Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm | Hep Bir Umut

@kalanlarinardindan

"Ama hep bir umut..."

 

Bölüm Şarkısı: Sancı | Çağan Şengül & Suzan Hacigarip

Yeryüzünü yıkayan yağmur, bir annenin gözyaşına benziyordu. Ağlamalarına gökgürültüsü de eşlik ediyor, insanlığa bir ağıt aracılığıyla sitem ediyordu. Aslında insanlığa değil, insanlaraydı sitemi.

Cama vuran damlaları izlerken, karşıdaki kaldırımda küçük bir kedi çekti dikkatimi. Bana bol gelen hırkamın uzun manşetlerini çekiştirip avucumda topladım. Yavru kedi, yağmurun ulaşamadığı bir yerdeydi. Her adım atmaya niyetlendiğinde bu çabası olumsuz sonuçlanıyordu, ıslanmayı göze alamıyordu çünkü. Onun bir başına orada olmasına gönlüm razı değildi. Tam camın önünden uzaklaşmayı düşünüyordum ki, annesi olduğunu tahmin ettiğim bir başka kedinin yağmurun altından hızlı adımlarla ona doğru geldiğini gördüm. Yavrusunun yanına vardığında, onu ensesinden yakalayıp hızla uzaklaşmaya başladı. Bu görüntü yüzümde küçük bir gülümseme oluşturdu.

Küçük bir iç çekip kaldığım odanın yatağına oturdum. Buraya geleli iki gün olmuştu ve biz bu süreç boyunca köşe kapmaca oynuyor gibiydik. Daha doğrusu bu tek taraflı bir oyun gibiydi. Çünkü onunla karşılaşmamak için mümkün olduğunca odadan dışarı çıkmayan bendim. Hoş, onun benimle karşılaşıp karşılaşmamasının umrunda olduğunu sanmıyordum. Varlığım da, yokluğum da bir olmalıydı onun için. Aynısının benim için de geçerli olması için kendimle cebelleşiyordum. Tek temennim bunun olumlu sonuçlanmasıydı.

İki gün boyunca aklımı kurcalayan bir diğer meseleyse bana gelen mesajlardı. Henüz herhangi bir hareketlenme söz konusu değildi. Gülsima'yla olan konuşmalarımızdan anladığım kadarıyla henüz karşı taraftan bir atak gelmemişti. Bu belirsizlikler gittikçe canımı sıkmaya başlamıştı.

Dudaklarımın arasından firar eden nefesle gözlerimi kapıya diktim. Odadan çıkıp çıkmamak konusunda kararsızdım. Ev küçük olmasa da, büyük sayılmazdı. Benim karşımdaki odanın Eflâh'a ait olduğunu düşünüyordum. Bunu kapının gün içerisinde birkaç kez açılıp kapanmasından biliyordum.

Nihayet çıkmaya karar vermiştim. Sırf onunla aynı evde olduğum için odama kapanmam, hastanede söylediğim sözü çürütüyordu. Varlığı da, yokluğu da bir olmalıydı benim için.

Omuzlarıma dökülen kumral saçlarımı toplayıp, bileğimdeki tokayla ev topuzu yaptım. Önüme düşen perçemleri kulağımın arkasına sıkıştırıp, kapıya doğru adımladım.

Evin içi sıcak olduğu için şort ve kalçalarımı örten büyük siyah bir tişört giymiştim. Sıcaklığa rağmen ürperdiğimi farkettiğim de üzerime geçirdiğim uzun hırkayı, sıcaklandığım için bir çırpıda çıkarıp yatağın üzerine attım.

Odadan çıktığımda ürpermiştim. İçimden bir ses bunun nedeninin hırkanın üzerimde olmaması değil diyordu. Hava kapalı ve saat akşam üzeri olduğu için evde kasvetli bir hava vardı. Bunun beni rahatsız etmediğini farkettim, aksine, bu benim hoşuma bile gitmişti. Onun kapısı kapalıydı. Bir an, içinde olup olmadığını düşündüm, daha sonra bunun beni ilgilendirmediğini hatırlayıp yoluma devam ettim.

