Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm | Yıllar Sonra, İlk Defa

@kalanlarinardindan

«Ben ölürken, can havliyle gönlümün kapılarını kilitlemiştim. İçinde ki katili çıkarmadan... Şimdi bir o, bir de ben.

O bana mecbur, ben ona hiçtim.»

Bölüm Şarkısı: Can Kazaz | Bunca Yıl

"Aşk benim tenimi çalıp, korkağı yaratır. Islanır yanaklarım. Anlaşılmaz bunca yıl nasıl nehrine kapıldığım..."

Can Kazaz

 

Büyümek, yılların geçmesiyle olmazmış. Bunu tecrübe ederek öğrenmek, en acısıydı muhakkak.

Bunu, geçen üç yılda idrak ettiğimi sanıyordum. Ama şimdi, onun râhiyâsı ciğerlerime sirayet ederken daha da emin olmuştum. Onsuzluk beni büyütmüştü. Ben, her gece onun yokluğuna sarılarak uyumuştum. Ninnilerim, hıçkırıklarımla gökyüzünün haykırışının âhenkiydi. Doğru ya, ben gökgürültüsündende korkardım.

Yanaklarımda ki yaşları hızlıca sildim, o uyanmadan salondan çıkmalıydım. Birkaç adım atmamla Gülsima'yla karşılaşmam bir oldu. İkimizde aniden durup şaşkınca birbirimize baktık.

"Sen ne zaman geldin?"

Elimi telaşlı bir şekilde nemli saçlarımın arasına daldırdım. "Şey, haber vermeden geldim. Belki salondasındır diye buraya gelmiştim," diye geveledim ağzımın içinde. Gülsima kaşlarını çatıp bana doğru bir adım attı. Gözlerini kısıp yüzümü taradı. "Sen ağlad-" Sözünü tamamlamadan arkama baktı. Gözlerine yavaş yavaş oturan ifadesizlik beni hayrete düşürdü. Tam ne olduğunu soracakken burnuma gelen koku herşeyin cevabını vermişti bana. Boğazımda oluşan yumruyla yutkundum. Gülsima'nın gözleri benimkilerle birleşti. Bana ifadesizliğinin ardında gizlediği bir şefkatle bakıyordu. Ona sorun olmadığını göstermek istedim. Gülümsemek istedim. Ama yapamadım.

Gözlerimi sıkıca yumdum.

Daha sonra aklıma gelenlerle tekrar yutkundum. Ne zamandır uyanıktı? Daha kötüsü, beni duymuş muydu?

Bir kaç dakika önce sıcak alnına değen dudaklarım sızladı. Neden böyle bir şey yapmıştım ki? Hani ben kendimi ondan soyutlamıştım? Hem beni derbeder etmesine izin veriyor, hemde kendimi ona çekilirken buluyordum. İrademe söz geçiremiyordum.

"Çantam," diyebildim tarazlı bir sesle. Gözlerimi açtığımda Gülsima'nın arkamda ki bedene baktığını gördüm. Konuşmam bile onun bakışlarını üzerime çekmemişti. Boğazımı temizleyip tekrar konuştum. "Çantamı almayı unuttum."

Ona bakmadan, çantamı üstüne koyduğum koltuğa doğru adımladım. Tekrar Gülsima'ya doğru yürüdüm. O ise, hâlâ soğuk bir şekilde ağabeyine bakıyordu. Onu kolundan tutup sürüklemeye başladım. Burada kalmak istemiyordum.

"Gülsima, hadi odana gidelim," diye mırıldandım. Başını belli belirsiz sallayıp bana ayak uydurdu. Sırtıma batan zehir yeşili okları hissediyordum. Kalp atışlarım kulaklarımı sağır edecek düzeydeydi.

Yokluğu gibi, varlığıda büyük zarardı onun.

Nihayet Gülsima'nın odasına vardığımızda yatağına yöneldim. Sırt üstü yatıp beyaz tavanı seyretmeye başladım. Yanımda oluşan hareketlilikle Gülsima'nın da uzandığını anladım.

"Âhenk," diye seslendi yumuşak bir sesle.

"Hı?"

"Sen..." yutkunduğunu işittim. "Nasılsın? Yani iyi misin?" diye sordu endişeli bir sesle.

Onun sormak istediği asıl soruyu ben ses tonunda yakalamıştım.

