@kalanlarinardindan
|
Bazen çok hayal kurabiliyordum, kırıklar içinde kalacaklarını hesap edemeden.
Bölüm Şarkısı: Dargın Mıyız | Ezginin Günlüğü
Çiçekler ölümsüzdü. Her mevsim küllerinden yeniden doğuyorlardı. Kaç kışın üstüne kaç bahar gelip geçti, ama çiçek hep geri geldi. Çiçekler ölmezdi çünkü. Kaç mevsim geçmişti, o neden geri gelmiyordu? Tırnaklarımın arasına girmiş toprağı incelerken mermerdeki yazıya bakmaktan sakınıyordum aslında. Damarlarımda gezinen suçluluk duygusu beni buradan hep uzak tutmuştu. Mir'im bana bu kadar uzakken nasıl da yüklenmezdim suçluluğu? Başka türlüsü mümkün müydü? Sessizlik kurşun yarası gibiydi. İlk defa ziyaretine geliyordum, daha öncesinde hiç cesaret edemedim. Geldiğimde karşılaştığım manzara beni hıçkırıklara boğmuştu. Fakat zaten göreceklerime hazırlıklıydım bu yüzden ona yoldaşlık edecek bir sürü mor nemesia çiçeği getirmiştim. İntikam çiçeklerini. Onların ilk suyunu gözyaşlarımla vermiştim, boyunları bükülmezdi. Hem, çiçeğin olduğu yer harabe olmamalıydı. "Mir'ime küsme, olur mu?" Diktiğim en sonuncu çiçeğin mor yapraklarını okşarken gözlerim kısa bir an mezar taşındaki isme kaydı. Akabinde hızla geri çektim. Kalbim sancıyordu. Tek gelemeyenin ben olmadığımı biliyordum. Ağabeyimin kopyası olan gözlerimi soğuk mezarlığın içinde hızla dolaştırdım. Bakışlarım bir noktada kilitlenince sertçe yutkundum. "Her defasında şu kapıya kadar geliyor ama içeriye bir adım atamadan saatlerce bekliyor," derken titreyen elimle mezarlığın kapısını gösterdim. "Onu engelleyen şeyler var." Onun zaten oğlunu görebildiğine inanıyordum, fakat yine de bildiğinden emin olmak istiyordum. Küsmemeliydi Mir'ime. Bunun için elimden geleni yapmaya yemin ettiğimde henüz çok küçüktüm. Yüzüm beni koskoca yalnızlık içinde yalnız bırakan ağabeyimin gidişine rağmen gülücükler saçarken tek tutanağım buydu. Yıllar evvel içtiğim bir intikam yeminim vardı, muhattabımsa öz annem ve öz babamdı. Onlara en son ne zaman anne ve baba dediğimi hatırlamıyordum. Bir kez bile canlı canlı göremediğim o kadını annem bellemiştim. Düşlerde büyütmüştüm kendimi, içinde Çiçek'in beni ve ağabeyimi büyüttüğü düşler. Beni buna mahkum ettiği için Akel Mir Karakurt'a kırgındım. Alper ve İclal Zuhal Karakurt ise bendeki hiçbir duyguyu haketmiyorlardı. Yine de engin kalbim onlara nefretimi bağışlıyordu. Eğer ki kalbimin varsa bir alçak gönüllülüğü, onun Çiçek Kandemir'den yadigar olduğuna inanıyordum. "Sanırım o sebepleri ben biliyorum. Ona yardım edeceğim, böylece yanına gelebilecek." Ellerime bulaşan toprağa aldırmadan gözümden düşen damlayı hızla sildim. "Buraya intikamını alacağımı söylemek için geldim," dedim çok daha güçlü bir sesle. Neredeyse bir gün intikamı alınmış bir şekilde ağabeyimle birlikte yanına geleceğimizi söyleyecektim. Bunun imkansızlığı aklıma düştüğünde hevesle aldığım nefesi usulca geri bıraktım. Bazen çok hayal kurabiliyordum, kırıklar içinde kalacaklarını hesap edemeden. Mezarlıktan çıkarken hem dağılmış hem de etrafa saçılan parçalarımı toplamış gibi hissediyordum. Karmakarışıktım. Usul adımlarla siyah arabasının kaportasına yaslanmış Naz'a doğru yürüyordum. Kısık gözlerle yüzümü tarıyordu, iyi olup olmadığımdan emin olmak istiyordu. Buraya onunla gelmiştim. Benimle girmeyi teklif etmeden kapıda bekleyeceğini söylemişti. Beni en iyi tanıyan insanın o olduğunu düşünüyordum çoğu zaman. Ya da tek tanıyanın. Arabaya bindiğimizde aramızda gizli bir sessizlik anlaşması varmışçasına ikimiz de konuşmuyorduk. Ama o sessizliği bir bıçak gibi ikiye bölmeyi tercih etmişti. "Sizin oraya mı?" "Sende kalmak istiyorum bugün." Yüzümü buruşturdum. "Oraya katlanamıyorum." Cevap vermedi. Bazen bencilce benimle daha fazla konuşmasını istediğim oluyordu içten içe. Ben her şeye rağmen neşemle yaşama tutunmaya çalışırken onun tek varlığı olan bana karşı olan tutumu eksik geliyordu