Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. Bölüm

@kelebekruhhu

Öyle bir kader yazılmıştı ki... Ne o düğümü çözebiliyorum ne de o düğümü koparabiliyorum. Araf’ta sıkışıp kaldım... Anladım ki o düğüm noktası benim hayatım! Ben hep bir yerlerde o düğümün içinde sıkışıp kalacağım...

Ruhum acıyor diyordum, kimse sesimi duymadı, duyduğunu sandığım kişiler ise yalanlarla avutmaya çalıştılar. Yeni bir hayat kurmak için çok yorgunum, bedenim artık taşıyamıyor bu kadar yükü. Sadece merak ediyorum herkes her şeyi bildiği halde bu kadar nasıl güzel oynayabildiler, hem ailem sandığım insanlar hem de ailem yerine koyduğum insanlar?..

Hiçbir zaman Mardin’den dışarı çıkmamış iken şimdi bilmem kaçıncı defa geliyordum hesap sormaya... Mardin’in girişinde Arslan’a baktım. İki gün önce duyduğum konuşmaların doğruluğunu kontrol etmek için hemen Arslan’ın yanına gittim. Duyduğum konuşmayı ve gerçekte kim olduğunu sormuştum... Her bir konuşmanın doğru olmasının altında ezilmiştim, ama hiçbiri biyoloji annemin beni doğurduğu sırada ölmesi kadar acı vermedi... Benim de öldüğümü söylemişler böylelikle aynı acının iki katını yaşatmışlar. Biyoloji babam ise bir suikasta kurban gitmiş. Belki de bazı gerçekler sadece benden değil Arslan’dan da saklanıyordu?

“Ne oldu güzelim?” dedi.

“Bir daha güzelim kelimesini duymak istemiyorum.” Dedim.

Boynundaki damarlar belirginleşti. “Nasıl istersen abicim!” dedi, sakinliğini korumaya çalışarak.

Gün bitmek üzereydi o kadar hızlı kullanmıştı ki arabayı on dokuz saat sürecek yolu daha kısa bir sürede gelmiştik. Arslan, arabayı durdurup kapı önünde, bana baktı.

“Emin misin?” diye sordu. Bakışlarından belli oluyordu beni oraya göndermek istemediğini fakat her şeye rağmen ben yüzleşmek istiyordum.

Başım ile onay verdim. Derince nefes aldım. Arabadan indim. Etrafıma bakındım. Her şeyin başladığı yerde bitecekti...

Anılarım bir bir gözümde canlandı, bu konakta bir bana mı yer yoktu? Bir ben mi fazlayım herkesin hayatında? Çocukluğumu dahi almışlardı elimden, bir oyuncağım yoktu... Dışarıda oyun oynayabileceğim bir arkadaşım yoktu. Yediğim bir kaç lokmayı bile zehir etmişlerdi. Sırtıma yüklediği acıları ruhumda saklamaya çalışmıştım, çalıştıkça ruhum tükendi anlayan olmadı. Ağlamamaya çalıştıkça gözlerim inatla doluyordu. Arslan, beni kollarına aldı, saçlarımdan öptü. Her yaramı saracak biriydi, buna eminim.

Tekrardan uzun bir derin nefes alıp verdim. Arslan’dan ayrıldım ve kapıyı açtım. Konağın bahçesinde herkes toplanmış yemek yiyorlardı. Hayatlarına olduğu gibi devam ediyorlardı. Bu kadar basitmiş onlar için. Beni ilk fark eden Boran abi oldu. Yüzündeki gülümseme yerini sert bakışlara bıraktı, ayağa kalktı. “Senin ne işin var burada?” diye bağırınca herkes bana baktı. Baş köşede oturan nenemin dahi yüz ifadesi değişti. Herkes tek tek ayağa kalktı.

Onlara doğru yürüdüm, içimde kopan fırtınalar vardı. Herkes mi yalancı olabilirdi, herkes mi vicdansız? Gözlerim doldu ama ağlamadım. “Neden geldin?” diyen soran babama ya da dayıma baktım...

“O afiyet olsun ama aşk olsun ya bir ben yokum!” Dedim. Bana delirmişim gibi bakıyorlar, sanki bu duruma beni koyan onlar değiller.

