Yeni Üyelik
38.
Bölüm

37. Bölüm

@kelebekruhhu

Eve geldiğimde abim ve Berke oturuyordu. Kalbim hızla çarpıyordu. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. İçimde bir ateş vardı, yıllardır sönmeyen şimdi ise küllerinden yeniden doğdu...

Elimi boğazıma götürdüm sanki birileri sıkıyordu. Nefes almakta zorlanıyordum. Beni ilk fark eden abim oldu:

“İyi misin?” Dedi telaşlı bir tonda.

“Hı?” Diyebildim sadece.

Abim ve Berke hemen ayağa kalktı, abim yanıma gelerek beni koltuğa oturttu.

“İyiyim, gerildim biraz.” Dedim.

“Solgun görünüyorsun, hastaneye gidelim mi?” diye sordu, ama unuttuğu şey ikimizde doktoruz! Başımı hayır anlamında salladım.

“Su getir Sinem!” diye bağırdı abim.

“İyiyim, diyorum neden abartıyorsunuz?” diye söylendim ve ayağa kalktım. Abim, kolumdan tutup tekrardan koltuğa oturttu. Gözlerimi devirdim.

“Abim, abicim! Ne olduğunu söyleyecek misin? Ben mi araştırayım?” diye tehditkar bir şekilde uyardı!

“A..” gözümü yumdum derin nefes aldım.

“Sakın karşılaştık deme!”

“O değil! Ada ve Deniz’i gördüm.” Dedim.

Abim hızla ayağa kalktı. Odada deli gibi volta atıyor. Beni de endişeye maruz bırakıyor.

“Ben sana dedim d’imi? Gelmeyelim dedim ama yok bizim kız bildiğini okuyacak illa inatlaşacak! İlla başını bela koyacak, yoksa içi rahat etmez!” dedi. Sinirini benden alıyordu fakat bu sinir sadece bana değildi... Beni buraya getirdiği için kendine de sinirliydi.

“Nerede nasıl oldu?” dedi, kırgınlığı sesine yansıyordu Berke’nin.

“... Bizim her zaman gittiğimiz bir deniz var... Yani vardı. Im! Ben oraya gittim!..”

“Lan! Deli edeceksin kendi ayağınla nasıl gidersin ki? Oldu kafeye de gitseydin belki diğer kalanları da görürdün.” Dedi ve yanıma çömeldi.

“Bebeğim! Kendi hayatımızı seçtik. Herkesten ve her şeyden uzak bir hayat istedin, “tamam” dedim. Şimdi bize niye bunu yapıyorsun?” dedi, sinirle karışık yorgun sesiyle.

“Özür dilerim abicim! Tekrarlanmayacak!” dedim ve odama çıktım.

Tekrarı olmayacaktı, olamaz da sadece denizi özledim ve izledim bu! Diye kendimi kaçıncı kandırışım... Eski günlerimizi düşündükçe hep öyle masum kalmayı ne çok istediğimi anladım. Olmuyor işte, eskiye dönülemiyor!.. Abim haklıydı kendi seçimimi kendim yaptım. Abimi de buna dahil ederek iki hayatı birden mahvetmiştim. Şimdi ne yapmalı? Canım niye bu kadar çok yanıyor, niye ya!? Bu yola mutlu olmak için çıkmış iken, bu mutsuzluğum nedendir?..

✨✨

Kapımı alacaklı gibi çalan ve beni uykumdan uyandıran ve bi’ o kadar önemli olan şey ne? Oflayarak kapımı açtım. Karşımda abim:

“Manyak mısın kızım sen? Kapını kilitleyip yatıyorsun.” Diye söylendi.

“Uykuya dalmışım!” dedim, umursamaz bir şekilde.

“Bir daha kilitleme! Yemek hazır gel!” dedi ve gitti.

“Yemek yiyecek misin? Diye bir sorar insan ya!” diye söylendim ve kapımı geri kapattım. Yatağın üzerine oturdum. Aşağı hiç inesim yoktu. Açta hissetmiyorum kendimi. Elime telefonu aldım ve abime yazdım. “Ben geri uyuyorum, kapı açık uyandırmayın!” diyerek yazdım ve yolladım. Telefonu sessize aldım. Yatağa geri uzandım, gözlerimi kapattım.

