Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm | Işıkları Söndürmek

@kalanlarinardindan

"Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım."

Can Yücel

 

Bölüm Şarkısı: Küçüğüm | Cem Adrian

"Bugün güneş doğmayacak, bugün sen çok öleceksin."

 

Onun karşısına çıkacağım gün hasretim dinecekti, öyle olacağını düşünüyordum. Hatta bundan emindim. Sonuçta insan kavuşmak için elinden geleni ardına koymuyorsa, bu içini gün geçtikçe yakan ateşi söndürmek, o ateşin bıraktığı yanıklara merhem bulmak içindi.

Onun karşısındaydım.

Gözlerinin içine bakabiliyordum. "Ben geldim," diyebiliyordum. Ama sarılamıyordum. Çocukluğum boyunca acısını çektiğim özlem duygusunu dindirmek için çok uzun zamandır uğraşmıştım. Sanıyordum ki o bana yabancı gözlerle baksa bile yangın yeri olan yüreğim feraha erecekti.

Ona geçmişteki küçük kızın gözleriyle bakmama rağmen bakışlarındaki nefretin o yangınları harlayacağını hesap etmemiştim. Ya da etmekten kaçınmıştım. Çünkü öylesini kabul etmek daha makul geliyordu.

"Geldiğin gibi geri dön," dedi dediklerimi zerre kaale almadan. Sertçe yutkundum. "Bir daha ne buraya gel, ne de karşıma çık."

Dudaklarıma özenle işlediğim sağlam gülümsemem bu sefer onun yaralayıcı darbelerine dayanmakta güçlük çekiyordu.

Gülüşlerimi solduran olmasaydın keşke, ağabey.

Dakikalardan beri arkadaşının çehresinde sabit olan gözleri sonunda ondan da koptu fakat bana uğramadan tekrar ardına döndü.

"Eğer intikamını almak istiyorsan bana ihtiyacın var," dedim yüksek sesle. Yine duraksamıştı. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp kaşlarımı çattım. O neşeli kız maskesini takmak gittikçe zorlaşıyordu. "Senin için o evde yaşadım ben yıllarca. İzin ver, sana yardım edeyim. İşini kolaylaştırayım." Gözlerim Akel Mir'in sırtından ayrılıp beni göz hapsine almış kahvelerle buluştu. Harelerindeki şaşkınlık gözle görülürdü. Çatık kaşlarıyla doğruca bana bakıyordu. Kahvelerinden gözlerimi ayırmadan mırıldandım. "Eğer istersen bu iş bittikten sonra yine şimdiki gibi bana sırtını dönebilirsin," dedim. Gözlerim o adamınkilerden ayrılıp boşluğa takıldı. "Sanırım buna katlanabilirim," dedim kısık bir sesle.

Yalandı.

Bu benim katlanabileceğim son şey dahi olamazdı. Ölüm sebebim olurdu yalnızca. Ama o bu şekilde daha iyi hissedecekse kabulümdü her şey.

"Yıllardır bağrıma oturdu öğrendiklerimin sorumluluğu. Her şeyi bilip de susamam ki ben, ağabey." Vücudunu bir kez daha benden yana çevirdi. Boş bakan gözlerindeki keskin acıları görebiliyordum. Ben o küçük, her yanı yaralarla kaplı çocuğu görebiliyordum.

Kara bakışları bir an için sağ yanağıma değdi daha sonra tekrar onunkilerini aynısı olan gözlerimi buldu. O ana kadar gözyaşımın kendini ele verdiğini hissetmemiştim bile. Onu silmek için hiçbir şey yapmadım.

Omuzlarımı yükseltip daha güçlü bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Ben şimdi gidiyorum. Ama geri geleceğim. O zaman bana kararını bildirirsin," deyip duraksadım. Arkamı dönüp usulca kapalı olan kapıya adımladım. İki çift gözün keskin izlerini sırtımda hissediyordum. "... ağabey," diye tamamladım cümlemi.

