@kelebekruhhu
|
Güzel bir haberim var, sponsor olmak isteyen biri var, sizce kitap olmalı mı? ✨✨ İlk kez mutlu olacağıma inanmıştım. Yalansız dolansız bir hayatım olacağına inandım. Gerçek bir ailem varmış gibi hissediyordum, ama yine yanıltıllar beni. Belki de kaderimde sadece yalnızlık vardır, bu yüzden kader hep bana gerçeği göstermeye çalışıyordur? Yalnız kalmak istemiyordum... Yatağımda dönüp duruyordum sağa sola, gözüme uyku girmiyordu. Her kapatışımda ölen insanları görüyordum. Yeni gelmişlerdi ve hepsi aynı anda öldü... Ama ne ince ruhlu insanlar rahatsız olmayayım diye susturucu koymuşlar silaha!.. Devamını izleyememiştim zaten. Evde olup olmadığını dahi bilmiyordum. Yataktan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim. Işığı açıktı, içeri girsem mi diye düşündüm? Araf ise henüz karşılaşmaya cesaret edebilir miydim? Geriye bir adım attım ama içim içime sığmıyordu, merak ediyordum. Ya ben neden o’nun iyi olup olmadığını merak ediyorum ki... Beynim susmayacaktı en iyisi kendi gözümle görmek, dedim ve içeri girdim. Araf’ı beklerken, Tekin kahve yapıyordu. Arkası dönüktü. Rahatsız vermemek için gideceğim sırada “Kahve ister misin?” diye sordu. Ve bana yüzünü döndü. Gözleri canlılığını yitirmiş gibi bakıyordu. Acımasız ve soğuk... “H..hayır,” diyebildim. Elleri kan olan birinin elinden nasıl içecektim? “Korkuyor musun?” diye sordu. Bi’ an için duraksadım, korktuğum için değil kandırılmış olmama yediremiyordum. Mesleklerinin yanı sıra böyle işleri olduğunu açıkça demedilerse anlatmaya çalışmışlardı. Ama ben insanlara karşı olan güvenimi her şeyin üstünden tuttum ve görmemezlikten gelmeyi tercih etmiştim. Ama şimdi birebir yaşıyordum, yaptığım büyük bir hataydı. “Ne için?” diye karşılık verdim. “Yapma Nalin! Kolumdaki kanıda bugün akıttığım her bir kanı da gördüğünü biliyorum!” dedi. Ne kadar basit bir olaymış gibi anlattı, hiçbir şey olmamış ufak bir sorunmuş gibi anlatması... “Bu kadar kolay yani, akıttığın her kan?” “Kolay hiçbir şey yoktur. Otur hadi!” diye emir verdi. Elinde iki tane kahve, önce kendisi oturdu ve benim de oturmamı bekledi. Tereddüt ettim ama öğrenmem gereken şeyler vardı, öğrenmeden hiçbir zaman masayı terk etmeyecektim! Karşısına oturdum, kahvelerden birini uzattı. “Seni dinliyorum,” dedim. “Birbirimizin hayatlarına çabuk girdik ve tamamen tanımadan yollarımıza devam edebiliriz diye düşündük. Tabii en büyük yalan buydu hepimiz için! Bak Nalin, herkesin kendine göre doğru ya da yanlışı vardır. Bu sana çok yanlış geliyordur ama hayatımızın devam etmesi için biz buna mecburuz! Bizi bilip ona göre karar ver! Yoksa...” “Yoksa ne?” diye sordum. “Yoksa... Gitmek istersen ya da uzaklaşmak istersen yardım edebilirim.” Dedi keskin dilliyle. Ne yani beni gönderebileceğini mi söylüyordu? Bunu hiç beklemiyordum. Buz kestim. Şu dünyada bir yere sığmayan bir ben miydim? Bir beni mi çok görüyorlardı. Ayağa kalktım. Ve zor olsa da yutkundum... “Anladım,” diyebildim. Sahi başka ne denirdi ki. Odama çıktım, ayağımı