@kalanlarinardindan
|
"Seni ben bileklerimde saklamıştım..."
Bölüm Şarkısı : Cem Adrian | Duydum Ki Unutmuşsun
Gözlerimi onda daha fazla tutamadım. Canım acıyordu. Yanaklarımı silip, sakince mırıldandım. "Şimdi bırak beni, gideyim." Kapı kulpuna uzanmaya çalıştım ama nafile bir çabaydı. Tuttuğu yerleri cehenneme çeviren elleri kollarımı kavramıştı. Acı dolu bir inleme firar etti dudaklarımın arasından. Benden daha ne istiyordu ki? Gözlerimi ondan uzak tuttum. Kokusu için bir şey yapamıyordum. Aldığım her nefeste zehirlenmekten kaçışım yoktu. Kolumu saran parmakları canımı yakıyordu. Gözlerim uzun parmaklarından yukarı tırmanmamak için direniyordu. Görmek istemiyordum ki ben onun gözlerini... "Gitmeyeceksin," diye tısladı kulağıma doğru. Nefesi boynumu yakmıştı. Gözlerine hasret gözlerim, daha fazla dayanamadan onunkilere değdi. Ama vuslat olamadı. Belkide vuslat, hiç olmayacaktı. Gözbebeklerimin titremesine aldırmadan, belki bir umut ruhuna erişirim diye baktım harelerine. Ama sükut-u hayal benim yazgımdı. Sertçe yutkundum. "Sen," dedim titreyen sesimle. "Sen kalmış mıydın?" Bir intihar gerçekleşti sağ gözümden. Kaşlarını çatmış, çenesini kasmış, yeşilleriyle beni zehirliyordu, acımasızca. Sustu. Güldüm. Burukça... Çalan telefonumla kendime gelmeye çalıştım. Elimin tersiyle yanaklarımı sildim ve onun yakıcı bakışlarının altında çağrıya cevap verdim. Telefonu kulağıma götürürken gözlerim gözlerine tırmandı bir kez daha. "Şey, Âhenk. İstersen ben seni gelip alayım. Bu şekilde içim rahat etmedi de benim," dedi düşünceli bir sesle Levent. "Hayır, hiç gerek yok. Bende zaten evden çıkmak üzereydim Levent," dedim kısık bir sesle. Eflâh'ın çenesinin an be an kasılmasını izledim. "Hey, sen iyi misin? Sesin kötü geliyor." "İyiyim ben Levent. Şimdi çıkıyorum, az sonra görüşürüz," diye mırıldandım. Telefonun diğer ucundan verdiği derin nefesi duydum. "Tamam, görüşürüz." "O şerefsizin yanına gitmeyeceksin!" Kurduğu cümleyle ateş saçtığına emin olduğum gözlerimi gözlerine çıkardım. Sinirden parmak uçlarımın karıncalandığını hissettim. "Laflarına dikkat et! Ona hakaret edemezsin!" "O şerefsizin yanına gitmeyeceksin," dedi bu sefer daha sakin bir sesle. Gözlerimin en içine bakarken kalbimde sebep olduğu yıkımı izliyordu sanki. Bu onu tatmin ediyordur umarım. Aramızda ki olan iki adımlık mesafeyi yavaşça kapattım. Başımı kaldırıp zehir yeşillerinin derinine indim. İndim inmesine, fakat kendimi bulamadım, eskiden sadece kendimi gördüğüm gözlerde... "Sen kimsin ki?" Fısıltım beni yıkarken, onda yaprak bile oynatmamıştı. Bu ifadesizliğin bir zamanlar sevdiğim adama ait olduğunu bilmek beni tüketiyordu. Başımı sağ omzuma doğru yatırıp ona buruk bir gülümseme gönderdim. Bakışları gülümsememe indiğinde yutkunduğunu gördüm. "Sen benim neyimsin..." dedim. "...Eflâh?" Bir damla daha kaydı sağ şakağımdan elmacık kemiğime doğru. İsmine hasretti dilim. Kalbim... O zikretmekten hiç vazgeçmemişti ki. Evet, bana rağmen. Gözyaşlarım hızını arttırırken