@kalopsia
|
Bölüm şarkımız: War Of Hearts
6.Bölüm
“İpin Ucunda İki Cambaz”
“…Söner yangın birazdan
-Behçet Necatigil
Bin bir parçaydım, bin bir parça. Toplamak için eğilsem kana bulanıyordu ellerim. Toplayıp da onaramayacağım kadar kırıktım. Neye yarardı koca semayı dahi kapatsam üstüne, hiç. İlk gittiğinde, onsuz bir güne uyanmamak için uyumamıştım kaç gece. Tekrar döner diye düşüne düşüne hayallere dalardım. Hayallere daldıkça kendime kızdım, kendime bağırdım. Onu düşünürken dahi yoruldum, sevseydim dayanamazdım. Ben de zamanı örttüm üstüne, ancak kapandı bıraktığı boşluk, ancak yaslanabiliyordum sırtımı örgü duvarlara. Şimdi yıllar sonra karşımda, bir barda, nereden bilebilirdim üzerini örterken kullandığım zamanın bittiğini? Karşımdaki adam yavaşça oturduğu yerden kalktı, şimdi oturmuyor, son derece beklemediği aşikâr şekilde bakıyordu bana. Önümde duran çantamı ve telefonumu alıp o bana gelmeden ben oradan uzaklaştım. Çıkış kapısına doğru ilerlerken Gece’ye sesli mesaj atıp onu dışarıda beklediğimi söyledim. En hızlı şekilde çıktım ortamdan, az önce kalbimi ısıtan hava boğazıma kaçmıştı sanki, boğuyordu beni. Dışarı çıkmamla gözlerimde hapsolmuş yaşların özgürleşmesi bir oldu. Gökyüzü de ağlıyordu benimle, en sertinden ıslatıyordu bedenimi. Kendimi toparlamak için elimi gözlerime götürdüm, yaşlarımı sildim. Gözlerimde oluşan ıslaklığın sebebi olarak yağmura saklandım. Peki acıyan kalbimi nereye saklayacaktım? Göğsüme sığmıyordu sanki yüreğim, kemiklerimi kırıp da alıp başını gidecek gibi acıyordu. “Yansı.” dedi arkamdan bir erkek sesi. Gözlerimi kapattım, hayal olması için dua ettim. “Yansı.” Gözyaşlarımı sildim. Son bir nefes aldım, yılların olgunlaştırdığı yüze döndüm. “Oğuz.” dedim kırgın bir gülümseme ile. Bana gülümsemem kadar kırık olan bir bakış ile bakıyordu. Gözleri olmasa tanıyamazdım belki, çok değişmişti. “Ben seni gözlerin aynı olmasa tanıyamazdım.” dedim. “Ben o kadar mı aynı kalmışım, hemen tanıdın beni.” diyerek gülümsemeye çalıştım. Oysa ağlıyordu içimdeki çocuk, gerçi sustuğu bir gün olmuş muydu geçen onca yılda? İki köprünün ucuyduk biz. Zaman, aramızda inşa ettiğimiz köprüyü savurup atmış, iki farklı uçurum olmuştuk. Ben ise uçurumun ucunda duruken, karşı tarafa seslenmeye çalışıyor, aramızda binlerce uzunlukta bir boşluk oluşmamışçasına sesimi duyurmaya çalışıyordum. Duyar mıydı, bilmiyordum. Şayet kendi olduğum yerden onu göremiyordum, sadece gölgesi vardı karşımda. Yüzünde benim aksime saklamaya çalışmadığı bir kırgınlık, üzüntü vardı. Hafızama kazınmış sırıtan ifadesi yerine üzgün birisi vardı karşımda. “Hayır, hayır değişmişsin.” Yağmur saçlarımızı ıslatmış, yüzümüze damlar hale getirmişti. Dışarıda fırtına vardı belki, fakat asıl tufan yıllar önce ayrılmış iki bedende kopuyordu. İçime yer etmiş öfke vardı aslında. O gün sadece küçücük bir veda ile bırakılmıştım. Sadece gidiyorum demiş, arkasından gidişini izletmişti bana. “Neden hiç aramadın?” Bana zincir misali takılmış sorulardan birini kopardım, kim bilir kaç yüz tane zincire bağlanmıştım, hiç saymadım. İlk önce cevap vermedi, durdu. Ağzından tek bir kelam çıkmaz iken gözleri gözlerime akıyor, bir şarkı mırıldanıyordu sanki. Yıllar önce kaybettiğim yeşiller gelip bulmuştu beni, hem de beraber gideriz dediğimiz çok başka bir ülkede. İstemedim, açmazsın sandım, numaranı bulamadım gibi şeyler söylemesini beklerken