@kalanlarinardindan
|
"Susarlar, sesini boğmak isterler. Yarımdır, kırıktır sırça yüreğin. Çığlık çığlığa, yarı geceler, Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..." Zülfü Livaneli
Bölüm Şarkısı: Kardeşin Duymaz | Feridun Düzağaç
"Artık kalkalım mı, Giz?" Saatlerdir bakışlarımın esaretinde olan bedenden gözlerimi ayırıp, yüzüme dikkatle bakan en yakın arkadaşıma çevirdim. Hafif çatılan kaşlarımla kirpiklerimi kırpıştırdım. Gözlerimin akının kızıla boyandığından emindim. Bugün kendim için bir ilki gerçekleştirip, alkol almıştım. Fazla içmememe rağmen kendimi sersemlemiş hissetmekten geri kalamıyordum. "Bu gece bende kal. Bu halde eve dönersen olay çıkabilir." Her ne kadar müzik sesi fazla olsa da, Naz'ın dediklerini rahatlıkla duyabilmiştim. Onu başımla onaylayıp, bakışlarımı tekrar eski adresine yönlendirdim. İşte oradaydı. Aylardır izlediğim gibiydi. Siyah gömleği, siyah pantolonuyla sahibi olduğu locada oturuyordu. Geceye meydan okuyan siyah saçları dağınıktı. Tıpkı düşünceleri gibi. Çoğu zaman zihnine erişmek, orada ki düğümleri çözmek istiyordum. Onun aksine, yanında ki arkadaşları sohbet içerisindeydiler. Birde o kız vardı. İsmini bilmediğim, benim görmediğim merhameti gören o kız. Ben, hiç kimse hakkında önyargılı olmayan ben, o kıza bakarken içimde ki kin ateşini harlamadan edemiyordum. Koluma dokunan parmaklarla biran irkildim. Naz bana endişeli gözlerle bakıyordu. "Giz, lütfen bunu kendine yapma artık." Yüzüme buruk bir gülümseme oturttum. Canlı tutmaya çalıştığım sesimle konuştum. "Bak, Naz. Görüyor musun?" Çenemle büyük locayı gösteriyordum. Dudaklarımda ki kırık gülümseme hâlâ yerli yerindeyken sağ gözümden üç damla özgürlüğüne kavuştu. "Benden esirgediği sevgiyi ve merhameti başka bir kıza vermiş." Aylardır onu takip ettiğimden dolayı arkadaşlarını da görüyordum. Herkese boş olan bakışları o kıza değdiğinde şefkatle parlıyordu. "Lütfen gidelim güzelim. Hem annen burad-" Aniden ona dönmemle söylediği şeyi farketti. Ona gizlememekten çekinmediğim bariz bir öfkeyle baktım. Suçlulukla alt dudağını dişledi. "Yani Neslihan hanım burada olduğunu duyarsa sıkıntı çıkarabilir." Bakışlarım tekrar büyük locaya dönerken düz bir sesle yanıtladım onu. "Onun ne düşündüğü hiçbir zaman umurumda olmadı. Şimdi de değil." Naz'ın seslice verdiği nefesi duydum. Saatler ilerlerken, barmene yeni bir kadeh için işaret verdiğimde Naz sertçe karşı çıkmıştı. Sinirli gözlerle bana bakarken dişlerinin arasından tısladı. "Zaten kafan yerinde değil, hepten sarhoş olacaksın gerizekalı!" Umursamazca omzumu silktim. Kısa bir tartışmanın sonunda kazanan Naz olmuştu. Hâlâ, sulanan gözlerimi sık sık kırpıştırıp, onları izliyordum. Bir kere bire bakışları bana değmemişti. Arada sırada konuştuğunu kıpırdanan dudaklarından anlasam da, aklının bambaşka yerlerde olduğunu görüyordum. Ona her baktığımda hislerim büyük ve kanlı bir harbe giriyorlardı. Özlemim ve kırgınlığım çelişiyordu. Bu çelişki beni her adımda ölüme taşımaktan ileri götürmüyordu, şüphesiz. "Naz, göz göze gelsek tanır mı beni?" Naz'ın kahverengi gözlerinde ki yıkılışa anbean şahit oldum. Dudaklarını kararsızca ayırdı birbirlerinden. Daha sonra sertçe