sadece izledi. Hıçkırıklarımı yutmaya çalıştım. Fakat o kadar çok dizilmişlerdi ki boğazıma, nefes alamamaya başlamıştım. Artık dudaklarımı birbirinden ayırıp onları serbest bırakmalıydım. Ama hıçkırık sandığım nefesimi tüketen kırgınlıklarımmış. Göğsümden gelen hırıltılı nefesle elim boğazıma gitti. Bakışlarım hâlâ onun harelerindeyken kaşlarım çatıldı. Benimkilerle eş zamanlı olarak onunkilerde çatılmıştı. Nefes almaya çalıştım. Ama hava değil, onun kokusu bile girmedi ciğerlerime. Gözlerimin önü karardı. Bir kaç haftadır uzaktım bu histen. Onun gidişinden sonra ciğerlerim onun soluğunun, kokusunun olmadığı havayı reddetti. Astımımı tetikledi. Yine bir kriz geçiriyordum muhtemelen. Kendimi karanlığa uğurlarken, kasılmalarıma bedenimin hasret olduğu kollar bile kifayetsiz kaldılar. Beni kurtarma Eflâh. Beni kurtarıp, yeniden ölüme mahkum etme. *** "Kendinize daha çok dikkat etmeniz gerekiyor, küçük hanım," dedi otoriter bir sesle doktorum olan Hasan amca. Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Suçlulukla parmaklarımla oynarken ona kirpiklerimin altından bir bakış attım. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp hemen kendimi savunmaya geçtim. "Özür dilerim Hasan amca. Unutmuşum işte..." Zaten çatık olan kaşları daha da çatılırken bana ne denli öfkeli olduğunu anlayabiliyordum. "Küçük hanım, bu öyle basit bir şey değil! O krizi geçirirken yanında kimse olmayabilirdi!" "Özür dilerim," diye mırıldandım. Uysal halim onun yumuşamasını sağladı. Derin bir nefes verdi. "Bundan sonra o ilacı yanından ayırmayacaksın," deyince başımla onayladım onu. "Şimdi söyle güzel kızım, kim üzdü seni?" Kim üzmüştü beni? Onun bende ki yeri neydi, bilmiyordum ama benim onda ki yerim aşikardı. Yoktu. Gözüme batan yaşları geri göndermek için kirpiklerimi kırpıştırdım. Yüzünde yılların tecrübesini çizgi edinmiş yaşlı adam yüzüme şefkatle bakıyordu. Sustum. En iyi yaptığım şeyi yapıp, kırgınlıklarımla içimi kanattım. Onun sebep olduğu kırgınlıklarımı. "Anladım, anlatmayacaksın yine," dedi derin bir nefes alarak. "Şu kapıda ki delikanlının bununla bir ilgisi var mı peki?" Gözlerimi hızla okyanus mavisi gözlerine çevirdim. Yüzünde mimik oynamadı. Serumun bıraktığı izin hâlâ taze olan elimle önüme gelen saçlarımı çektim. Gözlerimden dökülmek için inatlaşan damlalarım sonunda amaçlarına ulaşmışlardı. Okyanus mavileri hüzünle dalgalandı. Anlamıştı beni. Kapının tıklanmadan açıldı. Kanlanmış olduğundan emin olduğum grilerim onun zehirlerine karıştı. "Beni hep seveceksin, değil mi Eflâh?" Büyük elleriyle yanaklarımı kavradı, alnını alnıma yasladı. "Gözlerimi okuduğunda görmüyor musun bunu?" Bir gülümseme esir aldı yüzümü. Kendimi görüyordum ruhunun aynası olan gözlerinde. Artık ben yoktum o harelerde. "Neyse kızım, kendine çok dikkat et, seni üzecek şeylerden uzak dur." Bu cümlesiyle eş zamanlı olarak zehir yeşiller benden kopup Hasan amcaya değdi. Yüzünde ki ifadesizlik zedelenmiş, yerini anlamadığım başka bir ifadeye