o çok farklı bir düşünceye sahipmiş. “Korktum.” Duyduğum cevap şaşırmama sebep olmuştu. “Korktun mu?” diye sordum. Ne demeliydim, bilemedim. Gerçekten, ne denirdi? “Ben seni aylarca aramaya çalıştım, numaran değiştiği için hiçbir şekilde ulaşamadım ve sen benim numaram sende varken korktuğun için mi aramadın?” diye sormaktan asla geri durmadım. Arkamda yaslanacak tek bir tuğlam olmasa dahi dik durmayı öğrenmiştim geçen on üç sene boyunca. “Neyden korktun tam olarak, ne korkuttu seni?” diye sordum, fakat sesim fısıltı kadar alçak çıkmıştı. “Yansı.” diye seslenen Gece’yi duydum. Sesi az önce bıraktığım kadar sakin değil, biraz panik ve merak içeriyordu. “İyi misin?” diyerek geldi yanıma, karşımda duran adamın Türk olduğunu anlamayarak İngilizce selam verdi. “Hello, is there anyhting we can help you with?” Başını hayır manasında, yumuşak bir ifadeyle salladı Oğuz, sonra bakışları tekrar beni buldu. “Gece, hazırsan otele dönelim.” Gece olayı kavrayamamanın şaşkınlığı ile tamam diyerek arabasına doğru ilerledi, ben ise konuşmak için ağzını aralamış olan Oğuz’un cevabını duyamayacak kadar narinleşmiştim. Herhangi bir cevaba çok saçma bir tepki verebilir, içinde bulunduğum durumu daha da çorba edebilirdim. Araba çalışmış, arkamda bırakmıştım Oğuz’u. “Yansı’m, iyi misin?” sorusu gelene kadar nasıl olduğumun farkında bile değildim, oysa nasıl mıydım? Arabanın karanlık camlarını bariyer bilen yaşlarım dışarıdaki yağmur kadar hızlı akıyor, hıçkırıklarıma karışıyordu. Gece, yol boyunca bana hiçbir şey sormadı, ben de hızlıca geçip arkamızda bıraktığımız ağaçları izledim, ama ağaçların yeşili ilk defa bu kadar batıyordu gözüme. Aslında her yer yeşilmiş, şimdi görüyordum.
»»——————————-««
“Ne yaşandı az önce?” diye sordu ağzı az önce cam kapının önünde yaşananlar sayesinde beş karış açılan Atlas. “Arkadaş buluşması.” diye imalı bir söylemde bulundu Hakan elindeki havluyla bardakları silerken. “Vay anasını, arkadaş bu muymuş? Bana hiç bahsetmedi.” “Belli, unutmak için savaş vermiş kendi içinde.” “Sevgililer miymiş?” diye sordu Atlas. Derin bir nefes verdi Hakan, karışık o işler dercesine kaşlarını havalandırmış, başını sallıyordu. O sırada sırılsıklam olmuş bir Oğuz girmişti içeri. Hiç kimse bir şey söylemedi, Hakan sadece yeniden hazırladığı içeceği Oğuz’un önüne doğru sürükledi. “Ne dedi de mal gibi kaldın, dökül.” dedi Atlas Oğuza doğru. “Bana, onu neden aramadığımı sordu.” “Mantıklı bir soru ile başlamış arkadaşın, cevapladın İnşallah kızın sorusunu tabi.” “Yanındaki kız geldi, gelmeseydi de çok mantıklı bir cevabım olmazdı zaten. Korktum dedim.” “Ne dedin ne dedin?” Hakan konuşmuyor, işini yaparken bir yandan konuşan iki adamı dinliyordu. “Korktum dedim, Atlas.” “Allah aşkına, o ne dedi?” Derin bir nefes aldı Oğuz, belliydi, bu gece yıllar önceki defterleri aralaması gerekecekti. “Neyden korktun tam olarak, ne korkuttu seni? ... dedi.” Ağzı ıslık çalarmışçasına aralandı Atlas’ın. Şayet Dilbeste denen bu arkadaş, tahmininden daha harbi çıkmıştı. “Sorusu havada kaldı sanıyorum, şayet şu durumda cevap verebildiğini pek düşünmüyorum.” derken işaret parmağıyla dağılmış olan yüzünü işaret ediyordu Oğuz’un. “Atlas bi dur gözünü seveyim.” Sabır dilercesine başını kaldırdı Oğuz. Üç adam da ağzını açmadı bir süre, sadece barın içini dolduran jazz vardı. “Sen...” diye başladı Atlas, tekrardan. Oğuz ise başı havaya