@kelebekruhhu
|
Sabah üniversiteye gitmek için hazırlandım. Odamdan çıkmaya cesaretim yoktu. Araf’ı dün geceden sonra görmeye hazır mıydım, bilemiyorum. Kalbim deli gibi atıyordu, ilk kez görmeyeceksin sakin ol diyen iç sesimi dinledim ve kapıyı açtığımda, Araf’ta kendi odasından çıktı. Ah nerede bende şans! Günaydın demeli miyim, dememeli miyim? İkimizden de bir ses çıkmıyordu. Araf, bir şey demeden aşağı indi. Demek ki demem gerekmiyormuş! Bir kaç saniye sonra bende aşağıya indim. Kahvaltı hazırdı, Esma abla mı gelmişti? Mutfağa gittim, Esma abla çayları dolduruyordu. “Hoş geldin Esma abla,” dedim. Birden irkildi ve elindeki bardağı devirdi. Yanına gittim “İyi misin?” dedim. “İyiyim, iyiyim korkuttun beni,” dedi. “Kusura bakma abla korkutmak istemedim.” Dedim. “Ne kusuru canım, dalmıştım zaten ben,” dedi. Tezgaha devirdiği için, elime bez aldım ve silmeye başladım. “Ne yapıyorsun Nalin hanım, ben temizlerim şimdi.” “Sorun yok,” dedim ve sildim. Ellerimi yıkayıp, masaya oturdum. Araf, baş köşede kahvaltı yapmaya başlamıştı bile. Bir kaç dakika sonra Esma abla çayları getirdi. Bu neden çay içiyor? Kahvesiz güne başlamayan biri değil miydi? Şaşkınlıkla çayını yudumlamasını izledim. “Sorun nedir?” diye sordu kabaca. “Ha! Yok, yok bir şey,” diye kekeledim ve kahvaltımı yapmaya başladım. ✨✨ Korumalardan biri beni bıraktı. Üniversiteye vardığımızda, yakın bir yerde bırakmasını istedim, beni müsait bir yere bıraktı ve gitti. Yürüyerek üniversiteye giriş yaptım. Ada, beni bekliyordu. Konuşmadan sarıldı. Neye uğradığımı şaşırdım. Bu kadar kısa sürede böyle güzel insanlara denk geldiğim için çok şanslı hissettim. Sarılmasına karşılık verdim. “Bizden kaçmana gerek yok!” dedi ayrılırken. “Haklısınız, saçma bir süreçten geçiyorum. Bunu sizlere yansıtmak istemezdim.” Dedim. “Bize hiçbir şey yansıtmıyorsun belki de tüm sorun budur, kendi başına halletmen gerekmiyor, biz buradayız!” dedi tüm samimiyetiyle. “Teşekkür ederim,” “Çıkışta benimle geliyorsun, seni alırım.” “Tamam,” dedim ve ayrıldık. Amfiye giriş yaptım ve kapıya yakın arka tarafta oturdum. Orta yaşlı, kısa boylu bir hoca geldi. Elinde insan organları vardı. Görsel olarak anlatıyordu, not alıyordum, uzun bir süreç beni bekliyordu. ... Çıkışta Ada’yı aradım ve yanıma geldi. “Çok güzel bir yere götüreceğim seni,” dedi ve yürümeye başladık. Üniversitenin dışında, biraz uzağında bir kafenin yanına geldik. “İşte geldik,” dedi. Beni kafeye mi getirmişti? “Neden, geldik buraya?” diye sordum. “Burası artık bizim!” dedi heyecanla. “Nasıl yani?” “Hem üniversiteye yakın hem de kendimize ait bir yerimiz var, çok güzel değil mi?” diye sordu. Ada’nın hızına yetişemiyordum. “Hadi içeri geçelim,” İçerisi o kadar güzeldi ki. Gri ve siyahın hakim olduğu çok güzel bir ortamdı. Bu eser Araf'a ait olmalıydı. Ama içerde Deniz vardı. “Hoş geldiniz,” dedi. Ada abisine sarılırken, ben etrafı inceliyordum. Deniz “Beğendin mi?” Diye sordu. “Evet, burası muhteşem,” dedim. “Peki, bizimle birlikte burayı yönetmeye ne dersin?” Burası güzeldi ama yapabilir miydim? “Ben, bilemiyorum, yapabilir miyim?” “Hem de çok güzel yaparız.” Dedi Ada. Ada’nın heyecanı beni de sarmıştı. Neden, yapamayalım ki birlikte çok güzel yapardık. “Hadi o zaman temizlik zamanı,” dedi Deniz ve temizlik ürünlerini getirdi. Saçlarımı kalemle tutturup, camları silmek için ürünleri ayarladım. Camları, özenle siliyordum. Kendime aitmiş gibi! Silerken, Araf’ın arabası kafenin önünde durdu. Ufuk ve Tekin ile gelmişti. Siyah gözlüklerini çıkarıp, göz göze geldik. Hemen işime devam ettim. Deli gibi atan kalbime söz geçiremiyordum, onu görünce böyle olmamalıydım, niye böyle oluyor ki? Ben bu hisse çok yabancıyım, öyle de kalmak istiyorum. “Kolay gelsin,” dediler. Tekin ve Araf masaların birinde oturdu. Ufuk ise yardım etmeye başladı. Bu ikili cidden çok benziyordu, Ufuk nasıl bunlarla arkadaşlık ediyordu? Sandalyenin üzerine bindim ve üst kısmı silmeye başladım. Kısa boylu olmanın dezavantajı hiçbir yere elinin yetişmemesi. İşime dalmış iken “Ufaklık,” demesiyle dengemi kaybettim