Koridorun sonunda mutfak, ve onun tam çaprazında da oturma odası bulunuyordu. Mutfağa girmek üzereyken, salonun koltuğundaki beden çekti dikkatimi. Ayaklarım çoktan benim boyunduruğumu terketmiş, ona doğru adımlıyorlardı.

Odaya yayılan kokusu burnuma dolduğunda karnıma kramp girdi. Onu özlediğim için kendime lanet ediyordum. Ona olan aşkımı ölene kadar üzerimde bir lanet gibi taşımaktan korkuyordum. Sahi, bir gün ona olan bu sevgim de bitecek miydi? Bunun hemen olması için Allah'a yalvarmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu elimden.

Yattığı koltuğun yanına ulaştığımda aldığı düzenli nefeslerden uyuyor olduğunu farkettim. Yüz üstü uzanmasından acaba sırtı mı acıyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Parmaklarım irademi yok sayıp alnına düşmüş saçlarına ulaşmak üzereydi. Ne yaptığımı anladığımda irkilip ateşe dokunmuş gibi geri çektim kolumu. Allah aşkına, ne yapıyordum ben?

Gözlerim istemsizce uyuyan yüzünü tavaf ederken sakallarının biraz daha uzamış olduğunu farkettim. Kaşları çatılır gibi oldu. Etrafıma bakınıp kanepenin üzerinde katlı bir biçimde duran battaniyeyi elime aldım. Babaannem hep uyuyan insanın üzerine kar yağdığını söylerdi. Üzerini örterken tek amacımın insanlık yapmak olduğuna ikna etmeye çalışıyordum kendimi. Biraz daha burada kalmanın benim açımdan kötü sonuçlar doğurabileceğinden mutfağa doğru sessiz ama hızlı adımlarla ilerledim.

Geldiğimden beri sadece karnımı doyurabilmek için çıkmıştım odamdan dışarı. Siyahın ağırlıklı olduğu mutfağa girdiğimde ne yiyebileceğimi düşündüm. Aslında bir yemek yapamayacak kadar bitkin ve isteksiz hissediyordum kendimi. Bu yüzden sadece bir peynir ekmekle karnımı doyurmayı düşünüyordum.

Mutfak konusunda kesinlikle hüner sahibi bir insan değildim. Hatta annem bunun için yakınıp dururdu. Gülsima'nın -benim aksime- mutfakla arası daha iyiydi.

"Sonunda çıkmışsın saklandığın kuytudan." Arkamdan gelen tok sesle, peynir kestiğim bıçak elimden kayıp tahtanın üzerine düştü. Olduğum yerde sıçrarken onun bana yaklaşan adımlarını duyuyordum. Ne zamandır oradaydı? En kötüsü de, üzerini örterken uyanık mıydı? Düşüncesi bile sertçe yutkunmama yetmişti. Tek temennim böyle bir şeyin olmamış olmasıydı.

Bozuntuya vermemeye çalışarak bıçağı tekrar elime aldım ve peynirleri dilimlemeye devam ettim. O ise çoktan yanıma ulaşmıştı. Kalçasını tezgaha yaslayıp kollarını birbirine bağladı. Ona bakmasam da yeşillerinin üzerimdeki baskısı hissedilmeyecek gibi değildi. O böyle, beni izlerken ellerimin titrememesini sağlamak çok zordu. Neden bakıyordu ki sanki?

"Düşündüğümden daha erken oldu. Açıkçası bir hafta kesin saklanırsın diye düşünmüştüm," dedi düz bir sesle. Kaşlarım hızla çatıldı. "Senden saklandığımı mı düşünüyorsun?" Nefes verir gibi güldüğünü duydum. "Düşünmüyorum, biliyorum." Ukala tavrı beni sinirlendirirken bıçağı sertçe tahtaya bırakıp hiddetle ona döndüm.

"Kendini neden bu kadar önemsiyorsun?" Benim öfkeli halime nazaran o sakinliğini koruyordu ve bu beni daha da çıldırtmaktan başka bir işe yaramıyordu. "Seninle aynı çatı altında olmak zaten can sıkıcıyken bir de yüzünü görmek daha da katlanılmaz! Bunun için odamdan çıkmadım!" Sinir, damarımda akan kandı sanki. Hissettiğimin sadece öfke olmadığının bilincindeydim. Öfkeden ziyade hüzün vardı, fakat bunu ona hissettirmeyecektim. En azından öyle olmasını umuyordum.

