Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29. Bölüm

@kelebekruhhu

Araf'tan devam;

Bazı anlar vardır, o anın hiç gelmeyeceğini düşünüp öyle devam edersiniz. Ama hayat acımasızdır hiç beklemediğin anda sana felaketi yaşatır. Bu anda böyle; sır saklayarak, gerçeğin üstünü kapatırsak mutlu olacağımızı düşündük, en büyük yanılgımız bu oldu.

Arslan abiyi ikna edemeyeceğimizi anladık. Lanet olsun ki o kadar haklı ki. Kız kardeşini ondan sakladık yetmedi gerçeği söylemesini engelliyoruz. Ama işler hiç yolunda değil. Tek bir adamı yakalamıyoruz. Bütün imkanlarımız seferber oldu ama nafile yerin dibinde sanki...

Şimdi ise bir deniz kenarında bulunan bir balıkçıda oturuyorduk. Babam, çatışmanın verdiği hasarı onarmak için uğraşıyordu.

“Lanet olası olayları ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz?” diye sordu Arslan abi.

“Abi, bildiğin gibi değil...” dememle, elini masaya vurdu.

“Ulan! Kardeşim yaşıyor söylemediniz, hadi onu da geç siz ne ara bu kadar samimi oldunuz lan!” diye gürledi.

“Bu tepkilerin için, bağırıp çağırıyorsun dinlemiyorsun. Aynı kardeşin gibi!”

Arslan öldürücü bakışlarını benim üzerimde bir an olsun ayırmadı.

“Seni öldürürüm lan!” diye ayağa kalktı.

Hiç bir şey yolunda değildi. Şimdi yol bile görünmüyor...

“Abi, otur anlatacağım,”

“Neyi anlatacaksın? Hangi yalanlardan başlayacaksın?”

“Yalan değil, kardeşinin yaşadığını bizde bir kaç aydır biliyoruz. Sana söyleyen Ateşi de biliyorsun.”

“Bana ne lan Ateş’ten! O aile kim ? Nasıl kardeşime öyle davranır. Herkes hesabını verecek!”

Barut ile ateş asla yan yana olmamalı. Şimdi biz bu barutu nasıl ateşten sakınacaktık. Her şey zorlaşıyordu. Ateş’i bizden önce Arslan bulsa yerle bir eder her şeyi.

“Herkesin sırası gelecek onlar birer birer hesap verecekler! Ama sırası değil işte...” dediğim an Arslan abi farklı bakmaya başladı. Hislerimin ciddiyetini şimdi daha iyi anlıyor gibiydi.

“Öyle mi?” dedi, bir kaşını kaldırarak.

Bu da farklı ve zor bir imtihan olacaktı.

✨✨

Eve sabaha karşı gelmiştik. Arslan, kendi için ayrılan odaya girdiğinde bende Nalin’e bakmak için yavaşça kapıyı açtım ve girdim.

Saçları yüzüne düşmüştü, dokunmaya kıyamadığım kadına yapılan her haksızlığın her şiddetin bedelini herkes bir gün ödeyecek! Saçlarını yüzünden çektim, melek gibiydi. O kadar masumdu ki, bu hikayenin tek suçsuzu o iken en fazla zararı alan da yine o’ydu...

Yanına uzanmak istedim de yapamadım. Artık, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Her şeyi söylemek ve beni affetmesini istiyorum. Söylesem, burada bir saniye dahi kalmayacağını da biliyorum... Bu ikilemlerin arasında kaldım...

Nalin’i odasından yeni çıkıyordum. Sabaha kadar odasında ne yapmam gerekeni düşündüm. Bunu daha fazla uzatmayacaktım, sonuç ne olursa olsun Nalin her şeyi bilmeliydi. Babam, iki gün sonra geliyordu ve ilk önce babam ile konuşacaktım.

Odama girdim, duş aldım. Çıktığımda kıyafet dolabından siyah gömlek ve siyah pantolon giydim.

Aşağı indiğimde Arslan tek başına kahve içiyordu.

“Oğlum, bu kız kime çekmiş. Bu inadı ne!? Bir kahvaltı yap dedik diye azar işittik lan!” dedi sinirle.

“Kime çektiği belli gibi abi” dedim takılarak. Kırlentlerden birini bana attı.

“Seninle işimiz var, dua et. Yoksa seninle kapanmamış bir hesabımız var.” Dedi.

Bunun abilik iç güdüsü giderek kabarıyordu ve bununla başa çıkmak gittikçe zorlaşıyordu.

Kahvelerimizi ofiste içiyorduk. Tekin, Deniz ve Ufuk ile. Deniz, hep bu işlerin uzağındaydı ama şimdi ise koruması gereken bir kız kardeşi vardı. Hep birlikte hareket edeceğiz.

