Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm "Rezil Bir Gün"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​10.Bölüm "Rezil Bir Gün"

 

Koltukta biraz daha yayılıp bacak bacak üstüne attım ve son yarım saattir olduğu gibi dik dik karşımda oturan Aras'a bakmaya devam ettim. Onun da benden bir farkı yoktu aslında. Eline yeşil bir elma almış onu yerken bana bakıyordu. Diğerleri ise diğer koltuklara oturmuş maç izler gibi bizi izliyordu. Buna Pars'da dahil tabii.

 

Şu anda hepimiz Pars'ın evindeydik. Pars bu şehire gelince zaten bir lojman tutacakmış kendine ama bir türlü fırsat bulamadığı için tutamamıştı ama Pars yaralanınca Serhat albay ona bir lojman bulmuştu. Şimdi ise hepimiz onun evinde oturuyorduk.

 

Dün Aras'la tartıştıktan sonra akşamına Pars hastaneden taburcu olmuştu. Aslında bugünde orada kalması gerekiyordu ama beyefendinin canı kalmak istemediği için Serhat albayın tuttuğu lojmana gelmiştik hep birlikte. Şümdi ise ptormuş ben Aras'ı, Aras beni ve diğerleri bizi izliyordu. Her an kavga çıkacak diye tetikde bekler gibi bekliyorlardı. Bu halleri komikti ama bizim halimiz daha komiktir herhalde. Kızgın boğa gibi birbirimize bakıyorduk.

 

"Bir şey söyleyeyim mi? Bunlar bence gözleriyle anlaşıyor, baksanıza bir saniye bile ayırmadılar gözlerini." dedi Batuhan.

 

"Kardeşim doğru söylüyor valla." diyerek ona katıldı Görkem. "Hatta birazdan gözleriyle kavga bile eder bu ikisi." Valla az kalmıştı, her an onun üstüne atlayıp zorla konuşturasım vardı ama hepsi kesin beni tutardı. Bir de abisi burada olduğu için hayatta söylemezdim. Aslında abisi olmasa bile söyleyecek gibi değildi ama şansımı deniyordum ve bu sürede de onu biraz delirtiyordum.

 

"Yalnız bu sessizlikten sıkıldım ben, hatta gerilmeye bile başladım." dedi Anıl. "Görkem biraz saçmalasana lan, valla her an bu gergin atmosferden kafama sıkabilirim." Biz Aras'la bakışmaya başladığımızdan beri hiçbirinin sesi çıkmıyordu ve gerilmeleri gayet normaldi. Daha yeni yeni konuşmaya başlamışlardı.

 

"Ben o gerilme işini geçtim aslında, sizce bir kavga çıksa hangisi üstün gelir?" diye sordu Enes. Üstümüzden bahis mi kuruyor bunlar yoksa bana mı öyle geldi?

 

"Valla benim oyum Aras komutana." diyen Barış'a kaydı bakışlarım. Kaşlarım çatılırken gözlerim kısıldı. Bari ben varken böyle demesin.

 

"Senin komutanın benim yalnız, ben dururken bunu mu seçiyorsun?" Sinirle sordum. Umarım dilim sürçtü falan der.

 

"Sonunda konuştu, bir an hiç konuşmayacak sandım valla." deyip güldü Anıl. Ben konuşayım diye mi böyle yaptı bunlar?

 

Onları umursamadan Aras'a baktım tekrardan. Elmayı bitirmiş önündeki çerezleri yiyordu. Ayağa kalkıp onun yanına doğru bir adım atmıştım ki hızla oturduğu yerden kalkıp abisinin yanına gitti. Çaktırmamaya çalışarak Pars'a sokuldu. Ben korkup kaçmıştı bildiğin.

 

Gülmemek için kendimi sıktım, alt tarafı biraz leblebi alacaktım ama dün onu biraz fazla korkuttuğum için benden kaçmıştı. Ben gülmemek için kendimi sıksamda diğerleri hunharca kahkaha atmaya başladı. "Ben vazgeçtim, bir kavga olursa Gece komutanım kesin alır." dedi Barış gülerek. Geç oldu ama anladı en azından. Benim karşımda kim olursa olsun hep beni tutmalı, sonuçta ben kaybetmem karşı taraf kaybeder.

 

Aras bir süre Barış'a ters ters baktıktan sonra bana döndü. Ben de onu umursamadan az önce kalktığı yere gidip oturdum. Benden kaçacağım diye elindeki çerez dolu kaseyi bıraktığı için alıp yemeye başladım, bir yandan da ağzım dolu bir şekilde konuştum. "Niye kaçıyorsun ki? Alt tarafı canım çektiği için bir avuç leblebi alacaktım." dedim, benden kaçtığı için sesimde bariz bir şekilde belli olan bir alay vardı. Sırf onu sinir etmek için böyle yapıyordum ve işe yaradığı çok belliydi.

