@kelebekruhhu
|
Doya doya “seni seviyorum!” Dedim, hem güldüm hem ağladım... O’nun kokusunu doyasıya içime çektim. Unutulmaz bir gecenin ardından, sabahında eve gelmiştik. Araf, işi olduğunu söyleyip gitti. Bende Selim amcayı aramıştım eğer vakti varsa bana biraz zaman ayırmasını istemiştim. “Kızım,” diye içeri girdi. Sanırım bu kelimeyi özleyecektim. “Hoş geldin Selim amca!” Dedim ve sarıldım. “İyi misin?” Diye sordu. “... Evet, iyiyim. Sadece aynı evi üzün süredir paylaşıyoruz ve sizleri daha yakından tanımak istedim.” Dedim. “Sana vakit ayıramadığımı biliyorum ama şu işler az kaldı bitsin hep yanında olaca’m.” Hep yanımda olmak mı?.. Olmayacak hayaller kurdurup durdunuz bana. Bir daha inanmam! “Sorun değil, ama bende merakıma yenik düştüm. Kim olduğunuzu bilmemek tuhaf geliyor.” Dedim. Selim amcanın yüzünden bir gülümse oldu. Ve başlattı anlatmaya. Babasını erken yaşta kaybetmiş ve o’na kalan mirası devam ettirmiş. “Peki ya eşiniz Arzu hanım ile nasıl tanıştınız?” dedim. Öyle derin bi’ iç çekti ki eşini özlediğinden daha fazlasıydı bu... “O benim lise aşkımdı, aynı lise aynı sırayı paylaşıyorduk. O’nu ilk gördüğümde bizim sınıfa yeni transfer olmuştu. Babasının tayini çıkmış, Trabzon’a... En arka sırada tek başıma oturan serseri herifin teki iken, beni dize getirebilen tek kadın...” derin bir es verdi. Gözleri ilk kez canlılığını kaybediyordu. Yanına gittim ve sarılmak istedim ama yapamadım... “Özür dilerim hatırlatmak istemedim.” Dedim. Selim amca ise sarıldı... Ellerim havada kaldı. Sarılamadım. Benden ayrıldı. “Ne eşimi ne de kızımı koruyamadım. Ama sana söz güzel kızım seni koruyacağım.” Dedi, gözyaşlarıma o an hakim olamadım. Neden, herkes yalancı?.. Bırakmam, diyenler en başta seni terk eden kişiler değiller mi? Şimdi ise nasıl söz verebiliyorlar, aklım almıyor. Selim amca ile sohbetimiz baya derinleşmişti. Ben okul, ev, iş... On sekiz yılına sığdırdığım ne varsa anlatmıştım. “Benim kızım Mina’da çok severdi okumayı, çizmeyi, şarkı söylemeyi...” dedi, derinlerde bir yerlerde bir şeyin koptuğunu hissediliyordum. “Eminim, çok güzeldi sesi.” Telefonundan bir video açtı ve Berk Baysal’ın “Halime Gülüyorum” şarkısını seslendiren bir kız, aynı şarkıyı o söylerken ben paylaşmıştım... O kadar naif, o kadar içten muazzam bir sesti. Bazı babalar, gerçekten de babaydı... Akşam olmuştu ve Selim amca gitti. Deniz’in bizi götürdüğü deniz manzarasında, toplanmak ve birlikte olmak için orayı seçmiştim. Odamda Aralık ayı için en uygun kıyafetleri üstüme geçirdim. Aşağıda beni bekleyen Araf ve Arslan’ın yanına gittim. “Hazırımmm!” diye bağırarak son merdivenden indim. Araf’a ne olmuştu bilmiyordum. Arslan’dan artık çekinmiyordu. Hemen ellerimden tutup beni kendi etrafımda döndürdü. “Çok güzel olmuşsun,” dedi. “Teşekkür ederim,” Artık, evden çıkmıştık. Bu havada manyak gibi deniz kenarında olmayı seçmiştim, pişman değilim. Pekte önemi yok, hatırlayacağım bir kaç güzel anıdan ibaret olacaklardı. Belki sonrada da unutulup gidilecektik... 