bağdaş kurarak oturdum. Anlamış mıydım, cidden? Bana yine yollara düşmek mi gerekiyordu? İkinci kez yaşayacak kadar cesur muydum? Kalbimi de alıp göçmek istiyorum bu diyardan... Anlık bir karar vermek istemiyordum başkaları yüzünden neden benim uykularım kaçıyor ya da ben gidiyordum ki. Ne zor bir karar, şimdi çık işin içinden... ✨✨ Önemli bir dersim vardı. O yüzden yataktan çıkmalıydım. Ama geç uyuduğum için uykumu alamamıştım. Belime dolanan bir el ile çığlık attım. Araf, ne zaman gelmişti? Araf, korkmuş gözlerle, gözlerini açtı. “Ne oldu?” diye sordu telaşla. Sahi miydi? Yoksa rol mu yapıyordu, beni cidden önemsiyor muydu? Olaylara artık şüphe ile bakıyordum. “Korktum, aniden elini atınca,” dedim, titreyen sesimle. Aniden beni kollarına aldı ve sarıldı. “Korkacağını düşünemedim, dün gece geç geldim. Sana bakmak için odaya geldim ve uykuya dalmışım.” Dedi. “Önemi yok, izninle artık hazırlanıp gitmem gerek dersim var!” dedim. Ve kollarının arasından çıktım. Araf, şaşkınlıkla baktı. Henüz nasıl davranmam gerektiğini ve ne yapacağımı bilmiyordum. Araf yataktan çıktı ve yanıma geldi. “iyi misin?” diye sordu. “evet, sadece hazırlanmam gerek,” dedim. Yüzüne dahi bakamıyordum. Araf, bir şey demeden odadan çıktı. Derince bir nefes alıp verdim. Ve hazırlanmaya başladım. Hazırlandıktan sonra aşağı indim ve etrafta kimse yoktu. Hemen dışarı çıktım ve Mustafa abiye beni bırakmasını istedim. Umarım, sonu diğerleri gibi olmaz! Düşündükçe daha korkunç geliyordu. Mustafa abi “İyi misiniz Nalin hanım,” dedi. Ama beynim şu an algılamayacak kadar doluydu. "Nalin hanım!” diye tekrarladı. “Hı?” “İyi misiniz? Hastaneye gidebiliriz," dedi. Bir psikolog iyi olurdu... “Yok, devam et!” dedim. Vardığımda “teşekkür ederim,” dedim. ‘Asafoğlu Üniversitesi’ yazılı olan binaya baktım. Hayalim neydi? Neden geldim buraya? Ve en önemlisi Asafoğlu ailesi kim? Beni okutmaktan geçti artık, her şey rayından çıkıyordu ve bende geri rayına koyacaktım her şeyi.. ..... Dersler bitene kadar hep amfiyede oturdum ve derslerim ile ilgili notlar aldım. Geri gitme vaktiydi, nereye gitsem lanet gibi oraya da zarar veriyordum. Kimse kalmamıştı ve bende ayağa kalktım. Kapıdan Deniz göründü. “Müsait misin?” diye sordu. “Evet, gel!” dedim. Yanıma geldi ve geri oturduk. “Araf ile ne zaman başladı?” diye sordu direkt. “Bilmem, çok ani oldu. İyi mi kötü mü hiç düşünemedim.” Dedim. “Kendini neyin içine attığını biliyorsun değil mi? Eğer zaafı olursan tüm kartlar senin üzerine oynanacak!” dedi hafif kızgınlıkla. Çünkü Araf ve ailesi şu an hedefti ve ben o hedefe balıklama atlamış bulunmaktayım. “Sanırım, çok geç,” dedim. Geçti, oynanmaya başlandı bile. Ve tek çare yine gitmek... “Nasıl geç? Bir şey mi oldu?” “Yok ama olabilir hayatın ne getireceği belli olmuyor, dün başka yerde iken şimdi başka bir şehirdeyim. Sürprizlerle dolu dedikleri bu olsa gerek!” dedim. “Haklısın henüz ne olacağı belli olmaz, ama unutma hep senin yanındayım." Dedi, Tekin'in aksine yanımda olmayı tercih etti. "İyi