Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm | Bir Ayrılık Mevsimiydi Gidişi

@kalanlarinardindan

Bölüm Şarkısı: Emre Aydın | Bu yağmurlar yüzünden

 

"Birden giderler farketmezsin,

Kalbinde siren sesleri,

Ağlarsın, belli olmaz

Bu yağmurlar yüzünden..."

Emre Aydın

 

Huzursuz bir uykudan uyanmıştım yine. Dün olanlardan sonra kendimi nasıl eve atmıştım hatırlamıyordum. Bildiğim bir şey vardı ki o da gece boyu gözyaşı döktüğümdü.

Sinirle güldüm. Yediremiyordum bunu kendime. Umrunda dahi olmadığım bir adam için gözyaşı dökmüştüm. Sertçe şakaklarımı ovalayıp ayaklarımı yataktan dışarı çıkarttım. Başım gerçekten fazla zonkluyordu.

Komidinin çekmecesinden bir ağrı kesici alıp, sürahinin yanında ki suyla birlikte yuttum.

Kapının açılmasıyla içeri annem girdi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Dün eve girdiğimde karşılaşmamıştık ama o sanırım olanları duymuştu. Hiç bir kelime etmeden gelip yatakta yanıma oturdu. Boş bakışlarım karşıda ki duvarda amaçsızca saplı kalmıştı. Görmesem bile, annemin tedirgin bakışlarının benim üzerimde olduğunu hissediyordum. Nihayet sessizliği ilk bozan onun fısıltı gibi çıkan sesi olmuştu.

"Yorgun görünüyorsun."

Yutkundum. "Yorgunum," dedim düz bir sesle. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Yine bir müddet sessiz kaldıktan sonra tekrar konuştu. "Teyzenle konuştum az önce. O söyledi."

Ona doğru döndüm nihayet. Hâlâ çok endişeli duruyordu. Sormak istediğini direkt olarak sormaya çekiniyordu. Sormaması ikimiz içinde en iyisi olacaktı. "Teyzem dün orada yoktu..." diye mırıldandım. Başını onaylarcasına salladı. "Evet. Şey... O gelince tartışmışlar. Süheyla'da sinirlenip çıkmış."

Şaşırmamıştım. Teyzem Gülsima ve Eflah'ın dadısıydı. Ama onları kendi öz evlatları gibi benimsemiş, büyütmüştü. Annemin hâlâ benden bir yanıt beklediğini görünce, başımı onaylar biçimde salladım.

Annem yerinde kıpırdanınca bir şey söylemek istediğini anladım. Nihayet konuşmaya karar vermiş olacaktı ki, kucağımda duran ellerimin üzerine elini koydu. Onun güzel yüzüne sorgularcasına baktım. Diliyle dudaklarını ıslatıp, boğazını temizledi. "Şey diyecektim, kuzum, Gülsima'nın yanına gidecek misin?"

Başımı omzuna yaslayıp gözlerimi yumdum.

"Bilmiyorum anne," diye mırıldandım sessizce.

Evet, dün Onur'a geleceğimi söylemiştim fakat bugün kendimi buna hazır hissetmiyordum. O zehir yeşili gözlerini yine görmeyi kaldırabilir miydim, bilemiyordum. Hoş, zaten gözümün önünden gitmeyen yeşilleriyle pekte görmüyor sayılmazdım. Gülsima için şu anlık endişelenmeme gerek yoktu. Ne de olsa teyzem yanındaydı. Ben olmadanda olası bir durumda idare edebilirdi.

"Haydi haydi, kalk bakalım. Elini yüzünü yıka, doğru kahvaltıya!" Tam itiraz etmek için ağzımı açacaktım ki, iki kaşını kaldırıp sözümü kesti. "İtiraz istemiyorum. O masaya bugün herkes oturacak!" Pes edercesine nefes verip, başımı salladım. Odamda telefonumun sesi yankılanmaya başladı aniden. Komidine uzanıp ekrana baktım. Okuduğum yazıyla gözlerimi devirip sessize aldım.

"Kimmiş Âhenk? Neden açmadın?"

