@kelebekruhhu
|
Araf ile kafeden çıkmıştık. Hem sigara içiyor hem de yavaşça arabayı kullanıyordu. Eve varmak istemiyormuşçasına. Her zaman mı bu kadar ciddiydi yoksa ben mi ilk kez fark ediyordum, bilemiyorum. Sadece buna ana odaklanmıştım. Yaptığı her hareketi beynime kazımak istiyordum. Ayrılıklar ansızın olurdu biliyorum... Dalıp gitmiş iken telefonum çaldı. Titreyen ellerimle çantamdan çıkardım. Arayan babaannemdi. “Efendim,” diye açtım. Babaannem soluk soluğaydı. “Ne dediğin anlaşılmıyor,” dedim. “U... Uzaklaş kızım, baban...” Dedi ve telefon kapandı. Arabayı durdur, diye bağırdım. Araf, ise ne yapacağını bilemez hale geldi. Arabayı kenara koydu. “Ne oldu? Arayan kimdi?” diye sordu. Arabadan hızla çıktım. Babaannemi aradım, ama kapalıydı. Bir şey oldu, babam öğrendi burada olduğumu. Ama ne zamandan beri? Uzun zamandır konuşamıyorduk. Telefonunu almış olabilirler miydi? İleri geri gidiyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum. Araf, kollarımdan tutup sarstı. “Sana ne oldu, diye soruyorum,” diye bağırdı. Konuşmaya cesaret edemiyordum. Gözlerimin içine bakıp bir cevap bekleyen bu adama ben ne diyecektim? “Kızım, delirtme adamı ne oldu diyorum,” dedi ve ardından telefonu çaldı. “Sabır ya sabır,” dedi. “Ne var lan, acil değilse kapat,” diye açtı. “Nalin’in babası geldi, deli gibiydi. Elinde silah vardı. Eve vardınız mı? Bizde yoldayız geliyoruz,” dedi ve kapattı. Bir gün böyle olacağı belliydi. Zaten neyime güvendim ki ben? Hiç olacak iş miydi? Nerede görülmüş gerçek hayatta insanların mutlu sonla bittiğini?.. Ve babam öğrendiğinde neneme bir şey yapmış mıydı? “Yürü arabaya gidiyoruz,” dedi ve kolumdan tuttu. “Hayır, bundan sonrası tek başımayım,” diye bağırıp, kolumu çektim. “Deli etme beni, bin arabaya,” “Defol git! İstemiyorum.” Dedim ama yalandı. İstemiyordum, ayrılmayı ama bencil olamazdım. Kolumdan tutup, “Seni bırakmayacağım, arabaya bin,” dedi. Bir şey diyemedim, gitsek ne değişecekti? Arabalar hızla yanımızdan geçip gidiyordu, tıpkı burada yaşadığım günler gibi, hızla akıp gitmişti ve şimdi de sonu geliyordu. Araf’ın eline elimi koydum, “Bunu yapmak zorunda değilsin.” Dedim ve elini kolumdan attım. Aramızda bir mesafelik adım vardı. O mesafeyi kapattı. Boyunu boyuma eşitledi ve “Gitmek yok ufaklık,” dedi. Kara gözleri o kadar kararlıydı ki gitmeyeceğine inandırdı... Elimden tutup, arabaya doğru gidiyorduk ta ki bir araba önümüzde durana kadar. İşte buradaydı. Elinde silahı, gözleri intikam için parlayan kişi benim babamdı! Bu adam gerçekten de babam mıydı? Diye düşündüm, yıllardır, zulmettiği, psikolojik şiddet uygulayan bu kişi babam mıydı, ben bu adama baba diyebilir miydim? O kadar çok yorulmuştum ki kendimi toparlamak için ölmem gerekiyordu sanırım. Araf, elini beline attı. Ama elinden tuttum ve silahı çıkarmasına engel oldum. Konuşmuyorduk, gözlerle anlaşıyorduk. En güzel gözlere sahip olan bu adamı hiç unutmayacaktım... Babam elindeki silahı bize doğrulttu. “Arabaya bin.” Diye bağırdı. Yüzümde acının gülümsemesi ile Araf’a baktım. Ve babama doğru ilerledim. Adımlarım Araf’ı isterken, gitmek çok zordu. Arkamı dönüp baktım. Benim aksime daha sakindi. Umarım bir şey yapmaz. Arabaya doğru yaklaşırken, babam önüme geldi ve bir tokat attı. “Senin o ellerini kırarım!” diye bağırdı. “Sakın, gelme!” gelirsen ikimizinde cenazesi çıkar bundan, bir cenaze yeter. “Ne olmasını istiyorsun? Bırak halledeyim,” diye bağırdı. "Hayır, bu aile meselesi,” “Lan, hangi aile bunu yapar, deli etme beni,” dedi. Babam durumdan zevk alıyordu. “Bitti mi?” diye sordu. Arkadan Tekin’in arabası geldi. Ufuk ile arabadan hızla indi. Ellerini