kimi zaman. Yine de bunu ona hiç söylemedim. İkimizin de yerine gülmeye çalışıyordum. Nihayet evinin bulunduğu rezidansın önüne geldiğimizde hızlı hareketlerle arabadan indim. Bir an önce bir duş alıp kısa bir uykuya dalmak istiyordum. *** Yaşamak bir umudunun olmasıydı. O umut ki yaşamanın nefes almanın sebebiydi. Öyleyse umut etmek insanı hayata bağlayan tek bağdı. O tek bağa insan inançlarını, sevgilerini, hayallerini sığdırıyordu. Hayatta bir de umutsuz yaşayanlar vardı. Onlar sebepleri ellerinden alınmış kimseler, yaşayan ölülerdi. Üstelik bir kere yitirince bir daha asla bulamazlardı. O yitirmek ki, kara deliğe çevirirdi insanı. Çevresindeki ışığı asla geri çıkmasına müsade etmeyen bir kara delik. Naz KIŞLA. O da kaybedenlerdendi. Sahip olduğu herkesin bir bir ölümüne şahit olmasına rağmen, büyük bir bencillikle Giz'i almıştı hayatına. Onun gözlerindeki ışık yandıkça bırakamazdı onu. Belki de onu da söndürecekti ama onu koruması gerektiğini hissediyordu. Hiçbir işlevi olmayan cesetten farksız bedeni Giz'i korumakla görevliydi ömrünün geri kalanında. Çünkü o kız bu dünyanın gaddarlığı karşısında fazla küçüktü. Onun ufak kalbi acının fazlasını kaldıramazdı. Naz için durumlar daha farklıydı, çünkü o intikam almış bir kadındı. İntikam almış bir kadını hangi acı yıldırabilirdi? "Efendim, emrettiğiniz gibi gözlemlemedeyiz fakat henüz dikkat çekecek bir olayla karşı karşıya gelmedik." Gözlerini diktiği manzaradan çekip omzunun üstünden arkasına baktı. Mimiksiz yüzüyle bir müddet genç kadının yüzüne baktı. Ona "efendim" diye hitap etmemesini söylemesine rağmen bu şekilde seslenmeye devam ediyordu. Artık itiraz etmeyi bırakmıştı, Naz. Derin bir nefes alıp tekrardan önüne döndü. Büyük holdingin en üst katından şehrin manzarasını izliyordu. "Takibi bırakmayın, Yazgı," diye bir kez daha tembihledi. Aslında buna gerek duymuyordu çünkü bu kadının ve ikiz kardeşinin ona yürekten sadık olduklarını biliyordu. Ki bu aslında dostluk sadakatiydi. Hiçbir çiçeği yetiştirmemekte ısrar ettiği kalbinde, kabul etsin ya da etmesin, onlara da yer vardı. "Merak etmeyin. Yağız yakından ilgileniyor." Bir müddet daha orada dikildikten sonra nihayet gitmeye karar verdi. Giz'in uyanmasına az bir vakit kalmıştı ve yalnız olmasını istemiyordu. "Katın boş olduğundan emin ol. Gidiyoruz." *** "Yorgun gibisin bugün," dedim kirpiklerimin altından yüzüne kaçamak bakışlar atarken. Elimdeki bıçağı suya tutup makineye yerleştirdim. Çoğu zaman olduğu gibi cevap vermediğinde gözlerimi devirdim. Her zaman konuşkan birisi değildi ama son günlerde bir şeylerin onun açısından yolunda gitmediği de aşikardı. İki saat kadar uyuduktan sonra mutfağa geçip yemek için bir şeyler hazırlamaya karar vermiştim. Kısa bir süre sonra da Naz gelmişti. Nereye gittiğini elbette sormamıştım. Şimdiyse yorgun bir şekilde tezgaha yaslanmış su içiyordu. "Şu beni dahil etmediğin gizemli hayatında bir şeyler yanlış mı gidiyor?" diye sorarken "gizemli" kelimesine yaptığım vurguyu anlamamış olması olanaksızdı. Gözlerini devirip bardaktaki suyun tamamını kafasına dikti. "Senin gibi geveze olmadığım için mi soruyorsun bu soruyu?" İşte gözlerimi devirmem için bir sebep daha. Onun ne denli karanlık olduğunu kestiremediğim o dünyasının geçmişiyle alakalı olduğundan emindim ve bu yüzden asla bu konuda ısrarcı olmuyordum. Yine de onun için endişelenmekten kendimi alıkoyamıyordum. Neticede bana kıymet veren tek insandı Naz. "Şu adam," diye cümleye başlamasıyla gözlerimi kısıp ona döndüm. Belini tezgaha yaslamış boş gözlerle yere bakıyordu. "Sana yardım edeceğini söylemiştin." Derin bir iç çektim. Benim için kaygılanıyordu ve her şeyden en ince ayrıntısına kadar haberdar olmak istiyordu. "Öyle," deyip omuz silktim. "Ama henüz bir haber vermedi." Uzun bir müddet ne o ne de ben konuştuk. Naz hiçbir zaman bana açık açık değer verdiğini