@kelebekruhhu
|
Yatakta sağa sola kıvranıp duruyorum. Abim beni uyuttuktan sonra çıkıp gitmiş, ben ise yarım saat önce uyandım ve bir daha da uykuya dalamadım. İçimden “bu böyle olmaz!” Deyip çıktım yataktan. Baş ucumda bulunan saate baktım, gece üçtü... Aşağı katta bulunan mutfağa doğru geçtim. Ada masanın etrafında bulunan sandalyeyi çekip oturdum. Sakin kalmalıydım, sadece hastanede ki görevimi yerine getirip, Hollanda’ya geri döneceğim... Derin nefes almak bile ruhumu sakinleştiremiyordu. Beynimin içi susmuyor... Ne kadar kolay olacağını söylesem de ruhum bunun aksini kanıtlıyordu... Kendimi toparlamam gerek! “Yedi yıl geçti ise bu hafta da geçecek ve her şey yine eskisi gibi olacak!” diye mırıldandım. “Ne mırıldanıyorsun?” diye sordu Berke, yanımdaki sandalyeyi çekti ve oturdu. “Hiç! Sen neden uyanıksın?” diye geçiştirdim. Gözlerimin en derinine baktı... Yapma bunu işte... “Sen neden uyumadıysan?” dedi, “Dramatize etme sadece uykum kaçtı,” “Gözlerin aynı şeyi söylemiyor.” “Berke!” dedim, sesim ise yalvarırcasına çıkıyordu. “Ne Berke! Ya yıllardır bir şeyler saklıyorsun. Tamam, diyorum onun hayatı karışmayacağım ama şu halini gel bir de benim gözümden bak! İçinin yandığını gözlerinden anlıyorum... Saklama artık bir şeyleri.” Dedi ve duraksadı. Gözlerimin içine baktı ve bana doğru yanaştı. “Bir kere bile öpmeme izin vermedin. Deli gibi isterken seni, sadece uzaktan bakıyorum sana bu bana reva mıydı?” “Özür dilerim, sevemiyorum... Hiç kimseyi sevemiyorum!” diye bağırdım. Böyle olmasını bende istemezdim ki... İsterdim tekrardan kalbimin yerini hatırlatan birini ama yara alan ruhum iyileşmiyor... Berke bana sarıldı. Kafamı gömdüm boynuna ve ağlamaya başladım. “Senin uykusuz gecelerini de, düşünmemek için aralıksız çalıştığını da biliyorum. Hayat böyledir en çok unutmak istediğini unutamıyor insan...” dedi, kırgın bir sesle. İkimizde paramparçayız. Ben birini unutmak için başkasını kullanamam. Karşımda ki insan benim için çok değerli ama sadece o kadar! Geleceğimiz yok... Berke, saçlarıma bir öpücük kondurup beni kendi kendimle bıraktı. Aşmanın verdiği yorgunluk hissi beni günden güne tüketiyordu. ✨✨ Duştan çıktım ve hazırladığım kıyafetleri üzerime geçirdim. Elime telefonu aldım ve iki gün önce bana ulaşmaya çalışan beyefendiyi aradım. Bir kaç çalmadan sonra bir ses “Alo!” dedi. “Alo! Kenan Karadağlı ile görüşecektim.” Dedim. “Evet, benim! Siz doktor Nalin Poyraz mısınız?” diye sordu. “Evet, bilgileri e mail yolu ile aldım. Şu an uçağa binmek üzereyim. 1 saate İstanbul’da olacağımı haber vermek istedim.” “Çok ama çok teşekkür ederim, ömrüm boyunca size minnettar olacağım!” dedi. Lütfen, böyle konuşmayın. Orada görüşmek üzere!” dedim ve telefonları kapattık. Hemen aşağı indim. “Abi! Berke!” diye seslendim. Berke kendi odasından çıktı. Yeni uykusundan uyanmıştı. “Günaydın, bu ne telaş böyle!” diye sordu uykulu sesiyle. “Kızım, deli misin nesin sen ya!?” diye söylenerek aşağı indi abicim! “Gidiyorum...” demeye kalmadan söylenmeye başladılar. “Kızım, deli mi edeceksin bizi? Sürekli