İçime sürekli kötü bir his doğuyor ve ardından zaman bunu kanıtlıyor. Sabahın üçünde bu hisle uyandım. Oda beni bunaltıyordu, pencereyi açtım. İçeri sızan hava beni tatmin etmiyordu, her an panik atak geçirecekmişim gibi hissediyorum bu yüzden üzerimi değiştirdim, çantamı ve arabamın anahtarını alıp evden çıktım.

İzmir’e geldiğim ilk günü hiç bitmeyecek gibiydi. Kabusun içinde olduğumu düşünmüştüm şimdi ise o kabusun içine bile bile giriyordum. Ne yapacağımı, nerede nefes alacağımı bilmiyorum... Sadece bu kadar zayıf olan benliğime kızıyorum. O’nu görmek isterken delice, tek bir adım dahi atamamak çok yıpratıcı, için kan ağlıyor dedikleri bu olsa gerek...

Dağ başında arabayı durdurup hemen indim. Nefes almak hiç bu kadar zulüm gibi gelmemişti. Dağ başına kadar koşup, avazım çıktığı kadar bağırdım. Hiç bu kadar içten bağırmamıştım. Tüm birikmiş yılların acısını bi’ anda dışarı atabilmek bu olsa gerekti. Herkese karşı mutlu olduğumu kanıtlayacağım diye, kendimi o kadar çok ihmal etmişim ki... İlk silahlı çatışma, ilk babam sandığım kişi ile araba kazası, ilk ölüm ve nicelerini atlattığımı sanarken meğerse her şeyi yutmuşum, boğazımda düğüm olduğunu fark etmeyecek kadar kendimi suistimal ettiğimi görememek tam bir aptallık. Her sabah yeni bir güne yeni bir hayata uyandığımı sanacak kadar kör olduğuma bir daha bağırdım...

Kayalara biraz daha yaklaştım. Amacım neydi, bilmiyorum. Birden bir el beni kendine çekti.

“Ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırsa da abimin sesinden korktuğu anlaşılıyordu. Başımı abimin göğsüne yasladım ve ağlamaya başladım. “Benden olmuyor, ne yapsam olmuyor. Bu nasıl geçmeyen bir acı böyle...” dedim, titreyen bir tınıyla.

“Ah be abim! Geçecek diye söz vermiştim özür dilerim abim ben beceremedim.” Yanağındaki ıslaklık saçlarıma damlıyordu.

“Senin ne suçun var?” Dedim, abimin yüzüne bakarak.

“Belki de seni buradan hiç ayırmamam gerekiyordu. Belki aldığımız bu karar yanlıştı. Ne dersin?” dedi ciddi bir tınıyla.

“Burada nasıl kalacaktık? Bizim seçimimiz yanlış değildi... Yanlış olan neydi, bilmiyorum.” Dedim.

Derin bir nefes aldı abim. Sol elini saçlarına geçirdi. “Bilmiyorum...” diyebildi. Beni tekrardan kendine çekti ve beraber bir süre sessizliğe büründük. Aynı anda iç çektik, birbirimize bakıp gülümsedik. Abim yanımdaydı işte başka bir şeye ihtiyacım yoktu diye düşünürken; asıl meselelerin yarım kaldığı gerçeği ile yüzleşmemek için kaçtığımı fark ettim ve bu farkındalık yüzüme tokat gibi çarpıp duruyor.

.....

Bir hafta çoktan geçmişti artık bugün hastanede son günümüzdü. Güneş’in odasına girdim, melek gibiydi. Yaptığım tek şey acısını dindirmek için uyutmaktı ve biliyorum ki narin bedeni buna daha fazla dayanamayacaktı. Gideceğim sırada ardımdan:

“Nalin abla!” dedi, yorgun sesiyle.

Yanına gittim, saçını okşadım. “Efendim canım,” dedim.

Yorgun bakışlarıyla “Ben üzülmüyorum ki, anneme ve babama da söyle onlar da üzülmesin! Hep kardeşim olsun istedim fakat benim yüzümden o sorumluluğu almadılar, alsınlar. Onlar çok iyi anne ve baba!” dedi.

O an hakim olamadığım gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı. Saçlarını öptüm. “Özür dilerim!” dedim ve kapı önünde bulunan anne, babasına bakamadan çıktım.

Dinlenme odasına geçtim. Berke, koltukta uyuyakalmıştı. Uyandırmamak için geri adım atıyordum ki telefonum çaldı. Berke, gözlerini açtı. Telefon ısrarla çalınca açtım. Karşıdaki kadın sesi “Nalin Poyraz ile mi görüşüyorum?” dedi.