söylememişti. Ama dünyasının merkezine beni yerleştirdiğini her daim hissettiriyordu. Onun bilmediğim ve bilmek için can atmadığım karanlık bir tarafı vardı. Beni korumak pahasına o karanlığa bütünüyle bürünmekten kaçınmayacağını biliyordum. Hangi koşullarda olursam olayım gölgesi her zaman üzerimde olacaktı. Aslında o Akel Mir'e o kadar çok benziyordu ki... Saatler sonra Naz uyumak için odasına çekildiğinde kendimi balkonda yıldızları seyrederken buldum. Açıkta kalan belime değen soğuk rüzgar beni üşütüyordu ama bu hissi sevdiğim için herhangi bir müdahalede bulunmadım. Günlerdir gözümün önünde tekrar tekrar canlanan senaryolar, yaşayacağım olası durumlar, kendimce kurguladığım planlar ve en çok da Akel Mir. Bu bir döngü haline gelmişti. Düşüncelerimin başında her daim hırslı ve intikam ateşiyle yanıp tutuşan bir ruh halinden acıdan kıvranan bir kız çocuğuna dönüşürdüm. Ve bu düşüncelerimin sonu hep gözyaşı olurdu. Ben güldüğü kadar ağlayanlardandım. Telefonumun titremesiyle girdiğim düşünce deryasından çıktım. Bu saatte beni arayabilecek çok az sayıda insan vardı ve bunlardan biri de İclal Karakurt'u. Onun olmaması için Tanrı'ya yalvararak telefonumu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Gördüğüm yabancı numarayla kaşlarım merakla çatıldı. Belki de annem aramadığı için sevinmeliydim. Daha fazla beklemeden çağrıyı yanıtladım. "Belki bakışların tesadüfen arabama değer diye daha ne kadar beklemeliyim?" İşittiğim kalın sesle şaşkınlıktan kısa bir süre boyunca bocaladım. Gözlerim sanki yerini biliyormuş gibi sokağın başında park edilmiş aracı buldu. "Kayra," diye mırıldandım sessizce. Onu göremesem de aracın içinde olduğunu biliyordum. Şaşkınlığım yerini usulca heyecana bırakınca kendime en okkalısından bir tokat atmak istedim. Hayırdırdı? Ne oluyordu yani? "Giz," dedi tıpkı benim gibi. İsmimi onun sesinden duymak beni çok başka duyguların esiri etmişti. Bana ne oluyordu, Allah aşkına? "Gelmeyecek misin?" "Beş dakika içinde oradayım," deyip telefonu yüzüne kapattım. Koşarak içeri doğru yönelecekken aniden hızımı kesip daha makul adımlarla eve geçtim. Rezil olmalara doyamıyordum. Üzerime Naz'a ait siyah bir hırkayı geçirip ses çıkarmamaya özen göstererek dışarı çıktım. Tek derdim Naz'ın uyanmamasıydı. Hoş, ne de olsa Allah'ın cezası o ikizler tepemizde olduğu sürece Naz'dan gizli bir iş yapmamın imkanı yoktu. En azından son birkaç gündür hiç mi hiç yoktu. Arabanın yanına ulaşana kadar görmesem de gözlerinin bedenimde bıraktığı izlerden hissetmiştim bana baktığını. Bu beni bir nebze gerse bile sebepsizce mutlu hissediyordum kendimi. En son konuşmamızı anımsayınca dudaklarım kıvrıldı. Ön yolcu koltuğuna yerleşene kadar beni izledi. Bu onunla üçüncü yüz yüze gelişimdi. Yine çoğu zaman gördüğüm gibi saçları dağınıktı. Kısık bakan gözleriyle dikkatlice bana bakıyordu. Sokak lambasının turuncu ışığı yüzünün yarısını aşikar ederken diğer yarısı karanlığa gömülüydü. Onun gibi. "Eğer benden hoşlandıysan yanıma gelmek için sürekli ağabeyimi bahane etmene gerek yok," diye muzipçe patavatsızlığımı konuşturdum. En nihayetinde ben her zamanki bendim. Bu Kayra'nın ne gibi bir farklılığı vardı şimdi? Herkese olduğum gibi ona karşı da pervasız olabilirdim. Utanmıyordum da üstelik. Gerek yoktu bir kere. Gözlerinden geçen şaşkınlık kırıktılarını görmüştüm. Yine de bana cevap vermesi uzun sürmedi. "O halde bahane aramama gerek kalmayacak her akşam sokağına gelmem için." Misliyle mukâbele ediyordu benim utanmazlığıma. Üstelik geçen seferki "tesadüf etme" olayını apaçık yalanlamış oluyordu. Aslında apaçık takip ettiğini söylemişti. Utanmak hiç bana göre bir duygu değildi. Doğamda yoktu bir kere. Hoş, bu adamın yanında doğamda olmayan birçok duyguyu iliklerime kadar yaşıyordum. Patavatsızlığımın işe yarayacağı zamanlar ortadan kaybolma gibi bir özelliği mevcuttu. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Bu anın verdiği utanç duygusunu örtbas edebilecek o cümlelere ihtiyaç duyuyordum. Neyse ki Kayra beni bu korkunç durumdan kurtaran taraf olmayı tercih etmişti. "Sana sevinebileceğin bir haberle geldim," demesiyle bütün ilgimi ona yönelttim. Sanki onda değilmiş gibi... Bakışları az önce bulunduğum balkona döndü. Beni uzun bir süredir izlemiş olma ihtimalini düşününce parmak uçlarımın karıncalandığını hissettim. "Artık yanımızda solist olarak çalışabileceksin." Hislerimin yavaş yavaş vücudumdan çekilişini hissettim. Benim neşem damarımda kanımdı. Tek değer verdiğim o insana dair yakama yapışan o ufacık umut... Bir umut neşeyi sömürebilir miydi? Onu da ellerimden acımasızca koparacaktı, biliyordum. Kayra hâlâ balkona bakıyordu. "Yani..." Çatallı çıkan sesimle yüzümü buruşturdum. "Ona yardım etme teklifimi kabul mu etti?" "Giz," derken ses tonundaki soğukluk dikkatimi dağıtmıştı. Başını hafifçe koltuğa vurup bakışlarını tekrardan yüzüme çevirdi. Kaşları çatılmıştı. "Seni işe ben aldım." Dudaklarımda solan gülücük tekrardan canlandı. Aksini ümit etmem hataydı. Bakışlarım titreyen parmaklarıma düştü. "Peki buna nasıl ikna ettin onu?" Ona saniyelik bir bakış atıp tekrardan parmaklarıma çevirdim siyahlarımı. "Hiç kimse onu istemediği bir şeye zorlayamaz." Derin bir nefes aldığını işittim. "Haklısın," derken başını bir kez salladığını hissettim. "Mecbur bıraktım diyelim." Dudaklarımdan alaylı bir gülüş firar etti. Kayra söylediği şeyden anında pişman olmuştu, biliyordum. Nitekim haklıydı. Bu benim dünyamın en büyük ve belki de tek gerçeğiydi. Akel Mir KARAKURT yolunu bile isteye bana çıkarmazdı. Ziyanı yoktu. Nihayetinde o benim kahramanımdı. Bense katilin kızı. Beni teselli etmek için cümleler kurmadı, veyahutta özür cümleleri kurmadı. Bunun için Kayra'ya minnettardım. Beni gerçekten anlıyor olabilir miydi? "Diyelim ki seninle anlaşmayı kabul etti," diyerek tekrardan ona bakmamı sağladı. Bakışlarımda ne gördüyse koyu kahvelerini kaçırmayı tercih etmişti. "Ne yapmayı planlıyorsun? Basit bir iş olsaydı bunca yıldır çoktan yapardın. Öyle değil mi?" "Bunun adına bir anlaşma diyorsun... Bir çıkarımın olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sorarken sesimin kırgın çıkmasına mani olamadım. Bunun böyle olmadığının bilincindeydim ama bana dair zihnine sızacak olan en ufak kötü bir düşünceye bile tahammülüm yoktu. Peki neden? Bunun bir önemi yoktu. "Senin gibi bir kızın tek çıkarı sevdiklerinin mutluluğu olur, Giz." Kendimi öylesine açık etmiştim ki insanların içinde... Bunun ağabeyimin gözünde hiçbir kıymeti yoktu. Oysa ben ondan öğrenmiştim acılarımızın mahremimiz olduğunu. Ben onları gizlemek için gülüşlerimin arkasına saklanmayı tercih etmiştim. Üstelik acılarla bu şekilde baş etmek çok daha çekilir oluyordu ama bazen Mir'imin onları bana çok gördüğünü hissediyordum. Sonra bu düşüncemden utanıyordum. Benim ağabeyim kimseye zulmetmezdi. "Babam bana bir teklifle geldi." Dakikalar sonra tekrardan yüzüme baktı. Onu böyle duraksatan şey sesimdeki ciddiyet miydi, yoksa ona açık açık intikamımla ilgili bir şeylerden bahsedecek olmam mıydı, emin değildim. Devam et der gibi başını eğdi. "Ne teklifi bu?" "İşlerinin başına geçmemi istiyor," dedim sıkıntıyla. "Reddettim. Fakat düşündüm de delillere daha kolay ulaşım sağlayabilir bu durum." Sağ eliyle sakalını sertçe kaşıdı. Kafası karışmış gibiydi. Ya da aklına yatmayan bir şeyler vardı. "Akel seni böyle bir tehlikeye atmaz," dedi soğukça. Sesinde yakaladığım öfke kırıntılarıyla kaşlarım hayretle havalandı. "Unut bunu." Başımı usulca olumlu yönde salladım. "Akel hiçkimseyi tehlikeye atmaz," dedim hiçkimseye baskı yaparak. "Herhangi birisi kadar bile kıymetim yok onun için." Sessizlik tekrardan sızdı aramıza. Halen sinirli olduğunu hissediyordum fakat buna bir anlam vermiş değildim. Tanımadığı