fikir değiştiriyorsun bak kötü olacak ha!” “Canım, her kararın arkasındayım ama sürekli fikir değiştirmek ne kadar mantıklı?” “Ay! Bırakın da sözümü bitireyim. Şimdi abicim senin özel helikopterin ile İstanbul’a gidiyorum bir ameliyatım var çok önemli!” dedim açıklamamı merakla dinleyen iki adama karşı. “Tamam, hazırlanayım ben!” diye Berke’ye baktım. “Hayır, yalnız gideceğim,” dedim. “Abicim!” Dedi abim ve kısa bir esten sonra “adamı delirtme ya beraber gideriz ya da oturursun oturduğun yerde!” diye tehdit etti. Dudaklarımı büzdüm. Berke ile ne zamandan beri böyle anlaşır oldu. Yanımda sinek erkek olduğunu görse kıyamet kopartan abim beni bile şaşırtıyor. “İyi, tamam. Bekliyorum dışarıdan.” Diyerek dışarı çıkıp beklemeye başladım. Kapı önünde dört tane koruma vardı. Hayatımın geri kalanı hep korumalarla geçecekti. Abim ve Berke dışarı çıktılar. Bunlara takım elbiseyi yasaklasam mı? Diye düşünmüyor değilim. “Senin yüzünden mülteci gibi dolanıp duruyoruz, hoş onlar artık bir yerde durdular da...” söylenerek yanıma geldi biricik abim! “Sana gel demedim ki ben gideceğim dedim. Zorunda değilsin!” Abim, iyice yaklaşarak beni kollarının arasına alarak saçlarıma öpücük kondurdu. “Sen iste cehenneme gelirim güzel kızım benim!” demesiyle donakaldım, uzun zaman oldu bunu duymayalı. “Güzel kızım!” kelimesine takılıp kalmamak için, toparladım kendimi ve “Hadi geç kalmayalım.” Dedim ve arabaya bindik. “Nalin, ameliyat olacak kişi kim? Tanıyor musun?” diye sordu Berke. “Hayır, babası ulaştı bana ve ses tonundaki çaresizliğini hissettim. İki kurşun yarası varmış kalbinin bir kaç santim yukarısında. Bende bu yüzden kabul ettim.” “Senin merhametine aşığım,” demesiyle abim boğazını temizler gibi yaptı. “Teşekkür ederim,” dedim kulağına doğru eğilerek. Dışarıyı izlemeye başladım, değişmeyen tek şey denizin hırçın dalgaları... Zaman hızla geçmişti. Oysa daha dündü kayaların üzerinde oturup sohbet ediyorduk. Son sohbetimiz gözümün önünde canlandı. Gözlerimi kapattım ve o anı tekrardan yaşamaya başladım. Yalan olmasaydı hayatımızda ne durumda olurduk acaba?.. Yüzümde bir tebessüm ile gözlerimi açtım. Olan oldu her şeyi bir “neyseye” sığdırdım, konuyu kapanmıştı şimdi burada olmam bir şeyi değiştirmeyecek... Helikopter hastanenin çatısında indirildi ve beni bekleyen hastane sahibi ile Kenan bey ile hemen hastanın yanına geçtim. “Bir hafta oldu,” diyen doktoru anlayamıyordum. “Ve siz bir haftadır sadece uyutuyor musunuz? Kurşunu çıkarmanız gerekirken,” diye söylendim. Hastanın canını böyle hiçe sayamazlardı. “Ama tehlikeli...” “Lütfen, bu konuyu şimdi değil. Bana şu an ameliyat odasını hazırlayın.” Dedim, şu an saniyeler bile benim için çok önemliydi. Bir kaç doktor tüm ayarlamaları yaptı ve bende Berke’nin bu ameliyatta yanımda olmasını istiyordum. Bu yüzden baş hekimle konuşmak için odasına girmek üzereydim. Kapalı olan kapıyı tıklattım. İçerden “gel!” sesini duymamla içeri geçtim. “Hoş geldiniz Nalin hanım!” diye karşıladı beni. “Hoş buldum, sizden bir ricam olacaktı.” “Tabii, böyle oturun