım," dedim dudaklarımdaki alaylı gülüşle. "Yoksa burada olmazdım, değil mi?" Gözlerini suçlulukla kaçırdı. Kendisini suçlu hissettirmek beni de üzse de, bir şeyleri bilipte susması daha kötüydü sonuçta. O da suçluydu. Bunun için ona kızmıyordum ve her şeyi öğrendiğimde de kızmayacaktım. Onu anlıyordum.

"Gülsima tekrar eve dönecek fakat sen dönmeyeceksin. Senin için güvenli değil." Geldiğimden beri ilk defa duyduğum tok sesle uslanmayan kalbim birkaç saniye durmuştu sanki, ya da bana öyle geliyordu.

Saatler sonra ilk defa gözlerine baktığımda içimde ki kopan fırtınayı yansıtmadığım için memnundum. Üzerinde bol olmasına rağmen kaslarını gizleyemeyen siyah bir tişört vardı. Pencereden vuran güneş, kısa kıvırcık saçlarının arasından bir nehir gibi süzülüyordu. Kemikli yüzünde benimki gibi hiçbir mimik bulunmuyordu. Zehir yeşili gözlerini çevreleyen kıvrık kirpiklerini birbirine yaklaştırmış, aynı dikkatle o da benim yüzümü süzüyordu.

"Senin gözbebeğinin etrafında bir ateş çemberi var, Eflâh." Ellerimle yüzünü tutmuş, çatık kaşlarla yüzünün herbir detayını inceliyordum.

"Ateş çemberi mi?"

Başımı sakince sallayıp onayladım onu. Belimde duran ellerinden birini söylediğimi daha da açmamı ister gibi sıkılaştırdı.

"Gözlerin yeşil. Ama gözbebeklerinin etrafında turuncuya yakın bir renk var," diye heyecanla açıkladım. "Ateş çemberi gibi." Baş parmaklarımla gözaltılarını okşayınca gözlerini yumdu. Herbir tanesine vurgun olduğum kirpikleri parmak uçlarımı karıncalandırmıştı. Bu hissi sevmiştim. Kirpiklerine aşıktım.

Başını boyun girintime sokup kısık bir sesle gülmesiyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Hayır, n'olur sesli düşündüğümü söyleme," diye inledim. Biraz daha gülmesiyle ellerimi üzerinden çekip uzaklaşmaya çalıştım.

"Uyuz adam," diye homurdandım.

Uzaklaşma çabam onun beni kollarımdan tutmasıyla son bulmuştu. "Nişanlıya uyuz adam denmez," dedi keyifli bir sesle. Şimdi gülmüyordu ama dudaklarında keyifli bir tebessüm vardı. Güldüğü andaki yüz ifadesini kaçırdığım için ayrı sinirlenmiştim, yinede bunu ona söylemeyecektim. Bunu bilmesine gerek yoktu.

Kollarımı serbest bırakıp ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Şimdi benim yüzüm onun avuçlarının arasındaydı. Sıcak dudaklarının baskısını ilk alnımda, akabinde sağ elmacık kemiğim ve gözüm arasında bir yere bastırdı. Aynı işlemi yüzümün sol tarafına da yaptığında parmaklarım can havliyle üzerinde ki tişörtün eteklerine tutundu. "Umarım kalp atışlarımı duymuyordur," diye geçirdim içimden.

"Ben senin kirpiğine değil, kirpiğinin gölgesine bile aşığım."

Boğuk sesinden duyduğum herbir söz, gözlerimdeki ışıltıydı. Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi tekrar araladığımda vurgunu olduğum harelerle karşılaştım.

"Kirpiğimin gölgesine aşık olmayı bıraktığın an, benim solduğum gün olacaktır. Bilirsin, sadece senin gölgende yaşayabilen bir çiçeğim ben."

Dudakları sus çizgime değince tişörtüne farketmeden daha da asıldım. Geri çekildiğinde sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Alnını alnıma yasladı.

"Beni ben yapan senken, böyle bir şey mümkün mü Gökyüzüm?"

Yıllar geçmişti, biz yine yüz yüze bakıyorduk. O artık benim kirpiklerimin gölgesine aşık değildi ama buna rağmen buradaydı işte. Eflah artık beni sevmiyordu ama ben hâlâ yaşıyordum, ölmemiştim.

Ölmemiştim, değil mi?

Merak ediyordum, acaba o ateş çemberi hâlâ var mıydı gözbebeklerinin etrafında? Daha sonra bunu merak ettiğim için kendime kızdım. Kaşlarım yavaş yavaş çatılıyordu.

"Daha önce anlaştığımız için itiraz etmiyorum. Gizlice bir ev ayarlar, bir müddet orada kalırım." Sesimi bulup konuştuğumda boş bakışlarımı yerdeki beyaz fayansa indirdim.

"Bu çok tehlikeli, Âhenk."

