@kalanlarinardindan
|
Bölüm Şarkısı: Cem Karaca | Sevda Kuşun Kanadında
"Sevda kuşun kanadında; ürkütürsen tutamazsın..." Narin'in mantosunu giyindirirken, aynı zamanda da yüzüme bıraktığı öpücüklerle gülümsüyordum. Küçük ellerini saçlarıma daldırıp okşarcasına oynuyordu. Aniden durgunlaşıp dudaklarını büzdü. "Abla?" Yanağına sulu bir öpücük kondurdum. "Hı?" "Keşke benimde saçlarım senin gibi olsaydı," dedi üzgünce. Onun bu tatlı hâli bende onu ısırma isteği uyandırıyordu. Narin'in can sağlığı için kendimi dizginlemekte epeyce zorlanıyordum işin doğrusu. "Benimkiler makarna gibi, kıbırcık kıbırcık," diyerek bir tutam saçını önüne getirdi. 'Kıvırcık' diyememesi beni güldürmüştü. Ellerimle saçlarını okşadım. "Seninkiler daha güzel bir kere," dedim başımı iki yana sallayıp. Gözlerini şaşkınca büyüttü. "Gerçekten mi?" Onaylayınca, küçük kollarını hemen boynuma doladı. "Hadi hadi küçük hanım, abiler bekliyor seni kapıda." Kollarını hevesle geri çekince kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Normalde biraz daha kalmak için şirinlikler yapıyor, yalvarıyor olması gerekiyordu. Çöktüğüm yerden ayağa kalktım. "Yine o yakışıklı mı geldi beni almaya?" "Yakışıklı mı?" diye sordum şaşkınlıkla. Bu kız ne anlatıyordu böyle? Kafasını onaylar biçimde salladı. "Evet, yakışıklı," dedi. Biraz duraksadıktan sonra, devam etti. "Bıyığı simetrik değildi ama bir şey olmaz." Kendimi tutamayıp gür bir kahkaha patlattım. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Benim minik arkadaşım gönlünü bir yiğide kaptırmıştı demek! Kapıya vardığımızda, yine sabah ki korumanın olduğunu görünce dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu adamın bütün mimikleri alınmış gibiydi. Gerçekten ürkütücü bir tavrı vardı. Narin'in pamuk kalbinde nasıl bir yer edinmişti, hâlâ anlayamıyordum. Koruma, omuzları dik bir şekilde, yalnızca gözleriyle kendisine doğru salınarak yürüyen Narin'i izliyordu. Miniğim, korumanın yanında durunca, tek elini onun bacağına yasladı. "Seninle kimse evlenmez ki, sen hiç gülmüyorsun," dedi nazlı nazlı. Koruma hâlâ tepkisizce küçük bedene bakıyordu. Narin, kıkırdayıp eliyle ağzını kapattı. "Ama ben seninle evlenirim, hem bıyıklarını da simetrik keserim," dedi hevesle. Daha sonra başına omzuna doğru eğip, dudaklarını büzdü. "Olmaz mı?" Artık kendimi tutamayıp sesli bir şekilde güldüm. Koruma bana yine öldürücü bakışlarından atınca kendimi dizginlemeye çalıştım. Soğuk bakışları tekrar Narin'e döndüğünde, yüzünde ki ifadesizliğe tezat bir şekilde gözlerinde merhameti gördüğüme yemin edebilirdim. Yere doğru eğilip minik arkadaşımın küçük bedenini kolları arasına aldı. Narin, korumanın sessizliğine sinirlenmiş olacaktı ki, kaşlarını çatarak homurdanmaya başladı. "Mecbursun, evleneceksin. Zaten kimse evlenmez senle. Ama ben evleneceğim." Koruma ona yine ifadesizce bakınca, miniğim yüzünü korumaya doğru eğdi. Çok tatlıydı. "Eğer bıyıkların için diyorsan, olsun. Simetrik olmasada güzeller," dedi irice açtığı gözleriyle. Korumanın dudakları kıvrılacak gibi olsada kendini durdurdu. Bana bir baş selamı verip arkasına dönüp gitmeye