lütfen, şimdi konuşabiliriz.” “Benim gibi doktor olan bir arkadaşımın da ameliyatta yanımda olmasını isteyecektim.” “Bunun için prosedürler gerekiyor,” dedi. “Bunu daha sonra halledeceğimize inanıyorum. Şu an önemli olan Alaca Karadağlı’nın hayatı diye düşünüyorum.” Dememle düşünmeye başladı. Yalvarır gözlerle baktım. Ne olur ki! “Peki, sizler Hollanda’dan bizim için geldiniz, bu isteğinizi geri çevirmeyeceğim. Arkadaşınızın adı nedir?” “Berke!” “Berke mi? Yabancı olduğunu düşünmüştüm,” “Aslında baba Türk anne Hollandalı ama biraz karışık durumlar o yüzden belki başka zaman,” “Anladım, o zaman size ameliyatta kadar eşlik edeyim,” dedi ve beraber ameliyat odasının kapısına kadar yürüdük. “Arkadaşım Berke, Berke Murat bey!” dedim. Ve onlar da tanıştıktan sonra biz ameliyat odasına onlarda camdan bizi izlemeye. Kızın soğuk bedeni beni ürkütüyordu. Bu yüzden hemen ameliyata başladık. 4 saat sonra; Ameliyat başarılı geçmişti. Ama o kadar zordu ki... Alaca’nın hayata tutunma azmi bizi başarılı kıldı. Şimdi sadece gözlem altında kalıp, iyileşme sürecinin takip edilmesi gerekiyordu. Bu bilgiyi hem aileye hem de meslektaşlarımla paylaştıktan sonra hastaneden çıktık. “Beni kırmadığın için teşekkür ederim.” Dedim Berke’ye. “Böyle bir iyilikte beni de yanında istediğin için asıl ben teşekkür ederim!” dedi. Berke’ye baktım ve gülümsedim. En büyük şansım oldu... “Nalin!” Diye bağırınca biri aniden kalbim hızla atmaya başladı. Olduğum yerde bir kaç saniye durdum. Sadece ses benzerliği olduğunu biliyordum, alışamadım hala abimin sesinin o’na benzediğini... “İyi misin?” diye sordu Berke. Kafamı yana çevirdim, “Evet, iyiyim!” dedim ve abime doğru yürüdük. "Oh! Ne güzel ya zengin olmak helikopterin ile istediğin yere gidebiliyorsun." Dedim tekrardan helikopter ile İzmir'e doğru yol alırken. "Yalnız zengin olan benim!" Dedi pek sevgili abicim! Dudağımı büzdüm. "Sen ben mi var? Aşk olsun abicim! Senin paran benim, benim param benim!" Dedim. Abim ve Berke ile gülüşmeler eşliğinde devam ettik... Yine varmıştık bu şehre! Her şey o kadar çabuk ilerliyor ki! Beynimi sadece böyle susturabiliyorum. Yoksa bazı şeyleri düşünmekten kendimi alıkoyamazdım... Teras katına çıktım. Yıldızları izlemeye başladım. "Müsait misin? Kahve getirdim." Diyen, mahcup sesiyle Berke'ye baktım. "Teşekkür ederim, çok iyi olur." Dedim. Yanımda bulunan koltuğa oturdu. ".... Yıldızlar çok güzel," dedi. "Evet!" "Dinlemeye her zaman açığım." "Klasik bir hikaye..." Deyip 18 yaşımın özetini ilk kez anlattım. "Gerçekten de klasik bir hikaye! Herkesin başına gelebilecek ufak tefek şeyler!" "Berke!" "Ama bu hikayeye klasik demen ne kadar doğru..." "Of! Gidiyorum." Dedim. Kolumdan tutup tekrardan koltuğa oturttu. "Sadece gülümsetmek istedim seni. Haklısın yanlış oldu. Yaşadıkların kolay şeyler değil! Bu kadar güçlü olmanı şimdi daha iyi anlıyorum. Ama bir insan yüzünden aşka küsmeni doğru bulmuyorum!" Dedi. Bir bilse içimdeki umuttan... Umut yok mu, umut? İnsanı ölümden beter eden şey. İçimde bir yerde hala birini görme umudunu taşıyor...
|
0% |