doğru kalkmışken yandan agresif bir bakış atmak ile yetindi. “Ya oğlum Hakan’a anlatmışsın, iki dakika cevaplayıver yani soruyu. Sen aşık mıydın bu kıza zamanında?” diye patlattı soruyu. Oğuz ne cevap vereceğini bilememiş, dik bir pozisyona geçmişti. “Çocuktuk.” Aldığı cevabın salaklığı ile karşılaşan Atlas birkaç saniye karşısında gerçekten mala bağladığını düşündüğü adama baktı. “O nasıl cevap lan? Aşık mıydın diye sorduk çocuktuk dedi adam.” diye yakarırcasına baktı Hakan’a. Hakan ise gizliden sırıtmakla meşguldü. “Hakan’ım sen cevaplar mısın rica etsem sorumu, bir tanem?” diyerek tüm ümidini barın öteki tarafında çalışan adama bağladı Atlas. Hakan ise beni bu işlere bulaştırma dercesine ellerini kaldırdı. Oğuz ise artık etrafında olan biteni anlamayacak kadar yorgun ve karmaşık hissediyordu. Bardan erken ayrıldı. Evine gider gitmez yatağına uzandı, lakin gözüne gram uyku girmedi. Yıllar sonra birleştirmişti hayat onları tekrardan. Mesleği gereği kaçtıkça kaçmış, kendini o numarayı tuşlamamak için zor tutmuşu. Kaçmaya devam etmekle yüzleşmek arasında bir ipteydi Oğuz. Ya Yansı’yı o barda bırakıp hayatına devam edecek, ya da vatanım dediği kahveliklere tıpış tıpış geri dönecekti. Ne Yansı’nın ne de Oğuz’un gözüne uyku girmedi o gece. Tozlanan bütün raflar yeniden dizilmek üzere kırılmış, unutulmaya yüz tutan bütün yaralar tekrar kanamıştı. Tıpkı ayrıldıkları gün düşündükleri gibi, kaderlerinde tekrar birleşmek vardı.
»»——————————-««
Tüm gece gözüme uyku girmemişti, Gece ise uyuyor gibiydi fakat benim uyumam için beklediğine dair yemin bile edebilirdim. Sadece bir saat uyur gibi olmuştum, o sırada da üzerime battaniye örtülmüştü. Anlatmam için zorlamamış, sadece iyi olmamı ummuştu. Bugün ise parti vardı. Dolabın üzerine özenle asmıştım elbiselerimizi. Dün yıkılsam, bugün toparlanacaktım. Gece, sırt dekoltesi cesur, boynunu saran ve yere kuyruk şeklinde uzanan aksesuarı ile siyah bir elbise seçmiş, siyah dantel detaylı uzun eldivenler takmıştı. Bir renk, bir insan ile ancak bu kadar birleşebilirdi. Her zaman giydiği renkti, fakat her giyişinde taşıdığı asalet ile ayrı güzel görünürdü. Üzerine giydiği elbise gecenin kendisi ise, teni parlayan yıldızlardı. Benim elbisem mavi renk, belimi saran, cesur yırtmaçlı bir modeldi. Keşke giydiğim yırtmaç kadar cesur olabilseydim diye geçirdim içimden. “Gece!” Gece olduğunu onaylar bir şekilde mırıldandı. “Göz altlarım Ağrı Dağı gibi olmuş, kapatıcının tüpünü boşaltsam adam olmaz bunlar.” Gece kafasını telefonundan kaldırıp göz altlarıma bakmak için yakınlaştı ve hiçbir şey söylemeden minik buzluğu açtı, iki adet buz küpünü elime verdi. “Bunlarla dikkatlice masaj yap gözlerine.” Birkaç dakika uyguladığım soğuk masaj sayesinde gözlerimin şişi hafiflemiş, makyaj yapmama olanak sağlamıştı. Şimdi aynanın karşısında Gece ile makyaj yapıyor, dün olanlar yokmuş gibi davranmaya çalışıyorduk. “Gece.” Mırıltı şeklinde çıktı adı ağzımdan, ama sadece ismini telaffuz şeklimle bile bahsedeceğim şeyi anlamıştı ay parçam. Efendim dercesine yaslandı makyaj masasına, ellerini bağladı ve beni dikkatle dinlemeye başladı. Ben ise yatağın ucuna oturmuş, ondan destek alıyordum. “Dünkü çocuk, Oğuz adı. Bahsetmedim sana hiç, değil mi?” Hayır dercesine salladı başını. “Yıllar sonra ilk defa gördüm bende. Düne kadar nerede, nasıl, ne yapıyor, gram bir fikrim yoktu. Birden karşımda