bir kadın için endişelenecek kadar iyi birisi miydi gerçekten? Mimiksiz bir şekilde ön camdan dışarıyı izliyordu. "Babamın... yani o adamın bana zarar vermeyeceğini bilir. Bu işe mani olmaz. Şu anki meselem teklifimi kabul edip etmemesi." Son kurduğum cümleyi telafi etmek için ardı arkasına dizdiğim bu kelimelerin inandırıcılığı hakkında şüphelerim vardı. Oysaki hiçbiri yalan sayılmazdı. O bir genç kadını bile bile ateşe atmak isteyecek bir adam değildi. "Ya etmezse diye tekrar soruyorum. Yine de kabul edecek misin babanın teklifini?" "Ben bu uğurda her şeyimi feda etmeye hazırım, Kayra," dedim kararlı bir şekilde. Şimdi bende tıpkı onun gibi camdan dışarı bakarken dudaklarım kutsal bir yemini dile getirir gibiydi. Bu da benim kutsalımdı. "Mir olsun ya da olmasın, adaletin yerini bulması için üstüme düşeni yapacağım." Çiçekleri ömründen hoyratça koparan ellerin celladı olmalıydı adalet. *** "Eğer dibimden ayrılmamak için peşimden geliyorsan, gelme Yağız. Kapıda dur." "Bunun olanaksız olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz, Giz Hanım." Sinirle gözlerimi yumdum. "Ve bu isteğimi yerine geçiremeyeceğin için çok üzgünsün, değil mi Yağız? " diye kinayeyle sordum. "Yalan söylemek tercihlerimin arasında değil, Giz Hanım." Bazen Naz'ı dövmek istiyordum. Benimle gelmemeyi Yağız'ı peşime takma karşılığında kabul etmişti. Bu adamın robottan farksız tavırları bazen benim gibi bir kızı bile çileden çıkarabiliyordu. Yine de onu çok seviyordum. "Hay senin tercihlerine de, Hanım'ına da..." diye homurdandım. Yağız'a olan sinirimi kapının dışarısında bırakıp mekandan içeri adımladım. Ezbere bildiğim bu yerde adımlarım her ne denli kendinden emin görünse de sol yanımı harlayan ateş bir türlü sönmüyordu. Acaba Mir'imi görebilecek miydim? Her insanın sınırları içerisinde kendisine hiçbir kötülüğün dokunamayacağına inandığı bir yörüngesi vardır. O yörünge kendisine ait olurdu. Benim yörüngem ağabeyimdi. Onun varlığını hissettiğim bir yerde nasıl kötülüğün tenime bulaşacağına düşünebilirdim ki? Ama ben yalnızca bir bedenden ibaret değildim. Bir kalbim, ve de her daim can çekişen bir ruhum vardı. Üstelik ağabeyim tam karşımda dururken dahi kırılmaktan, paramparça olmaktan geri kalmıyordular. Üstelik bunu yapan ağabeyimin ta kendisi olurdu. Öyle ya, senin yörünge bildiğin seni muhafaza etmekle yükümlü değildi ki... Çoğu insan canlı müzik yapan grubun etrafında durmuş oldukları yerden erkek soliste eşlik ediyorlardı. Mekanın içinde kısık gözlerimi dolaştırdım. Bazı insanların Yağız'a ürkek bir şekilde bakmasıyla çatık kaşlarımla kuşkucu bir şekilde etrafı izleyen dostuma kaydı. "Naz'ın kendisi gelmedi ama kendi gibi suratsızın tekini gönderdi," diye huysuzca homurdandım. "Azıcık normal dur, insanları korkutuyorsun." "Emredersiniz, Giz Hanım." "Etmem. Yine de normal dur sen." Hafif çatık olan kaşlarını tamamen serbest bırakmasıyla normal durduğunu mu sanıyordu bu? Hayal kırıklığıyla başımı iki yana salladım. O kadar düz bakıyordu, o kadar mimiksizdi ki görenlerin içinin ürperdiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Yağız'ı boşverip tekrardan etrafımı izlemeye karar verdim. Mir'in burada olacağını sanmıyordum. Genelde ya gelmezdi ya da odasında olurdu. Burada olduğu zamanlar da kalabalığın dağıldığı anlarda kendi köşesinde oturur müziğini dinlerdi. Burada olacağımı biliyor olmalıydı. Bu gece buraya gelmemeyi tercih etmiş olabilirdi. Gözüme kestirdiğim bir noktaya adım atmaya yeltenmişken siyahlarıma yakalanan görüntüyle tüylerimin ürperdiğini hissettim. Akel Mir'in arkadaşı olan kızın kolunu yüzünü göremediğim bir adamın sımsıkı tutup çekiştirdiğini gördüm. Bu barda böyle bir görüntüyle karşılaşmak beni her ne kadar hayrete düşürse de hissettiğim öfke çok büyüktü. Hızlı adımlarla arkası bana dönük adamın yanına yaklaştım. Yağız'ın beni takip ettiğini