başladılar. *** Uzun bir süredir kendime arkadaş edindiğim sessizlikle yine baş başaydım. Narin gitmişti. Kimseden ses çıkmamıştı hâlâ evden. Karanlık çoktan örtmüştü şehrin üzerini. Dolunay bütün ihtişamıyla selamlıyordu gizli gizli umut edenleri. Ya da umutları tükenenleri. Zehir yeşili gözlerin sahibiyle bir kez daha karşılaşmak istemiyordum. Bir zamanlar sık sık kullandığım odama girmekte istemiyordum. En makulü olduğunu düşünüp, kendimi karanlığın sessizliğine emanet ettim. Salonda ki büyük cam pencerenin karşısında ki koltukta oturuyordum. Yalnızlığıma sarılır gibi, kendime çektiğim dizlerimin etrafına kollarımı doladım. Düşünüyordum sadece. Aklımda cevabını bilmediğim sorular vardı ve bu sorular kara duman olup beni boğmaya yeminli gibiydiler. Düşüncelerimin yine başrolünü oynuyordu, zehir gözlü adam. Hâlâ beni neden bırakıp gittiğini bilmezken, hiçbir şey olmamış gibi, sanki o hiç benden gitmemiş gibi tekrar gelmesi hem aklımı, hemde kalbimi fazlasıyla yoruyordu. Ruhum mu? O zaten ölüydü... "Âhenk," diyen cılız sesin sahibine baktım. Gülsima, oturma odasının kapının önünde dikiliyordu. Varlığını farketmemişim. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi, çok gergin duruyordu. Her heyecanlandığında yaptığı gibi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Gözlerime bakamıyor oluşu beni üzmüştü. Onun hiçbir suçu yokken, bütün hataları omuzlarına yüklenmesi çok saçmaydı. Bacaklarımı serbest bırakıp oturur pozisyonuna geçtim. Kollarımı iki yana açtım. Bu hareketimi görünce yüzünde buruk bir gülümseme oluştu, koşarak yanıma geldi. Zayıf bedenine sarılırken gözlerimi kapattım. "Çok özür dilerim Âhenk," dedi ağlamaklı bir sesle. Sırtını sıvazlarken, onu sakinleştirmeye çalışıyordum. "Sen özür dileyecek bir şey yapmadın ki," dedim sakin bir sesle. Kollarımı ondan ayırıp, yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözleri dolu doluydu. "Özür dilemesi gereken kişide özür dilese bile, hiçbir kıymeti yok bu saatten sonra," derken sesim titriyordu. Sağ gözünden firar eden yaşı baş parmağımla sildim. "Ama onu görmek sana çok acı verdi. Eğer geldiğini sana haber verseydim bu kadar acı çekmezdin." Kafamı hızla iki yana salladım. "Hayır," dedim aceleci bir tavırla. "Hayır, senin hiçbir suçun yok." Gözlerimi kaçırdım yaşlı gözlerinden. Ellerimi kendime çekip gergince parmaklarımla oynamaya başladım. "Bunların yaşanması gerekiyordu, ve yaşandı." Gülsima soğuk ellerimi kavradı. Başını pencereye doğru çevirdi. Şimdi yüzünü öfkeli bir ifade süslüyordu, gözyaşları haricinde. "Ondan her geçen gün daha da nefret ediyorum," diye tısladı. Onu anlıyordum. Babasını kaybederken bile gelmeyen abisineydi bu öfkesi. Ona çok ihtiyaç duymuştu, çok zor günler geçirmişti. Her ne kadar abisini yanında istediğine hiçbir zaman söylememiş olsada, en kötü anlarında onu yanında görememiş olmak Gülsima'yı derinden etkilediğini düşünüyordum. O, her zaman abisine çok düşkün bir kız olmuştu. Her ne kadar abisi sevgisini göstermekte pek iyi olmasada, onun da kız kardeşini çok sevdiğini biliyordum. Bunu Gülsima'da biliyordu, şüphesiz. Aklımı bir süredir meşgul