Hayaline değil de canlısına "ağabey" demenin bu kadar ağır geleceğini nereden bilebilirdim? Bunun hem büyük sevincini hem de karşılığında gördüğüm nefretin derin acısını hissediyordum.

"Olsun," diye fısıldadı elimden tutan çocukluğum umut dolu siyahlarıyla ardına bakarken. "En azından onu sevdiğimizi biliyor."

Kendimi dışarı attığımda ıssız ve karanlık koridor karşılamıştı beni. Birkaç adımdan sonra dayanamayıp bedenimi sol tarafımdaki duvara yasladım. Sıkışan nefesimle yüzümü acıyla buruşturdum. Yüz kaslarımın hareketlenmesiyle kirpik uçlarımda biriken gözyaşlarım tutunmayı bıraktılar. Nefes boruma kaçan, her an çığ gibi büyüyen bu özlemle ben nasıl nefes alacaktım?

Çıktığım odadan aniden gelen kırılma sesiyle titredim. Birkaç saniye boyunca gözlerimi sıkıca yumdum. Titreyen dudaklarıma dişlerimi sertçe geçirdim. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Aksi taktirde Naz'ı durduramazdım.

Odadan gelen boğuk konuşma seslerinden anladığım kadarıyla arkadaşı ona sakin olmasıyla ilgili bir şeyler söylüyordu.

Birkaç dakika sonra yakalanma korkusuna yenik düşüp yaslandığım duvardan doğruldum. Yanaklarımı elimin tersiyle sildikten sonra yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. Bu tebessümün buruk olması önemli değildi ama ben ne olursa olsun gülmeliydim.

Kısa bir süre önce Serhat beyle bu odaya ulaşmak için kullandığımız merdivenleri tekrar inmek için kullandım. O esnada çoktan uzaklaşmış olduğum odanın kapısının açılma sesini duymamla kalp atışlarım heyecanla hızlandı. Yine de aldırmayıp bar yerine ulaşana kadar durmadım. Her adımımda canlı müzik sesine daha da yaklaşıyordum. Son zamanların hit olan şarkılardan biri çalıyordu.

Nihayet kalabalığın bulunduğu alana ulaştığımda adımlarım yavaşladı. Kirpiklerimi birbirine yaklaştırıp üstünkörü bir şekilde etrafı izlemeye başladım. Aylardır buraya her gelişimde emin olduğum bir şey varsa o da buranın normal bir bardan çok uzakta olmasıydı. Her açıdan elitti. Gerek müziği, gerek müşterileriyle. Öyleki çoğu insan içki içmekten ziyade meyve suyu veya kahve eşliğinde canlı müziği dinlemek için gelirlerdi. Gerçekten çok farklıydı. Şimdiye kadar bir tane bile kavgaya denk gelmemiştim bu mekanda.

"Lan şerefsiz!"

Yani, istisnai durumlar olabilirdi elbette.

Tanıdık kadın sesiyle dudaklarım muzip bir gülümseme çizdi. Muhtemelen sabahtan beri barut fıçısından hallice olan canım arkadaşım nihayet birisine patlamıştı.

İleride gözüme takılan ufak kalabalığa doğru yürüdüğümde artık her şey bakış açıma girmişti bile. Daha önce bir çok kez şahit olduğum bir anı tekrar yaşıyordum. Ve itiraf etmek gerekirse bundan delicesine zevk alıyordum.