Yavaş adımlarla ebeveyn banyosuna ilerlerken rahat görünmeye çalışıyordum. Son zamanlar sıklıkla gizli bir numaradan çağrı alıyordum. İlk zamanlar pek takmasamda şimdilerde tedirgin olmaya başladığım su götürmez bir gerçekti.

"Bir arkadaşım anne. Ben onu daha sonra tekrar ararım," diye yanıtladım rahat bir tavırla.

Kısa bir duş alıp, üzerime bordo bir sweat ve siyah dar pantolon geçirdim. Aynanın karşısına geçince gördüğüm yüzle biran dumura uğradım. Gözaltılarımda koyu halkalar vardı ve bu gerçektende uykusuz geçirdiğim gecemi apaçık ortaya seriyordu. Makyajla pek aram olmasa da, gözaltılarımı kapatıcıyla normal bir hale getirdim. Kirpiklerime çok hafifçe rimel sürdüm. Gözlerime kurutmadığım için ıslak olan saçlarım takıldı. Alnımdan itibaren sıkı bir balık sırtı örüp, nihayet odamdan çıkmıştım.

Aşağı inmemle burnuma güzel kokuların gelmesi kaçınılmaz oldu. Her ne kadar aç olsamda -ki dünden beri hiçbir şey yememiştim- iştahım yoktu. Geniş mutfağımıza girdiğimde annemi çay doldururken bulmuştum. Yerime geçmeden önce babaannemin yanaklarına sulu birer öpücük kondurdum. "Deli kız," dedi gülerek. Öptüğüm yerleri baş parmağımla silip yerime geçtim.

Tabağımda ki kahvaltılıklarla çatalım ucuyla oynarken, annemin uyarı dolu bakışlarını gördüm. Ona "ne oldu" dercesine kafamı salladığımda kaşlarıyla tabağımı işaret etti. Bıkınca nefes verip salatalıklardan yemeye başladım.

"Yavrum?" Babaannemin sesiyle ona döndüm. Yüzünde endişeli bir ifadeyle beni süzüyordu. "Ne oldu sana? Epeyce yorgun görünüyorsun. Dünde yemek yemeden yattın zaten."

Ona sıcak bir gülümsemeyle baktım. Onu gerçekten çok seviyordum. Babam tek çocuk olduğu için onun üzerine fazla düşüyordu. Annemle de araları çok iyiydi. Kendi öz evladından asla ayırmamıştı. Keza bu annem içinde geçerliydi. Aile bağları konusunda gerçekten şanslı olduğumu düşünüyordum çoğu zaman.

"Merak etme babaanneciğim, iyiyim ben. Sadece biraz uykusuzum," dedim içini rahatlatmak istercesine. Pek ikna olmuş gibi değildi ama yinede irdelemeden başını onaylarcasına salladı.

Kahvaltıya arada katıldığım sohbetler eşliğinde devam ederken, farkettiğimle kaşlarım çatıldı. "Babam yine mi kahvaltı etmeden çıktı?"

Annem üzgünce başını salladı. "Şu aralar çok yoğun. Kendini yorma bu kadar diyorum, 'O kadar işçi eve nasıl para götürecek hanım?' diyor," dedi. Biraz düşünür gibi olduktan sonra devam etti. "Bir yandan da haklı. Bir sürü ailenin ekmek teknesi fabrikalar."

Nihayet annemin azarlamalarıyla bitirmiştim kahvaltımı. Masayı toplayıp, bulaşıkları makineye dizdim. 'Ne yanabilirim?' diye düşünürken aklıma hiçbir şey gelmiyordu. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Ama zihnimi bir şeylerle meşgul etmem gerektiğininde bilincindeydim.

En sonunda salonda televizyon izleyerek örgü ören babaannemin yanına kıvrıldım. Ekranda gördüğüm izdivaç programıyla gözlerimi devirdim. Yarım saat geçmişti fakat televizyonda ki tartışmadan hiçbir şey anlamamıştım. Sıkıntıyla oflarken kollarımı birbirine bağladım. Gözümün ucuyla babaannemi izledim. Kendini gerçekten kaptırmıştı. Arada bir ağzıyla kınayıcı sesler çıkarırken, bazende kafasını konuşan kişiye hak verircesine sallıyordu. Bu haline göz devirmeden edemedim.