“Ateş ile tek bir ipucu dahi yok a.. bu nasıl iş lan!?” Diye gürledi Tekin.

“En ufak bir açığını dahi yakalayamadık. Bu kadar profesyonel olduğunu düşünmüyorum arkasında birileri var. Hareket ettiği ve bizimle irtibatı olan biri olmalı.” Ufuk.

O an tüm ihtimaller dahilindeydi. Biri vardı ama kim?

“Herkesi yakın takibe alıyoruz. Yarın, toplantı yapılacak. Herkes katılacak!” dedim. Yarına kadar toplantı olduğunu kimseye söylemeyip aniden gelişen bir şey gibi olacaktı, illa biri açık verecek! Yarına kadar herkes yakın takibimizde...

“Kimsenin açığını bulamazsak ne olacak,” dedi Deniz.

“Herkes hata yapar, onlarda yapacak! Onların istediği şey ne, bunu dahi bilmiyoruz. Unutma bunu herkes olabilir. Olmaz, deme asla!” dedim.

Arslan abi, güvenlik şirketi yönetimi ile ilgileniyor ve çok iyi bir eğitmendi. Güvenlik ile ilgili her sorunu hallederdi.

Tekin, çok iyi bir dövüşçüydü. Ve çok zekiydi. Hamlenin nerede geldiğini bilirdi. Sert ve acımasız.

Ufuk, çok iyi bir keskin nişancıdır. Hedefi ıskalamaz.

Deniz, yapacağı işi hemen kavramasını bilen biridir.

Bu dördü ile her türlü yola çıkılırdı. Geriye sadece kimlerin yaptığı ve ne için yaptığını öğrenmek kalıyordu.

Kapı çalındı. “gel!” dediğimde sekreterim Ayşegül geldi. “Efendim, sizinle görüşmek isteyen biri var, dışarıda bekliyor,” dedi.

“Adı nedir?” diye sordum.

“Ateş olduğunu söyledi.”

Hep birlikte ayağa kalktık.

“Nerede lan o it?” diye dışarı çıkan ilk kişi Arslan oldu. Ardından hep birlikte çıktık.

Ateş, arabasına yaslanmış. Bizi bekliyordu. Arslan, yukarı doğru bir ateş açtı. Ve silahı Ateş’e doğru uzattı.

Ateş, umursamaz bir tavrıyla. Bize baktı. Bu cesaret nereden geliyordu?

“Ama Arslan’cım hiç yakışıyor mu? Bana teşekkür borçlusun,” dedi.

“Ne teşekkürü lan seni burada mahvederim.”

“Bir kız kardeşin olduğunu öğrendin benim sayemde. E bu kadar güzel kız kardeşe sahip olmak nasıl bir duygu?”

Tam bir ruh hastasıydı. “Seni öldürürüm,” dedim. Silahların hepsi ona doğru döndüğü halde bu kadar iplemez tavır sergilemesi sinir bozucuydu.

“Of! Yeter! Sıkıldım sizin şu asılsız tehditlerinizden. Eğer bana bir şey olursa sen kardeşine sende sevgiline veda etmek zorunda kalırsın,” dedi ve telefonunda birini görüntülü aradı ve direkt Nalin’i gösterdi. Aralarında çok az mesafe vardı. Elimdeki silah titredi. Nalin şu anda tek başındaydı.

“Ne istiyorsun?” diyen Tekin oldu.

“Sizinle daha sık karşılaşacağız, o zamana artık düşüneceğim ne istediğimi?” dedi alay ederek ve korumalarıyla arabasına bindi.

A..... Aradığım kişi bir kaç adım uzakta ve ne ben ne de diğerleri hiçbir şey yapamıyordu.

Arabama atladığım gibi yola çıktım. Nalin’i aradım, açmadı. Tekrardan aradım yine açmadı. Elimle direksiyona vurdum. Bu kız ne yapıyordu?

Hızla üniversiteye giriş yaptım. Arabayı öylece bıraktım ve koşar adımlarla Nalin’in olduğu bölüme koştum. Amfiden herkes çıkıyordu ama ortaklıklarda görünmüyordu. İnsanların arasından devam ettim ve tek başına oturuyordu. Nefes nefese kalmıştım. Derin bir soluk aldım ve yanına gittim. Başını kaldırdı ve bana baktı. Ayağa kalktığı gibi sarıldım. Gözlerimi kapattım ve kokusunu içime çektim. Bir şey olsaydı bende yaşayamazdım.

“İyi misin?” diye sordu. Yine kendinden önce başkasını düşündü.

“Seni çok özledim,” dedim.

Yüzüme baktı. Bu kadar yorgun olduğunu nasıl fark edemedim? Neden hep geç kalıyorum sana?