Naz yüzünü net olarak göremediğim adamın üzerine çökmüş, büyük bir hırsla çenesine sırasıyla yumruklarını sıralıyordu. Attığı her yumrukta küfür etmeyi de ihmal etmiyordu. Kalabalıktan birkaç erkek onu durdurmaya yeltensen de o kadar kendinden geçmiş görünüyordu ki korkudan yanına yaklaşamadılar, uzaktan izlemekle yetindiler. En sonunda yorulmuş olmalıydı ki yorgunlukla ayaklandı. Hızlı hızlı soluklar alıp sıkıntıyla şakaklarını ovalıyordu. Muhtemelen yine başı ağrımaya başlamıştı. O an adamın başından beri acı acı inlediğini, fakat Naz'ın öfke dolu bağırışlarından dolayı duyulmadığını idrak etmiştim. Uzaktan gördüğüm kadarıyla kanayan burnunu tutuyordu. Hoş, kanayan tek yeri burnu olsa iyiydi.

Etrafındaki insanlara kısaca göz gezdirdiğimde birkaç adamın yerde yatana yardım etmek için yerlerinde kıpırdandığını gördüm. Fakat Naz'dan korktukları için buna yeltenememişlerdi. Bu beni istemsizce kıkırdatmıştı.

Dikildiğim yerden gözüme kestirdiğim alana doğru, yani Naz'ı daha rahat görebileceğim bar tezgahına doğru ilerlemeye başladım. Çünkü ben arkadaşımı çok iyi tanıyordum ve buncağızla yetinmeyeciğini adım gibi biliyordum.

Yanılmamıştım da.

Ellerini şakaklarından uzaklaştırıp olduğum yerden dahi görebildiğim gözlerindeki ateşle yerde acı acı haykıran adama döndü tekrardan.

"Ne inliyorsun, şerefsiz it! Daha ne acısı verdim de kuyruğuna basılmış it gibi inliyorsun?"

Ve daha kimse ne olduğunu anlayamadan yerde acılar içinde yatan adamın karnına var gücüyle tekmelerini geçirmeye başladı. Gözünü hırs ve öfke bürümüştü ama bunun emindim ki haklı bir sebebi vardı.

Attığı her darbede adamın acı dolu iniltilerini kalabalığın uğultusuna rağmen gayet net duyabiliyordum.

Keyfim çok yerindeydi. Tezgaha yaslanıp stres atan arkadaşımı gülerek izlemeye devam ettim.

Kısa bir süre sonra yanımda duran bedeni farkedince onun Mir'imin arkadaşı olduğunu gördüm. Demekki odadan çıkan oydu, tahminim doğru çıkmıştı. Kalbimin yine sebepsiz yere hızlanmasıyla gülüşüm biraz kırılmıştı.

Hâlâ adını bilmediğim bu adam çatık kaşlarla Naz'ın adamı hırpalamasını izliyordu. Tam onlara doğru atılacakken durdurmak adına refleksle elini tuttum.

Buz gibi elinden elime geçen elektrik akımını yok sayıp sorgular bir şekilde yüzüme bakan koyu renk gözlerine döndüm. "Çok gergindi sabahtan beri. Bırak da biraz rahatlasın," dedim gülerken.

Kahve gözleri gözlerimi terk edip gülüşüme düştü. Zaten çatık olan kaşları mümkünmüşçesine daha da çatıldı.

"Siz ne çeşit manyaksınız?" diye sordu boğuk sesiyle. Gözlerindeki ve ses tonundaki gizli hayret beni sesli güldürmüştü. Yalnızca omzumu silkmekle yetindim. Sanırım onu gerçekten şaşırtıyordum. Dün akşam ve bugün gördüğü ağlak kızın böylesine çıldırmış görünmesi sanırım beklediği bir şey değildi. Haklıydı, ne diyebilirdim ki? Tekrar arkadaşımın olduğu yöne döndü siyahlarım.

Birkaç saniye sonra elimin hâlâ elini tuttuğunu farkedince irkildim. Büyük bir gerginlik hızla bütün vücudumu kuşatmıştı bile. Elimi aceleyle kendime çekip ihtiyacım olmadığı halde saçımı düzeltme çabasına girdim. Gülüşüm nedensizce silinmiş, yerine gerginlik gelmişti. Bu da neydi şimdi? Ensemden yukarıya tırmanan sıcaklık yüzünden gerginliğim gittikçe katlanıyordu. Ya da daha doğrusu gergin olduğum için vardı o sıcaklık.