beline attı. Herkes ne kadar meraklı silah çıkarmaya. Çıkınca olacakları hiç mi düşünmezler? Araf “Sakin olun!” diye emretti. Babam bir tane daha tokat attı. “Kaç erkeği daha peşinden getireceksin o..” demeye kalmadan: Araf “O ağzını kırarım, tek bir zarar daha verirsen,” diye kükredi. “Sen kimsin lan? Benim ve kızımın arasına girme!” dedi. Tokat atarken canım bu kadar yanmadı. İlk kez kızım kelimesi çıkıyordu ağzından, yanlış yerde yanlış cümlelerde. O an gözyaşlarım bir bir döküldü yanağıma... “Sizleri tanımak güzeldi,” diye fısıldadım ve arabaya bindim. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum. “Son dakikaların bunlar,” dedi ve gaza bastı. Ne güzel ya her şeyime karışmaları yetmedi şimdi de ölüm fermanımı mı yazdılar? Kahkaha atmaya başladım. Deli gibi güldüm. Acının en son hali kahkaha atmakmış! Acım bu kadar derindi ve kimse fark etmedi... Babam, bana delirmişim gibi bakıyordu, beni bu hale getiren kendileri değillermiş gibi! Yemek yersin, ağzından getirirler, uyursun zehir ederler, okumak istersin olmaz derler ve onların dediği olur. Yaşamak gibi bir hayalin olamaz! Sadece emirleri altında yaşayıp gitmeni isterler. Bir kere geleceğim şu dünyada ne kendimi ne de dünyayı tanıyabildim. Ne doğru düzgün nefes alabildim ne de birine nefes olabildim. Öylece gidece’m kimseye bir faydam olmadan, kendi hayallerimi yarıda bırakarak gideceğim. “Gülmeyi kes!” diye bağırdı. “Değil mi? Gülmek de yasak! Başka ne yasaktı? Yaşamak, nefes almak, kendi ayaklarının üzerinde durabilmek... Söylesene bana ya ben n’aptım size, benim günahım ne?” diye bağırdım. “Sessizce yaşayacaktın, biz ne desek onu yapacaktın. Sen bu hatayı yapmayacaktın! Buralara gelmeyecektin, bunların arasına girerek kendi ölümünü hazırladın.” “Sen.. nasıl yani sende mi tanıyorsun bunları?” şaşkınlıktan konuşamadım, nasıl daha önce hiç konusu geçmemişti en önemli konu bunlar kim? .... Bekledim ama cevap vermedi. “Sana diyorum,” dedim ve direksiyonu sağa sola hareket ettirdim. “ne yapıyorsun? Öldüreceksin.” Dedi. “E madem ölüme gidiyorum, niye tek başıma gideyim,” dedim ve direksiyonu tuttum, arabada bir kargaşa çıktı ve yol kenarında bulunan ağaca çarptık... ✨✨ Papatya tarlasındaydım. Rengarenk kelebekler etrafta uçuşuyordu. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. Başımda papatyadan bir taç. Burası neresiydi, bilmek istemiyorum. İlk kez etraf huzur kokuyordu. Kelebekler, mutlu. Papatyalar sanki şarkı söylüyorlardı. Papatyaların arasında yürümeye başladım. Orada elini uzatan biri vardı. Elini tutmak istiyorum ama bir türlü yetişemiyorum, koşmaya başladım, yok oldu. Burada her şey beyaz iken o siyahtı. Arkamdaydı. Döndüğümde Araf’ı gördüm. Yine elini uzattı ama elinde diken var. Yine de o eli tuttum ve dikenleri canımı yakıyordu, canımın yanması bile tatlıydı o an ama kan durmuyordu ve sürekli akmaya devam ediyordu. Araf ise sadece “uyan” diyordu... “Hadi uyan, lanet olsun artık gözlerini aç!” dediğini işittim. Başımın ağrısı çok fazlaydı. Gözlerimi açmaya çalışıyorum ama olmuyordu. Özür dilerim, papatyalar daha güzel... Ama neden her şey kayboldu? “Hadi uyan, uyan artık,” diyen Araf’ın sesindeki çaresizliği kalbimde hissettimle gözlerim yavaşça açıldı. Sadece bir rüya mıydı? Zaten gerçek olamayacak kadar güzeldi. Araf, başımı kendi dizine koymuştu, bir eli ile de saçlarımı okşuyordu. Bu rüyaysa ben böyle kalmayı istiyorum. “Uyandın,” dedi mutlulukla. Başını başıma yasladı, derin bir nefes çekti. “İyi misin?” dedi. Zar zor oynatabildiğim boynumu yana çevirdim. Tekin ve Ufuk arabadan babamı çıkartmaya çalışıyorlardı. Çıkarttıklarında ise babam kendindeydi