Yüzüne sahte gülümse koydu ve “Bende özledim,” dedi.

Tam sarılacak iken yeniden öksürme sesi geldi. Arslan abi ve diğerleri kapıdaydı. Nalin sarıldı bende karşılık verdim. Artık ne olacaksa olsun! Ayrıldıktan sonra elimi tuttu ve hep birlikte dışarı çıktık. Arslan abinin kahverengi gözleri gittikçe koyulaşıyordu. Bu kadar çabuk benimsemesi, sahiplenmesi bana da güç veriyor. Ben olmasam da bir gün, her daim yanında olacak bir abisi var artık...

“Neden koşarak geliyordun?” diye sordu.

“Gerçeği mi duymak istiyorsun?”

“Hıhı!”

Masum bakışlarından bir şey saklamak istemedim ve güvende olmadığını söyledim.

“Ne olacak bu durumda?”

“Bilmiyorum güzelim bir süre korumalar yanında olacak,”

“İstemiyorum ama peşimde beni sürekli gözetleyen kişiler!”

“Buna bir süre mecburuz, sende bizi anla!” Dedim. Zorda olsa kabul etti.

Akşam yemeğinde hep beraberdik. Çok güzel bir aile olmuştuk. Düşünmeden edemiyorum kardeşim olsaydı, Nalin ile nasıl olurdu? Benim adıma mutlu olur muydu? Peki ya annem, sever miydi? Ki bence ikisi de çok sever, çok iyi anlaşırlardı... Beni izliyorlardır şimdi, iki güzel meleğim...

Ada ve Nalin baş başa konuşuyorlardı. Biz ise bu işi nasıl halledebiliriz diye tartışıyorduk.

Tekin “Sahte plaka kullanmış ve yol ayrımında aynı araba ve plakadan 4 tane daha vardı böylelikle izini kaybettirdi.” Dedi.

“Şerefsiz!” diye küfür çıktı dudağımdan.

“Ne olursa olsun peşini bırakmayacağız abi!” diyen Ufuk oldu.

Bırakmıyoruz zaten, ne oluyorsa tüm kartlar şu an onun elinde ama yenilecek!..

Zeynep'ten devam;

“Kızım, çok güzeldi deniz kenarında bulunan bir lokantada yemek yedik.” Dedi.

Anlatırken gözünün içi parlıyordu. Bu kadar mükemmel bir insan var mıydı?

“Senin adına o kadar mutlu oluyorum ki çiçeğim, hep gül,” dedim.

“Of! Çok değişik ya! Her zaman yanımda olsun istiyorum.” Dedi. Ardından telefonuna mesaj geldi, şimdi mesajlaşıyorlardı.

Bir süre sonra herkes dağılmıştı. Ben, Araf ve Arslan kaldık. Bu Arslan kimdi ya sormayı unuttum ama baş başa kalınca konusunu açacaktım. Beni sevmedi galiba sürekli sinirle bakıyor...

Bugün dersim erken başlıyordu. Saat yedi de orada olmam gerekiyordu. Ama dün akşam Araf’a söylemeyi unuttum. Şimdi ise hazırlanmak için banyoya girdim. Çıktığımda, hazırladığım kıyafetleri üzerime geçirdim.

Tamamdım artık aşağı ineceğim sırada tartışan Araf ve Selim amcanın sesini işittim. İş ile ilgili olabileceğini düşünüp bir merdiven indim ki Araf’ın “Nalin, gerçeği öğrenmeye çok yakın!” demesini işittim.

Ve onları dinlemeye başladım.

“Arslan’ın gelişi hiç iyi olmadı. Her şeyi anlatacak!” dedi. Kime neyi anlatıyordu ya!?

“Nalin, öğrenmeyecek!” dedi Selim amca sertçe.

“O bana çocukluk arkadaşım Gökhan ve Asmin’den kalan iki hatıra Arslan ve Nalin! Yıllar önce bizden aldılar ve öldü diye bilirken; dayısına vermişler ve yıllardır gerçek ailesi sandığı kişilerin gerçek kimliğini öğrenirse bizim açımızdan hiç iyi olmayacak!..” dedi.

Söylediklerini algılamaya beynim yetmiyordu. Ne demek ya gerçek ailesi değil, ne demek lan! Arslan... Ne yani ailem, ailem değiller mi? Arslan benim abim mi? Dona kalmıştım. Tek bir adım atamıyordum, olduğum yerde kilitlenip kaldım resmen! Gerçek neydi? Gökhan ve Asmin kim? Araf kim? Selim kim? Arslan kim? Ailem kim? Kim lan bunlar!?

Madem gerçek saklanıyordu benden, bu puzzle oyununu ben tamamlayacağım!..

 

Loading...
0%