Yaslandığı tezgahtan uzaklaşıp tam önüme dikildi. Aramızda kalan sadece birkaç santimlik mesafeyi açmak için bir adım geriledim. Lakin onun da bir adım atmasıyla bu çabam boşa çıkmış oldu. İfadesiz yüzüne nazaran derin bakan gözleri yüzümün her ayrıntısını inceliyor gibiydi. Öfkemin sekteye uğramasından korktum. Ben ona yenilmek istemiyordum.

"Ağlayacak mısın?" diye sordu. Yeşilleri doğrudan gözlerime bakarken umursamazca kurduğu bu cümle dişlerimi birbirine bastırmama sebep oldu. Ağlamayacaktım. Artık değil.

"Senden nefret ediyorum," diye fısıldadım. Harelerinde oluşan hareketlenme, zamanı durdurmuştu sanki. Kirpikleri bu hareketliliği görmeyeyim diye birbirine birkaç saniyeliğine kenetlendiler ama yine de geç kalmışlardı. Gözlerim çoktan şahit olmuştu. Nedenini sorgulamadım, sorgulamaktan kaçındım.

"Sen nefret edemezsin," dedi kısık ama gücünden hiçbir şey kaybetmemiş bir sesle. Dudaklarım acı gülümsemeyi misafir etti. Başımı usulca salladım. "Haklısın," diye mırıldandım. "Nefret etmezdim, eskiden."

Eskiden.

Sahi, eskide kalmıştık biz, değil mi? Ya da hiç var olmamıştık bile? Onu da kendim gibi sanarken yanılmıştım. Onca sene ona bakarken, belkide sadece bir aynada kendime bakıyordum.

Durgunlaşan grilerim göğsüne düştü. "Artık edebiliyorum." Fısıltım, yüzleşmekten korktuğum bir gerçeği yüzüme acımasızca çarpmıştı. Ondan da, kendimden de nefret ediyordum. Ondan emin değildim ama, kendimden gerçekten nefret ediyordum.

Karşısında dikilmekten vazgeçip tezgaha geri döndüm. İştahım kalmamıştı, yine de ondan kaçtığımı düşünmemesi için yemeye karar verdim. Eflâh hâlâ aynı yerde dikiliyordu. Zehir yeşili gözlerini üzerimde hissediyordum. O esnada evin duvarlarına çarpan zil sesiyle irkildim. Biri mi gelecekti?

İçimi kaplayan endişeyle Eflâh'a baktım. Sorgulayan gözlerimi yanıtsız bırakıp sakin adımlarla mutfaktan çıktı. Kalbimin ağzında atmasına anlam veremiyordum.

"İki saattir bir kapıyı açamadınız, geberdik soğuktan." Onur'un sitemli sesini duyar duymaz yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Koşar adımlarla mutfaktan çıkıp sol tarafa döndüm. Görüş açıma giren Onur ve Gül'le yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü.

Onur'un bakışları benimkilerle buluşunca, önce şaşırdı sonra da göz kırptı. Neden şaşırmıştı ki? Ona doğru hızla yürüyüp kollarımı sıkıca boynuna sardım. Çok geçmeden o da belime sarıldı. Sarsılan göğsünden güldüğünü anladım. "Beni böyle özlediğine göre çok sıkılmışsın sen," dedi keyifli bir sesle. "Aslında beni buraya tıktığın için sana küsebilirdim ama bir daha gelmezsin diye vazgeçtim." Dediğime sesle bir kahkaha atıp, saçlarıma dudaklarını bastırdı. Dış kapının aniden sertçe kapanmasıyla irkilerek o yöne baktım. Eflâh, kasılmış çenesiyle bize bakmadan yanımızdan salona doğru geçti.

Onur boğazını temizleyerek benden ayrılınca bu seferde biraz dalgın gözüken Gül'e döndüm. Elini tuttuğumda transtan çıkmış gibi büyük gözlerle bana baktı. Ona gülümsediğimde aynı şekilde karşılık verdi. Hâlâ çok yorgun görünüyordu.

"Çok yorgun görünüyorsun."