hissettim. "Sadece tanışacağız. Zorlama." Damarımda kanımın ters aktığını hissettim bir an. Hangi ara elime aldığımı bilmediğim tabureyi düşünmeden adamın kafasına geçirdim. "Al, tanıştık," diye hırsla bağırdım. Adamın acı dolu bağırtısı birçok insanın dikkatini üzerimize çekmişti. Yağız beni durdurmak yerine elleri cebinde dimdik omuzlarıyla olan biteni seyrediyordu. Tamam, belki de bundan böyle Naz yerine onunla gelmeyi düşünebilirdim. Bakışlarım kısa bir an güzel kadını buldu. Şaşkın bir şekilde bir bana bir de yerde acıyla kıvranan adama bakıyordu. "İyi misin?" diye sordum kendimi gülmeye zorlayarak. Gülmek benim için hiçte zor değildi ama söz konusu bu masum kız olunca kendimi fazlasıyla zorluyordum. Bu beni kötü biri yapar mıydı? "İyiyim de..." Bakışları birkaç saniyeliğine acıyla inleyen adama değip ardından bana yöneldi. "İyiyim." Yağız'ın aniden kıvranan adamın eline basmasıyla hayretle ona döndüm. Bomboş gözleri ayaklarıma yönelmiş elin sahibindeydi. Öfkesinin büyüklüğü beni bile ürkütmüştü. Genç kadının ne zaman yanımıza yaklaştığını bilmediğim güvenlikçilere konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. "Dışarı atın bu adamı. Bu durumdan ne Akel ağabeyin ne de Kayra'nın haberi olsun." Üzerime çöken ani durgunluk Yağız'ın dikkatini çekmiş olmalıydı. Sağ tarafımda olan bedenini korumacı bir tavırla bana yaklaştırmıştı. Fakat onun siniri hâlâ yatışmamış gibiydi. Sol dirseğimde hissettiğim sıkı tutuşla irkilip döndüm. Günlerce bir sonraki karşı karşıya geleceğimiz anı düşleyip durduğum o insan yanı başımdaydı. Benimkilerin birer kopyası olan gözlerinde siyah ateşler yanıyordu. Her şeye rağmen onu görünce hissettiğim mutluluk çocukluğumu hayal kırıklığına uğratıyordu. Çocukluğumdan özür diliyordum. "Açılay, Baybars'la git," diye adeta hırladı Mir'im. Açılay... Geçen akşam Kayra'nın Açılay diye bahsettiği kişi oydu demek. Kolumu birden çekiştirmesiyle bir an beni bardan atacağını düşünüp korksam da başka bir tarafa yöneldiğini hissedince benimle gelmeye yeltenen Yağız'ın elini uyarırcasına sıktım. Takip etmeyeceğinden emindim. "Bırakın beni! Kendim çıkarım. Bırak!" Güvenlikçilere bağıran adamı buldu bakışlarım. Hızlı bir şekilde içime gömdüğüm öfkemin aniden harlanmasıyla ağabeyimin kolumu çekiştirmesini umursamadan bağırmaya başladım. "Bana bak şerefsiz! Sakın bir daha karşıma çıkayım deme! Seni geldiğin ye-" "Kes hemen şu rezilliği!" Başka bir anda olsaydı benimle bu denli muhatap olduğu için sevinebilirdim. İstediğim her şeyi söyleyememenin hırsını bastırmıştı hatta bu sevinç. Hâlâ kabaca çekiştirmesine rağmen gülümser bir şekilde Açılay'a döndüm. Bocalamış bir şekilde olan bitene bir anlam vermeye çalışıyor gibiydi. Bense her şey yolundaymışçasına seslendim. "Seninle bir ara Naz'a gidelim. O sana nasıl adam pataklaman gerektiğini öğretir." Mir'in kolumu biraz daha sıkmasıyla kısıkça inledim. Sanırım bu susmam için bir uyarıydı. Sahi, neye bu kadar öfkelenmişti bu? Olayı yanlış anlamış olabilir miydi? Öyle adrenalin doluydum ki anı henüz idrak edemiyordum. Yalpalayınca merdivenlere ulaştığımızı anladım. Yine de hâlâ arkama dönüp Açılay'a ne yapması gerektiğini anlatma peşindeydim. Bakış açımızın dışında kalmadan önce yüzündeki ifadenin yerini güzel bir gülümsemenin kapladığını gördüm. "Tamam! Haberleşiriz, Giz!" diye bağırdığını duydum ardımdan. Beni ben yapan en keskin huylarımdan biri de şüphesiz ki buydu. Eğer her anımı böyle bir şamataya çevirme kabiliyetim olmasaydı, çelimsiz ruhum çoktan kendini teslim ederdi. Yıllardır yokluğuyla hem cezalandıran hem de terbiye eden bu adamın varlığı bana kafayı yedirtmesi gerekirken, ben yine de her şeyi alaya alabiliyordum. Yoksa nasıl yaşanılırdı ki? Çocukluğumun adım seslerini duydum. Girdiğimiz odanın kapısının ağzında durmuş kırgın gözlerle bir bana, bir de sırtı dönük bir şekilde duran Mir'ini