🌸🌸 “Kızım, manyak mısın? Bu havada tepede ne işimiz var.” Diye söylenerek yanıma geldi Ada. “E sanki!” “Ya! Hadi gel!” elimden tutup, sürükleyerek yanlarına gittik. Şimdiden eğlenceyi hissedebiliyordum. Hep bir ağızdan “Hoş geldiniz,” dediler. Bizde “Hoş bulduk,” dedik ve bize ayrılan sandalyelere oturduk. Arslan, Araf’ın yanındaki oturacağım sandalyeye oturunca bende Ada’nın yanına gittim. Kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başlayınca erkekler, bende Ada’ya daha çok yaklaştım ve “E nasıl gidiyor?” Diye sordum. “Çok iyi gidiyor, biliyor musun? Can’da fotoğrafçı ve yaptığım çizdiğim resimleri çekmek istediğini söyledi. Yarın fotoğraf makinesi ile gelecek ve beraber rastgele bir duvara resim yapacağız.” Dedi, heyecanla. Adını ilk kez telaffuz ediyordu, anlatırken gözlerinin içi hep parlıyordu. Hep mutlu ol canım. “Vay! Eniştemizin adı Can demek!” diyerek takıldım. “Hey! Daha bir şey yok,” “Olmayacak anlamına da gelmez.” Deniz “Bu aralar çok fazla kulaktan kulağa konuşuyorsunuz?” deyince bakışlar bize döndü. “Kıskanıyor musun acaba?” dedim. “Bunun altında yatan düşündüğüm şey olmasın da!” Dedi sinirli sinirli. “Hadi ama ne olabilir ki konuşuyoruz sadece!” dedim. Ada’nın, Deniz’den çekeceği var. Deniz’in koruma iç güdüsü giderek farklı bir boyut alıyordu, haksız diyemem. Etrafında olan şeyler pekte iyi şeyler değildi. Kimin başına ne geleceği belli olmuyordu ve kardeşini korumaya çalışıyordu. Bu sefer soru Ada’dan geldi. “Dün tüm gün Araf ile ne yaptınız? Arslan abiyi nasıl ikna ettiniz?” diye sordu ve hemen ardından dudağını ısırdı. Herkesin gerçekleri bildiğini tahmin edebiliyordum ama kendini böyle ele vermesi... “Anlamadım, Arslan ile ne ilgisi var?” diye sordum. “Ah! İşleri vardı ondan şey ettim,” dedi, toparlamaya çalışarak. “Arslan kim ki? Daha bir kaç gündür tanışıyoruz. Bize müdahale etmeye hakkı yok!” “Evet, evet canım! Dedi ve ortama dönerek “Beyler! İhmal ediliyoruz.” Dedi. “Oyun mu oynasak?” dedi Ufuk. “Aynen Rus ruleti oynayalım, belki denk getirirde kafana sıkarsın!” diye karşılık verdi Tekin. Ama ben bu ikisinin atışmalarını özlerim ki... İkisi kendi aralarında tartışırken, Ada shot oynamayı teklif etti. Ah! Hiç sarhoş olmaya gerek yok. Bu yüzden ret ettim. Arslan ve Araf buralı bile olmazken, Deniz arabaya doğru gitti, geldiğinde elinde kağıt, kalem ve deniz şişesi vardı. Masaya bıraktı. “Herkes kağıt, kalem ve bir şişe alsın. Beş yıl sonraya not bıraksın, buraya gömelim ve beş yıl sonra açıp okuyalım.” Dedi. Bu çok güzel bir fikirdi. İlk ben aldım. Arslan ve Araf pek yanaşmasa da mecbur kaldılar ve herkes yazmaya başladı. Bir süre kağıda baktım, çevreme baktım. Beş yıl sonra ben olmasam da okumalarını isteyeceğim şey ne olur, diye düşündüm. Ve kağıda dökmeye başladım... Bitirip katladım ve şişenin içine koydum, beş yıl sonra açıp okuduklarında umarım beni güzel hatırlarlar. Herkes bitirdi, Araf yanıma geldi. “Beş yıl sonra da on yıl sonra da yanımda olmasını istediğim tek kişi yanımda zaten!” Dedi... Bir çukur kazdı ve ikimizin şişesini yan yana koydu, üzerini kendi elimle kapattım. “Bi’ durgun gibisin,” dedi. “Yoo, iyiyim!” dedim. Ve denizi izlemek için tepenin kenarına gittim. “İyi misin?” diye sordu