Âhenk? Sen hâlâ abimi seviyor musun?

Âhenk? Abimin varlığı sana acı veriyor mu?

Âhenk? Abim gitse, bir kez daha ölür müsün?

Buruk bir şekilde gülümsedim.

"İyiyim," diyebildim sadece.

Elini karnımın üstüne koyup kafasını da göğsümün üstüne koymuştu. Sessizce dışarıda yağan yağmurun melodisini dinliyordum.

Yaklaşık bir saat sonra odanın duvarlarına çarpan müzik sesi derin düşüncelerimden beni irkilterek uyandırmıştı. Hızla yerimden doğruluğumda Gülsima'yı unutmuştum. Kısık gözlerinden onu uykusundan alıkoyduğumu anladım.

"Bu kim lan bu saatte? Uykumun içine etti anasını satayım," diye homurdandı. Bu huysuz hali gülmemi getirsede, olası bir dayaktan kurtulmak için tepki göstermemeyi tercih ettim. İkinci kez çalan telefonla kaşlarımı çatarak doğruldum. Kim beni ısrarcı bir şekilde arardı ki?

Çantamdan çıkardığım telefonun ekranında gördüğüm isimle kaşlarım hafifçe yukarı kalktı. "Kimmiş?" diye soran Gülsima yatağın üstünde bağdaş kurmuş bana bakıyordu.

Çağrıya yanıt verip telefonu kulağıma dayadım.

"Merhaba Âhenk. Nasılsın?" Levent'in kibar sesiyle içime çöreklenen huzursuzlukla derin bir soluk verdim.

"Merhaba Levent. İyiyim, sen nasılsın?"

Gülsima duyduğu isimle düşünceli bir hale büründü.

"Bende iyiyim, teşekkür ederim. Ben şey diyecektim... Biliyorum, bana karşı birşeyler hissetmiyorsun. Ama eğer izin verirsen sadece arkadaşça bir yemek yemek istiyorum seninle," diye sıraladı ardı arkasına cümlelerini.

Sıkıntılı bir şekilde elimle alnımı ovaladım.

"Levent, bak..."

"Biliyorum, biliyorum. Ama dediğim gibi, iki arkadaş gibi. Söz ilerisi olmayacak."

Levent iyi bir insandı. Bana olan duygularınında ciddi olduğunun farkındaydım. Ama ona ümit vermek istemiyordum. Ayrıca, duygularıma da ihanet edemezdim. Kabullenmek istemesemde, her zerrem başka bir adamın ismini zikrederken, Levent'e bunu yapamazdım. Bencillik olurdu bu.

Benden ses gelmeyince Levent üsteledi.

"Lütfen Âhenk. Sadece bir yemek."

"Peki tamam. Ne zaman? Hangi mekanda?"

Verdiğim cevapla Gülsima hızla başını kaldırıp bana şaşkın gözlerle baktı.

"Çok teşekkür ederim Âhenk. Birazdan sana mekanın konumunu atarım. Şimdi yola çıksan, bu akşam yesek senin için uygun mudur?"

"Peki. Görüşürüz."

"Görüşürüz Âhenk."

Âhenk'in gardrobuna doğru adımlayıp kendime göre sade bir elbise bakmaya başladım. Gözüme çarpan zümrüt yeşili sade elbisede karar kıldım.

"Bunu senden alıyorum," dedim Gülsima'ya.

Hâlâ düşünceliydi. Endişelerini anlıyordum ama onun düşündüğü gibi bir şey olmayacaktı. Belki bir defa yemek yersek peşimi bırakırdı. O çok iyi biriydi ve daha fazla üzülmesini istemezdim.

Ebeveyn banyosuna yönelip hızla üstüme elbiseyi geçirdim. Dağılmış saçlarıma hızlı bir şekilde tarak sürüp salık bıraktım. Siyah bir kalemle sade bir göz makyajı yapıp banyodan çıktım.

Üstüme geçirdiğim siyah deri ceketle Gülsima ile birlikte yavaş adımlarla odadan çıktık.

"Gerçekten gidecek misin?"

Gülsima'nın sorduğu soruyla derin bir nefes alıp başımı onaylarcasına salladım.

Yüzünde tedirgin bir gülümseme oluştu fakat daha sonra kendini hızla toparladı.