izliyordu. Gülücüklerim bir ağabeyimi bir de onu rahatsız ediyordu zaten. "Buna gerek var mıydı gerçekten?" Diye sorarken sesim muzipti. Neyden bahsettiğimi anlamak için olsa gerek yönünü tekrardan bana çevirdi. "Çağırsaydın gelirdim zaten." Soğuk gözlerle gülümseyen yüzüme baktı bir müddet. Ardından kalbime bin defa bıçak soksa bu kadar acıtmayacak sözler döküldü dudaklarından. "Şımarıklığından hiçbir şey kaybetmemişsin." Yine de gülümsemeye devam ettim. "Aşağıdaki rezilliği açıkla." Üzerime zırh diye kuşandığım muzipliğin yavaş yavaş beni terk ettiğini hissettim. Sol yanımı yakan ateşin yanı sıra bastırdığım öfke ufak ufak kendini belli etmeye başlamıştı. "Anlamadım," derken ses tonum beklediğimden de sertti. Omuzlarını dikleştirip ellerini giydiği kumaş pantolonun ceplerine soktu. "Neyi açıklayacakmışım ben?" "Benim mekanımda iki kez böyle bir olay oluyor ve ikisinde de sen vardın." Başını omzuna doğru hafifçe yatırdı. "Bu bir tesadüf mü?" "Bana bak," diye hırsla dibine kadar girdim. Koyu gözleri öfkeden deliye dönmüş halimi izliyordu. İşaret parmağımı sinirle göğsüne vurdum. Naz bu halimi görseydi benle gurur duyardı. "Yaşadığımız her şey bir yana, sen bana asılsız iftiralar atamazsın." Arkamda kalan kapının aralandığını hissetsem de ikimiz de dönüp bakmadık. Konuşmaya tekrar devam ettiğimde sesim daha yumuşak çıkmış olsa da hâlâ soğukluğunu koruyordu. "Beni reddediyor olabilirsin. Beni..." Sertçe yutkundum. "... sevmiyor da olabilirsin. Ama yapmadığım bir şeyle beni suçlayamazsın." Gelen her kimdiyse tekrardan çıktığını duydum. Sinirim geldiği yere tekrar çekilirken hâlâ tehdit edercesine göğsüne bastırdığım parmağımı yavaşça indirdim. Gözlerimi kaçırıp bir adım geriledim. Aniden sarılmaktan o kadar çok korkuyordum ki... "Seni işe ben değil, Kayra aldı." Kısa bir sessizlikten sonra kurduğu ilk cümle oldu bu. Kaşlarını çatmış gergin bir şekilde sakalını kaşıyordu. Aklından geçenleri tahmin etmek zor değildi. Arkadaşıyla tanışmış olamamdan rahatsızlık duyuyor olmalıydı. "Biliyorum. Söyledi." Bir an duraksayıp anlam veremediğim bir şekilde baktı bana. Söylemek istediği şeyden vazgeçmiş olacaktı ki bir müddet daha sessiz kaldı. "Haftanın sadece belirli günleri geleceksin. Detayları sana Kayra mesaj olarak atar. Bu gece bir şey yapmayacaksın. Geri dön evine. Çıkmadan önce de Kayra'ya numaranı teslim edersin." Gerçek bir iş görüşmesi gibi olması, kardeş olduğumuz halde böylesine yabancı olmamız çok ağrıma gidiyordu ama bu da katedilmiş bir yol sayılmaz mıydı? Derin bir nefes aldım. "Gerek yok. Onda zaten numaram var." Yanıtımla çatık olan kaşları daha da çatıldı. Bu kadar kızacağı ne demiş olabilirdim? "Kızdın mı?" diye sordum, içten içe umut ederek. Kaşları tekrardan düzelse de çene kaslarının gerildiğini gördüm. "Kızacağım kadar değerli değilsin." Kurduğu cümleyle kirpik diplerim acıyla sızladı. "Ne yaptığın beni hiç ilgilendirmez." Beynimin içindeki kara mürekkeple yazılmış eski defterin sayfaları aralandı. Her sayfanın başında bir tarih vardı. Defterin ilk sayfaları gözümün önüne geldiğinde dudaklarım acı bir tebessüme şekilde verdi. "Bilirim," diye mırıldandım. Küçüktü. Kırgındı. Çünkü yalnızdı. O gitmişti. Bunu yine gök gürültüsünden korktuğu için elindeki ışıklı fanusla yanına gitmek istediği bir gece öğrenmişti. Odanın soğukluğuna onun yokluğu da eklenmişti şimdi. Onu göremeyince bunun birkaç gün süren gidişlerden olmadığını anlaması uzun sürmedi. Çünkü bu sefer onu koruyan sıcaklığını da alıp götürmüştü. Gök gürültüsünün ve küçük kızın feryadı birbirine karışmıştı ama duyan olmamıştı. Küçük kalbine öyle bir yük binmişti ki vücudu onu taşıyamayıp yere yığıldı. "Ağabey," diye çığlık attı. Dudakları da tüm vücudu gibi titriyordu. Hangi kelimeler ağabeyini geri getirirdi? Onları söyleyecek bile gücü kalmamıştı ama yine de gelecekse söylerdi. Ne yapar eder