Kız kuzenlerimden biri “Yine geldin ve ağzımızın tadını bozdun, ne illet bir şeysin!” dedi öfkeyle.

Sinirden güldüm. “Ben miyim, illet olan sizler nesiniz? Melek misiniz, bir kanatınız eksik.” Dedim ve iyice yaklaştım yanlarına.

“Her şeyi geçin ya vallahi bak. Yaptığınız onca şeyi bir kenara bırakın. Ulan! Nasıl gerçeği saklarsınız ya! Nasıl ya nasıl?” diye bağırdım.

“Kızım!” dedi nenem titreyen sesiyle.

“Sakın! Bana bir daha öyle deme! Ben senin kızın değilim. Ölen kızının yerine mi koydun beni, hadi öyleyse bu kadar acıyı neden bana yüklediniz? Bu nasıl vicdansızlık?”

“Asıl vicdansızlık senin anan olacak o kadın...” dedi Boran abi.

“Sen ne hakla adını ağzına alırsın lan!” dedi Arslan ve Boran’a yumruk attı. Baba.. dayım olacak şahıs ise hemen Boran’ı yerden kaldırdı...

Etraf kaosa döndü. Herkes bir sesten konuşuyordu. Kimin ne dediği belli olmuyordu. Arslan herkese tek başına yetiyordu. Biri ilk kez beni savunuyordu, benim için tartışmaya girmişti. Arslan’ın yanına gittim. “Bunlar hiçbir şeyden anlamaz abi!” deyince herkes sustu.

“Ne abisi neyden bahsediyorsun?” dedi, Boran’ın babası.

“Amca mı demeliyim dayı mı? Her neyse benim için ikisi de önemsiz artık. Abim Arslan!” dedim gururla.

Nenem, yanımıza geldi. “Sen... O musun?” dedi.

“O derken? Kimden bahsediyorsunuz?” diye sordu abim.

“Annen, babandan hamileydi. Evlenmeden, bu yüzdendir herkesin öfkesi.” Dedi.

“Ne anlatıyorsunuz ya! Bunlar sizin yaptıklarınızı avutuyor mu? İstemediği bir evliliğe zorlayacak abileri, başka birini sevdiğini bildiğiniz halde! Sizler gerçekten kötülüğün vücut bulmuş halisiniz! Kardeşimden uzak duracaksınız!” Dedi.

Kardeşim, demesi gurur veriyordu. Abim, olarak bildiğim Mahir ise hiçbir şey demedi zaten ne diyebilir ki... Bir gün olsun kardeşi yerine koymamıştı beni.

Masanın örtüsünü çektim, “Bana zehir olan yemeğiniz size afiyet olsun!” dedim ve abimi de alıp çıktım. İçim bir nebze de olsa da soğumuştu.

Tekrardan arabaya bindik. “Rahatladım, “ dedim.

“Çatlak!”

Şimdi başlıyordu hikayem... Her şeyi geride bırakmaya söz verdik. Eski hayatlarımızı geride bırakıp yepyeni bir hayat kuracağız. Babamın mirası bize yeter, demişti abim. O’na güveniyorum. Benim için hayatını sildi tek kalemde... Yalan yanlış ne varsa ardımızda kaldı...

7 yıl sonra;

“Abicim! Nerede kaldın ya!” diye söylendim.

“Geldim abim geldim!” dedi.

“O bu ne yakışıklılık!” dedim, yakasını düzelterek.

“Randevum var kızım, kurma kafanda.”

İmalı bir bakış attım. Arslan ise beni kovalamaya başladı. Koltuğun kenarına geçtim.

“Buraya gel!”

“Gelmem!” dedim, omuz silkerek.

Bir tur attık ve o benim yerime bende onun yerine geçtim, koltuğun üzerinde bulunan kırlentlerden birini Arslan’a attım. Aynı şekilde o da bana attı.

“Ya! Saçlarımı bozdun,” dedim ve kollarımı bağladım.

Arslan yanıma geldi. “Demek saçlarını bozdum,” dedi ve ellerini saçlarıma doladı.