Yavaş yavaş sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. Hiddetle Onur'a dönüp dişlerimin arasından tısladım. "Daha ne yapayım istiyorsun? Dediğiniz gibi saklanıyorum işte!"

"Kalacağımız ev çoktan ayarlandı. Zorluk çıkarma," diye sakince konuşan Eflâh'la öfkeli bakışlarımı ona yönelttim.

"Kalacağımız derken?"

"Kalacağız. Ben de o evde olacağım."

Sinirle gülmeye başladım. Öfkeyle saçlarımı çekiştirirken sıkıca gözlerimi yumdum. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Mantıklı düşünmem ve öfkemi dizginlemem gerekiyordu. Birkaç saniye sonra daha iyi hissettiğimde gözlerimi tekrar açtım. İsmimi seslenen Onur'un sözünü kesip Eflâh'ın yeşillerine bakıp soğuk bir sesle konuştum.

"Senin yanımda olmanın bir şey değiştirdiğini mi düşünüyorsun?" Sorduğum soruyla kaşları yavaşça çatıldı. Başımı omzuma doğru yatırıp devam ettim konuşmaya. "Eğer öyle olsaydı, o kurşunun hedefi ben olmazdım."

Odadaki herkesin nefesini tuttuğu bir andı. Bu olaydan normal bir şeymiş gibi bahsetmek sadece beni germiyordu. Lakin sözlerimin doğruluğu sorgulanamazdı, çünkü haklı olduğum bariz ortadaydı. Şu durumda söylenecek söz kalmıyordu.

"Şimdilik alabileceğimiz en iyi tedbir bu," diye yanıtladı Eflâh uzun bir sessizlikten sonra. Benim gibi başını omzuna doğru eğip tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. "Benimle aynı evde kalacak olman mı seni bu kadar geren?" Sözleri beynimde deprem etkisi yaparken nasıl bu kadar acımasız olmayı başardığını düşündüm. Kırılan kalbimin vücudumdaki tek tepkisi titreyen kirpiklerim oldu. Bir zamanlar Eflâh'ın gölgesine dahi aşık olduğunu söylediği kirpiklerim...

Dudaklarımın kenarları kıvrılırken zemheriden daha soğuk bir tebessüm doğurduklarını bilmiyorlardı. "Kendini fazla önemsiyorsun," diye mırıldandım kısık bir sesle. Hiçbir şey söylemesine fırsat vermeden Onur'a dönüp konuştum, ki zaten cevap verecek gibi değildi. "Tamam, kabul ediyorum."

Daha fazla itiraz etmememi beklemiyor olacaktı ki, bir müddet yüzüme bocalayan bir ifadeyle baktı. Şaşkın bakışları bir kez de Eflâh'a dokundu. Tekrar bana döndüğünde boğazını temizledi. "O zaman hazırsanız çıkalım hastaneden," dedi iki kaşını kaldırarak.

"Hemen mi?" Başını salladı. "Bu herif biz uyurken çıkış işlemlerini Ali'ye çoktan yaptırmış," diye sinirle homurdandı.

Şaşırsam da belli etmedim. Yarası tam olarak iyileşmiş sayılmazdı, doktorlar nasıl buna izin vermişlerdi? Tehlikeli sayılmaz mıydı?

"O zaman bir an önce çıkalım artık şu hastaneden. Süheyla annem zaten şüphelendi, daha fazla dikkat çekmek istemiyorum," dedi ayağa kalkarken Gülsima. Ben de onun gibi kalkarken Eflâh'a bakmak için yalvaran grilerimi zaptetmeye çalışıyordum.

Hastaneden her ihtimale karşı bir ambulansın aracılığıyla çıkmıştık. İnin cinin top oynadığı bir yerde indiğimizde bizi bekleyen iki siyah jeepi görmüştük. Mecburen Onur ve Gülsima'dan ayrılmıştık. Bu beni çokça gerse de, neyse ki Ali'nin bizi eve kadar bırakacağını öğrenmiştim. Onunla arabada yalnız kalma fikri zihnimi çok yormuştu. Yolculuk boyunca ondan mümkün olduğunca uzak durmuş ve bir kere bile bakmamıştım.

Tenha olmayan bir mahallede, tek katlı, bahçesi yüksek ağaçlarla çevrili bir müstakil evin önüne geldiğimizde hissettiğim tek şey huzursuzluktu. Ali'nin elime verdiği bavulumla öylece kapının önünde dikiliyordum.

"Ali, benim için de bir şeyler ayarla," diyen Eflâh'ın sesini duydum. Anahtar muhtemelen ondaydı, bu yüzden onu beklemek zorundaydım.

"Tamam abi. Dikkat edin." Cevap vermemişti ama başıyla onayladığına emindim. Daha sonra arabanın asfalttaki kayış sesi geldiğinde hâlâ gözümü bile kırpmadan kapıya bakıyordum.

Neden çıkmaz bir yola girdiğimi hissediyordum?

 

Loading...
0%