ama başında kanlar akıyordu. “Yavrum, bakma oraya,” dediğinde iç sesim 'yavrum' kelimesine takılı kaldı. “Ne oldu? Niye gülümsüyorsun?” dedi. “Gülümsemek mi? Farkında değilim,” dedim. Pek inanmazsa da... ✨✨ Kısa bir süre sonra ambulans gelmişti ve hastaneye kaldırıldık. Yapılan tüm tetkiklerde sonuçlar temiz çıkmıştı ama bir gün boyunca gözlem altında tutulacaktım. Tekin ve ben tek vardık. “Burada kalmasam olmaz mı?” diye sordum. Tekin, bana döndü “Ölümden döndün farkında mısın?” dedi. “Ama ölmedim,” dedim, buruk bir tonla. Tekin, yanımda bulunan sandalyeye oturdu. “Arabanın içinde ne oldu?” diye sordu. “Hatırlamıyorum,” “O direksiyonu sen mi çevirdin?” ... Neyi zorluyordu, olan oldu işte. “Susmaya devam edersen, o adamın yanına gidece’m,” dedi. “Neden? Daha tanımıyorsunuz bile gidip ne söyleyebileceksin?” “İnatçılığın doğuştan mı?” Bilmem diye dudak büzdüm. Kapı çaldı. Ada ve Deniz geldi. Araf, neredeydi? “Geçmiş olsun,” dediler. Ada gelip, sarıldı. “İyi misin?” dedi. “Evet, iyiyim.” Ada benden ayrıldı ve Deniz sarıldı. Tekin’in boğazını temizliyormuş gibi yapması ve Deniz’in hemen benden ayrılması, konuşmadanda anlaşabiliyorlardı. “Çok teşekkür ederim hepinize,” dedim ve gözlerim doldu. Bu şehirde beni çeken bir şey vardı hep hissediyordum, şimdi ise neden olduğunu anlıyorum. Burada kan bağım olmasa bile ailem olacak kişiler vardı. Dışarıdan sesler yükseliyordu. Babam, bana ağır bir hasar vermeden gitmeyecekti buradan. Hepimiz kapıya tarafına baktık. Ben tek durdurabilirdim. Yataktan çıktım. Yapma deseler de ne fayda er ya da geç yüzleşecektik. Kapıyı aştım ve babam ile Araf tartışıyorlardı. Babam “buraya gel,” dedi. “Bu sefer asla izin vermem,” dedi Araf ve önüme geçti. “izin ver sadece konuşacağım,” dedim. “Böyle konuş! Yoksa gidiyoruz buradan.” Dedi. Benden daha inatçı biri. “Burada herkesin içinde konuşamam, ailevi ,” dedim. “Odaya geçelim,” dedim. Babam çıktığım odaya girdi. Tam gidecekken Araf “Zorlamıyorum, fakat en ufak bir şey de burayı ona dar ederim,” dedi. Kafamı salladım ve içeri geçtim. “Ne istiyorsun, benden?” “Bıraktığım işi tamamlayacam ya seni alıp Haşmet ağaya gelin yapacam ya da burada cesedin çıkacak!” “Ya ikisini de ret edersem,” “Beni zorlama, senin katilin olmak istemiyorum,” Bir kahkaha patlattım ama o kadar içtendi ki “Sizler benim katilim olmadığınızı mı iddia ediyorsunuz? Ne acınası!” diye bağırdım. “Benim tüm hayatımla oynayacaksınız, beni bir mal gibi yaşlı adama vereceksiniz, istemediğim şeyleri yıllarca yaptıracaksınız ama benim katilim olmayı istemiyorsun öyle mi?” yanına yaklaştım. Gözlerinde hiç şefkat yoktu. Bu kadar kalpsiz olabilir miydi? “Beni yıllarca öldürdünüz, oysa ben daha yeni on sekiz yaşında biriyim. Hiç mi acımanız yok?” “Yok sana verecek bir merhametim yok, yıllar önce de vermedim annene şimdi de sana vermiyorum,” dedi. “A-aannem mi ne alaka annem? Sen annemi seversin?” Ağzında sanki bir şey kaçırmış gibi etrafta dolaşmaya başladı, elleriyle saçlarını karıştırıyordu. Ne demek istiyordu? Neden, kimse gerçeği anlatmak istemiyor? “Hadi gidiyoruz,” dedi. “Gelmiyorum, bırak beni, soruma cevap ver!” diye bağırdım. Ben kolumu kurtarmaya çalışırken, hiç beklemediğim anda Selim amca içeri girdi. Babamın eli birden gevşedi. Araf, beni kendine çekti ve odadan çıkardı. Ben daha sorumun cevabını almadım ki annem ne alaka? Annem de sevmez ki beni... O an tüm ihtimaller beynimin içinde dönüp dolaştı. Ya gerçek ailem değil ya da annem farklı. Öyle olsa bile bunlarla ne ilgisi vardı. Asafoğlu ve Karabağ ailesi nereden tanışıyorlar? Neden, yıllar sonra mahzenden çıkar gibi ortaya çıktılar?
|
0% |