ki varsın Deniz!" Dedim ve bir tebessüm oluştu yüzümde. Ayağa kalkmıştık ve kafeye doğru yürüyorduk. “Sende nasıl gidiyor?” diye sorum. “İyi gidiyor, bir kız ile uğraşırken şimdi iki oldu,” dedi ve gülümsedi. “Şikayetiniz mi var Deniz bey!?” “Abilik iç güdüsü kabarıyor, ne yapsam Araf’ı sorguya çekme zamanı mı geldi, dersin?” dedi, samimi bir şekilde. Samimiyetinden şüphe duymadığım tek insandı. “Araf ile hep aranızda bir mesafe var, birbirinize bu kadar uzak iken hesap sorduğunda ne olur, sence?” “Kan...” demesiyle midem bulandı. Öğürmeye başladım. “İyi misin?” diyordu ama midem fenaydı. Önümdeki ağacın altına kusmaya başladım. Midem gittikçe fenalaşıyordu. Deniz, saçlarımı geriye atıyordu. “Ne oldu ya birden,” diye söyleniyordu. Ama benim konuşacak halim yoktu. Dün kan ter içinde koşmam, insanların ölmesi... Benim yüzümden. Hayatımda tam her şey iyiye giderken diye düşünüyordum şimdi ise tekrardan bir bataklıktaydım ve bu sefer kaçsam bile sonu hep aynı olacaktı, kaçış bile yoktu... Gözlerim karardı ve en son duyduğum Araf’ın “Nalin!” diye bağırışı oldu. Araf'tan devam; Kafede beklerken zaman geçmiyordu. Sigara yakmak için dışarı çıktığımda, Deniz ve Nalin’i gördüm. İlk baktığımda Nalin’in saçını okşadığını sansam da yaklaşınca durumun öyle olmadığını ve çok kötü durumda olan Nalin’i gördüm. Elimdeki sigarayı fırlattım ve onlara doğru koşarken, birden Nalin yere yığıldı. Kucağıma aldığım gibi arabanın olduğu yere gittik. Deniz arabayı açtı ve şoför koltuğuna geçti, bizde arkadaydık. “Ne oldu?” diye sordum. “Bilmiyorum yani konuşuyorduk birden midesi bulandı.” Dedi. “Ne dedin lan!?” “Konuşuyorduk!” diye bağırdı. “O ağzını kırdırtma, bana bir daha bağırırsan...” “Araf, kendine gel! Nalin’i kontrol etmen gerekirken ortalığı birbirine katmaya çalışıyorsun.” Dedi. Kucağımda duran Nalin’e baktım. Yüzü ter içinde kalmıştı. Ne oldu da birden bu hale geldi? Cebimden telefonu çıkardım ve en iyi doktorlardan birisi olan aile doktorumuzu aradım. “Oraya varmak üzereyiz, hemen aşağıda ol!” dedim ve telefonu kapattım. Hastaneye varmıştık. Hızla arabadan çıktık. “Sedye!” diye bağırdım. Getirilen sedyeye koydum. Elini tuttum. “Araf bey, burada kalıyorsunuz,” dedi. Doktorumuz Cevat bey. Başarılı olmanın yanı sıra bizim hastanenin baş hekimiydi. Dakikalar geçiyordu, ama doktor hala çıkmamıştı. Tekin, Ufuk ve Ada buraya doğru geliyordu. Deniz haber vermiş olmalı. “Nalin nasıl?” diye sordu Ada telaşla. “Bilmiyoruz, içeri aldılar.” Diye karşılık verdi Deniz. Doktor çıktı. “Korkulacak bir şey yok..” “Madem yok neden bayıldı.” Diye söze girdim. “Araf bey! Endişenizi anlıyorum, son günlerde üzücü bir haber ya da üzücü bir durum yaşamış olabilir. Üzüntüsü midesine vurmuş, sonra yorgun bedeni zayıf düşmüş.” Dedi ve yanımızdan ayrıldı. Bu kadar basitmiş gibi anlatmasını anlamıyordum. Düşinmeye başladım, Nalin sabahta bir tuhaftı ne olmuş olabilir? Odaya girdiğimde kolunda serum vardı. Yorgun olduğunu nasıl anlayamadım? Kendim ve sorunlarımla o kadar