"Değilim aslında," dedi umursamazca omzunu silkerken.

Bir koltukta Onur ve Eflâh otururken, onların çaprazında kalan gri koltukta Gülsima ve ben oturuyorduk. Hiçkimseden ses çıkmıyordu. Ortama hakim olan rahatsız edici sessizlik içime bir burukluk vermişti.

"Kara'nın adamlarını görmüşler," deyiverdi aniden, Onur. Kullandığı isim Gül'le birbirime bakmamıza sebep oldu. Bana gönderilen mesajlarda "Çok yakında karanlığıma düşeceksin" yazılıydı. Artık o mesajların o adam tarafından gönderildiği kesinleşmişti.

"Âhenk," diye ismimi sıkıntıyla söyleyen Onur'a döndü bakışlarım. Elleriyle yüzünü sıvalarken kaşlarım çatıldı. "Korkma, tamam mı?"

"Ne diyorsun sen, Onur? Neyden korkmayacakmışım?"

Onur, ilk önce Eflâh'a baktı akabinde bana döndü. "Sizin mahallenin etrafında dolaşıyormuşlar." O henüz cümlesini bitiremeden oturduğum yerden doğruldum. Panik tüm hücrelerimi ayağa kaldırmıştı. "Ne?"

"Endişelenmene gerek yok, her şey kontrolümüz altında. Kimseye zarar veremeyecekler." Yatıştırmak için söylediklerinin hiçbir faydası olmamıştı. Gül'ün ellerini omzumda hissettim.

"Onlar iyi mi, Onur?"

"Sakin ol dedim, Âhenk. Onlara hiçbir şey olmadı. Olamaz da. Güvendeler."

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, Onur?"

"Onur haklı, onlara en ufak bir zarar gelmeyecek." Eflâh'ın konuşması geriye çekilen öfkemi körükledi. Alayla güldüm. "Gelirse en büyük zararı sen alacaksın, Asilsoy!"

Yayımdan fırlayan okların sesinden başka hiçbir ses yoktu şimdi. Eflâh'ın yerde olan gözleri usulca kalkıp benimkilere saplandı. Öfkeyle alıp verdiğim nefesler ciğerlerimi yakmaya başlamıştı. Onun bu yersiz sakinliği beni deli ediyordu.

Kirpiklerini birbirine yaklaştırıp, başını omzuna doğru yatırdı. Dilini ağzının içinde çevirip soğuk bir sesle konuştu. "Ne yapacaksın? Beni mi öldüreceksin?"

"Beni kendin gibi katil sanman zavallıca." Söylediklerim belkide sınırdan epey uzakta olan öfkesinin akıl almaz bir hızla o sınırı aşmasını sağlamıştı. Sinirini şimdi gözlerinden içiyordum. Artık o da en az benim kadar sinirliydi. Onu kışkırtmamın verdiği rahatlık alev alan hislerimi bir nebze de olsun serinletmişti. Şimdi o yükü Eflâh'la paylaşıyordum.

Gülsima'nın aniden ayaklanıp salondan çıkmasıyla kalbime bir çentik atılmıştı sanki. Yaptığım hatanın yeni yeni farkına varıyordum. Rahatlama hissi yerini hızla pişmanlığa bırakırken gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Gülsima," diye fısıldadım fakat beni duyması imkansızdı. Onun peşinden gitmek için ayaklansam da, Onur'un kolumdan tutmasıyla ona baktım.

"Biraz yalnız kalsın, Âhenk." Hissettiğim suçluluk duygusu karşı koymama mani oldu. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı çoktan. Başımla onaylayıp kalktığım yere geri oturdum.

Eflâh'ın aniden yerinden kalkıp salondan çıkmasıyla Onur'a baktım. Bana buruk bir tebessümle bakıp yanına gitmem için kolunu kaldırdı. Sorgusuzca yanı oturduğumda beni göğsüne doğru çekti.

Gözyaşlarımın görüşümü bulanıklaştırmasına rağmen gözlerimi koridordan ayırmıyordum. Kendi menfaatim için kurduğum bir cümlenin en yakınımın kalbini kıracağını hesap edememiştim. Sahi, ben ne zaman bu denli bencil olmuştum? Hem bencil, hem de kör...