bırakmıştı. Kaşları çatılmıştı. Hasan amca ondan tarafa hiç dönmemişti. Bunu ona bakmasamda görebiliyordum. Benim grilerim hâlâ Eflâh'taydı. "Benim hastalarım var," derken bana dikkatle baktığını biliyordum. Hasan amca benden bir yanıt bekledi fakat öyle bitkin hissediyordum ki Eflâh'ın karşında, buna gücüm yetmedi. O da zaten halimi anlayıp sessizce odadan çıktı. Zehirler tekrardan bana döndü. Gözlerinden adını koyamadığım bir duygu geçti benim harap olmuş hâlime baktığında. Bana acımış mıydı? Acımasındı... Hatta, gurur duymalıydı belkide kendiyle. "Ne o? Bana acıyor musun?" Sesim her ne kadar alaylı çıksada, ateşler arasında diri diri yanan bir bedenin çığlığı saklıydı. Öylesine canhıraş... Hızla ayağa kalkmamla başım dönemeye başlamıştı. Başımı hızla iki yana salladım. Çeşmilerimden akan yaşlar görüşümü bulanıklaştırıyordu. "Acıma, neden acıyasın ki hem?" Sendelememle bana doğru bir adım attı. Titreyen elimi kaldırıp onu durdurdum. Kollarımın manşetlerini geriye doğru sıyırıp, bileklerimi gözlerinin önüne getirdim. "Bak!" Sesim, ruhumda ki silsileydi. "İyi bak!" Bedenime bir anda nükseden siniri durduramıyordum. Buna gücüm yetmiyordu. Hâlâ gözleri gözlerimdeyken, bakışlarını bileklerime indirmemek için ciddi bir mücadele içerisinde gibiydi. Adem elması aşağı yukarı doğru kaydı. "Seni ben bileklerimde saklamıştım," diye fısıldadım çaresizce, bir önce ki haykırışıma tezat bir şekilde. İçinde zerre umut kırıntıları olmayan, bitmişliği haykıran bir sesle. Sahi, bitmiştik biz, öyle değil mi? "Dudaklarının izi var bileklerimde. Nabzımdan öperdin sen beni be adam," diye haykırdım sessizce. Gözleri nihayet gözlerimden koptu, bakışları bileklerimde ki izleri buldu. Nasıl hissettiğiyle ilgilenmiyordum. Bunu bana yapan oydu. Bir başkası değil. "Üzüldün mü yoksa Asilsoy?" Ruhsuzca güldüm. "Üzülmezsin sen gerçi ama..." dedim. "Acizleştim Eflâh," dedim duraksayarak. "Acizleştim ve sırf seni nabzımdan silmek için canıma kıymaya çalıştım." Kafamı hızla iki yana salladım. "Allah biliyor ya, O'na karşı çok mahcubum." Sesim tekrardan kısılmıştı. Kollarım güçsüzce iki yanıma düştü, kafam öne eğildi. Bitiktim. "O'nun bana emanet ettiği canı almaya kalkıştım ben. Neredeyse ihanet edecektim," derken bedenim daha fazla dayanamadı. Kendimi yerde buldum. Avuç içlerim soğuk fayansa dayalıyken, saçlarım iki yanımdan yüzümü kapatıyordu. Önüme bir çift ayakkabı geldi. Ama başımı kaldırmadım. "Ben seni bileklerimde saklamıştım be Eflah, çok yaktın canımı," diye haykırdım çaresiz bir fısıltıyla. Evet, haykırışlarıma da gücüm yetmiyordu artık. Sonunda sesini duymuştum. Sesi, baharda esen bad-ı sabâyı anımsatırdı her zaman. Tonunun boğukluğunda nefes alırdım, yaşardım. Bilemezdim, onun ciğerlerime hava olan sesinin, benliğimde ki son damla kanı akıtacağını. Belkide artık biliyordum. "Umurumda değil." Ve ben yine ardında kalmıştım onun. Hem, ben hep diyordum; yine yanıltmadı işte beni: o çok güzel giderdi. Demiştim ya, o benim güzel gidenimdi...
|
0% |