Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34. Bölüm

@kelebekruhhu

“Daha dün zırlıyordun ne gitmesinden bahsediyorsun?” Diye bağırdı abim.

Ben artık bir gün ağlarım ertesi günü dimdik ayağa kalkarım. Yaşadığım hiçbir şeyi unutmadım, unutmayacağım... Nasıl ayağa kalktığımı da unutmayacaktım bu yüzden acılarımı bir kenara atmak yerine artık gömüyorum en derine...

“Dün tüm gün düşündüm ve bir ülkeden, bir şehirden kaçmanın mantıklı olmadığına karar verdim. Şimdi abicim helikopterini hazırlar mısın, bir saate yola çıkıyoruz.” dedim.

Abim derin nefes aldı. Yüzüme tatlı bir gülümse koydum. Bana karşı çıkmayacağını biliyordum. Berke'ye baktım ve bana sana inanamıyorum der gibi bakıyordu. Tamamdır, Berke’de onaylamıştı. Bize ihtiyacı olan insanlara yardım edip geleceğiz, sadece bir hafta sürecek sonra Hollanda’ya geri döneceğiz, bu kadar!

Abimin elinden tuttum ve kaldırdım. İkisini de odadan kovdum. “Hadi gidin bir saat sonra çatıda görüşürüz.” Dedim.

“Sana hayır da denilmiyor ki! Hadi ben gittim, görüşürüz.” Dedi Berke.

“Kızım, deli etme adamı aynı evde yaşamıyor muyuz? Gelmeyecek misin eve?” dedi abim.

“Hayır, eşyalarımı Lauren’den alırsın. Hazırlamıştım.” Dedim.

“Ne ara?”

“Ya! Bi’git artık!” dedim ve abimi gönderdim.

Kendi odama geçtim. Gözlerimi kapattım. İçimden ona kadar saydım. Gideceğim hastaneyi dün gece araştırmıştım ve küçük çocukların tedaviye muhtaç olduğunu ve doktor eksikliğini görmemle fikrimi değiştirmiştim. Ne olursa olsun yardım elimi uzatacaktım. Her şey iyiye gidiyor iken bir sorun yüzünden geleceğimi tekrardan mahvetmeyecektim.

Burada nasıl insanlara yardım ediyorsam, kendi ülkeme de bunu borçluyum. Masanın üzerinde bulunan telefonu elime aldım ve sekreterimi aradım. “Tess odama gel!” dedim ve kapattım.

Bir kaç saniye sonra, kapı çalındı. “Buyurun, efendim!”

“Toplantıyı iptal ettin mi?"

"Evet, efendim!"

"Bram’ın durumunu her saat başı bana bildirmeyi unutma! Biliyorsun yeni kalp ameliyatı oldu. Yedi yaşında henüz, kalbinin uyumuna bakmamız lazım. Doktor Emma’ya söyledim ilgilenecek ama senden sürekli rapor atmanı istiyorum.” Dedim.

“Biliyorum, efendim. Her şey yolunda gidecek merak etmeyiniz.” Dedi.

“Çıkabilirsin!”

Tess, dışarı çıktı. Bende masanın üzerinde bulunan dosyaları inceledim ve almam gereken notları ve raporları hazırladım. Artık gitmek için hazırdım. Eşyaları çantaya koydum ve odadan çıktım. Asansöre binip, çatıya çıkmak için tuşa bastım.

Helikopter bizi buradan alacaktı. Çatıya vardığımda helikopterin geldiğini gördüm. Helikoptere doğru giderken. Bana yaklaşan Berke ve abimi gördüm. İkiside siyah takım elbise ve gözlük takmıştı o kadar karizmatik duruyorlardı ki yanlış insanları hayatıma almadığımı biliyordum...

“O şıksınız!” Dedim.

“Keşke sende öyle olsaydın!” diyen abimdi.

Berke sırıtıyordu. Ne var yani ağlamaktan yüzüm gözüm şişmişse, ne olmuş yani evde ne bulduysam giyindim kombini yaptıysam... Ne olmuş yani!!! Hiç halden anlamak da yoktu.

“Gidelim!” dedim, soğuk sesimle.

Helikoptere bindik. Yükseldikçe nefes almada zorlanıyordum. Güçlü görünmem lazımdı. Bu kadar zayıf karakterli olamam... Berke ile göz göze geldik. Seni sevebilmeyi ne çok isterdim. Herkes hayatında Berke gibi birini isterdi. Yakışıklı, ince ruhlu, merhametli, seni senden daha çok düşünen biri... Ama gel gör ki biz o defteri kapattık, yanlış insanlar yüzünden.

“İyi ki varsın!” dedim.

“İyi ki varsın!” diye karşılık verdi.

“Heyecanlı mısın?” diye sordum.

“Biraz, Türkiye’ye ilk kez gideceğim. Biliyorsun burada doğdum ve annem tek başına büyüttü beni. Babamı hiç görmedim, bilmiyorum. Türkiye’de bir şehirde ama nerede olduğunu bile bilmiyorum.” Dedi.