*** 

Yaralı çocukluğu hâlâ onun peşini bırakmamıştı. Ne yaparsa onun gölgesinden kurtulurdu? Ne yaparsa kalbine batan milyarlarca kıymıktan arınabilirdi?

Tesadüfen ilk girdiği odanın banyo olması onun yararınaydı. Ellerini lavabonun iki yanına dayamış, kırmızıya boyanmış gözlerini izliyordu. Gözlerini kalbine benzetti o an. Kalbi öyle çok kırılmıştı ki... Parçaları her defasında tekrar birleştirmekten vazgeçmemişti hiçbir zaman. Çatlaklardan sızan kana benzetmişti harelerinde ki kızıl damarları.

Ağlamak istiyordu.

Ağlamaktan nefret ediyordu.

Küçük bir kızken, hiç görmediği annesinin hasreti çocuk kalbine katlanılmaz gelirdi bazen. Öyle zamanlarda hissettiği acı öyle ağır olurdu ki, gözyaşları istemsizce boncuk boncuk süzülürdü harelerinden. Hıçkırıkları nefesini tüketmek pahasına firar ederdi iki dudağının arasından. Babası, o ağlayınca ondan daha da nefret ederdi. Sırf bu yüzden kaç gece minik avuçlarını dudaklarına bastırıp hıçkırıklarını durdurmaya çalışmıştı, bilmiyordu.

İçinde babasını aklamaya çalışmaktan, çırpınmaktan yorulmuştu. Babasını sevmeye çalıştıkça, kendine elinin üzerinde ki yanık izininin hesabını verememek onu tüketiyordu.

Ağzından çıkmak için an kollayan hıçkırıklarını hissedince avuçlarını hızla ağzına bastırdı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Hâlâ yanı başında duran çocukluğu onu durgun gözlerle izliyordu. Gül, ondan kurtulamıyordu.

Tanıdık kollar aniden onu sarınca, gardını alamadan teslim oldu. O kolların sahibine kızmaktan yorulmuştu. Kızamamaktan da yorulmuştu.

Islak yüzünü abisinin boynuna gömerken artık elleri hıçkırıklarını engellemeye çalışmıyordu. Cılız kollarını Eflâh'ın boynuna sardı. "Abi!" Her saniye, sanki yeterince yokmuş gibi, kalbindeki kıymıklara yenileri ekleniyordu. Ne zaman bitecekti?

Birlikte dizlerinin üstüne çöktüler. Abisine ördüğü duvarlar dizlerinin üzerine çökene kadardı işte. Ne mutlu ona ki, o çöktüğünde ona eşlik eden bir abisi vardı.

"Çok acıyor, abi," dedi hıçkırıklarının arasında.

Saçlarında gezen parmakların verdiği his ağlamasını tetikliyordu. "Geçecek abim," diye yanıtladı Eflâh onu.

"Geçecek mi ki?"

"Geçecek."

Uzunca bir müddet o şekilde durdular. Gülsima'nın hıçkırıkları iç çekişlere dönüşmüştü. Saçlarındaki parmaklar hâlâ hareket ediyorlardı. Gözyaşları, Eflâh'ın boynunu ıslatmıştı. Yüzünü oradan uzaklaştırıp yanağını abisin geniş omzuna koyup banyonun alelade bir köşesine dikti ıslak kirpiklerinin çevrelediği gözlerini. Şimdi kolları Eflâh'ın boynuna değil, gövdesine sarılıydı.

Elinde kırık oyuncak arabası olan kız çocuğu, şimdi sırtını duvara vermiş, iki kardeşi izliyordu.

"Abi?"

"Abim."

"Onu öldürmeseydin, olmaz mıydı? Belki bizi severdi," dedi çatallı bir sesle.

Abisinin kolu biraz daha sıkılaştı sorduğu soruyla. Dakikalarca sessiz kaldı. Ama buna rağmen Gül istiyordu onun vereceği cevabı. Yanağını sert omuza biraz daha bastırırken Eflâh'tan gelecek olan o yanıtı bekliyordu.

"Sevmedi, sevmeyecekti."