görünce, afalladım.” Sesimin tonu gittikçe düşüyor, fısıltıya dönüşüyordu. “Sevgili falan mıydınız?” diye sordu Gece. “Yok, yok değildik. Arkadaştık.” Şaşırmış bir şekilde bana baktı Gece. “Neden şaşırdın?” “Ne bileyim, sen birden fenalaşınca... bir de yani, nasıl denir, birbirinize çok farklı bakıyordunuz. Sanki yarım bırakılan bir hikâye varmış gibi ortada, bedenleriniz ayrılmış ama ruhunuz birmiş gibi.” Son dediği ile bakışlarımı yerden ona çevirdim. Yutkundum. Başka yapacak bir şey bulamadım, sadece durdum. “Ne zaman gördün en son onu?” “2012 ye girdiğimiz gece. Sondu.” “Ne düşünüyorsun peki bunun hakkında? Yani, bir şey yapacak mısın?” Biraz durdum, ardından cevabımı verdim. “Hayır. Hiçbir şey yapmayacağım.” “Bunca sene benimle iletişime geçmeyi tercih etmedi ise zorlamanın bir anlamı yok. Ne de olsa çocuktuk, şimdi ise birer yetişkin.” Oturduğum yerden kalktım, dün geceden beri bedenime çökmüş olan hararet yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlamış, daha güçlü bir beni ortaya çıkarmıştı. Makyaj masasına doğru ilerledim, rujumu aldım. Ruj sürmek güç veriyordu bana. Sanki sürerken üzerini kırmızılara, pembelere boyadığım dudaklarım yerine yaralarımı kapatıyordum. Yüzümde en özgüvenli bakışım ile döndüm Gece’ye. Nasılım dercesine açtım kollarımı, o ise en iddialısından bakıyordu bana. “Hiç fena değil, hem de hiç.” diyerek göz kırptı bana, ben ise her zamanki gibi şımarmış, koluna girmiştim Gece’nin. Odadan topuklu ayakkabılarımızın güç veren sesiyle ayrılmış, asıl gösterinin gerçekleşeceği balo salonuna gitmek için arabaya binmiştik.
»»——————————-««
“S**eceğim böyle işi.” Loş ışıklarla aydınlatılmış bir otel odasında balo için ayarlanmış takımı giyiyordu Oğuz. Dün geceden beri aklı karışmış, operasyon üstünde dikkatini toparlayamamıştı ve birazdan saha görevi için gideceği baloda Yansı’nın da olacağına dair bahse bile girebilirdi. Elmas denen adamın ne karıştırdığına dair güçlü ipuçları bulmuşlardı lakin yetmezdi. Ellerinde binlerce masum insanın kanı varken yerinde duramıyordu ne Oğuz ne de Hakan. O şerefsiz ise diplerinde bir yerde, ellerinden kanlar damlayarak gülüyordu. Smokinin papyonunu hunharca düzeltirken aynı şekilde şık giyinmiş Hakan çıkageldi tuvaletten. Ellerini siyah takımının ceplerine yerleştirmiş, aynadan bakıyordu arkadaşına. “Dikkat et, papyon lazım bize.” diyerek yanaştı. “Kız da burada olacak mı?” diye sordu Hakan. “Bilmiyorum, olur herhalde.” “Kızın doktor olduğunu biliyor muydun?” Hayır, bilmiyordu. Aksine, bir hayale esir düştüğünü zannederdi Oğuz Yansı’nın. Acaba ailesi o gittikten sonra baskılamaya devam mı etmişti? Almanya’dan güzel sanatlar sınavlarının sonuçlarını özellikle takip etmiş, ismini kazananlar kısmında görünce mutluluğu arşa çıkmıştı. Lakin şimdi karşısında gördüğü kadın doktor olmuş, üstüne üstlük namı değer denebilecek bir kongreye katılmıştı. “Bilmiyordum. Bilseydim ne değişirdi zaten.” dercesine hazır olduğunu belirten bir şekilde hareketlendi. “Bildiğim şey, aşağıda bir yerde o puştun bir şeyler karıştırdığı.” “Önden buyurun o zaman.” dedi Hakan kapıyı işaret ederek. İki adam koridorda birer gölge misali ilerliyordu balo salonuna doğru. Balo salonunun ihtişamlı, özenle hazırlanmış olan girişine geldiklerinde birbirinden şık kıyafetlerle bezenmiş insanlar karşıladı onları. Hakan, başka bir girişten tüm balo boyunca görev alacağı