Bu da Berke’nin imtihanıydı. Annesi yıllar önce gönüllü olarak geldiği Türkiye’de biriyle tanışır ama adam evli olduğunu saklar. Hollanda’ya geldikten sonra hamile olduğunu öğrenir. Tek başına büyütmeye karar verir. Sem olsa da adı ben Berke ismini daha çok yakıştırmıştım ve öyle kaldı. Babasının ismini dahi bilmiyordu. En büyük acıyı kendimizde sanırız fakat herkesin gerçeği kendine göre ağır...

“Bulmak istersen, Arslan yardım eder, biliyorsun değil mi?” dedim.

“Biliyorum, bizi arayıp sormayan bir insana ya da evli olan bir adamın karşısına geçip senin oğlunum mu diyece’m!?” dedi. Haklıydı.

Elimi elinin üzerine koydum. “Hep yanındayım.” Dedim.

......

3 saat sonra;

Havalimanında iniş yaptık. Helikopterden dışarı baktım. Hislerimi dinlesem geri giderdim ama dinlememem gerek. Berke elini uzattı. Uzattığı eli tuttum ve ayağa kalktım. Başarabilecek bir güçlükteyim. İniş yaptığımızda bizi korumalar karşıladı. Abim yine tedbiri elden bırakmamıştı.

Berke’ye ayrı araç ve koruma tahsil etmişti. Ben ve abim aynı araçta yola çıktık. Berke’nin bulunduğu araç arkamızdan geliyordu.

Camı açtım ve havayı soludum. Bir şehrin havasını dahi özleyeceğimi hiç düşünmezdim. Bu şehir bana bir gençlik borçluydu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Arabada çalan şarkının sesini fulledim... Ama beynim yine başlamıştı düşünmeye, cevabı olmayan sorulara.

“Müziği kıs!” diye bağıran abime baktım. “Kapat!” dedim.

“Sorun çıkarmadı, sözümü ikiletmedin,” dedi şaşırarak.

Gözlerim hafif sulandı. Abim, eliyle yüzümü okşadı. Telefonunu çıkardı abim. “Alo Mustafa! Eve gidin!” Dedi ve telefonu kapattı. Mustafa abi aklıma geldi. Her sabah üniversiteye bırakırdı... Dağılmak yok.

“İyiyim ben!” dedim.

“Biliyorum çiçeğim ama şu denizin güzelliğine bak tadını çıkarmayalım mı?” dedi.

Denize bakmamak için çabalarken abimin beni oraya götürmesi... Geçmişi unutmak ne kadar bu kadar zordu? Bitmişti işte. Neden, hala içerde bir yerde sızısı var ki!

Bu deniz, bu kum ve bu market... Hadi ya tesadüf müydü? İlk geldiğim gün gibi yine kumlara oturdum. Abim, yanıma oturdu.

“Yanındayım! Hiçbir şey olmayacak, işiniz bittiği gün aynı saatte buradan çıkıp gideceğiz. Canını sıkma.”

“Biliyorum abicim, hem üzülmüyorum ki...” dedim, abimin kolları en güvenli yerdi.

“Hadi gidelim.”

Eve varmıştık. Burası bizim evimizmiş! Buradan ayrılmadan önce abimle gelmiştik. Annem ve babamın yaşadığı ev! Buram buram huzur kokuyordu. İçime çektim...

Berke, kendisi için ayrılan odadaydı. Buraya gelmeden önce abimin her şeyi ayarlamasına düştüm. İnce düşünen insanların olması ne güzeldi. Bende en üst katta bulunan annem ve babamın odasına gittim. Her yer tertemizdi, abim özel olarak haftada iki gün gelen bir abla ile anlaşmıştı ve evin temizliğini yapıyordu. Tozlanmasını istemiyordu abim.

Babam ve annemin düğün fotoğrafı asılıydı. Annem kuğu gibiydi. Babam ise çok karizmatikti. Annemin sade, babamın siyah takım elbisesi vardı üzerlerinde. Siyah beyaz bir fotoğraf. Ama mutlulukları gözlerinden okunuyordu. Büyük bir aşktı... Bu aşka nasıl kıyabildiler! Gardırobun kapağını açtım ve annemin kıyafetlerine baktım. Kokusunu içime çektim. Lavanta kokusu hala kıyafetlerinin üzerindeydi. Dolabın üzerinde bulunan bir kutu vardı. Onu aldım ve yatağın üzerine oturdum. Kutu önümde duruyordu. Kapağını açtım ve içinde el işlemesi küçük patikler vardı. İçinde not vardı; “ Gelmeni dört gözle bekliyoruz güzel kızım!” yazıyordu.

Kapı açıldı. “Kızım, madem ağlayıp duracaksın ne diye geldik, mutsuz isen gidelim şimdi!” dedi abim sinirle.

Başımı kaldırıp, abime baktım. Elimdeki patiği ve notu gördü.

Yatağın üzerine oturdu. “Güzel kızım!” Dedi.

“Annem bunu kendi eliyle ördü.” Dedi içli içli. Sanki o anı tekrardan yaşıyor gibi...

“Abi! Mezarlığa gidelim mi?” dedim.

“Gideriz güzel kızım ama önce dinlen, seni böyle görmesinler. Benden bilirler.” Dedi. Bu halde bile yüzümde tebessüm oluşturdu. Elimdekilerini alıp, kutuya geri koydu. Abimin dizlerine başımı koydum ve gözlerimi yumdum... Hiçbir şey olmasa yarın olur...

 

 

 

 

 

Loading...
0%