“Evet, benim!” dedim, tedirgin sesimle.

“Güneş Çağ için kalp naklini bulduk. Vakit kaybetmeden yola çıktılar bir saate hastanede olacaklardır, bilginize!”

“Teşekkür ederim,” dedim ve kapattım. Yüzümde tebessüm oluştu. Berke:

“Ne oldu?” diye sordu.

“Güneş için kalp bulduk ve bir saate buradalar, kalk hadi haberi vermemiz ve ameliyathaneyi hazırlamamız lazım.”

“Ciddi misin? Çok sevindim. Hadi gidelim.” Dedi ve ayağa kalktı.

Güneş’in odasına doğru sevinçle yürüyorduk. Ameliyat detaylarını konuşuyorduk ki ; odanın önündeki kalabalığı görünceye dek. Birbirimize baktık ve koşmaya başladık. “Ne oldu?” diye bağırdım. Ama herkes ağlıyordu.

Kalabalığı yardım ve içeri girdiğimde Güneş’in bedenini örtmüşlerdi. Annesi ve babası çığlık çığlığalardı.

“Kızım, hadi uyan evimize gidelim. Hadiiiii aç şu gözlerini!” diye feryat ediyordu annesi.

Yanımda duran Berke’ye sarıldım. Biz ona yeni bir hayat ile gelmiş iken, bize bunu yapmamalıydın...

Berke beni odadan çıkardı ve hastanenin çatısına çıktık. “Elinden geleni yaptın, kendini suçlama,” diye konuya girdi.

Kelimeler boğazımda düğüm oluyordu. Ne denir ki geçmeyecek bir acı bıraktık aileye... Ben sessizce ağlarken, yanımda öylece destek oluyordu. Bu durumlara alışmam gerekecekti biliyorum, ansızın oluyordu işte.

“Gidelim, abime haber verir misin?” dedim. Her zaman ki gibi kaçacaktım...

“Biz çatıdayız bizi buradan alır mısın?” Dedi.

Abimin ne dediğini bilmiyordum ama Berke’nin “Acil!” dediğini duyduktan sonra telefonu kapandı. Biraz sonra gelirdi.

“Aşağıdaki eşyaları ben toplayıp geliyorum.” Dedi ve aşağıya indi.

Kollarım bağlı, aşağıya baktım. Herkesin bir acelesi var gibi oradan oraya koşturuyorlardı. Oysa ki en büyük hatamız her şeye acele etmemiz.

Helikopterin sesiyle o yöne doğru baktım abim gelmişti. Çatıya inmesini bekledim bir süre sonra da çatıya indi. Abimin yanıma gelmesini ve bana sarılmasını bekliyordum ama henüz helikopterden kimse inmiyordu. Bir kaç adım attım. O sırada helikopterden biri indi, takım elbiseli abimin korumalarından değildi. Olduğum yerde kaldım. Yanlış helikopter mi? Diye düşündüm. Her şey o kadar ağır çekimde ilerliyordu ki sıkıcı gelmeye başladı. Oflamaya başladım. Berke ve abim nerede kaldılar?

Takım elbiseli, adamlar çoğalıyordu önemli biri mi gelmişti? Ben ne kaçırdım? Birden biri indi. Saçı başı dağınık ve beyaz gömleği kanlıydı, başını kaldırdığında gördüğüm kişi ile donakaldım. Ufuk... Karşımdaydı, hayır olamaz. Diye geçirdim içimden ve yanlış görüyorum diye bakakaldım. Ama o kesin oydu çünkü ardından aynı kanlar içinde Tekin’de çıktı. Ve beni fark ettikleri gibi dondular. Ne yapacağımızı bilemez durumdaydık. Yutkunamıyordum. Yedi yıl sonra onları bi’ hastanede böyle göreceğimi düşünmezdim asla. Gözüm istemsizce o’nu aradı, gözlerimi onlardan kaçırıp helikoptere baktım ama inen olmadı. Geri döndüm ve kapıya doğru yürüdüm. “Nalin!” diye bağırdı Ufuk ama bakmadım. Daha güçlü bağırdı “Nalin!”

Olduğum yerde durdum. Bana bunu yapmayın! Ardıma baktım ama konuşamadım ne diyeceğimi bilemedim ta ki ; sedyede birini indirdiklerini görene dek. Tamamen indirdiklerinde ise dudağımdan yıllar sonra ilk kez “Araf!” adı çıktı.

 

Loading...
0%