"Vay be! Eniştem olacak ha!" diye sesini yükseltmesiyle ona anlamazca baktım. Aniden değişen ruh hali beni şaşırtmıştı. Boğazımı temizleyip, onun değişikliğini görmezden geldim.

"Ne eniştesi? Sadece çok ısrar ettiği için bir yemek yiyeceğiz."

Ben ölürken, can havliyle gönlümün kapılarını kilitlemiştim. İçinde ki katili çıkarmadan... Şimdi bir o, bir de ben.

O bana mecbur, ben ona hiçtim.

Omzunu silkti. "Olsun. Zaten herşey böyle başlamaz mı? Bence Levent'le çok yakışacaksınız." Hevesli sesinden ne kadar heyecanlı olduğu belli oluyordu. Mutlu olmamı en çok o istiyordu belkide. Gülsima'yla merdivenlerin başında sarılıp ayrıldık.

Evin holü karanlıktı. Sonbaharın güzellikleri maalesef evin içine yansımıyordu. Dışarısı ne kadar renkliyse, içerisi o kadar kasvetliydi.

Kapıya ulaşmama birkaç adım kala, etrafımı benimsediğim koku sardı. Adımlarım sekteye uğradı. Gözlerimi sıkıca yumup başımı hızla iki yöne salladım. Gerçekten en yakın zamanda kafayı sıyıracaktım. Ya da belkide çoktan sıyırmıştım.

Nihayet kapı kulpunu indireceğim vakit arkamda bir el sertçe kapıya vurup buna engel oldu.

Burun deliklerimden ciğerlerime sirayet eden o koku, bedenimi kaskatı kesti. Damarımda akan kanım uğuldadı, kalbimin atışları kulaklarımı sağır edecek kadar sesliydi.

Neden?

Salık bıraktığım saçlarımın arasından enseme doğru akan buz gibi nefes bana yabancı gelmiyordu. Gerçi bu imkansızdı artık benim için. Ona dair herhangi bir şeyin bana yabancı gelmesi olanaksızdı.

Ama ben ona yabancıydım.

"Gidemezsin!"

Dişlerinin arasından tıslamasına rağmen net bir şekilde algıladım ses tonunu. Bıraktığı günden beri ilk defa duymuştum.

Üşüdüm. Hayır, havanın soğukluğundan değildi üşümem. Sesinin, bana olan aşkından arınmış olmasındandı.

O gittiği için ben hep üşümüştüm.

Yutkundum. Dolan gözlerimi hızla kırpıştırıp kapı kulpunda asılı kalan elimi harekete geçirmeye çalıştım.

Fakat bu sefer diğer kolunu da kapıya dayayıp, beni kapanına kıstırmıştı.

Neden?

"Gidemezsin dedim!"

"Neden?" diye sordum titrek sesimle.

Onsuz kaldığım ilk günü anımsadım. Dilimden düşmeyen "neden" kelimesinin beni nasıl delirttiğini anımsadım.

Şimdi o buradaydı. Ve ben yine aynı yerdeydim: Neden?

Gözyaşlarımı sevmiyordum. Ben söz vermiştim akmamaları için ama onlar bana itaat etmiyorlardı. Her iki gözümdende yuvarlanan yaşlar bunun en büyük deliliydi.

Sustu. Cevap vermedi soruma.

Alaycı ama bir o kadar da acı bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.

Bileklerimde ki izler sızladı.

"Doğru ya," dedim sesime bulaşan acıyla. "Ben değil, sen gidersin."

Nefesini tuttuğunu hissettim.

Gözlerimi yumdum.

"Çekil," dedim can çekişen bir sesle.

Ellerini sertçe kapıya vurdu.

Neden?

"Gitmeyeceksin dedim sana," diye tısladı kulağıma. Aramızda ki az da olsa olan mesafeden faydalanıp ona doğru döndüm yavaşça.

Sinirli solukları ıslak kirpiklerimi üşütüyordu.

Kaşları çatık, zehir yeşili gözleri ıslanan yanaklarımı, kirpiklerimi inceliyordu.

Kapı kulpunda asılı kalan titrek elimi indirip, ellerimi arkamda kenetledim.

Yorgun bedenimi kapıya yasladım. Gözlerinin en derinine inerken yutkundum. Bütün yorgunluğumla, kırgınlığımla ona bakıyordum ilk defa.

Yıllar sonra, ilk defa...

 

Bölüm Sonu 🖤

Loading...
0%