sesini duyururdu. Hangi efsunlu sözcükler onu gittiği yerden koparıp yanına getirirdi? O kelimeler yoktu. Ve bunu bilmek Giz'in çocuk ruhuna ölümcül bir yara açmıştı. Yine de ümit etmekten vazgeçmedi. Bir çocuğun ümide ihtiyaç duyması en büyük zulüm değil miydi? Kendince 'ne yaparsam onu kızdırırım ve gelip beni azarlar' diye düşünüp durdu. Ağabeyi hiç belli etmese de Giz bir yerlerini yaraladığında ona kızardı ama bir yandan da üzüntü duyardı. Bu yüzden bu fikirden hemen vazgeçti. Onun yerine 'Neden saçlarını kurutmuyorsun,Giz?' diye kızmak için belki geri döner umuduyla banyodan sonra saçlarını kurutmadı. Ertesi gün kalkıp da saçlarındaki nemin kendiliğinden yok olduğunu görünce panikleyerek minik elleriyle tekrardan ıslattı onları. Bu durum günlerce sürdü. Her gün ümidi yavaş yavaş tükendi. Böylesine büyük bir cendereye küçücük yüreği dayanamıyordu. Bunu ne annesi ne de babası gördü. O da küçüklüğünü bir kutuya hapsetmeye karar verdi. "Kızmak için bile gelmediğin için küsmüştüm sana," dedim sessizce. Anlamadığı için kaşları çatıldı. Dudaklarım kıvrıldı. "Boş ver. Önemli bir şey demedim," derken çocukluğum hayal kırıklığıyla bana bakıyordu. Onun tutunduğu koca koca umutları 'hiç' etmiştim. Kendimi hızla toparladım. Daha fazla kalacak olursam durumum iyi bir yere evrilmeyecekti. Kendimi toparlamam zaman aluyordu ve Naz'ın benim için endişe duymasını istemiyordum. Üstelik beni buraya bir daha salmayabilirdi. "Öyleyse ben gideyim. Yağız bekliyordu zaten." Arkamı dönmeye yeltenmişken konuşmasıyla bütün dikkatimi tekrardan ona verdim. Bugün tahmin ettiğimden fazla muhatap oluyordu benimle. "Arkadaşının başına koyduğu adam gerçekten işinin ehliymiş," derken sesi alaycıydı. "Adamın biri koruduğu kadının kolunu tutup götürüyor ve o hiçbir şey yapmıyor." Bahsi geçen kişi en iyi dostlarımdandı ve söylediği sözlerin hiçbirini hakketmiyordu. Kendimi değilse de kıymet verdiğim insanları her koşulda savunurdum, asla geri durmazdım. Onlara yapılan haksızlık bana yapılandan daha çok yakardı canımı. "Ona kalmasını ben işaret ettim. Eğer senin bana zarar vereceğine dair en ufak bir şüphesi olsaydı benim sözümün hiçbir hükmü kalmazdı. Naz'ın da öyle. Yağız bizim adamımız değil, dostumuz." Hiçbir söz söylemeden bana bakmakla yetindi. Ben onu da bu şekilde savunuyordum kendime karşı, haberi yoktu tabii. Ziyanı da yoktu. "Yeri gelir, ağabeyimiz de olur." Bir şey söylemeyeceğini anladığımda arkamı dönüp kapıya doğru adımlamaya başladım. Her şeye rağmen gülmek geliyordu içimden. Ben de öyle yapıyordum. Hangi sebepten olursa olsun benimle konuşmuştu. 'Beni ilgilendirmez' deyip kesip atsa da benimle alakalı olan şeyleri sorgulamaktan geri durmamıştı. Aptal değildim, bana gerçekten de kızmıştı. Hiçbir şeyi hesap etmeden o adama saldırırken bana zarar gelebileceği için kızmıştı. Onun iki dudağının arasından çıkan zehirli sözcükler benim bildiğimi yahutta gördüğümü değiştiremezdi. Yalnızca beni paramparça ederdi, o kadar. "Açılay'dan uzak dur." Hevesle attığım adımları kesen, gülüşlerimi solduran onun dudaklarından dökülen bu kelimelerdi. Açılay... Benim yerimde olan o kızdı, Açılay. Gözlerimi hızla kırpıştırdım. Bakışlarım titremeye başlayan ellerimi buldu. Aylarca çok çabalamıştım o kıza kin beslemek, ondan nefret etmek için. Ama yapamamıştım. Yapabilseydim belki de her şey daha kolay olurdu benim için. Nefretimi kusarak, acımı birilerinden çıkararak kendimi daha iyi hissederdim. Yapamıyordum. Yavaşça arkamı dönüp bana ifadesizce bakan ağabeyime diktim titreyen gözbebeklerimi. Az önce soldurduğu gülüşümün yerine hemen bir yenisini yerleştirdim. Başımı omzuma doğru yatırdım. "Niye ki?" diye sordum neşesi sönmüş sesimle. "Bir sebebi yok. Sadece çevremdekilerle konuşmanı istemiyorum." Aldığım nefesin dikenleri yoksa, ciğerlerime batan şeyin adı acı olmalıydı. Bunu nasıl başarıyordu?
|
0% |