@kelebekruhhu
|
Araf'tan Flashback “O kız buraya gelmeyecek, baba!” Dedim öfkeyle. “Sana fikrini sormadım, buraya gelecek ve sende onu koruyacaksın!” Diye yanıtladı babam. Evin içinde ileri geri gidiyordum. İki hafta oldu annemi ve kız kardeşimi kaybedeli. Bunları yapanları bulmam gerekirken, ufak bir kıza bakıcılık mı yapacaktım!? “Ailem daha iki hafta önce gözlerimin önünde öldürüldü. Bunu ben yaşadım, sen neredeydin? Ben kendi ailemi koruyamadım, hiç tanımadığım birini nasıl koruyacağım?” Dedim öfkeyle. “O meseleyi ben halledeceğim. O hiç tanımadığın biri de değil, bunu unutma! O kızı koruyacaksın sadece!” dedi sol işaret parmağını sallayarak ve sonra çıktı gitti. Masanın üstündeki her şeyi yere attım, içimdeki öfke dinmiyordu. İntikam almam gerekirken, ufak bir kıza mı bakacaktım, düşüncesi bile deli olmama yetiyordu. Onun fotoğrafını gördüğümde ise ne olduğunu anlamadan kendim almaya gitmeye karar verdim. Beni gördüğü zaman ki şaşkınlığını ve masumluğunu unutamıyordum. Flashback bitti Ve zamanın bu kadar çabuk geçip, bu ufaklığa alışacağımı hiç düşünmemiştim. Artık bu ufak kızın saçının teline zarar gelse dünyayı yakardım. Kollarımın arasında o kadar masumdu ki, gülüşlerini çalan herkesten hesap sormak istiyordum. Onu nasıl koruyacağımı hala bilmiyorum, herkesten sakınmak istiyorum o’nu. Kimse görmesin, kimse sesini duymasın ilk kez hayatımda bencil olup, o’nu sadece kendime saklamak istiyorum. Bana doğru döndü. Hala alkollün etkisinde olmalıydı. Yüzümde gülümse oluştu. İçeceği nasıl karıştırmış olabilir. Kendi odama getirdiğimin bile farkında değildi. Telefonumun çalmasıyla kıpırdamaya başladı. Tekin, arıyordu. Lan şimdi sırası mıydı? Yataktan doğruldum ve cevap verdim. “ne oluyor?” dedim sinirle. “Aşağıdayız Araf, gelmeyecek misiniz?” dedi. “Geliyorum,” dedim. Ufaklığa baktım, herkesin korktuğu biri iken bir buna sözüm geçmiyordu. İnatlaşmak bir tek seninle güzel ufaklık. Aşağı indim, “hayırdır gitmek için beni mi bekliyorsunuz?” dedim sertçe. “Nalin, nerede? Nasıl oldu?” diye sordu Deniz. Bu hissin tarifini vermek zordu, neden Deniz ile vakit geçirirken, konuşurken bunları yapmasını istemiyordum. Kaşlarımı çattım, baktım. “Uyuyor,” dedim dişlerimin arasından. Ada, “Hadi abicim biz gidelim,” dedi. İkisi giderken, Tekin, bana inanmayan gözlerle bakıyordu. Ufuk “Bu kadar belli etmesen mi?” dedi, eğlendiğini belli ederek. “Boş yapma! Tekin “Hadi bizde gidiyoruz,” dedi. “Siz nereye?” “Yarım kalan işi senin için bitirmeye sen burada kal!” dedi Tekin. “Görüşürüz,” dediler ve ayrıldılar. Tekrardan yukarı çıktım, ufaklık hala uyuyordu. Uyandığında ki tepkisini görmek için sabırsızlanıyorum... Zeynep'ten devam Oda çok sıcaktı, boğazımın kuruluğu beni uyutmuyordu. Oda da farklı bir atmosfer vardı. Benim kokum değildi bu... Odanın karanlığından bir şey belli olmuyordu, komodinin üstünde bulunan suyu içtim. Sol tarafıma döndüğümde ise Araf’ın uyuduğunu gördüm. Uzun kirpiklerine elimi götürdüm, bir insan her şeyiyle mükemmel olabilir miydi? Sakallını