 

"Ne kaçacağım kızım? Abimin başı şey olmuş ondan kalktım ben." Abisinin başı şey mi olmuş?

 

"Ne olmuş abinin başı?" Onu biraz daha sıkıştırmak adına sordum. Çok keyif alıyordum, çok.

 

"Şey işte." deyip abisine baktı, aklına bir yalan gelmiş olacak ki konuştu. "Ağrımış, başı ağrımış." dedi hızlı hızlı.

 

"Anladım ama anlamadığım bir konu daha var." deyip ağzıma bir tane leblebi daha attım. Az önce Aras'ın içtiği meyve suyu bardağını alıp hiç tiksinmeden içtim. "Abinin başı ağrımış peki sen ne yapmaya kalkıp yanına gittin? Okuyup, üfleyip ağrıyı mı geçireceksin?" Bir süre düşündü, düşünürken kaşları çatılmaya başladı. En sonunda konuşunca ona odaklandım.

 

"Her şeyi sorgulamada önündekini ye!" Bir yalan bulamadığı için tersledi beni.

 

Tam tekrardan konuşmak için ağzımı açıyorum ki Pars araya girdi. "Gece hepimize yemek söylesene." Bakışlarım ona kaydı, rahat bir şekilde koltukta oturuyordu ve sanki gözüme sokmak istermiş gibi elinde benim adımın yazdığı künyeyi sallıyordu. Bir süre künyeye baksamda bakışlarımı kahverengi gözlerine çevirdim ve ela gözlerimle onun kahverengi gözleri kesişti.

 

"Niye ben söylüyorum?"

 

"Kardeşimi daha fazla sıkıştırma diye." Sanki yedim kardeşini!

 

"Ha kardeşin her an ağzından bir şey kaçırır diye değil yani?" Ağzını aramak amaçlı dalga geçerek sordum. Umarım Aras gevşek ağzılıdır da Pars'ın benden sakladığı şeyleri ondan öğrenirdim.

 

Kaşlarını hayır anlamında kaldırıp cıkladı. "Benim kardeşim boşboğaz değil, ona bir sır verdiysem sonuna kadar saklar." Kendinden emin bir şekilde konuşunca göz devirdim. Burun kıvırarak ayağa kalkıp söylendim.

 

"Görmemişsin sır tutmuş bu da! Sırrın ucu bana dokunmasa merak etmeyiz herhalde." diyerek orta sehpadan telefonumu aldım. "Hepinize aynı şeyi sipariş ediyorum. Bir de tek tek yemek istediğiniz şeyi aklımda tutamam, aklım şu sıralar çok meşgul." dedim Pars'ın elindeki künyeye bakarak. Onu almam lazımdı. Hem de en yakın zamanda.

 

"Bir sürede meşgul olacak gibi Gececiğim. İstersen bu süre zarfında izin al sen, kafan doluyken operasyonlara çıkamazsın belki." Aras'ın dalga geçmesini umursamadan ilerlemeye başladım, onun ününden geçerken de tüm gücümle ayağına basmayı ihmal etmedim tabii. "Ezdin ayağımı ezdin! Kaç kilosun sen? Kesin çürüttü ayağımı." Ayağına basıp gidecektim ki dediklerinden sonra geri gidip tekrardan ayağına bastım, üzerine doğru eğilip konuştum.

 

"Seni tek lokmada yiyebilecek bir kilodayım Aras." dedim ayağına topuğumla basmaya devam ederek. Yüzünü buruşturup ayağını çekmeye çalıştı. İstemsizce dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Aras değil komutanım diyeceksin!" Dişlerinin arasından kurduğu cümleyi umursamadan yanında oturan Pars'a baktım, yine göz göze geldik. Hiç düşünmeden gözümün önünde sallanan künyeye uzanıyordum ki hızla künyeyi çekti. Şerefsiz! Bile bile yapıyordu ya! Alamayacağımı biliyordu ve bile bile gözümün önünde sallayıp beni deli ediyordu!

 

"Hadi Gece hadi, git de sipariş ver sen." dedi keyifli bir sesle. Ben künyeyi alamadığım için delirirken o da benim delirmeme keyifleniyordu! İllaki devran dönecek, o zaman ne yapacaksın acaba Pars. Nasıl olsa bu künye benim elime geçer bir gün.

