Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm | Gidenler Ve Kalanların Kanayan Dizleri

@kalanlarinardindan

 

"Bu dünya soğuk.

Rüzgâr genelde ters yöne eser.

Limon ağaçları kurur.

Bahaneler hep hazır.

Güzel günler çabuk geçer.

İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi."

Cahit Zarifoğlu

 

Bölüm Şarkısı: Giz | Pera

 

Ardına bakmadan gidenler olurdu hayatta. Yalvarışlarını, yakarışlarını duymazdan gelirler, o an sadece sana sağır olurlardı. İşte ben de tam olarak o anın içerisindeydim. Titreyen elimi kaldırıp, her adımda ağabeyimin benden uzaklaşan adımlarını sayıyordum.

Ağabeyler hiç uzaklaşırlar mıydı?

"Giz, kendine gel!" Çığlıklarım çoktan umudunu kesip, kaybolmuşlardı. Geriye hıçkırıklarım kalmıştı sadece. Gözlerim ağabeyimin gittiği yöne takılı kalmıştı.

Naz'ın ellerini yüzümde hissediyordum, bana konuştuğunu biliyordum fakat ne dediğini anlayacak kadar kendimde değildim. Hani alkol hisleri uyuşturuyordu? Öyleyse benim canıma batan bu his de neyin nesiydi?

"Yeter!" Sağ yanağımda hissettiğim sızıyla bakışlarım yere düştü. Naz, elleriyle yüzümü kavrayıp gözlerime bakmaya çalıştı. Ona uyup ıslak kirpiklerimin altından baktım sert ifadesine. "Kendine gel, Giz." Ellerini yanaklarımdan çekip omuzlarımı kavradı. "Böyle yapınca sadece kendine zarar veriyorsun. Kendini küçük düşürüyorsun!" Sert bir üslupla söylediği her kelimede kalbime kıymık gibi batan o his daha da hacim kazanıyordu sanki. "Sence onun umrunda mısın?" Göz kapaklarım harelerimi örttüğünde kirpik uçlarımda biriken yaşlar yanaklarıma yuvarlandı. "Sen bu değilsin! Yeter!" Sert, yıkılmaz sandığım sesinde, son söylediğiyle yarıklar oluşmuştu. Acı, o yarıklardan dışarı sızmaya başarmıştı.

Naz'ın omuzlarıma baskı yapan elleri benden uzaklaşınca, önümde dikilen başka bir bedeni farkettim. Bakışlarım düştüğüm için acıyan dizlerime indirdim. Bu beden o kıza aitti. Benim yerimde olan kıza. İçimde hâlâ büyüyememiş o şımarık çocuk alayla güldü. Ağabeyimin benim için bir yer açtığından bile şüpheliydim.

Kızın yoğun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Muhtemelen olan bitene bir anlam yükleyemiyor, kavrayamıyordu. Haklıydı, ben de anlıyor sayılmazdım. Sahi, neler oluyordu?

"Nasıl bir duygu?" Sesim bir kalp olsaydı, paramparça olduğunu düşünürdüm. O kadar kırgın çıkmıştı ki...

"Ben...anlamadım." Kekelemişti. Sesindeki afallamayı duydum.

Acıyan dizlerime bakarken hissettiğim sadece fiziksel bir acı değildi. Kalbimin acısının yanında bu hiçbir şeydi. Kırgın bir gülümsemeyle, bana şaşkınca bakan kızın masum yüzüne çevirdim dolu dolu olan gözlerimi.

"Bir ağabey tarafından sevilmek... Nasıl bir duygu?"

Başımı kaldırmış, oturduğum yerden kızın dumura uğramış yüzünü izliyordum. Dudaklarını birkaç kez aralayıp, tekrar birbirine bastırmıştı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Hoş, şu durumda söylenecek bir şey kalmıyordu. Yutkunduğunu gördüm.

"Ben..." Sustu. Şaşkınlığının yanı sıra başka bir duygu daha belirdi hafif sulanan gözlerinde.

"Beni karanlıkta bırakıp gitti. Küçüktüm ben." Elimle, oturduğum yerden birkaç karış mesafeyi işaret ettim. "Şu kadarcık mıydım acaba?" diye mırıldandım çatık kaşlarımla.