ilgiliydim ki ilgilenme fırsatım olmadı. “Herkes çıksın! Gidin!” dedim. “Ne oluyor abi?” diye sordu Ufuk. “Sorgulamayın, gidin!” dedim. Bir şey söylemelerine izin vermeden çıkardım. Sedyenin soluna, yanına gittim önce elini tuttum. “Tüm sorunları ortadan kaldırmak isterken, çok fazla soruna neden olduğumu biliyorum.” Dedim. “Seninle ilgilenmek yerine, kendime odaklandığım için affet beni güzel kızım,” Elleri hareketlenmeye başladı. Refleks ile yanımda olduğunu söylemeye mi çalışıyordu? Telefonum çalıyordu, cebimden çıkarıp baktım. Babam arıyordu. Pencere kenarına geçip, açtım telefonu. “Baba!” “Nalin, nasıl?” diye sordu. “Uyuyor şimdi,” dedim. “Geliyorum, birazdan orada olurum.” Dedi ve kapattık telefonu. Sağ elimi koydum cebime ve dışarıya bakmaya devam ettim. Her şey o kadar karmaşık bir hal almaya başladı ki nereden ne geleceği belli olmuyor. Şimdi ise bu işlerle asla ilgilenmeyen, ilgilenmeyecek ve hatta beni anlamayacak birini hayatıma aldım. Sorunlarla baş edebilir miydim? Nalin, anlayış gösterir miydi? Diye düşünmeye başladım. Bir yola çıkarken asla sonunu düşünmeyiz, ne zaman ki bir sorunla karşı karşıya gelirsek o zaman bazı şeyleri daha net anlıyorduk. “Araf!” dedi, yorgun sesiyle. Hemen yanına gittim ve saçını okşadım. “Nasıl hissediyorsun, doktor çağırayım mı?” dedim. Başını hayır anlamında iki yana salladı. Elimi elinin üzerine attığımda tedirgin oldu. “İyi misin, sorun ne?” diye sordum. Yastığını düzeltti ve kendini toparladı. “Serumu çıkartabilir miyiz?” diye sordu. Yanda bulunan cihaza bastım ve kısa sürede hemşire geldi. “Uyanmışsınız Nalin hanım! Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu. “İyiyim,” dedi fakat söylerken bile yorgun olduğu belliydi. Hemşire serumu çıkardı ve gitti. “Gidebilir miyiz?” diye sordu. Yorgun olduğu için mi mesafeli yoksa bir sorun mu vardı, çözemedim. “İyi olduğunda gideriz.” Dedim. “Hayır, şimdi gidelim,” dedi. İnatlaşacağımız konu bu olmamalı, neden ısrar ediyorsun, hiç anlam veremiyorum. “Nalin!” diye uyardım hafif yüksek ses tonuyla. Birden ağlamaya başladı. “Bağırmak istemedim, sorun ne?” dedim ama cevap vermedi. Sustukça daha fazla agresifleşiyordum. Elini tuttum ama elini çekti. “Sorun ne?” diye sorumu yeniledim. Yataktan çıktı. Sessiz kalması sinirimi bozuyordu. Sessizlik bize hiçbir şeye katmayacaktı, konuş be güzelim. Kolundan tuttum, “Ne oldu? Neden cevap vermiyorsun?” “Sorun ne mi? Sorun sensin!” diye çıkıştı. “O ne demek oluyor?” “Gördüm,” dedi sessizce. “Gördüm o akşamı ve unutamıyorum.” Diye devam etti. “Neden olduğunu da biliyorsun o zaman...” “Biliyorum, benim yüzümden onca insan öldü.” “Senin yüzünden değil, bu saçma düşünceleri kafandan at” dedim. “Benim yüzümden ya da değil ellerine kan bulaştı Araf!” Dedi masumca. Kan hep vardı be güzelim. Senin gerçekleri şimdi görmen çok acı, henüz erkendi. “Susuluyormuş değil mi? Karşındaki insan haklı olunca, olmaz! Elleri kana bulanan birini sevemem!” dedi. Daha hiçbir şey yaşamamışken öylece bitecek miydi?.. ✨✨ |
0% |