 

Son kez Aras'ın ayağına basıp uzaklaştım onlardan, tabii Aras da derin bir nefes alarak söylendi. "Ulan sır saklayan abim, sırrını bana söyleyen yine abim, sırrı saklıyorum diye dayak yiyen ben. Nerede oğlum adalet? Benim suçum, günahım ne?" Birazcık haklı olabilir ama birazcık. "Ulan adaletsiz dünya yüzüme gül de şu işkenceleri çekmeyeyim." İsyanına kıkırdadım.

 

"Çok haklısınız Aras komutanım ama ben sana bu üç günü dar edeceğimi söylemiştim." diyerek mutfağa girdim, Aras ise arkamdan söylenmeye devam etti. Yemek siparişlerini verip bir bardak su içtim, tekrardan salona dönünce Aras ve Pars'ın olmadığını gördüm. Bunu fırsat bilerek bizimkilerin oturduğu koltuğa koştum hemen, Barış ve Batuhan'ı ittirerek aralarına oturdum. Sıkıştık ama olsun. Tekli koltukta oturanlara da bana yaklaşmaları için işaret verip konuştum.

 

"Bana bakın sizden çok önemli bir şey isteyeceğim." dedim, tek kaşımı kaldırarak devam ettim. "Geri çevireceğinizi de sanmıyorum, sonuçta koskoca komutanınız bir şey istiyor değil mi?" Sesimde bariz bir şekilde belli olan bir tehdit vardı. Bunu ya yapacaklar ya da yapacaklar. Başka yolu yok.

 

"Sanki tehdit sezdim ama çok takılmamaya çalışacağım." dedi Enes. İşte aradığım cevap.

 

"İster takılın ister takılmayın beyler ama dediğimi yapacaksınız." deyip arkama yaslandım. "Şimdi benim Pars'dan künyeyi almam lazım ama bu biraz zor. Az öncede gördüğünüz gibi künye gözlerimin önünde ama alamıyorum. Siz de bana bu konuda yardım edip künyeyi almamı sağlayacaksınız."

 

Anıl öne doğru eğilip "Ne yapacağız komutanım, Pars komutanın kollarından tutup size de künyeyi alın mı diyeceğiz?" Alay etti. Ona uzanıp vuracaktım ki hemen geri çekildi.

 

"Alay etme Anıl! Seninde bana işin düşer yalvartırım vallahi." diyerek onu tehdit ettim. "Anıl'ın dediği gibi olmayacak tabii ki. Gözünüz hep Pars'ın üstünde olacak, illaki o künyeyi çıkardığı zaman olacak. Siz de o zaman alıp bana getireceksiniz." diye açıkladım. Güzel plandı ya, tek başıma halledemiyorsam fazladan gözler Pars'ın üste olacak ki bana yardım edecek.

 

"Ya hiç çıkarmazsa?" Bu soruyu soran Görkem'e baktım.

 

"O zaman da bir şekilde boynundan çıkarmasını sağlayın. Her şeyi ben mi akıl edeyim ya!" Gayet ciddi bir şekilde konuşmamla hepsi afalladı. "Hatta gerektiğinde odasına bile gizlice girip boynundan çıkarmanız gerekebilir."

 

"Çok afedersiniz komutanım ama siz salak mısınız?" Hızla Barış'a döndüm, anında savunmaya geçti. "Hiç öyle bakmayın komutanım, bu sözlerinizden dolayı öyle düşündüm." Gözlerim kısıldı, sinirle soldum. Ne demiştim de öyle düşündü acaba? Çok mantıklı planımı anlatmıştım işte.

 

"Ne varmış sözlerimde?"

 

"Ne yok ki." dedi Batuhan gülerek. "Belki unutmuş olabilirsiniz ama adam asker, üstelik bordo bereli. Odasına gizlice girsek künyeyi alamadan bu adam bunu fark etmeyecek mi? Biz odasına bir adım atamadan ensemize çöker yemin ediyorum."

 

"Belki siz de unutmuşsunuzdur diye söylüyorum beyler sizlerde birer askersiniz, üstelik bordo berelisiniz. Pars'ı düşman gibi düşünüp gizlice yaklaştığınızı düşünün ve alın o künyeyi."

 

"Ben yokum." deyip arkasına yaslandı Görkem. "Canımı sokakta bulmadım ben, adam benim odasına gizlice girdiğimi gördüğü anda alnımın çatından vurabilir. Bu riski göze alabilecek değilim valla." Burun kıvırıp diğerlerine baktım.

 

"Görkem'i boş verin siz, zaten kendisi korkak olduğu için eline yüzüne bulaştırırdı bu planı. Olmaması iyi oldu." dedim gülerek. "Siz varsınız değil mi?"