hafifçe okşadım. Bunu neden yapıyordum bilmiyorum. Başımın ağrısı artınca Araf’ın soluna başımı koydum ve uyudum... ✨✨ Burnuma dolan ferah bir koku ile gözlerimi açtım. Başımı kaldırdığımda Araf’ın kara gözleri ile karşılaştım, bir eli başının altında bir eli belimdeydi. “Ne oluyor lan!” diye yataktan çıktım. “Ne işin var? Yatağımda,” diye sordum. O size kara gözleri ile donuk bakıyordu. “burası benim odam” dedi donuk sesiyle. Etrafı incelemeye başladım, gerçekten de o’nun odasındaydım. Burnumdan soludum. Bu nasıl mümkün olabiliyordu? “Bir daha odama izinsiz girme, dememiş miydim?” dedi yataktan çıkarak. Kafa mı buluyor, benimle. Daha nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Üstüme üstüme geliyordu. “Saçmalama, benim ne işim olur senin odanda,” dedim titreyerek. Sanki yatağında çıkmamış gibi! Kendimi savunduğum şeye bak. Bedenim duvara yapıştı. Başımı yukarı kaldırıp, baktım. Kulağıma doğru eğilerek “Şimdi çık dışarı,” dedi. Öfkeyle odadan çıktım. Kalbim yerinden çıkacaktı. Kendi odama girip, kapıya yaslandım. Dün gece film bittikten sonrası yok bende. Ada’yı aramalıydım. Bana ne olduğunu söylerdi. Aradım, bir kaç saniye sonra “Alo, canım!” diye açtı. “Günaydın Ada!” diye karşılık verdim. “Nasıl oldun?” dedi. “Şey, ben dün ne olduğunu hatırlamıyorum,” dedim utanarak. Ah! Umarım rezillik çıkarmamışımdır. “Duymak istediğine emin misin?” “Hı hı, lütfen,” “Hmm, herkesin içinde...” “Ne, ne yaptım?” “Geliyor hazır mısın?” “Evet,” “Sen ve Araf...” demesiyle donakaldım, hayır biz ne, ne yapmış olabilirdik? “Hı?” diyebildim sadece. Kahkaha sesi kulaklarıma doldu. Hadi ama! Bunun şakası mı yapılır. “Sadece Araf abinin içeceğini içtin bu yüzden de başın döndü. Araf abi de seni odana götürdü.” Araf, beni odama götürdüyse nasıl o’nun odasında uyandım? “Teşekkür ederim,” dedim. “Rica ederim bebek, görüşürüz,” dedi ve kapattık. Beni kandırmış olmasına inanamıyorum! Bilerek girmemişim, kendi getirmiş. Yüzümde anlamsız bir gülümse oldu. Hazırlandım ve aşağı indim. Etrafa bakındım, kimse yoktu. Hemen dışarı attım kendimi. Her zaman olduğu gibi üniversitenin yakınlarında indim. Girişte Deniz bekliyordu. “Selam,” dedim. Güler yüzü ile “Selam,” dedi. Kampüse doğru yürüdük. Boş sandalyelerin birine oturduk. “Derslerle aran nasıl?” diye sordu. “Beklediğimden daha zor,” dedim, tıp okumanın gerçekliği ile yüzleşiyordum. “Hemen pes mi ediyorsun?” “Sanki, hazır işimde varken, bıraksam mı?” dedim gülerek. Deniz’de bana eşlik ediyordu. “Hiç sormana gerek bile yok, orası senin de yerin,” “Bunu hissediyorum, teşekkür ederim.” Dedim . “Ders vaktim gidiyorum, çıkışta beraber gideriz kafeye,” dedi, “olur,” dedim ve gitti. Dersimin başlamasına on dakika vardı. Defne ve Eylül yanıma geldi. “Ne o köylü güzeli tek bir arkadaşın bile yok mu?” dedi Defne yeni yaptığı saçlarını savurarak. “Senin gibilerindense yalnızlığı tercih ederim,” dedim. “Ay bir de fakir edebiyatı yapıyor,” dedi Eylül ve gülmeye başladılar. Cidden ruh hastası bunlar. Defne “Bak tatlım, sen