Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36. Bölüm

@kelebekruhhu

Bir süre yıldızlara baktık. Elimizde sigara, dumanı geçip giden zamanaydı... Herkes kendi bakış açısına göre haklıydı. Berke beni anlıyordu, bende o’nu anlıyorum. Sustuğumuz zaman bile... Suskunluğu Berke bozdu.

“Vay be aşiret kızı ha!”

“İki saattir bunu mu düşünüyorsun?”

“Hem Karadeniz kızı hem aşiret kızı! Bu kadar inatçı olmana şaşırmamalı!” Dedi, kasvetli havayı dağıtmaya çalışarak.

“Tabii sen daha kiminle dans ettiğini bilmiyorsun. O ayağını denk al!”

“O sert kız! Sevdim ben bunu!”

“Yalancı! Sen sevmezsin ki öyle kızları,”

“Sen hariç!”

“Zorba herif! Az önce inatçı olduğumdan bahsediyordun. Her neyse bi’ kahve?”

“Olur,” dedi iç çekerek.

Kahve yapmak için mutfağa geçtim. Abimde dalgın bir şekilde oturuyordu.

“Bir sorun mu var?” diye sordum.

Yüzünü bana doğru döndürdü. Gözlerindeki yorgunluğu anlayabiliyordum. Yedi yıldır sadece benimle ilgilenmişti, kendi hayatı diye bir şey kalmamıştı... Bunu fark etmenin verdiği acıyla gözümde sicim gibi gözyaşları dökülmeye başladı. Abim ayağa kalktı ve sarıldı.

“Yapma güzellik bir şey yok!”

“Nasıl yok benim yüzümden kendi hayatını unuttun...”

Yüzümü yüzüne yaklaştırdı. “Benim hayatım sensin! Sen!” Dedi ve tanıdığım günden beri ilk kez abimin gözünden yaş aktığını gördüm. Kırık kalbinin yankısı sesine yansıdı. “Evleniyormuş!” dedi...

Abimin üç yıllık sevgilisi, yeni tanıdığı ve aldattığı bir aylık adamla evlenmesi... Gidecek olan her zaman önce yerini ayarlar, boşuna değil gitmeler.

Abime daha sıkıca sarıldım. Kapı kapanma sesi duydum, Berke bizi yalnız bırakmak için gitti. Sandalyelere oturduk bizde. Tesellisi verilmiyor ki böyle şeylerin.

“Biraz fazla acıyacak. Geçmesini isteyeceksin, Allah’a her gün yalvaracaksın bu aşkı ya da beni yanına al diyeceksin. Sonra bi’ şeyler oluyor ve alışıyorsun bu duruma! Belki de acıyı sevmeye başlıyorsun...” bu yaranın bir merhemi yoktu ne yazık ki.

Abim, başı önde sessizce gözyaşlarını döküyordu. Başımı abimin omzuna koydum. Yapabileceğim tek şey acıyı paylaşmaktı.

✨✨

İlk iş günümüzdü. Hazırlandım ve aşağı indim. Berke hazır bir şekilde beni bekliyordu. Yukarı kata baktım ama abim inmemişti, o’nu yalnız bırakmak istemesem de yalnızlığa ihtiyacı olduğunu biliyordum. Buruk bir şekilde yola koyulduk.

“En güzel umutlara!” adlı ekibi hastanın önünde bekliyordu. “Merhaba! Nalin hanım! Berke bey!” diye bizi karşıladı kırklı yaşlardaki Gülay hanım . Berke ile aynı anda “merhaba!” dedik.

“Dilerseniz önce hastaneyi gezelim,” dedi.

“olur!” dedik ve Gülay hanımın eşliğinde ekip ile hastanenin içine girdik.

Açılalı bir ay olan bu hastane bir hayırsever tarafından yapılmış ve ücretsiz olarak hizmet vermekte. Ülkemde böyle şeylerin olduğunu görmek gurur veriyordu.

“İşte burası da minik kuşların kaldığı bölüm,” dedi Gülay hanım ve hepimize ayrı bir dosya dağıttı yardımcısı. “Bu da yardım edeceğiniz kişilerin sağlık raporu her şey içinde,” dedi. Elime aldığım dosyaya baktım. Güneş adında sekiz yaşında bir kız çocuğun kalp yetmezliği sebebiyle hastanede olduğu yazılıyordu. Dosyada daha önce yapılan tetkikler ve geçirdiği ameliyatlar ile ilgili bilgiler vardı. Gözlerim hafif nemlendi. Sekiz yaşında kendi yaşından çok ameliyat geçirmiş.

Berke, yanıma geldi ve beraber Güneş’in bulunduğu odaya geçtik. Cihazlara bağlıydı. Sarı uzun saçları yastığının her yerini kaplamıştı. Güneş, başını bize doğru döndürdü. Yüzüne sıcak bir gülümse yerleştirdi. “Yeni doktorum siz misiniz?” dedi narin sesiyle.

Berke ile yanına yaklaştık. Güneş kendini doğrulttu ve elini uzattı. Bizde sırayla tokalaştık. “Ben Güneş!” dedi. Berke, baktım. O ise bana bakıyordu. Yüzümde ki o mutluluğun farkındaydı.

“Ben Berke,”

Ben Nalin! Memnun oldum.” Dedim.

“Siz evli misiniz? Çocuklarınız var mı?” diye sormaya başladı.

“Hayır, biz arkadaşız.” Dedim.

“Berke abi ile evlen. Çok güzel bakıyor sana!” dedi. Büyümüş de küçülmüş!

“Raporda böyle çok konuşan bir kız olduğun yazılmıyordu küçük hanım! Hatırlat bunu da ekleyelim.” Dedim.