Gözümün ucuyla koyu kahvelerin sahibine baktığımda gözlerini hafifçe kısmış, halen bana bakıyor olduğunu gördüm.

İmdadıma Naz yetişmişti neyseki.

Demekki işi bitmişti.

Hâlâ öfkeye ev sahipliği yapan labradoritlerini kısaca yanımdakinin üzerinde gezdirdi. "Artık işin bittiyse gidebilir miyiz?" Bakışlarım önce kütürdettiği parmaklarını buldu, akabinde biraz ileride yerde acıyla kıvranan adamı buldu. Yüzümü buruşturmadan edemedim.

"Asıl senin işin bittiyse gidebiliriz. Temiz çalışmışsın. Bir kısmını kaçırdım maalesef," diye mırıldandım. Gözlerimi kıvranan bedenden alamazken.

Bakışlarını esmer adamdan ayırıp hiçbir şey söylemeden yalnızca gözlerini devirdi. Siyahlarım tekrardan ağabeyimin arkadaşını bulduğunda gözlerindeki soru işaretlerini gördüm. Muhtemelen benden daha öncesinde hiç haberi olmamıştı. Bir anda ortaya bomba gibi düşen 'kız kardeş' belasını merak ediyor olmalıydı. Emindim ki Mir benim hakkımda sel verip sır vermemiştir.

Naz'ın haşat ettiği adamı birkaç güvenlik görevlisi yerden kaldırıp götürdüklerinde artık çoğu insanın gözleri yavaş yavaş üzerimizden eksiliyordu. Kavga nedeniyle kesilen müzik de tekrardan kaldığı yerden devam ettiğinde artık her şey etraftaki insanlar için normalleşmişti. Arkadaşımın gergin vücudundan burada olmaktan hoşlanmadığını anlamak pek de zor değildi.

Hâlâ dikkatli bakan kahvelerin sahibine yorgunluğumu gizleyemediğim bakışlarımı diktim. Dilimi dudaklarımda gezdirip kaşlarımı kaldırdım. "Artık yeni solistiniz ben miyim?"

"Bunda ciddi miydin?

Omuz silktim. "Elbette ki ciddiydim. Şaka yaptığımı sana düşündüren ne?"

Gözlerini kısıp yüzüme şüpheyle baktığında istemsizce ben de aynı şekilde gözlerimi kısmıştım. "Niyetin bambaşka gibiydi," derken bana cevap vermekten çok kendi kendine bir tespit yapar gibiydi. "Bence bu solistlik olayı sadece Akel'in karşısına çıkabilmek için uydurduğun bir bahaneydi."

Hiçbir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim. İtiraz edemezdim çünkü bir bakıma haklıydı. Ona ulaşmak için kullanabileceğim tek koz buydu.

"Seni tanımadığım gibi aklından neler geçiyor, bunu da bilmiyorum." Duruşunu dikleştirip yalnızca gözlerini indirip bana tepeden bakmaya başladı. "Yukarıda yaptığın teklifin cevabı ne olur bilmiyorum. Ama eğer olumlu bir cevap alırsan istediğin gibi solist olman için onunla konuşabilirim," dedi. Duymayı beklemediğim sözler karşısında bir süre şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim.

Tek kaşımı sorgularcasına kaldırırken, "Neden bunu yapasın ki?" diye sordum merak dolu sesimle.

Bakışlarını üzerimden çekip üst kata çıkan merdivenlere döndürdü başını. Bakışlarım onun baktığı yönü takip ettiğinde sertçe yutkundum. Canımın en büyük parçası merdivenlerin başında dikiliyordu. Elleri pantolonunun ceplerinde, siyahlarını siyahlarımdan bir saniye bile ayırmadan bana bakıyordu. Yüzümde başından beri silmediğim tebessümüm onunla göz göze gelince silinmişti. Onun belkide asla umurunda olmayacaktı bu, ama ben ona kırgındım. Yanımda bir anda beliren çocukluğum küçük elini buz tutmuş elimin içine kaydırdı. Bana güç vermek ister gibiydi.

