@kelebekruhhu
|
Bir puzzle parçası olduğumu kabullenmek zordu. Her şey tamamdır ama bir parça yüzünden yarım kalan puzzle ben miydim? Hazmedemiyordum, ne yaparsam yapayım içim soğumuyor. Benden nasıl gerçekleri saklarlardı? Elimde telefon nenemi arayıp aramamak konusunda kararsızdım. Selim amcaya kesinlikle söylerdi. Güveneceğim kimse yoktu. Ailem, ailem değil; arkadaşlarım arkadaşım değil, sevgilim... O kim peki? Odanın içinde volta atmaktan dahi sıkılmıştım. Pufun üstüne oturdum. Sanırım güveneceğim tek kişi vardı. Sonuçta benden bir şey saklamayı istememiş Arslan... Oha! Şimdi dank etti kafama Arslan abim oluyordu, bu yüzden Araf ile her yakınlaşmamda sinirle bakıyordu. Belki de beni kabullenmişti, yoksa neden sahiplenir gibi davranır ki? Evet, evet kesinlikle benimle aynı kaderi paylaşan tek kişiydi Arslan. Kafamda bir plan vardı. O zaman gelene kadar yine kör, sağır ve dilsizi oynayacaktım... Gözlerimden akan yaşları sildim. Aynadan kendime baktım, derin nefes aldım ve dışarı çıktım. Oturuyorlardı, Arslan’da onlara katılmıştı. “Hoş geldin Selim amca!” diye içeri girdim. Selim amca ayağa kalktı, sarıldım. “Hoş bulduk güzel kızım,” dedi. “Nasılsınız?” Diye sordum. “İyiyim kızım, sen nasılsın?” “İyiyim, çok iyiyim. Ben gideyim artık dersim var,” dedim. “Kahvaltı yapmayacak mısın?” diye soran Araf oldu. Gerçekten de merak ettiği için mi soruyordu? Bundan sonra hep şüphe ile bakacağım sana, bu hale getirdiğin içinde asla affedemem seni... Dudaklarım yana kıvrıldı, “Hayır, geç bile kaldım.” Dedim ve hemen çıktım. Gerçekten de geç kaldığım için gitmedim. Deniz’in beni getirdiği denize geldim ve ayaklarımı tepeden aşağıya doğru sarkıtarak oturdum. Gözlerimi kapattım ve denizin sesini, rüzgarı hissetmeye başladım. İçimdeki fırtına dinmiyordu. Ailem kimdi ve neredeler? Arslan’ın geldiği yerde Rusya’dalar mıydı? Öyle ise onların da mı haberi yoktu? Of! Kan revan içinde her yerim... Kanamaz dediğim yerlerim şimdi oluk oluk kan damlatıyordu, en çok da kalbim... Gözlerim doluyordu hemen, bundan nefret ediyorum zayıf görünmek istemiyordum. Ama ailem sandığım kişilerin bana yaptıklarını düşününce, elimde değildi. Hak etmediğim onca şeyi yaşattılar bana... Babam sandığım kişi dayım mı oluyordu yani? Ne gülünç ama! İnsanlar, ne ara bu kadar zalimleşti? Herkes neden susmayı kabullendi, bu kadar gizli olan neydi? Burada tek başıma bunların hesabını yapmak yerine, yerle bir etmek istiyordum ortalığı... Ama yine zarar görecek olan tek kişi bendim! Yoruldum demekten dahi yoruldum, artık nasıl açıklayacağımı bilmiyorum... Hayatımda bu bunu yapmaz, dediğim kim varsa herkes her şeyi yapmış! Kimse mi demedi ya bu kıza da yazık diye, kimse mi vicdanını dinlemedi? Madem öyle madem herkes vicdanını bir kenara bırakmış, onlar gibi... Yok istemiyorum ya onlar gibi olmayı. Ben bildiğim doğru yoldan vazgeçmeyeceğim. Aşağı baktığımda bir grup kalabalık vardı. Bir şeyler hazırlıyorlardı. Kırmızı halı serip kenarlarına gül bıraktı biri. Herkes heyecanla dekorasyonu tamamlıyordu. Bir adam bir kız karşıdan geldiler. Kızın yüzündeki o masum şaşıran ifade çok güzeldi. Hemen yanındaki adamın boynuna sarıldı. Kızın elini tuttu ve kırmızı halıdan geçtiler, arkadaşları alkışlıyordu. Ne güzel bir ana şahit oluyordum... Dizinin üstüne çömelen adam elindeki kutuyu açtı ve evlilik teklifi yaptı. Kız düşünmeden “evet” dedi... Ben izlemeye dalmıştım. Birden “Nalin!” diye seslenen tarafa döndüm. Araf, bana doğru geliyordu. Korumalar az ötede başlarını önüne eğdiler. Haber vermelerini anlayabiliyordum, tehlikenin içinde iken yalnız olmamı ve nerede olduğumu merak edeceklerdi illa. Madem geldin, son kez sevgilim ile birlikte olmak istiyorum. Yapılanları unutarak. “Hoş geldin,” dedim. “Okulda olman gerekiyordu?” dedi sinirle. “Saati yanlış anlamışım, daha erken gitmem gerekiyordu. Bende ektim bir seferlik.” Dedim, tatlı konuşarak. “İstersen hiç gitme güzelim ama haber