benim kim olduğumu biliyor musun?” dedi. “Bilmesem daha iyi, acıdım adama,” dedim ve kalktım. Baba parası ile hava atanlar hala kaldı mı ya? Ama ben kimseyle yarışamam, aynı yollardan geçmeyen birini kendimi açıklayacak gücüm yok. Aynı şartlara sahip değiliz, aynı şartlarda doğmadık; aynı yolda yürümedik, kendi yolumdan gidiyorum ve bu yolda kimseyle yarışmayacağım herkese içindeki iyilik kadar iyilik diliyorum, benden uzakta... Dersin başlaması ile pür dikkat dinlemeye ve notlarımı almaya odaklandım. Hücrelerin yenilenmesi, büyümesi gibi bir çok dersi işledikten sonra. Amfiden çıktım. Deniz, çıkışta bekliyordu. “Ada, nerede?” diye sordum. “Önden gitti,” dedi. Bizde yürüyerek, kafeye geldik. Ada, duvarlara sprey ile kelebek yapıyordu. Minimalist birer kelebeklerdi. Kafeye canlılık katıyordu. “Bunlar, çok güzel,” dedim. “Ay! Değil mi?” dedi heyecanla. “Evet ya!" Hayranlıkla bakıyordum, o kadar özenle yapıyordu ki.. Kafeye müşterilern gelmesiyle işe döndüm. Ben siparişleri alıyorum, Deniz ise hazırlıyor. Ve servisi de ben yapıyordum. Kahve yaptığı sırada: “Eleman lazım sanki, ne dersin?” diye sordum. “Olabilir, yarın ilan asabilirim,” dedi. Deniz, itiraz etmeden ya da kırıp dökmeden cevap verebiliyordu. İnsanın kolayca anlaşabileceği biriydi. Ah! Hadi ama Defne ve Eylül buraya geliyor olamazlar. Eylül “Burada mı çalışıyorsun?” diye küçümsedi. “Şöyle geçebilirsiniz,” dedim ve masayı gösterdim. Önlerine menüyü koydum. Defne “Bize ne önerirsin?” diye sordu. Zıkkımın kökü! Diyemediğim için, “Hepsi kahve nasıl olsa, birini seçin,” dedim. “Ay, bu nasıl tavır, herkese böyle misin?” dedi Eylül. “Siparişleri verecek misiniz?” diye sordum sinirle. Deniz, yanımıza geldi. “Bir sorun mu var?” diye sordu. “Hayır, siparişleri alıp, geliyorum.” Dedim ama Eylül “Müşterilerle nasıl ilgileneceğini bilmiyor,” dedi. Bunları fena yollayacağım ama ne zaman? Deniz, “Sen git,” dedi. Eylül, Deniz’e farklı bakıyordu. Ada yanıma geldi. “Tanıyor musun?” diye sordum. İç geçirerek “Maalesef, babalarımız iş yapıyor,” dedi. “Eylül, farklı bakıyor abine,” “Bunu dedim abime ama bana öyle geldiğini söyleyip konuyu kapatmıştı.” “Bu bakışları anlamaması imkansız,” dedim. Aradan saatler geçmişti, müşteriler azalmıştı. Haliyle bizde yorulduk. “Siz gidin, herkes gittikten sonra kapatırım ben,” dedi Deniz. “Sorun yok,” dedim. Beraber koyulduk bu işe yalnız bırakmak olmaz. Ada’nın yaptığı bir kelebek figürü dikkatimi çekti. Duvara doğru yaklaştım. Aynanın içinde bir kelebek ona bakan ise tırtıl. Kelebeğin kanatları turuncu ve siyahtı, muhteşemdi ya bakmaya doyamıyordum. Arkamda bir nefes hissetmemle, döndüm. Araf, ne zaman gelmişti? “Tırtıllar dönüştükleri zaman her şeyin bittiğini sanıyor, dünyanın sonu geldiğini söylüyor, bu daha yeni başlangıç diye yanıtlıyor kelebek. Tırtıl kendi yansımasına bakıyor, kanatlarının farkında olacak artık, bazı hikayelerin mutlu sonla bitmesi gibi” dedi, geçen akşamın konuşmasını unutmamıştı, kalbim deli gibiydi, bir sel gibi taşıyordu...
|
0% |