Siyahları ifadesizdi ama adımın Giz olduğu kadar emindim zihnindeki kargaşanın varlığından. Beni görmek istemiyordu ama aynı zamanda bu gece ona ettiğim teklif yıllarca içinde büyüttüğü yangını söndürebilirdi. Gözlerim onunkilerden kopup bir boşluğa düştüğünde aklımdakiler boğazımda koca bir yumru oluşturmaya başlamıştı bile. Belkide beni amaçları doğrultusunda bir piyon olarak kullanmayı kabul edecekti ve bu durumdan zerre rahatsızlık duymayacaktı. Ama ben, ona olan sonsuz sevgim bir yana dursun, gerçekten de adaletin yerini bulmasını istiyordum. Herkesin kendi payına düşen bedeli ağır olsa da ödemesini istiyordum.

Omzumda hissettiğim dokunuşla irkilerek Naz'a döndüm. Onda daha önce görmediğim bakışlarla az önce baktığım yere, Mir'ime bakıyordu. Labradoritlerindeki ifade öyle soğuktu ki içimi kaplayan tedirginliğe dur diyemedim. Hayatındaki yerimden dolayı bana zarar verdiğine inandığı ağabeyime büyük bir nefret besliyordu. Başımı tekrar ağabeyimden tarafa çevirdiğimde aynı ifadesizlikle Naz'ın bakışlarına yanıt verdiğini gördüm.

"Gidelim buradan," diye tısladı Naz. Onu ikiletmemek için başımı salladım. Gözlerimi hâlâ adını bilmediğim adama son kez değdirip Naz ile birlikte çıkışa doğru ilerledik. Sırtımda hissettiğim keskin bakışların sahibini çok iyi tanıyordum. Bir kez daha ona bakmak isteyen yanımı susturup emin adımlarla yürümeye devam ettim. Kapıya vardığımızda bizi içeri sokmayan korumaların şaşkın bakışlarıyla karşılaştık. Naz onlara ters ters bakarken ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Naz'ın arabasını park ettiğimiz yere doğru adımlarken arkamızdan gelen sert sesle hafifçe omzumun üzerinden baktım.

"Size burada süs biberi gibi durun diye mi para ödüyoruz lan?" Esmer adam ne olup bittiğine anlam veremeyen korumalara bağırırken bu sefer kendime engel olamayıp kıkırdadım. Tam önüme dönecekken canım arkadaşımın kötü bakışlarının radarına yakalanınca gülümsememi hemen sildim. Bugün onu yeterince delirtmiştim. Şansımı fazla zorlamam benim için şüphesiz daha sağlıklı olurdu.

"Yürü," dedi sertçe.

Düşüncelerimden koparıldığımda çoktan eve geldiğimizi gördüm. Yolculuk boyunca onun karşısına çıktığım anı, bana konuştuğu anı düşündüm. Şimdiye kadar birçok kez hayal etmeye çalıştım bu anı, hiçbir zaman başarılı olamamıştım.

"Neyi hayal edecektin ki zaten," diye mırıldandı arka koltukta oturan, şehrin ışıklarını dalgınca izleyen küçüklüğüm. "En iyi yaptığı şeyi yaptı. Kalbimizi kırdı."

Eve girer girmez kendimi salonun tekli koltuğuna attım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. İçim sıkılıyordu. Telefonumun çalmasıyla arayanı bildiğim için sıkıntıyla ofladım. Açmayacaktım.

"Amacına ulaşmak istiyorsan o evle ilişkini ihmal etmemelisin."