vermeyi unutma!” “Tamam!” Araf’ta benim yanıma oturdu. Dikkatini ilk çeken evlilik teklifi eden çift oldu. Bana baktı, gözler yalan der miydi? Bu gözler bana aşk ile bakıyordu... Bunun sahtesi olmamalıydı... Bi’ an gözleri dudağıma kaydı. Son kez öpmeliydim. O’nun yapmayacağını anladığım için ben öptüm... Biz iki aşık olarak kalmayı beceremedik. “Eve gitmek istemiyorum, bu gece!” dedim. Birden afalladı. “Ne fesatsın ya!” dedim şakayla karışık. “Şaşırdım güzelim şaşırdım,” dedi. Yüzündeki ifadeden belli oluyor zaten her şey. “Ne diyorsun?” diye sordum. “Neden, bir şey mi oldu?” “İstemiyorum, seninle vakit geçirmek istiyorum!” dedim. “Tamam, yavrum nasıl istersen!” dedi ve ayağa kalktı elini uzattı, uzattığı eli tuttum. Araf, korumaları geri gönderdi. Araf’ın arabasına bindim o ise dışarıda telefonla konuşuyordu. Geldiğinde her şeyi hallettiğini söyledi. Yola koyulduk. Arada bir bakış atıyordu. Yüzünde gülümseme vardı. Herkes ile vedalaşacaktım, onlar veda olduğunu bilmeden... Araf, beni ormanların içinde yazlık bir eve getirdi. Ahşaptan yapılma bu evin görüntüsü bile büyüleyiciydi. Kapının yanında olan bir saksının altında anahtarı çıkardı ve eve girdik. Ahşap dekorasyonu göz alıcıydı. Holden oturma odasına geçtik. “Daha önce niye getirmedin beni ya!” diye söylendim. “Beğendin mi?” “Çook!” “Daha sık geliriz yavrum,” dedi ve şakağıma bir öpücük kondurdu. “Farkında mısın, birbirimizin hakkında pek bir bilgimiz yok!” dedim, konuyu dağıtarak ki yalan da değil. “Ne öğrenmek istiyorsun?” “Seninle ilgili her şeyi!” Yüzüme bir süre baktı, “Bekle geliyorum!” dedi ve yukarı kata çıktı. Eline bir fotoğraf albümü ile geldi. Yanıma oturdu ve ilk fotoğrafı açtı. “Annem ve babamın ilk fotoğrafı nasıl tanıştıklarını biliyor musun?” diye sordu. “Hayır, ama bunu Selim amcadan duymak istiyorum şu an sadece sen!” dedim. Kendi olduğu fotoğrafı açtı. “Burada annemin hamile olduğunu öğrendiği fotoğraf!” “Ya! Bu ultrason fotoğrafı ama! O zamanda kaşların çatıkmış,” “Kaşlarım çatık değil,” “Söylerken bile kaşların çatık!” “Değil!” “Öyle!” “İnatlaşma!” “İnatlaşma!” dedim o’nun gibi. Araf’a takılmak çok eğlenceliydi... Bir sürü fotoğrafı vardı. İlk doğduğu andan emeklemesine, yürümesine... Daha niceleri. Hepsini özenle anlatarak, gösteriyordu. “Burada beş yaşındayım, kucağımda bir aylık kız kardeşim!” dedi. “Adı?” “Mina!” dedi, yavaşça. Yutkunmada zorluk çekiyordum. Acı bir şekilde kaybetmesi, çok zordu. O’nun bu acısını anlayamazdım ama yanında olabilirdim fakat bunu da o istemedi... Sol elimi boynuna doladım ve sarıldım. Acını keşke hafifletebilseydim. Annesi çok güzeldi, ela gözlere sahipti. Annesine benzeyen kız kardeşiydi, Araf ise babasına çekmişti. Kapı çalındı ve korumalar, alışveriş poşetlerini getirdiler. Mutfağa bırakıp çıktılar. Bizde albümü bitirdik ve şimdi beraber yemek yapmak için mutfağa geçtik. Poşetlerin içinde tavuk göğsü vardı. Tarifini Esma abladan öğrendiğim şinitzel yemeğini yapacaktım. Etler hazır doğranmış olduğu için, sadece baharatları ve una bulamak kalıyordu. Tavaya yağ koydum ve altını açtım. Araf’a baktığımda patates salatasını hazırlıyordu. Bende kızaran yağa tavukları koydum ve pişmesini bekledim... Beraber ikinci kez yemek yapıyorduk. Bu anlar hep özel hep güzel olarak hatırlayacaktım, çünkü... Unutmak istemiyorum. Gözlerim doldu yine, Araf bana baktı. “Yavrum n’oldu?” dedi. “Seninle daha çok anımız olmasını isterdim,” dedim. Bir an ne demek istediğimi anlamasa da “Olacak, çok daha güzel anılarımız olacak!” dedi. Eliyle saçımı karıştırdı. Yüzüme en sahtesinden, en acısından bir gülümse koydum... ... Şimdi patlayan mısırlarımızı ve çayımızı aldık. Benim isteğim üzere Tom ve Jerry izleyeceğiz. İçeri girdim ve çizgi filmi başlattı. Hem gülüyor hem yorum yapıyor hem de mısırımızı yiyorduk. Saatin durduğu bi’ andı benim için. Bu kadar güzel bir an yaşattığı için Araf’a teşekkür ederim, bunu hiç unutmayacaktım...
|
0% |