özel standa doğru ilerlemiş, Oğuz ise aynı diğer herkes gibi siyah maskesini takmıştı yeşillerinin üstüne. Simsiyah maske gibi karanlığı sadece kendi üzerine değil, Elmas denen itin üzerine de saracaktı. Görevini layığı ile tamamlamak isteyen iki adamın yanı sıra en zarifinden arabalarından iniyordu iki genç kadın. Biri gecenin seması, diğeri ise sabahın masmavi gökyüzünü üstüne geçirmiş, özenle süslenmiş kapıya doğru yürüyorlardı. Elbiseleri ile uyumlu olarak tasarlanmış tüylü maskeler şimdi yüzlerini örtüyordu. Çok geçmeden girişler tamamlanmış, ışıkların dans ettiği bir salon atmosferi oluşmuştu. İnsanlar eline aldıkları renkli kokteylleri yudumluyor, dışarıda başka bir dünya yokmuşçasına kahkaha atıyordu. Salonun diğer ucuna doğru iltifatları kabul ederek yürüyordu Yansı. Gece ise masada kalmayı tercih etmiş, masanın etrafında toplanmış olan diğer doktorlar ile konuşmayı devam ettiriyordu. Sakince ilerlerken çok alçak bir bağırış çıktı Yansı’nın ağzından, yürüyüşü kuyruğuna basılması sebebiyle durdurulmuş, tökezlemesine sebep olmuştu. “Oh my god, I am so sorry miss, how may I- “ Sorun değil diyerek kuyruğuna basan adamı sakinleştirmeye çalışıyordu. Yüzünü döndüğü zaman ise geçen gün konuştuğu adam olduğunu fark etti. “Ah merhaba Bay Walter.” “Lütfen kusuruma bakmayın Bayan Akar. Nasıl affettirebilirim kendimi acaba?” “Hiç önemli değil, gerçekten.” diyerek gülümsedi Yansı. Kadının aksine adam maske takmıyordu. “Bir içki ısmarlasam, affettirebilir miyim kendimi bu hoş bayana?” derken elini öptü maviliklere boyanmış kadının. “Ah çok naziksiniz fakat- “ “Fakat kendisi içki kullanmaz.” diyerek tamamladı Oğuz. Yansı, yüzünde simsiyah maske ile yanlarına aniden gelmiş olan adamı gözlerinden tanımış, fakat şaşkınlığını saklamaya çalışmıştı. Yansı ile konuşan adam duraksamış, maske takan ve kendisinden en az on santim uzun olan adamı tanıyamamıştı. “Pardon, çıkaramadım? Genç akademisyenlerden miydiniz?” “Sayılır.” Anladım dercesine dudaklarını birbirine bastırdı adam, şayet karşısındaki adam gereksiz bir ciddiyete sahipti, hatta buna öfke demek bile uygun olurdu. “Tanışıyor musunuz?” diye sordu adam içeceğinden bir yudum alırken. Yansı’ya doğru dönmüş, cevabı ondan bekliyordu. Yansı ise yanında cüssesi ile dikkat çeken adamın derin ormanları sakladığı gözlerine ciddiyetle bakmış, aynı anda cevap vermişlerdi. “Hayır.” Adam genç kadına selam verip oradan ayrıldı, arkasında iki adet yabancı bırakmıştı. “Ne işin var burada Oğuz? Doktor mu oldun?” “Hayır.” Gözlerinde anlam veremediğine dair bir boşlukla baktı karşısındaki adama. “Niye tanımıyorum dedin adama.” “Sen niye dedin?” diye yüzünde sorgulayıcı fakat kinaye barındıran bir ifade ile baktı yanındaki kadına. “Ne istiyormuş senden?” “Hiçbir şey. Sadece konuşuyorduk. Sanane ayrıca, sen bir adam akıllı cevap versene asıl. Ne yapıyorsun burada?” “İş- “ “Sevgili konuklarımız, ses 1,2” diye yükselen mikrofon sesi böldü konuşmalarını. Oğuz konuşanın kim olduğunu görmek için döndüğü sırada yüzüne tokat yemiş gibi olması bir oldu. “Sikt*r lan oradan.” diye mırıldandı kendince. “Ne oldu?” diye sordu Yansı, anlam veremiyordu Oğuz’un bu tepkisine. Oğuz, barda işini bırakmış, sahneye onun kadar şaşırmış bir şekilde bakan Hakan’a çevirmişti bakışlarını. Sahnede, Elmas’ın bir yıl önce kaçırdığını bildikleri ordinaryüs doktor duruyordu. Öldü bildikleri ordinaryüs.