Tek bir kelime etmeden izliyordu beni. Başım dönmeye başlamıştı, aldırmadım. "Değildim... Küçüktüm ama ona ait anılarım var benim," derken kendi kendime konuşuyor gibiydim. Ağır ağır tam karşıma çöktü. Onun da ağladığını gördüm. İyi kalpliydi. Yoksa ilk defa gördüğü birisi için gözyaşı dökmezdi hiç kimse. Belkide ağabeyim bu yüzden ona değer vermişti, ona merhametiyle yaklaşmıştı.

Hâlâ gülümserken dudaklarımdan ara ara firar eden hıçkırıkları engelleyemiyordum. Heyecanlı bir tavırla anlatmaya devam ettim. "Hatta biliyor musun? O zamanlar da benden nefret ederdi." Başımı sağ omzuma doğru eğerken bakışlarım siyah fayansa düştü. "Tıpkı şimdi de ettiği gibi," diye fısıldadım durgunca.

Başımızda ne zamandan beri dikildiklerini bilmediğim iki adamlardan esmer olanı yanıma çöktü. Bu ağabeyimin arkadaşıydı. Çatık kaşlarla, koyu kahve gözleriyle yüzümü tarıyordu. Kim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. Bakışlarım yavaş yavaş bana uzattığı suyu bulduğunda bir kaç saniye öylece kaldım. Suyu almadım ondan.

Siyahlarım tekrar bana hüzünlü bakışlar atan kızı buldu. Kocaman bir gülümsemeyle elimi ona doğru uzattım.

"Doğru ya, ben kendimi tanıtmayı unuttum sana." İri damlaların ıslattığı yanaklarım gerildiği için sızlamıştı gülümserken.

"Ben Giz KARAKURT. Ağabeyimin küçük kız kardeşiyim."

***

Uzaktan gelen takırtılarla algılarım yavaş yavaş yerine geliyordu. Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık var gibiydi, onları kaldırmak ise eziyetten başka bir şey değildi.

Nihayet birbirinden ayırmayı başardığım kirpiklerimin arasından etrafıma baktım. Aniden başımda hissettiğim sancıyla acıyla inledim.

"O kadar içersen olacağı buydu, gerizekalı." Naz'ın homurdanan sesini duyunca bakışlarım sesinin geldiği yöne kaydı. Mutfak tezgahının orada bir şeyler hazırlıyor gibiydi. Amerikan tarzında bir mutfağı olduğu için salonla bitişikti.

Yerimde doğrulurken üzerimdeki dünden kalma siyah elbiseme baktım. Yüzümü görmüyordum fakat makyajımın dağıldığını, berbat göründüğüme emindim.

Naz, elinde ağrı kesici ve su bardağıyla karşıma dikilince kısık bakan gözlerimi yüzüne çıkardım. Yüzünü buruşturup almamı belirtircesine kaşlarıyla ilacı gösterdi. İtiraz etmedim. "İğrenç görünüyor ve kokuyorsun. Git bir duş al sonra da zıkkımlanalım." Açık sözlü haline alışkın olduğum için sadece gözlerimi devirmekle yetindim. Hapı içtikten sonra boş bardağı eline tutuşturduğumda bana beni öldürecekmiş gibi baktı. Pekte taktığım söylenemezdi.

"Hatırlıyor musun?"

Salondan çıkmak üzereyken söylediği sözler adımlarımı bıçak gibi kesti. Kapı pervazına sağ elimi yasladım. Tırnaklarımdaki siyah ojeyi izlerken muhtemelen ifadesiz görünüyordum. Fakat gece olan bitenlerin acısı hâlâ canımı yakıyordu. Kendimi dizginleyemediğim için çok öfkeliydim. Onca yıllık birikimimin o şekilde patlamasını beklemiyordum ve istemiyordum da. Dün ona herkes içinde yalvaran ben değil, hâlâ büyüyememiş olan o küçük çocuktu.

Acıyan boğazımı temizledim. "En son o kızla konuştuğumu hatırlıyorum," diye mırıldandım.

"Zaten hemen sonra sızdın. Salak, senin neyine o kadar içmek." Dediklerine alınmamıştım. Biz böyleydik, birbirimize karşı hep açık konuşurduk. "Hem adam seni keş sanmış bile olabilir, çünkü hiçbir farkın yoktu," dedi kıkırdayarak. Benim de dudağımın kenarı bir kavis kazanmıştı.