Artık kabullendiği o noktadaydı, Gülsima. Gelmeyecek olanı beklemeyecekti bundan sonra. Babasından gelen nefreti bağrına basmayı öğrenecekti. Kızmayacaktı artık abisine. Kurtulmak istiyordu üzerine düşen gölgeden. Yaralı çocukluğunun gölgesinden...

Çok yanacaktı canı, alışkındı.

"Birlikte uyuyalım mı, abi?"

Kısa bir sessizliğin ardından geldi cevap. "Uyuyalım, Siyah Gül'üm."

Uyuyunca geçer masalına inanmıyorlardı her iki kardeş de. Ama hep bir umut...

***

"Ben de artık gideyim, Şeker Kız."

Gece, bir annenin kolları gibi sarmıştı kainatı. Gül ve Eflâh yanımızdan gideli neredeyse iki saat olmuştu ve ben bu iki saat boyunca içimdeki pişmanlıkla kalakalmıştım. Ayaklanan Onur'a yönelttim bakışlarımı.

"Burada kalsan? Neden gidiyorsun ki bu saatte?"

"Başka zaman kalırım." Sessizce onayladım. Ona kapıya kadar eşlik ettim usul adımlarla. Aklıma gelenle Onur'un kolundan tutup durdurdum onu. Bana sorarcasına baktı.

"Gülsima burada kalmak istemeyebilir. Çağırayım mı onu da?" diye fısıldadım. Dudakları usulca kıvrıldı, elleriyle saçlarımı dağıttı.

"O şimdi abisiyle hasret gideriyordur, rahatsız etmeyelim."

Hiç beklemediğim cevapla şaşkınlıktan kalakaldım. Gerçekten barışmış olabilirler miydi? Aslında o kadar zamandır ikisinden de ses çıkmamasından bunu anlamış olmalıydım. Böyle olması beni mutlu ederdi, onlar kardeşti. Ben her zaman Gülsima'nın yanında olurdum fakat o en çok abisine ihtiyaç duyuyordu. Yaşadıkları çok ağırdı, benimkilerden daha fazla. Abisine olan sevgisi kırgınlıklarından daha baskındı, bunu biliyordum.

Beni düşüncelerimden sıyıran Onur'un saçlarıma dudaklarını bastırmasıydı. "İyi geceler, güzelim."

"İyi geceler, dikkatli ol." Göz kırpıp çıktı dışarıya

Bitkin bir şekilde soluk verdim. Ruhumun yorgunluğu bedenime sirayet etmişti. Belirsizliklerle yaşamak beni gittikçe tüketiyordu.

Odama girerken Eflâh'ın odasının ışığının yanmıyor olması dikkatimi çekti. Büyük ihtimalle uyuyorlardı. Gül'ün uyanma ihtimaline karşı sessiz olmaya dikkat ederek odamdan içeri süzüldüm. Karanlığın boyunduruğunda olan odayı telefonumdan gelen ışık aydınlattı aniden. Bildirim gelmiş olmalıydı. Kaşlarım yavaş yavaş çatılırken kimin bu saatte mesaj göndermiş olabileceğini düşündüm.

Komidinin üzerindeki telefonu elimle aldığımda iki farklı numaradan mesaj geldiğini gördüm. Eski olanı Levent'ten gelmişti. Onu es geçip bilinmeyen numaradan gelen mesaja tıkladım. Kara denen adamdan geldiğini düşünüyordum. Garip bir şekilde hiçbir endişe veya korku hissetmiyordum. Bu işin nereye kadar gideceğini merak ediyordum. Belli ki niyeti Eflâh'ı öldürmek değil, yaşarken ölümü tattırmaktı. Bunu benim üzerimden yapmayı seçmesini anlıyordum, fakat yanıldığının farkında değildi. Böyle bilmesi daha iyiydi, aksi taktirde oklarını başka birinin üzerine çevirebilirdi.

Ölümden korkmuyordum.

Gönderen: Bilinmeyen Numara

Vakti geldi. Merak ettiklerinin cevabını almak istiyorsan göndereceğim konuma gel. Herhangi birisine bundan bahsedecek kadar aptal bir kız olmadığını bildiğim için uyarıda bulunmuyorum.

Bir şeylerin başlangıcıydı bu. Parmaklarım klavyede dolaşırken nefesimi tutuyordum.