...
Oğuz’un birden konuşmamızı bölmesine mi şaşırsam, burada olmasına mı yoksa yıllar geçtikçe daha farklı olmasına mı bilmiyorum. Yıllar sadece olgunlaştırmakla kalmamış, dikkatimi her dakika çekmeyi başaran bir cazibe de katmıştı. Bugün yaptığım konuşmalar bölünmeyi sürdürmüş, şimdi ise sahnede duran yaşlı bir adam konuşmamızı yarıda kesmişti. “Sevgili konuklar, hepiniz hoş geldiniz. Bu özel gecede bizimle olduğunuz için nasıl bir kıvanç duyduğumu sizlere anlatamam.” Adamın konuşması ikide bir öksürükleri sebebiyle kesiliyordu. Oğuz kollarını bana sarmış, odanın köşesine doğru iteklemeye başlamıştı beni. “Lan, LAN! Ne yapıyorsun manyak!” “Allah için bi dur Fındık, iki dakika kıpırdama bir yere ben dönene kadar.” diyerek hızlıca yanımdan uzaklaştı. Fındık mı demişti o bana? Fındık? Bir an öyle bir lakabım olduğunu dahi unutmuştum. Hatta hatırlayabildiğime bile şaşırdım. Bunun üzerine sonra düşüneceğiz Yansı. “Değerli konuklar, izninizle cesur bağışları ve bu harika balo için kendilerine teşekkür etmek istediğim birisi var. Kendisi 20 milyon pound bağış yapacak kadar yüce gönüllü-“ Öksürüğü artık konuşamayacağı kadar hırıltılı ve derindi. Elinde tuttuğu peçetesini tekrar tekrar götürdü ağzına. Peçetede kan damlaları olduğuna emindim. “Kusura bakmayın. Kendisi anonim kalmak istediğini belirtse de kendisine buradan özellikle teşekkür etmek isterim. Bu değerli balo, onun özel isteği üzerine hazırlanmıştır.” Adam konuşurken yakına gitmemek, yüzüne daha yakından bakmamak için tuttum kendini. Şayet Oğuz uyuzdu fakat boşa da konuşmazdı, vardır bir bildiği diyerekten durdum yerimde. Lakin arka taraflarda bir hareketlenme vardı. “Şimdi ise değerli katkıları neticesinde bir plaket vermek istediğimiz parlak bir cerrahımız var.” Adamın sesi tüm odayı sarıyordu fakat benim dikkatim çoktan siyah takım elbiseli adamların konuştuğu mavi takımlı adama kaymıştı. “Değerli profesörümüz Bay- “ Silah sesi. Tek bir kurşun patlamıştı odada. Kimdi? Kim vurulmuş ve neden vurulmuştu? Bu lanet baloda ne oluyordu Allah aşkına? Elim ayağım boşalmış, bedenimi panik sarmıştı. “Gece! Oğuz!” Saklandığım masadan kimin vurulduğuna bakmak için kafamı kaldırmaya çalıştım fakat sırtımdan ve kafamdan geniş iki el sarmalamıştı beni. “Eğ şu kafanı!” “Oğuz!” Ne oluyor Allah aşkına. “Konuşma yapan adamı vurdular.” “Ne!” Etrafta panik sesleri çoğalıyor, güvenlik odayı kontrol ediyordu. Silah sahibi şahıs kendini yok etmiş, odada birçok katılımcı ve yaralı olarak bırakılmıştık. Doktorların çoğu vurulan adamın yanındaydı şimdi, oluşan grubu görebiliyordum. Yarım saate yakın bir süre sonra tahliyeye başlanmıştı. O yarım saat boyunca Oğuz yanımdan ayrılmamış lakin telefondan biriyle konuşmayı sürdürmüştü. “Gece!” “Yansı!” Gece bana doğru hızlı adımlarla geliyordu. Kollarımı, beni esir