Elini ağzına götürdü ve gülmeye başladı. Pırıl pırıl bir çocuktu... Ela gözleri hala umut doluydu.

“Hadi, sen biraz dinlen sonra yine geleceğiz.” Dedim.

Güneş, tekrardan uzandı bizde odadan çıktık. Kapı önünde durduk. “Ne düşünüyorsun?” diye sordum.

“Evleneceğiz, mecbur emir büyük yerden!” diye beni tiye aldı.

“Berke! Onu demiyorum.”

“Ha! İnkar etmedin, evleniyor muyuz?”

“Of! Güneş’in durumu hakkında ne düşünüyorsun?”

Berke, yüzünü buruşturdu. “Biliyorsun!” dedi.

“Umut her zaman vardır. Berke lütfen! En zor ameliyatları yaptın, yaptık beraber bunu da yapalım.”

Biraz düşündü. Yalvarır gibi bakıyordum. Hiçbir şekilde kabul etmek istemiyordum çıkar yolunun sadece nakil olmasını. O kadar dayanamaz ki...

“Kedi gibi bakma! Kıyamıyorum.” Dedi.

“Kedi değilim! Konumuz da değil neyse...” deyip arkamı döndüm ve gittim.

Berke ardımdan hem geliyor hem de söyleniyordu. “Kızım, dur ya! Ne dedim ki?”

Ardıma bakmadan kafeteryaya indim ve acı bir kahve aldım. Berke, oturduğum masaya oturdu.

“Tamam, nakil işini senin için kolaylaştıraca’m!” dedi.

“Hadi! Durma o zaman, kimi arıyorsan ara!” dedim ve masadan kovdum.

Acı kahvemi yudumlamaya başladım. Bunun tadına alışmak zordu ama alıştım. Bir süre sonra da Berke geldi. “Ne oldu?” diye sordum.

Yüzünde olumsuz bir ifade vardı. “Olmadı mı?”

“Biraz zorladı ama hallettim.” Dedi.

“Çok teşekkür ederim, halledeceğini biliyordum.

“Listenin başında ama biliyorsun ki her kalp nakli olumlu yanıt vermiyor.” Dedi.

“Olumsuz konuşacaksan beni yalnız bırak.”

“Tamam, tamam!” dedi ve gözleri fincan kahveme takıldı. “Bir şey soracağım?” dedi tereddütle.

“Sorabilirsin!”

“Neden, kahven hiçbir zaman bitmiyor yani hep yarım bırakıyorsun bir sebebi var mı?” dedi.

Önümde duran kahveye baktım. Bir yudumdan sonrasını içmemiştim.

“Bir sebebi yok, alışkanlık sanırım!” dedim.

“Anladım!”

.....

Hastanede yeniden tüm tetkiklerin yapılmasını istedim, kendi asistanım tarafından ve hastaneden ayrıldım. Berke’nin bazı işleri vardı, yalnız başımaydım.

Arabayı, kayaların olduğu yerde durdurdum ve yedi yıl önceki gibi denizi seyre daldım. Gözlerim bir şeylerin hasretini çekiyordu, dilim varmıyor söylemeye. Kumlara oturan çiftlere baktım. Adam, ceketini kızın omuzlarına koydu. Kız başını adamın omzuna koydu. Yine bir sonbahar klasiği...

Gün batmak üzereydi. Etraf kararmaya başlamadan gitmek için ayağa kalktığımda hiç beklemediğim birini karşımda gördüm. Şaşkınlıkla bana bakmaya devam ediyordu. En zor yutkunmam bu oldu. Tanımamazlıktan gelerek, geçiyordum ki önümde biri daha ve titreyerek “Nalin!” dedi. Yüzleşmeye gelmemiştim. Bunu beklemiyordum.

O kadar güzel olan olmuştu ki. Ada’yı hep merak etmiştim. Şimdi ise karşımda inanılmaz derece de güzel olan Ada ve ardımda Deniz!

Deniz “Nalin! Döndün mü?” diye sordu, Ada’nın yanına geçerek.

“Nereye tam olarak?” diye sordum.

“Ne demek nereye? Bize bizlere, bu şehre?” dedi.

Ciddi olamazsın der gibi baktım. Bu şehirden neden gittiğimi unutmuş gibiler.

“Bu şehir!” dedim alay ederek.

“Bu şehir, benim enkazım oldu! İnsan enkazın altında kaldığı yere geri dönebilir mi? Ki dönse aynı şekilde bulabilir m?” diye sordum.

Ada “Haksızlık ediyorsun,” dedi, sessizliğini bozarak.

“Ben mi?” diye bağırdım. “Ben haksızlık ediyorum öyle mi? Ulan! Sizin yaptığınız şey neydi? Hepiniz yüzüme gülüp ardımda iş çevirdiniz. Sahi ardımda iyi eğlendiniz mi? Bu kız ne saf her şeye inanıyor zaten tüm duygularıyla oynayalım derken, eğlendiniz mi? Eğlenceli miydi?”

“Öyle olmadığını biliyorsun!” dedi Ada.

“Ulan! Ben sizinle ağladım sizinle güldüm. Mardin’e hesap sormaya beraber gittik. Senin omzunda ağladım.” Deniz’e döndüm. “Seninle dertleştim ben! Sizler ise mükemmel oynayan iyi oyuncularsınız!” dedim ve yanlarından bir kaç adım uzağa gittim. “Sakın! Geldim gibi bir düşünceye kapılıp, bir şey demeyin! Huzurunuzu bozmaya gelmedim. İşimi yapıp gideceğim. Kimse bilmesin!” Dedim ve arabama bindim. Hızla oradan uzaklaştım.

Hayatımı yeniden inşa ederken, kimsenin kuru laflarına ihtiyacım yok!..

 

 

 

Loading...
0%