Gönderilen: Âhenk Kuyu

Karanlığına mı çağırıyorsun, Kara?

Neden bunu yazdığımı bilmiyordum ama kim olduğunun farkında olduğumun bilmesini istedim. Aniden gelen mesajla kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Bu kadar hızlı cevap almayı beklemiyordum.

Gönderen: Bilinmeyen Numara

Hem cesur, hem zeki kız.

Cesur sayılmam için ondan korkuyor olmam lazımdı. Fakat ben ondan hiçbir şekilde korkmuyordum. Bir şekilde dahil olduğum bu oyunun sonunu getirecektim.

Yatağın üzerine çökerken Levent'ten gelen mesaja tıkladım. Uzun zamandır konuşmadığımızı ve iyi olup olmadığımı soruyordu. Bazen, onun sevgisine karşılık veremediğim için kendime çok kızıyordum. Onu kendime çok benzettiğimdendi bu. Yüzümü yorgunlukla sıvazlarken alayla gülüyordum. Benim bu gurursuzluğum ne olacaktı sahiden?

Cevap yazmaktan kaçınıp hızla ayağa kalktım. Bir bildirim daha geldiğinde bunun konum olduğunu anlamam çok sürmedi.

Kapının önünden gelen tıkırtılara dikkat kesildim birkaç saniye boyunca. Büyük ihtimalle Eflâh odadan çıkmıştı. Mutfağa gidiyor olma olasılığı oldukça yüksekti. Evin dış kapısından çıkmam riskli olabilirdi. Odamın penceresine doğru baktığımda aklıma gelenle derin bir nefes aldım. Üzerimde ki tişörte ve şortun kısalığından dolayı açıkta kalan bacaklarıma baktım. Elbiselerimi değiştirmeden önce mutfağa gidip her ihtimale karşı ona görülmek iyi olabilirdi. Kaçmamdan şüphelenmeyeceğini biliyordum, şimdiye dek şüphelenmemişti. Yine de engel olamadığım bir dürtü bunu yapmam gerektiğini söylüyordu.

Ses çıkarmamaya özen göstererek, kalbim ağzımda odadan çıktım. Karanlık koridorun sonundaydı, mutfak. Ay ışığın aydınlattığı bedenini görebiliyordum. Kapıya ulaştığımda, elim pervaza yaslandı.

Sırtı bana dönük bir şekilde tezgahta bir şeylerle uğraşıyordu. Çok geçmeden sürahiden su doldurduğunu anladım. Neden tutulup kaldığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Böyle olmaktan nefret ediyordum.

"Daha ne kadar sessizce beni izlemeye devam edeceksin?" Kalbim, zalim bir canavarın avucunun içerisinde eziliyor gibiydi. Hiç ses çıkarmadığımdan emindim, nereden anlamış olabilirdi ki geldiğimi?

"Kokun senden önce geliyor," diye yanıtladı düşüncelerimi. Söyledikleri canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyordu. Yüzüme geçirdiğim ifadesiz maskeyle mutfağın içirirsine birkaç adım attım.

"Seni izlemiyordum. Seninle muhatap olup gecemi berbat etmemek için bir an evvel çıkmanı bekliyordum sadece," deyiverdim, söylediklerini es geçerek.

Omuzlarının dikleşmesinden gerildiğini anladım. Çok geçmeden suyu bir dikişte içip, bedenini bana doğru döndürdü. Güzel yüzünün yarısına ay ışığı vuruyordu. O her bana baktığında içimden 'keşke' diye geçirmekten bıkmıştım. Buna sebep olduğu için onu affetmeyecektim.

"Bana tahammül edemiyorsun çünkü benden nefret ediyorsun." Tok sesi bir tespit yapıyor gibi değildi, daha çok bildiği bir şeyi kendi kendine söylüyor gibiydi. Hiçbir şey demeden boş gözlerle bakmaya devam ettim.

"Ama hiçkimse umursamadığı bir insana nefret beslemez. O çok güçlü bir duygudur, Âhenk."

İsmim, en çok onun dudaklarından dökülünce, en çok onun sesinde güzeldi.

Eskiden.