"Farkındayım," diye mırıldandım. "Yarın eve döneceğim. Ama bu gece de burada kalmak istiyorum."

Hiçbir şey söylemeden koltuğa uzandı. Gözleri tavandayken aklından geçenleri deli gibi merak ediyordum.

"Sormayacak mısın neler olduğunu?"

"Sormayacağım."

Başımı arkaya yaslayıp gözlerimi yanan lambaya diktim. "Neden?" diye fısıldadım biraz bekledikten sonra. Görmesem de gözlerini kapatmış olduğunu biliyordum.

"Tahmin etmek zor değil," diye yanıtladı aynı tonda.

"Anlatmayacak mısın?" diye sordum sonunda. O kendini gizlemekte usta olabilirdi ama ben de onla ağabeyimin arasında bir konuşma geçtiğini anlayacak kadar da zekiydim. Gün boyunca Naz'ın Mir'im hakkında olan konuşmaları, aralarında geçen düşmancıl bakışlar bunu bariz belli ediyordu.

"Neyi?" diye sormasını beklemiştim ama o da beni çok iyi tanıyordu. "Bilmen gereken hiçbir şey olmadı, küçük." Görmediğini bile bile gözlerimi devirdim. Israr etmeyecektim, anlatmazdı çünkü. "Yerimden kalkacak halim yok. Ben burada uyuyacağım. Sen de git benim odamda zıbar," dedi uykulu sesiyle.

"Ne kadar da kibarsın," diye homurdandım usulca ayaklanırken. Ayaklarımı yere sürte sürte odasına doğru adımlarken ışığı karartmayı akıl edebilmiştim. Kafası belli ki çok ağrıyordu, onu sinir etmeyi biraz erteleyebilirdim.

Hızlı bir duştan sonra burada bıraktığım gecelik takımımı hızla üzerime geçirdim. Uyuyup bütün düşüncelerimden kaçmak istiyordum. Sorun şuydu ki, uyumayı başarsam bile rüyalarım çoğu zaman yakamı bırakmıyordu. Kötü değillerdi. Yine de umut vadediyordular.

Ve ben hüsrana uğramaktan ölesiye korkuyordum.

B İ R G E C E Ö N C E S İ | İ L A H İ B A K I Ş A Ç I S I

"Ağabey!"

"Ağabey ben seni çok seviyorum!"

"N'olur bana bana sırtını dönme!"

Acziyet.

Türk Dili Kurumu'nun lügatte yer edinmediğini söylediği bu kelime yeryüzündeki birçok insanın pençesine düştüğü durumun en yalın haliydi.

Peki küçük bir kız çocuğunun - ki bu çocuk sadece etrafa neşe saçmayı bilirdi - dizlerinin üzerine düşerek bütün bu sözleri ona arkasına dönen ağabeyine haykırması... Lügatta yeri bile olmayan bu kelime bu durumu da kapsıyor muydu? Ufacık bir kızın ona sırtını dönen umudunun ardından ağlaması acziyet miydi? Üstelik kız çocuklarının tutunacak bir umuda ihtiyaç duymamaları gerekirken... Çığlık atarak ağlıyordu canının parçası.

Yıllardır zifirine ışık tutan o kızın yanına onun gibi diz çöküp onu kendine getirmeye denedi. Yüreği kaldıramıyordu hayatındaki tek değerlisinin bu halini. Titreyen ve buz tutmuş ellerini Naz'ın yanaklarına yerleştirip bütün acısını haykıran siyahları kendi gözleriyle birleştirmek istedi. O adam giderken ardından böyle bakmasını kaldıramıyordu ışığının.

"Giz, kendine gel!" diye bağırdı güçlü bir sesle. Eğer yapabilseydi ağlardı da. Bazen kendine itiraf etmek istemese de çok ihtiyaç duyuyordu buna.