yutkundu. Titreyen elleriyle yanaklarımda hâlâ süzülmekte olan yaşları sildi. "Giz, neden kendine bu eziyeti çektiriyorsun? Aylardır gizlice izledin. Ne karşısına çıkabiliyorsun, ne de onu hiç bulmamış gibi kaldığın yerden devam edebiliyorsun. Yapma bunu kendine." Ona cevap vermedim. Veremedim. Söylediği her kelime doğruydu. Çıksam karşısına, anlatsam kendimi, ya kırgınlığımın haklılığını taşıyacaktım ya da özlemime mağlup olup gururuma yenik düşecektim. Mekanın kapanmasına son yarım saat kalmıştı. Boşalmaya başlayan kafe-barda yalnızca tek tük insanlar vardı. Hepsinin de gözleri sahnede şarkı söyleyen erkek solistteydi. Gece boyu hareketli şarkılar söyleyen adam, şimdi istek parçaları söylüyordu. Çoğunlukla slow parçalardı çaldıkları. Bar taburesinden inmemle Naz telaşla koluma yapıştı. Onu elimle engelleyip sarsak birkaç adımla yürüyüşümü toparladım. Ardımdan ismimi seslenen arkadaşımı umursamadan barın diğer ucunda ki sahneye doğru adımladım. Yürürken saatlerdir izlediğim locanın önünden geçtiğimde, o hariç hepsinin bakışlarının hedefindeydim. Aldırmadan sahneye doğru ilerledim. Yüksek topuklu çizmelerimin üzerinde dengede yürümekte zorlanıyordum. Başım dönüyordu ama hiçbir şeye aldıracak durumda değildim. Bugün her şey bitecekti. Hayır, bugün her şey yeni başlıyordu. Sahnenin önüne gelmemle solist mikrofona şarkının son kelimelerini söylüyordu. Şarkıyı bitirene kadar ne o çekti bakışlarını, ne de ben. Sırtımda meraklı bakışların açtığı yarıkları hissetsem de dönüp bakmadım. Solist tek dizini kırıp bana yaklaşmak için eğildi. Tek gözünü sorarcasına kırptı. "Nasıl yardımcı olabilirim hanımefendi?" Elimi tutup bana yardımcı olması için ona uzattım. İlk birkaç saniye tek kaşını şaşkınlıkla havalandırıp baksa da, istediğimi yerine getirip sahneye çıkmama yardımcı oldu. Ona bir açıklama yapmadan diğer elinde tuttuğu mikrofonu aldım. Benim durgun bakışlarımın aksine onunkiler afallamış bir şekilde yüzümde geziniyordu. Kısık ama onun duyacağı bir sesle şakının ismini söyledim sadece. Yine aynı tuhaf bakışlarıyla süzüp hiçbir şey demeden başıyla onayladı. Sahnenin ortasına konulmuş sandalyeyi es geçip, gözlerimi çokta kalabalık olmayan mekanda gezdirdim. Büyük bir sessizlik çökerken herkesin odak noktasıydım. Naz, kollarını birleştirmiş ne yapacağımı merak ediyor gibiydi. Daha sonra tekrar o locaya baktım. O kız ve yanında ki iki adamda aynı şekilde bana bakıyordu. O kaldırmamıştı başını. Mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım. "Ne kadar da haklıymış Zülfü Livaneli, 'kardeşin duymaz, eloğlu duyar' derken..." Hissetmiştim, bu sefer bakacaktı. Fakat bu defa ben menetmiştim gözlerimi ondan. Yumuşak müziğin başlamasıyla göz kapaklarım harelerimin önüne birer perde gibi indiler. Kirpiklerime asılı kalmıştı bütün umutlarım. Onlar da böylece kayıp gitmişlerdi benden. "Susarlar, sesini boğmak isterler. Yarımdır, kırıktır sırça yüreğin. Çığlık çığlığa yarı geceler, Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..." Omuzlarım kalkık, her iki elimle sıkı sıkı tutundum mikrofona. Hafif yanık sesimden işittiğim sözler o kadar ağır geldi ki, mikrofonu oraya bırakıp kaçıp gitmek istedim. Ama bu gece sondu. Bu gece hem bir son, hemde bir başlangıç olacaktı. Daha ben ona "Neredeydin bunca sene?" diyecektim. "Beni neden bıraktın?" diyecektim. "Ben geldim!" diyecektim. Bir de, çocukça bir kırgınlıkla, "Ben sana küstüm," diyecektim. "Çoğalır engeller, yürür gidersin. Yüreğin taşıyıp götürür seni Nice selden sonra, kumdan öteye. Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..." Birbirine kenetlenmiş kirpiklerim aralandığında gördüm onu. İşte, tam gözlerimin içine bakıyordu. Olmuştu işte. Çocukluğumdan bu yana yaşama sebebime bakıyordum. Akel Mir KARAKURT. Okuyamıyordum gözlerini. Yumruk yaptığı ellerine kaydı hüzünlü bakışlarım. Tekrar yüzüne çıkardım kırgın bakışlarımı. Sinirliydi çehresi. Anlamıştı kim olduğumu. Benden şefkatini esirgemişti bakışları, ama öfkesi bir dağ gibi üzerime yıkılıyordu. Dudaklarıma kondurduğum kırgın gülüşle gözlerimi ondan çekmeden şarkının son sözlerini de söyledim. "Yıkılma bunları gördüğün zaman. Umudu kesip de incinme sakın! Aç yüreğini bir merhabaya, Kardeşin duymaz, eloğlu duyar..." Bir alkış tufanı koptu. Hiçbir şey söylemeden sahneden indim. Karmaşıktı hislerim. Şimdi ne olacaktı? Gözlerim tekrar onun olması gerektiği yere kaydığında, orada olmadığını gördüğümde kalbim korkuyla sıkıştı. Telaşla etrafımda dönerken gözlerim heryerde onu arıyordu. Koluma dokunan elle sağıma döndüm. Naz endişeyle bana bakıyordu. "N'oldu lan? Nereye gidiyor bu böyle?" Duyduğum kalın sesle bakışlarım tekrar locaya döndü. Kumral saçlı adam, yanında bana çatık kaşlarla bakan esmer adama çenesiyle bir noktayı gösteriyordu. Gösterdiği yöne dönen harelerim nihayet aradığı bedeni bulmuştu. Dudaklarımdan bir hıçkırık firar etmişti, fakat yine de umutla gülümseyebiliyordum. Kolumu tutan elden kurtulup arkası bana dönük, çıkışa doğru yürüyen bedene doğru koşmaya başladım. "Gitme!" Bağırmam onda hiçbir etki bırakmamıştı. Hâlâ acımasız adımlarıyla uzaklaşıyordu benden. Görüşümü bulanıklaştıran yaşlarım yüzünden dengemi kaybedip, dizlerimin üstüne düşmüştüm. Çıplak dizlerim ve avuçlarım soğuk fayansla temas ediyordu şimdi. Siyah düz saçlarım önüme düşmüştü. Titreyen sağ elimi benden gitgide uzaklaşan bedene doğru uzattım. Nasıl uzatmazdım? Diğer yarım gidiyordu... "Ağabey!" Sesimde ki yakarışı duymuş muydu? Ona olan muhtaçlığımı görmüyor muydu? Ona yalvaran sesimi duyduğunu kasılan sırtından anlamıştım. Siyah gömleğinin ikinci bir deri gibi sardığı gövdesinde ki kaslar gerilmişti. Bir umut besledim dudağımın kenarında. O umut salisesinde filiz verdi. Ama abimin sekteye uğramayan adımları onu benden uzaklaştırdıklarında, zalim bir canavar hayata tutunmak için fazlaca mücadele eden filizi kökünden söktü. Benden o kadar uzağa fırlatmıştı ki, artık ona ulaşmam imkansızdı. Ben onu çok seviyordum, o da beni sevsin istiyordum sadece. Çünkü abilerinin kanatlarının altı, küçük kızları bütün kötülüklerden muhafaza eden o mağaraydı. Hıçkırıklarım çaresizliğimin resmiydi. Onun kopyası olan siyah gözlerimden sicimle inen gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "Ağabey," diye hıçkırdım. "Ağabey ben seni çok seviyorum!" "N'olur bana sırtını dönme!" Beni yine o karanlığa bırakıp gitme ağabey.
|
0% |