ve sandalyeden düşecekken Araf’ın kucağına düştüm. Tam bir rezalet diyen iç sesimi bile boğasım geliyordu. “İyi alıştın,” dedi. Ne münasebet! Bilerek mi yaptım sanki... “İndir beni,” desem de belimden sıkıca tutuyordu. Benimle uğraşmayı ne zaman bırakacaktı? “Çıkalım mı?” dedi, Ufuk Hadi ama rezil olmak da rekor kırıyordum. Araf, bana göz kırptı. “İndir beni!” dedim ve debelenmeye başladım. Manyak herif! Ufuk’un yanında geçtim, yüzünde gülümseme vardı. “Hiç komik değil!” dedim ve mutfağa gittim. Ah! Aklımı başımdan almaması gerekiyor, kalbimin hızlı atmasına sebep oluyor, olmamalıydı... Neden oluyor peki? Bunlarla uğraşacak vaktim yok benim! Tüm işleri halletmiştik ve bir masanın etrafında oturuyorduk. Deniz, tek başına kahveleri yapıyordu. Yanına gittim. Tek kafa dengimdi. “Yardım lazım mı?” diye sordum. “Olur, gel,” dedi. Kahve makinesinden nasıl yaptığını izliyordum. “Ya bu çok kolaylık sağlıyor,” dedim. “Daha, diğer kahve çeşitlerinin makineleri gelecek, öğretirim sana,” dedi. "Şimdiden teşekkür ederim," dedim. “Ne demek, bak şu köpüğe bak!” diye kendini övüyordu. İkimizde gülmeye başlamıştık. Kahveleri ben aldım ve servis etmeye başladım. Herkese verdikten sonra Araf’a uzattım. Kaşları her zaman olduğu gibi çatıktı. Mutlu olması bir saniye falan galiba. Ağır abi gibi takılmayınca karizması bozuluyor sanki! Aldı, ve içmeye başladı. Herkes içiyordu fakat çay olsaydı daha güzel olurdu, Kürt kızıyım ben, kahveden anlamam ki, kaçak çayımız olmalıydı!.. Tekin “Hadi gidelim, işimiz var,” dedi. Ufuk ve Tekin ayağa kalktı. “Sen gelmiyor musun?” diye sordu Araf’a. Araf, bana baktı ve “gitmiyoruz,” dedi. Tekin, bu duruma hoşlanmasa da yerine geri oturdu. Ufuk “Sürekli iş ah Nalincim! Bunlarda hiç insaf yok,” dedi. “Ah ah, gel bizde işe başla Deniz insaflıdır,” dedim. “Sen bu yamyamları tanımıyorsun, tanıdığında da çok geç olacak!” dedi, sesini giderek alçaltarak. Ortamda gülme sesleri yükseldi. Kendi akrabalarımız bile kuyumuzu kazarken, böyle candan böyle içten insanların birbirine aile olması kıskanılacak bir durumdu. Art niyetten uzak yaşamak, hayalimden bile daha güzeli nasip olduğunu hissediyordum. Ada, Ufuk ile konuşurken, Tekin ve Araf sigara içiyordu. Deniz ise arada Ufuk ve Ada’ya katılıyordu. Uzun zamandır paylaşım yapmadığım için, telefonumu elime aldım ve yazmaya başladım: “Uçurumun kıyısında bir ihtiyar ben, kalbimi yoran her şeyden sonsuza dek uzaklaşmak... Diye düşünürken, şimdi bu ihtiyara can oluyordu bu beş arkadaş...” dedim ve paylaştım. Deniz “Paylaşım mı yaptın?” diye sordu. “evet, öyle arada yazarım,” dedim. “Ne güzel, bizde görebilir miyiz?” Telefonu ona uzattım. Okudukça yüz ifadesi değişiyordu. Beğenmedi mi acaba paylaşımları? Ada “İyi misin?” diye sordu abisine. “Evet, yazdıkları çok etkileyici.” dedi, hafif ağlamaklı sesiyle. Herkes merak etmişti. Başımı öne eğdim, derin nefes aldım ve yüzüme sahte bir gülümse kondurdum “Ah! Sadece yazı yazıyordum, bu kadar etkileyici olduğunu sanmıyorum,” dedim. Ada, telefonu aldı ve takipçilere baktı “200m insandan bahsediyorsun farkında mısın?” “Ben sadece yazarım, gerisiyle pek ilgilenmem, bildirimler dahi kapalı,” dedim. Benim için önemli olan yazdıklarım gerisinin pek de bir önemi yoktu. Şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Ulan ne var!? Demek istesem de iç sesimi bastırdım. “Bu kız her geçen gün beni daha çok şaşırtıyor,” diyen Ufuk’tu. Tekin “kullanıcı adın ne?” diye sordu. “Kelebek ruhu!” dedim. “Neden, kelebek ruhu?” diyen kişi ise Araf’tı. “Kelebekler, acı çekerek tırtıldan kelebeğe dönüşür ve bu dönüşüm sadece bir gün sürüyor. O günün sonunda ise öleceğini sanıyor ama muhteşem kanatlara sahip oluyorlar ve kendi kanatlarını göremiyorlar. Bazı hikayelere çok benziyor." Dedim. Hiçbirimiz kendi kanatlarımızı göremiyoruz, bize dayatılan şeylerle o kadar meşgulüz ki kendi benliğimizi unutmuşuz. Yanlışı doğru diye, doğruyu yanlış diye yıllarca hep kandırıldık... Kendi söz hakkımızı başkalarına göre şekillendirdik; neyin yanlış neyin doğru olduğunu durup düşünmedik hiç... ✨✨
|
0% |