almış panikle boynuna doladım, sarılmayı sevmediğini bilmeme rağmen geri çekilmedim. “İyi misin?” diye sordu. Başımı salladım. “Gidelim artık hadi, yarın uçağımız var valizle falan uğraşırız artık. Tadı tuzu kaçtı zaten.” Gece beni çıkışa doğru yönlendirmeden hemen önce Oğuz’a döndüm lakin kulağındaki telefona bir şeyler söylerken çoktan bana bakıyordu. Geriye bakarken ilerledim, sonra ise önüme döndüm ve beni artık deli edecek sorularımla tekrar baş başa kaldım. Odaya döner dönmez topuklularımdan kurtuldum ve yüzümü örten maskeyi makyaj masasına fırlattım. Kendimi odada duran yumuşacık koltuğa atarken Gece bana benim de aklımda olan o soruyu yöneltti. “O da oradaydı. Doktor muymuş?” Oğuz’dan bahsediyor olmalıydı. “Hayır, değilmiş. Aynı soruyu bende sordum ama şu konuşma yapan adamı vurdular o sırada.” “Tıp kongresinde maskeli balo olayını anlamamıştım, şimdi bir de ordinaryüsü vurdu manyağın biri.” diye sinirini belli etti Gece. Adamı ben tanımasam da ay parçamın tanıdığı aşikardı. “Ordinaryüs mu?” Evet dercesine başını salladı Gece. “Uzun zamandır ortalıkta yoktu ama. Genel cerrah diye biliyorum, çok yaşlı olduğu için kafa tatiline falan çıktı diyorlardı. Ne bir duyan ne bir gören olmayınca öldü haberi falan kol geziyordu.” “E adamı kim niye vursun ben anlamadım?” “Bilmiyorum Yansı, gerçekten beynim yandı.” Daha dün gece bir ormanda kaybolmuştum, şimdi ise boğulduğum bir denize fırlatılmıştım. Hayallerimi süslemiş olan balo vahşet ile sonlanmış, geriye yorgun bedenlerimizi bırakmıştı.
…
“Adamı gözümüzün önünde kaçırdılar Hakan!” Oğuz, sinirden alın damarları daha da belirginleşmiş bir şekilde volta atıyordu odada. Oğuz olduğu yerde durmuş, ellerini agresif bir şekilde kullanarak bağırıyordu. “Öldü dediğimiz adam konuşmaya çıkıyor, sonra adamlarında biri geliyor vuruyor adamı!” “Senin şu geçen locada gördüğün kalp cerrahını niye kaçırdı peki bu itler?” Önündeki sandalyeye bir tekme savurdu Oğuz. Hakan ise öfkesini kontrol almaya çalışıyor, dizlerine yaslanmış bir şekilde oturuyordu koltukta. “Bu ordinaryüsü dikkat dağıtmak için çıkardılar. Öldürdük mesajını verdikleri adam birden sahneye çıkınca dikkatimizin oraya çekileceğini tahmin etmişlerdir. O sırada gördüğümüz iki adam kaçırmış olmalı ama tuhaf olan şey o değil.” Tek kaşı kalkmış bir şekilde döndü Oğuz konuşan adama. “İyi hoş güzel, kaçırdılar adamı. Ama nasıl bu kadar sessiz oldu? Yani nasıl desem, çok sessizdi. Sanki- “ “Sanki adam kendi isteği ile kalkıp gitmiş gibi.” Gece üstlerine çökmüş, etrafı saran gizem bulutuna karışmıştı. Şimdi her yer kan kokuyor, dünden kalan karamele karışıyordu. Ağır ağır, yavaş yavaş.
🪶 Çok sakin, yavaaş yavaş tanışıyoruz olaylarla... aklınızdaki her soru ilerleyen bölümlerde cevaplanacak, eminim. Bir sonraki bölümde, 2 gün sonra görüşürüz🪶 |
0% |