Tekin. “Evet, iyiyim.” “Yalan söylemeyi beceremiyorsun,” dedi. “Her şeyi anlamak zorunda mısın sen?” “Bu zeka bana da ağır geliyor, hadi anlat bakalım neyin var?” “Anlatacak bir şey olduğunda bu sefer ilk sana geleceğim!” Yüzüme baktı ve konuyu dağıtmama kızmıştı. “Bir kaç gündür tuhafsın, yaptığın şeyler sen değil gibi.” Dedi. “Beni ne kadar tanıyorsunuz ki?” “Bu yaptığın şeylerin bir veda etme şekli olduğunu anlayacak kadar tanıyorum bence!” Dedi. Yüz ifadem buz kesti. Yüzümü denize doğru döndürdüm, kollarımı kavuşturdum. “Çok güzel ya nereye gidiyormuşum! Bu sefer yeni insan tanımaya halim var mı?” “Yok mu?” “Yok! Tek bir kişiyi bile hayatıma almaya mecalim yok!” İkna olmadıysa da şüpheleri dağıttım diye umuyordum. “Bensiz bir şey dönüyor burada,” diye söylenerek geldi yanımıza Ufuk. “Abi, bi’ huzur ver lan!” “Bensiz huzursuz oluyorsun ama!” dedi, dudak büzerek. “Hem ben sana gelmedim ki yengeme geldim, kıskanç herif!” “Aynen çok kıskandım,” dedi. Bu ikisini orada bırakıp, Deniz’in yanına gittim. “E sende nasıl gidiyor?” diye sordum. “İyi gidiyor... Da şu kızın bu aralar gizemli hali beni kuşkulandırıyor.” Dedi. Öğrendiğinde canını yakmazsın umarım. Hep birlikte güzel fotoğraflar çekmiştik. Araf ile ayrı çekmek isteyen Ada’ya hayır dediysem de sözümü geçiremedim deli kıza. Araf ile yan yana koydu bizi ama ikimizde bunun özürlüsüydük! Ne yapacağımı bilemedim. Araf’a baktım ve o’nun ise çoktan bana baktığını gördüm. Birbirimize bir süre baktık. Kara gözlerini çek üstümden! Diye yalvarıyor içim... Bi’an olsun bakışlarını ayırmadı. Bu çok güzel oynuyordu. Az kalsın inanıyordum, bu hayatta birinin beni seviyor oluşunu. Neyse... Artık herkes ile vedalaşmıştım kendimce. ..... Eve vardığımızda gece iki olmuştu. Arslan kendi odasına çıktı direkt. Ben ve Araf ise yalnız kaldık. “İyi geceler,” dedim. “Otururuz diye düşünmüştüm,” dedi. “Uyumak istemiyorum.” Dedim. “Bi’ çay?” Ama Araf zaafımdan vuruyorsun. Yüzümde gülücük oldu. “Peki,” Dedim ve mutfağa geçtik. Ben sandalyeye oturdum. “Çaylar senden,” “Nasıl isterseniz hanımefendi!” Çayı, hazırlayıp önüme koydu. Dolaptan çikolata çıkardı ve çayın yanına koydu. Bu incelikler ne Araf bey! “Teşekkür ederim,” dedim. “Afiyet olsun,” dedi. Konuşmak istemiyordum, konuşacak neyimiz vardı ki. Of Araf neden beni böyle bir duruma koydun ki... Affedemiyorum seni. “Bu acele ne?” diye sordu. Ben sinirden tüm çikolatayı gömerken. “Olmadı, olmadı bir şey,” İnanmayan gözlerle baktı. “Ben gideyim evet, gideyim ya!” dedim ve cevabını beklemeden kaçar gibi yukarı çıktım. Hemen odayı kilitledim. Ay çıldırmalık. Bu kadar iyi oynanmaz abi ya! Saate baktım ve 4:30 olmuştu. Üstümü değiştirdim. Ve yavaşça kilidi açtım. Etrafa bakındım hiçbir ses yoktu. Mutfağa geçtim. Kimse yoktu, arka bahçeye çıkan kapıyı açtım ve korumalar ortalıklarda görünmüyordu. Hemen arka bahçeden gizli bölmeden ormana çıkan yere geldim. Issız, kimse yoktu. Etrafıma bakındım. İlk kez burayı görüyordum. Yürüyerek yola geldim. Bir kaç adım attıktan sonra bir araba durdu. Nefes nefese kaldım... Arabadan biri indi. İşte beklediğim kişi. “Hoş geldin... Abi!”
|
0% |