"Giz?" Naz'ın sesi bu sefer daha ciddiydi. Bedenimi hafif ondan tarafa çevirdim. Gözlerim yerdeydi. "Hmm?"

"Hâlâ vazgeçmedin, değil mi?"

Vazgeçmiş miydim? Alayla güldüm. Girdiğim hiçbir işi yarım bırakmazdım. Ağabeyimle en büyük ortak noktamızdı bu belkide.

"Vazgeçmedim."

Derin bir nefes aldığını duydum. "Bir sonraki adımını tahmin edebiliyorum. Giz, bu işin ne denli tehlikeli olduğunun farkındasın, değil mi?"

Bu sefer yorgun ama kararlı bakan siyahlarımı Naz'ın ela gözlerine diktim. Sert görüntüsünün altında yatan endişeyi görebiliyordum.

"Herkes ektiğini biçecek. İşin sonunda bana ne olur bilemem. Hatta sonunu görebilecek kadar yaşayıp yaşayamayacağımdan bile emin değilim Naz," derken sesim son derece sakin ve kendinden emin çıkıyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp devam ettim. "Ama bedel ödemeyen kalmayacak. Bunun için elimden geleni yapacağım."

Herhangi bir şey söylemesine izin vermeden çıktım salondan. Bana engel olmaya çalışmayacağını biliyordum, çünkü bunun gereksiz olduğunun o da farkındaydı.

***

"Ee? Bir sonraki hamlen ne zaman olacak?"

Güzel bir duştan sonra, burada arada sırada kaldığım için olan birkaç parça kıyafetimden giyinmiştim. Siyah büstiyer ve altına yüksek bel, bol paça siyah penye pantolon giyinmiştim. Kendimi bunların içinde çok rahat hissediyordum. Şimdiyse Naz ile kahvaltı yapıyorduk.

Sorduğu soruya bir müddet cevap vermedim. Bu akşam tekrar gidip gitmemizin doğru olup olmayacağını kafamda tartıyordum. Kararsızlığımı görmüş gibi tekrar konuştu. "Biraz zaman geçsin istiyorsan birkaç hafta sonra gidebiliriz." Kaşlarımı çatıp kafamı olumsuzca salladım. "Hayır, o kadar geç olmaz. Bunca sene bekledim. Artık harekete geçmem gerekiyor." Hiçbir şey söylemeden tabağındakileri yemeye devam etti. Farkettirmemeye çalışıyor olsa da, içindeki tedirginliğini anlıyordum.

Ortamdaki havayı bir nebze de olsun dağıtmak için konuştum. "Bu arada, gece farketmedim sanma, beni kendime getirmek ayağına resmen yapıştırdın bana."

Söylediğime bıyık altından güldü. "Ne yapayım lan? Başımı şişirmiştin. Küçük veletler gibi zırlayıp duruyordun." İşaret parmağını şakağına iki kez vurdu. "Bu da kafa, kaldırmıyor bir yerden sonra."

"Ben mi gel dedim sana? Gelmeseydin o zaman sen de?"

"İyi ki de gelmişim. Senin içinden resmen bir keş çıktı kızım!" Abartılı bir tonda söylediğiyle ufak bir kıkırtı firar etti iki dudağımın arasından. "He, abart abart," diye homurdandım. "Duyan da alkolik sanacak. Hayatımda ilk defa içtim." Başımın ağrısı kendini tekrar hatırlatınca yüzümü buruşturdum. "İlk ve son kez," diye düzelttim kendimi. Bir süre daha birbirimizle uğraşıp sustuk.

Benim aklımı ve fikirlerimi işgal eden şeyler, Naz'ı daha farklı etkiliyordu. Onun derdi bana zarar gelmemesiydi. Bense çoktan kendimden geçmiş, gözüm kapalı bir yola sapmıştım. Geri dönmem ise artık imkansızdı.

Naz, ağzındaki lokmayı ağır ağır çiğneyip yuttuktan sonra sandalyesine yaslandı. Güzel gözleri masada gezinirken kafasında bir şeyleri oturtmak istiyor gibiydi. "O zaman ne zaman gidiyoruz tekrardan o bara?"

Dudaklarımın kenarı hafifçe yukarı kıvrılırken kendi içimde kararımı vermiştim bile. Hiçbir şeyi ertelemenin lüzumu yoktu.

"Bu akşam oraya tekrar gidiyoruz."

 

 

Loading...
0%