“yapma ya şunu!” dedim. Ama bırakmadı saçlarımı dağıtmaya devam etti.

“Of abi ya!” dedim.

O ise “tamam, tamam!” dedi ve sarıldı.

“Ben çıkıyorum, geç kaldım.” Dedim ve bir öpücük kondurdum yanağına.

Ve abimin benim üniversiteyi bitirme hediyesi olarak özel bir hastane satın aldı. Şimdi ise garajdan arabamı çıkardım ve hastaneme doğru yola çıktım.

Bu yedi yıl hayatımın dönüm noktası oldu. Bazı şeyleri atlatmam yıllarımı aldı ama yine de abimin her zaman desteği sayesinde bunların üstesinden geldim. Gerçekler her zaman acıdır, önemli olan acılarını seninle paylaşan seni anlayan birinin olması hayatında.

Düşüncelerimden sıyrıldım ve hastaneye geldim. Gören herkes “günaydın” dedikten sonra odama geçtim. Önlüğümü giydim. Bu önlüğü giyebilmek için ne bedeller ödetmişlerdi... Şimdi ise hayalimi gerçekleştirmiştim ve artık doktordum. Hayallerimi başarmanın verdiği gurur vardı üstümde tabii her şeyi abime borçluyum.

Kapım çalındı. “gel!” dedim. İçeri en yakın arkadaşım olan Berke geldi. “hoş geldin,” dedim ve sarıldık. Karşımda bulunan sandalyeye oturdu.

“Müjdemi isterim,” dedi.

“Anlamadım?” dedim ve elindeki zarfı havaya kaldırdı.

Ağzım açıldı. “Şaka yapıyorsun?” dedim ve ayağa kalktım.

Berke de ayağa kalktı. “Ver o bana!” dedim.

“Hayır, önce müjdemi isterim?” dedi inatla.

“Yapamazsın bunu!” dedim ve kaldırdığı elinden almaya çalışıyordum ama boyum buna izin vermiyordu.

Beni belimden tuttu ve kendine çekti, yanağıma bir öpücük kondurdu. “Şimdi alabilirsiniz hanımefendi!” diyerek verdi.

Elindeki zarfı hemen açtım ve aylardır beklediğim gönüllü doktor iznini alabilmiş miydim? Her şey bu zarfa bağlıydı.

Heyecandan açamıyordum. “Ben yapamayacağım!” dedim ve zarfı Berke verdim.

Berke, zarfı açtı ve okudu. Suratı düşünce onay alamadığımı anladım.

Kanepeye bıraktım kendimi. “Olmadı mı?” dedim.

Başını olumsuz bir şekilde salladı. “Canın ne sağ olsun canım! Tekrardan dilekçe yazarsın.” Dedi.

“Aylardır bekliyorum onay vermeyeceklerse ne diye zarf yollayıp umut aşılıyorlar ki!” dedim öfkeyle.

Elini saçlarıma götürdü, hafif hafif okşadı. “Ah! Benim meleğim üzülmüş mü?” deyince, dudaklarımı büzdüm. Çok istediğim bir şeydi hayallerimin hep arasındaydı başka şehirlere başka ülkelere gidip hastalara yardım edecektim.

“Ama ben kıyamıyorum kızım sana ya!” dedi ve “Al kendin oku!” dedi.

Kağıdı elime tutuşturdu. Ve kendi cebinden katlanmış başka bir kağıt çıkardı. Ben kağıdı okudum ve çığlık atıp Berke’nin boynuna sarıldım. “Senin elindeki kağıtta ne yazıyor?” dedim.

“Seninle birlikte başvurduğum gönüllü doktorluk onay kağıdı.” Dedi.

“Özür dilerim, seni unutmuşum!” dedim.

“Sorun değil, aynı yerde aynı zamanda birlikteyiz. Başka ne isteyebilirim ki.” Dedi.

Berke baktım. Çok hem de çok iyi biriydi. Fakat hayatımda kimseyi istemediğimi açıkça belirtmeme rağmen anlayışla karşılayıp, hep yanımda oldu bir dost gibi...

“E haklısın, nerede ilk görev yerimiz?” dedim.

“İzmir!” dedi.

 

 

 

 

Loading...
0%