Genç kızın çığlıkları durulsa da gözleri çoktan gitmiş olan adamın yönündeydi. "Gözlerime bak, küçük," derken onu duymadığı ortadaydı. Onu bu hale sokan herkesin eceli olmak istiyordu. Bunu yapabileceğini biliyordu.

Hâlâ onu duymayan Giz'in yanağıyla sertçe buluştu avuç içi.

"Yeter!"

Bu sefer dünyasını aydınlatan siyahlar yere düşmüştü. Yanaklarını tekrardan sıkıca kavradı. Bu hareketi etkili olmuş olacaktı ki genç kadının titreyen gözbebekleri bu defa kendi renkli ve sert bakan gözlerini bulmuştu nihayet. İçi bin parçaya bölünse de kendinden emin ifadesinden ödün vermiyordu, Naz. O parçaların içini nasıl kanattığını ve acısını yalnızca Allah ve kendi biliyordu.

"Kendine gel, Giz!"

Elleri bu sefer Giz'in omuzlarını onu kendine getirmek istercesine kavradı. Bütün şaşkın bakışların hapsinde olduklarını ve o adamın arkadaşlarının yanlarına doğru adımladıklarını hissetti fakat aldırış etmedi. Tek umurunda olan şey bu küçük kızdı. Onun gülücüklerinin ardına gizlenen acılardan elbetteki haberdardı. Ama bencilce de olsa o neşesini tekrar kendisine zırh edinmesini istiyordu, Naz. Dayanamıyordu onun bu sevgisini zerre hakketmeyen adam için bu hale düşmesine.

"Böyle yapınca sadece kendine zarar veriyorsun," diye tısladı hırsla. "Kendini küçük düşürüyorsun! Sence onun umrunda mısın?"

Zaten acıyan canını daha da acıtmak değildi niyeti. Ama ona arkadaştan öte kardeş olan bu küçüğün gözlerini kırgınlıkla yumuşu onu sarsmıştı. Beyninde deprem oluyordu sanki. O adamın canını yakmak istiyordu. Dişlerini sertçe birbirine bastırdı. "Sen bu değilsin! Yeter!" derken hiç beklemediği bir şekilde sesi çatlamıştı. Yoksa yıllardır akamayan gözyaşları nihayet kurtulabilecekler miydi esaretlerinden? Sanmıyordu.

İçinde magma gibi kaynayan, her an fışkırıp etrafındaki herkesi yakabilecek öfkesini nasıl dizginlerdi, bilmiyordu. Aslında bilmek istemiyordu. Şu an o öfkeyle beslenmeye ihtiyaç duyuyordu. Diz çöktüğü yerden yavaşça kalkıp ellerini yumruk haline getirdi. Hırsla alıp verdiği nefeslerinden ve arkadaşının iç çekişleri dışında bütün sesler uğultu halindeydi. Vücudunu yöneten sinire boyun eğdi benliği. Hâlâ kendinde olmayan Giz'i ardında bırakıp çıkışa doğru adımladı.

Nihayet adamın çıkış kapısındaki bedenini görünce sanki etrafı sis sarmıştı. O an tek düşündüğü şey onun canını yakmaktı. Yumruklarını sıkıp kendini dizginlemeye çalıştı. "Giz için sakin ol," diye fısıldadı kendi kendine. "Işığım için her şey."

Adımlarını hızlandırıp az önce bardan çıkan adamın ardından gitti. Etrafta tek tük insanlar geçiyordu. Tekrar görüş alanına giren bedenle bütün gücüyle bağırdı.

"Bana bak lan!"

Mir bunun kendisine söylendiğini hissetmişti fakat kim cesaret edebilirdi ki ona bu üslupla konuşmaya? Duyduğu öfkeli kadın sesi bütün hücrelerine merakı aşılamıştı. Arkasına dönmemişti ama kadın çoktan karşısına dikilmişti. Birkaç dakika öncesinde olanların etkisiyle allak bullak olan zihni bir vukuatı daha kaldırabilir miydi, emin değildi. Tek istediği gitmekti. Her zamanki gibi...