Şimdiyse o adımı andıkça ben paramparça olduğumu hissediyordum. Neden? Kendime bir söz vermiş olmasaydım, boğazıma takılan bütün kırgınlıklarımı dışıma vururdum, bağıra bağıra haykırırdım. Ama ona değmezdi. Bu yüzden sadece ifadesizliğimin ardına saklanıp, boş gözlerle karşısında durdum. İçimde kopan vaveylaları bilemeyecekti.

"Hâlâ senin bıraktığın bir enkaz olduğumu düşünmen zavallıca," dedim soğuk sesimle. Boş bakan gözlerim elinde tuttuğu boş bardağı buldu.

"Her normal insan gibi acı çektim, bu doğru." Kelimeler bıçak gibiydi. Kendi dilimin acısını gözardı edip onları savurmaktan kaçınmadım yine de. "Fakat sende saplı kaldığımı düşünmedin, değil mi?" Parmak boğumlarının beyazlaşmasını anbean izliyordum. Kirpiklerimi kırpmadan.

Sanki avuçlarımda bir ateş taşıyordum. Amacım o ateşi ona taşımak ve onu alevlere vermekken, kendi ellerimin yanacağını hesaba katmamıştım.

"Hatta, biliyor musun? Kendime bir şans vermeye karar verdim. Bu belki Levent'le belkide başka biriyle olacak, bilmiyorum." Dilimden dökülen her bir kelimede parmakları daha da sıkılaştı, göğsü hızla inip kalktı.

İfadesiz bakan grilerim parmaklarından ayrılıp gözlerine saplandığında orada yanan alazları gördüm. Bunu görmemle eş zamanlı olarak cam parçaları yere saçıldı. İrkilmedim, bunu bekliyordum. Bana, şu an elinde bir bıçak olsaymış hiç düşünmeden kalbine saplarmış gibi bakıyordu. Öfkesi bana değil, kendine gibiydi.

Gözlerimiz arasında büyüyen ölüm sessizliğini renklendiren, yere damlayan kandı.

Şıp.

Şıp.

Bakışlarım sinirden titrediğini düşündüğüm elini buldu tekrar. Kan, avuç içinden yol çizerek yere damlıyordu. Her düşen damlada kirpiklerim titriyordu. Bu görüntüye öyle çok aşinaydım ki, yadırgamadım.

Ona bir kez daha bakmadan arkamı dönüp çıktım mutfaktan. Sakince ezbere bildiğim banyonun yolunu tuttum. Yarayı temizlemek ve sarmak için gerekli malzemeleri alırken aynadaki yabancıyla göz göze gelmekten kaçınıyordum. Onun gözlerindeki boşluğu görmeye hazır değildim.

Aynı yavaşlıkla tekrar mutfağa girdiğimde karşılaştığım manzara beni az da olsa şaşırtmıştı. Eflâh bıraktığım gibiydi. Sanki ben oradan hiç ayrılmamışım gibi, dakikalar önceki durduğum yerdeydi gözleri.

Beni farkettiğinde bakışları grilerimi buldu. Anlam yüklüydü gözleri ama ben kör olmayı seçtim. Ona doğru yaklaştığımda oynayan Adem elmasıyla yutkunduğunu anladım. Tam yanında, omzu omzuma değecek şekilde durdum. Kokusunu teninden alabilecek kadar yakınımdaydı ama artık bunun bir önemi kalmamıştı.

Malzemeleri tezgaha bırakırken derin bir nefesle doldurdum ciğerimi. Nefesime karışan kokusu beni alaşağı ediyordu.

Omzumun üstünden ona baktım. Bir kere daha buluştu gözlerimiz. Bu sefer kurdukları köprü daha kısaydı. "Yaranı kendin sarman için malzeme getirdim sana. Sen bunu bile yapmamıştın benim için."

Birbirine sıkı sıkı bastırdığı dudakları aralandı. Ona hiçbir şey söyleme fırsatı vermeden hızlı adımlarla çıktım mutfaktan. Koridorun sonuna gelir gelmez kalbimde hissettiğim sıkışmayla elimi duvara yasladım.

Başarıyordum işte! Ondan gitmeyi başarıyordum! Peki bu, neden bu denli acı vericiydi?

 

 

Loading...
0%