"Babaanne ya, bu çok sıkıcı. Ne anlıyorsunuz şunu izlemekte anlamıyorum ki?" Babaannem kaşlarını çatıp bana döndü. "Sus kız," dedi. Onun çirkef haline bıyık altından gülmeden edemedim. Onunla uğraşmayı seviyordum.

"Hem, sen neden buradasın? Teyzene gitsene sen!" Gözlerimi sahte bir şaşkınlıkla büyüttüm. "Beni evden mi kovuyorsun?" Babaannem bu halime gülecek gibi olsada, yüzünü sabit tutarak başını hızlıca aşağı yukarı salladı. "Kovuyorum tabii ya," dedi. "Evde de kaldın zaten. Bu gidişle senin turşunu da kurarız."

Yüzüm anbean düşerken elim istemsizce tişörtümün döş kısmına değdi. Kumaşın üzerinden hissettiğim halkayla yutkundum. Zihnimi bir an bile rahat bırakmayan zehir yeşilli gözler yine kendini hatırlatmıştı. Ağır hareketlerle ayağı kalktım. Kapının çıkışına doğru yürürken ardımda bana anlamaz bakışlar atan kadını neredeyse unutacaktım. Adımlarım sekteye uğrarken, dişlerimi sertçe dudaklarıma geçirdim. Nasıl toplayacaktım şimdi ben? Beni bu duruma düşürdüğü için ondan nefret ediyordum.

Aklıma gelen fikirle nefesimi rahatça dışarı verdim.

"Babaanne?" diye seslendim düz bir sesle, ondan tarafa dönmeden. "Hı!" Gözlerimi hafifçe kısıp, kapıyla aramda ki mesafeyi hesaplamaya başladım. "Turşumu sirkeyle değil, limonla kur!"

Babaannemin ardımdan atma ihtimali yüksek olan herhangi nesneden kaçmak için hızla kapıya atıldım. Maalesef kafama yediğim kırlentten kendimi koruyamamıştım.

Yüzümde buruk bir gülümsemeyle dış kapıya doğru adımladım. Kendimi dışarı atmıştım. Dışarısı hafif soğuk olsada aldırmadım. Mevsimlerden hazandı. Ayrılık kokuyordu hava. Hicrandan kurumuş yapraklar vardı heryerde.

Hüzzam şarkıların mevsimi, Eylül ayındaydık.

Eflah benden gittiğinde de yine böyle hüzün kokuyordu hava. Kim derdi ki en sevdiğim ayın ruhuma mezar olacağını.

Düşüncelerime bir virgül koymak adına dikildiğim yerden yavaş yavaş yürümeye başladım. Virgül koyuyordum, evet. Uzun zaman önce bırakmıştım ben başrolünde onun olduğu düşüncelerimi noktalama çabamı. Nafile bir uğraştı çünkü.

Kaç saat yürüdüm, bilmiyordum. Ellerim sweatimin ceplerinde, kulaklığımdan çalan Emre Aydın şarkısıyla birlikte usulca yürüyordum.

Ayaklarım bana itaat etmeyi çoktan bırakmıştı. Üstüme ağlayan gökyüzüne kaldırdım yüzümü. Göz kapaklarımın ardına gizledim hüzünle gölgelenmiş grilerimi. Yanağımda hissettim gökyüzünün soğuk gözyaşlarını. Fakat onların arasından sıcak bir gözyaşı daha vardı, hissetmiştim.

Benimdi.

O benden gitmişti, ama bu yağmurlar yüzünden değildi. Onlar sadece şahit olmuştu.

Yıkılışıma.

Ölümüme.

Onsuzluğuma.

S'onsuzluğuma.

Vefalıydı yağmur. En yakın dostum olmuştu. Teselli etmemişti; gözyaşlarımı gizlemişti. Yahut bazende bana ağlamıştı. Altına ruhumu gömdüğüm toprağı sulamıştı.

O gitmişti benden de, yağmurlar bile gitmemişti hiçbir zaman.

 

 

Loading...
0%