"Ne sanıyorsun sen kendini?" diye sordu kadın sertçe. Kim olduğunu bilmediği bu kadının belki de cevap beklemediği bu sorusunu düşündü. Doğrusu hep düşünürdü. Zihni fırsat bulduğu her an ona bunu tekrarlıyordu. Yazıktır ki verecek bir cevabı yoktu.

"Ne hakkın var o kıza bunları yaşatmaya?"

Kaşları çatıldı adamın. Kimden bahsediyordu? Kadın dibine kadar girince burnuna dolan gül kokusuyla bir an için nefes almayı unuttuğunu düşündü. Barın içinde olanların etkisinde olmasına rağmen, onu bu karmaşadan daha derin bir karmaşaya sürüklemişti bu kadın.

"Kimsin?" diye sordu kısık bir sesle.

Öfkeden gözleri ışıl ışıl parlayan kadının sinirini vücut dili bas bas bağırıyordu.

"Az önce ardından gitme diye bağırırken dizleri üzerine düşen, senin onu herkesin içinde aciz duruma düşürdüğün kızın tek arkadaşıyım! Senin kadar pislik, senin gibi bencil bir herif daha görmedim ben! Aylarca seni takip etti, bir kere seslense duyabileceğin yakınına geldi ama yapmadı! Neden? Çünkü bencilin teki olan ağ-"

"Kes sesini!" diye kükredi adam. Etrafta geçen insanların farkında olmaksızın karşılıklı öfkeyle alıp veriyorlardı nefeslerini. Akel'in kasılan çenesine kaydı kadının gözleri birkaç saniyeliğine. Hakkı varmış gibi bir de sinirleniyor muydu? "Giz için," diye hatırlattı kendine.

"Sakın o burnunu üstüne vazife olmayan işlere sokma," diye tısladı Naz'ın yüzüne karşı.

Genç kadın kafasını geriye atıp histerik bir şekilde güldü. Delirecek gibi hissediyordu. İçten içe Giz için verdiği söz olmasaydı hırsını bu adamdan çıkarabilirdi.

"Üstüme vazife olmayan," diye tekrarladı fısıltıyla. Akel Mir'e doğru bir adım daha atarken niyeti söyleyeceklerini tek tek beynine kazımaktı. Giz'in gözlerinin birebir aynısı olan gözlerin en içine bakarken bir an bocaladı fakat anında toparlandı.

"Senin yok olmaya mahkum ettiğin bir çocukluğu buldum, sakladım..." derken gözleri birkaç saniye boyunca yıldızlı gecede gezindi. Sertçe yutkundu. "Onu kendi karanlığıma ışık yaptım," demek istedi. "Yani 'üstüme vazife olmayan' her şeyi zaten yaptım," diye tısladı. "Senin yapmadığın her şeyi."

Söyleyeceklerini söylemiş, elinden çıkabilecek olası bir kazayı önlemek için geldiği yönde ilerlemeye başladı. Aklına gelenle adımlarını bıçak gibi kesti. Şimdi ikisi de zıt yönlere dönüktüler. Naz dudaklarında dilini gezdirirken saçlarında dolaşan rüzgarı hissediyordu. Bu onu bir nebze de olsun yatıştırmıştı.

"Eğer," diye başladı cümlesine sert ama bir o kadar da sakin bir sesle. "Eğer onda bir yara daha açacak olursan, andım olsun senin nefesini kendi ellerimle keserim. Yapmadığım bir şey değil."

Alacağı yanıtı beklemeden tekrar bara girmişti. Tanıdığı kadarıyla bu adam böyle bir tehditle geri adım atacak birisi değildi. Ama Naz ışığı sönmesin diye diğer bütün aydınlıkları yok edebilecek bir kadındı.

Bu kez izin vermeyecekti o ışığın sönmesine.

 

 

Loading...
0%