eden soruyu sormak için ona seslendim. Tekrar bana bakarken, yanaklarını eliyle sildi. Gözlerimi kaçırıp parmaklarıma işkence çektirmeye devam ettim. "Ben hastalandığımda, beni kim taşıdı?" dedim gergin bir sesle. "Yani şey, ben bir şeyler hatırlıyor gibiyim ama çokta emin değilim. O yüzden," diye aceleyle konuştum. Gülsima'nın yüzü kasıldı. Bu beni daha da bilinmezliğe sürüklerken kalbimin atış seslerinden ne diyeceğini duyamamaktan korktum bir an. "Âhenk, evet seni o taşıdı," deyip gözlerini kaçırdı. Kaşlarımı çattım. Bir şey mi olmuştu bunun haricinde? Benim sormama kalmadan devam etmeye başladı. "Birde sanırım bir şey daha oldu, ama çokta emin değilim," diye geveledi ağzının içinde. Göğsüme çöken ağırlığa aldırmadan devam etmesi için ellerini tuttum. Gözlerini kaçırıp duruyordu. "O bizden önce seni odaya taşımıştı. Biz tam odaya girerken bir şeye sinirlenmiş gibi hızla terketti orayı," dedi tek seferde. Boğazımda oluşan yumruyu gidermek için sertçe yutkundum. Sinirlenmiş miydi? Belkide benimle uğraşmak zorunda olduğu içindi öfkesi. Dolan gözlerimi hızla kırpıştırdım. "Bitmedi," derken korkuyla bakıyordu bana. Dahası mı vardı? Konuşmaya mecalim kalmadığı için çenemi sorgularcasına sağ omzuma doğru kaldırdım. Sağ elini boynuma doğru yaklaştırırken aklıma gelenle sertçe yutkundum. Tişörtümün altında gizlenen zinciri çekip, ucunda ki nişan yüzüğünü kumaşın üzerine bıraktı. "Emin değilim ama," deyip eliyle yüzüğü gösterdi. "Bunu görmüş olabilir. Başka kimsenin görmemesi için hemen sakladım ben gerçi..." Mideme ağır bir darbe yemiş gibi hissettim. Gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bunu görmüş müydü? O yüzden mi sinirlenmişti? Belkide benden kurtulamadığını düşünüp öfkelenmişti. Yanaklarımı sertçe temizledim. "Onun düşündüğü umrumda bile değil," diye tısladım. Verdiğim tepkileri izliyordu korkuyla. Zinciri tekrardan tişörtümün ardında gizlerken parmaklarım titriyordu. "Her neyse," dedim burnumu çekerken. "Teyzem nerede? Henüz gelmedi mi bizim evden?" "Hayır," dedi başını olumsuzca sallayıp. "Süheyla anne onunla pek karşılaşmak istemiyor." Hiçbir şey demeden başımla onayladım. Evet, biliyordum. Teyzem onu öz oğlu gibi seviyordu. Onun gidişi sadece beni değil, kalplerinde bir yere sahip olduğu herkesi yıkmıştı. Yaklaşık bir saat kadar daha oturduk karanlıkta. Ortamda ki matem havasını dağıtmak için farklı konular açmıştık ve kahkahalarla gülmeye başladık. Okuduğumuz komedi kitaplarında ki güldüren olayları birbirimize anlatmıştık. Daha sonra ona Narin'in korumaya söylediklerini anlattığımda karnını tutarak gülmüştü. Saat epey geç olmuştu ve uyumak için yukarı kata çıkıyorduk. Gülsima daha hâlâ anlattıklarımın etkisinden çıkabilmiş değildi. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde kendini hâlâ durdurmaya çalışıyordu. Bir eli karnını tutarken, diğeriyle gözlerinden gelen yaşları siliyordu. "İnanamıyorum ya, bizim afacana da bak sen! Baya bildiğin evleneceksin dedi, öyle mi?" Gülerek onayladım. Odalarımızın olduğu koridora ulaşırken duraksadım. Benim odam onun odasının hemen yanındaydı. Üç senedir o tarafa ne bakabiliyor, ne de adım atabiliyordum. Gözüme odasından gelen ışık ilişince yutkundum. Omzuma konan elle Gülsima'ya döndüm. Bana burukça gülümsüyordu. Ona iyi olduğumu göstermek için göz kırptım. Ama değildim. Ve bunu o da çok iyi biliyordu, hatta en iyi bilendi belkide. O odada kalmak istemiyordum. Yaşanmışlıklarımız vardı ve hatıralar canımı yakmaktan ileriye gitmiyordu. Oysa ki, hep demezler miydi, bir insan öldüğünde ona dair hatırladıklarımız, güzel anılarımız bizi mutlu eder diye? Halbuki bende bıraktığı etkinin, sol yanıma kızgın demiri bastırmaktan hiçbir farkı yoktu. Ama alışmalıydım. Onu yakınımda, fakat bir o kadar da uzakta olan varlığına alışmalıydım. "İyi geceler," diye mırıldanıp odama doğru adımlamaya başladım. Ardımdan gelen kapı sesinden Gülsima'nın odasına girdiğini anladım. Her attığım adımda kalbim sancıyordu sanki. Elimi kalbimin üzerine yerleştirdim. Fakat korktuğum şey gerçekleşmişti. Karşılaşmak istemediğim beden, kendi odasının kapısının önünde belirdi. Gözlerimi ona değdirmemek için ciddi bir mücadele içerisine girdim. Adımlarımın güzergahı üzerinde olması beni geriyordu. Kalbimin üzerinde duran elimi daha çok bastırdım. Fütursuzca atıyordu. Kalbime çok kızgındım. Neden böyle gurursuzca ağrıyordu ki onu görünce? Onun bize çektirdiklerini unutmuş muydu? Aklım unutmuyordu ama. Evet, unutmuyordu belki onu, fakat düşüncelerimin en baş köşesine koyduğu da su götürmez bir gerçekti. En sonunda kendi odamın önüne vardığımda onun delici bakışlarını hâlâ yüzümde hissediyordum. Kaşlarımı çattım. Neden hâlâ yüzsüzce bana bakıyordu? Belkide eserini izlemek onu tatmin ediyordu... Kapının soğuk kulpunu kavrayıp yavaşça aşağı indirdim. Tam girmek için adımımı atacakken, büyük bir hata yaptım. Grilerimi yeşil gözleriyle buluşturma gafletine düştüm. Benim gözümde kırgınlıklarım okunuyor muydu, kesinlikle bilmiyordum. Fakat onun ifadesiz yüzü kalbimin etrafını alazlarla çevreliyordu. Zehir yeşili gözleri gözlerime mıhlanmış gibiydi. Aramızda olan bir metre mesafeye rağmen bir zamanlar müptelası olduğum kokunun ciğerlerime doldurmasına yetiyordu. Kabul etmek istemesem bile, özlem ateşiyle yanan her bir hücrem bana büyük bir ızdırap veriyordu. Canımı yakan gözleri gözlerimden kopup, kalbime yasladığım titreyen elime kaydı. Çenesinin kasılmasından dişlerini sıktığını anlamıştım. Benim ezbere bildiğim adam şu an bana o kadar yabancıydı ki... Gözleri usulca yeniden grilerimle buluştuğunda kalbim yine acıyla kasıldı. Bu gerçek bir ağrı mıydı bilmiyordum ama verdiği acı ziyadesiyle gerçekti. Kaşlarım tekrar çatılırken, acı dolu fakat bir o kadar da sessiz bir inilti firar etti boğazımdan. Kendimi onun yokluğuna o kadar çok alıştırmıştım ki, gözüme değen gözleri benliğime ağır gelmişti. Ama kendimi buna da alıştırmalıydım. Yapacaktım da... Bu benim kaderimdi... O beni yıkardı, bense hasarlarımla yaşamaya alışmakla geçirirdim bütün anlarımı. Nihayetinde kendimi odama atıp kapıyı usulca kapattım. Kapalı kapılar ardındaydım, işte şimdi çökebilirdim yere... İşte şimdi yuttuğum hıçkırıkları serbest bırakabilirdim. Benim kaderim buydu çünkü...
|
0% |