 

"Hayır tabii ki de!" Hepsi aynı anda bu cümleyi kurunca sinirle ayağa kalktım.

 

"Nankörler! Komutanınız kırk yılın başında bir şey istiyor ama yapmıyorsunuz."

 

"Komutanım hatırlatmak için söylüyorum, biz henüz tanışalı bir hafta oluyor, yani siz cümlenizi şu şekilde değiştirin bence; komutanınız bir haftanın sonunda bir şey istiyor ama yapmıyorsunuz." Görkem'in dediğine herkes gülerken ben ters ters bakmakla yetindim, ta ki arkamda o soğuk, kalın sesi duyana kadar.

 

"Neyse ki tim de sadece bir tane salak var, gerisi akıllı oldukları için birinin aklıyla kuyuya inmediler." Lanet adam! Hepsi senin suçun zaten! Senin yüzünden saçma planlar kuruyorum ben. Rezil oldum ya! Planım da işe yaramadı. Hem de daha uygulamadan işe yaramadı.

 

Yavaşça arkamı dönüp ona baktım, salonun kapısına yaslanmış bana bakıyordu, yanında da salak salak sırıtan Aras vardı. Abi kardeş ikiside dünden beri beni sinir ediyordu ve etmeye de devam edecekti sanırım. "Neyse ki timde bir gizemli sen varsın Pars, senin aklınla kuyuya inip diğerleride gizemli davranmıyor." dedim tıpkı onun gibi.

 

"Yalnız iyi laf çarptı." diyerek güldü Anıl. Onun beni övmesiyle böbürlenirmiş gibi dik durdum, gögsüm kabardı. Bunu fark eden Pars'ın dudakları da iki yana kıvrıldı ama bir şey demedi. Yavaş adımlarla ilerleyip eski yerine oturdu, Aras da kuyruk gibi abisinin peşinden gelip hemen yanına oturdu. Sanırım çocuğu biraz fazla korkutmuştum.

 

"Neyse ki diğeride senin gibi saygısız değil Gece, bir de onların bana inat senin gibi konuşmasını kaldırmazdım." Neyim varmış benim ya? Gayette saygılıyım. Bu dünyada benden daha saygılı biri bile yoktur kesin.

 

"Off bu daha iyiydi işte." dedi Barış. Bunlarda ilkokul çocukları gibi ortalığı kızıştırmaya çalışıyordu.

 

"Neyse ki diğeri de sizin gibi askerinin eşyasını saklamıyor. Allah korusun onlarda bana ait bir eşyayı saklayıp söylemeselerdi kalpden giderdim herhalde."

 

"Yanlız Gece komutanım da laf sokmanın yanına kendi çıkarı için künyeye gönderme yapıyor ki Pars komutanın ağzından laf almaya çalışıyor." Görkem'in dediğine güldüm, doğru söylüyor. Gerçeği öğrenmek için her yolu denerdim.

 

"Neyse ki kimse senin gibi düşük çeneli değil, senden bir tane daha olsaydı ne beyin kalırdı ne de kulak." Göz devirdim, çok konuşan biri değildim aslında ama sırf bana gerçekleri açıklasın diye çok konuşuyordum. Asla çok konuşmazdım! Aksine sessiz, sakin bir kızım ben. Ağzımı bıçak açmazdı.

 

"Neyse ki sizdeki inat başka kimsede yok." dedim, bakışlarım Aras'a kaydı, devam ettim. "Ha tabii bir küçük boy olan kardeşinizde vardır ama onlar dışında kimsede yoktur, başka kimse benim gibi uğraşmıyordur."

 

"Neyse ki senin dışında kimse komutanının arkasından iş çevirip plan yapıyordur Gece." İyi yerden vurdu yalnız, ne cevap verecektim şimdi?

 

"Ve laf dalaşının kazananı Pars komutan!" diye bağırdı Enes. "Bu kıyasıya laf sokmanın kazananı olarak ne söylemek istersiniz komutanım?" Bir spiker gibi sordu. Arkamı dönüp kafasına bir tane vurdum.

 

"Salak! İnsan arkadan sufle verirde kaybetmememi sağlar. Ama siz gelmiş bana inat Pars'ın kazanmasını gözüme sokuyorsunuz." Söylenerek yanlarından uzaklaşmaya başladım.

 

"Valla bu kadın özel gününde, iki gündür bize kızıp duruyor. İlk günkü sakin kadın gitti yerine şeytanı aratmayan kadın geldi." Yürümeyi kesip bunu diyen Batuhan'a döndüm, ona bakmamla anında lafını düzeltti. "Dilim sürçtü, melek kadın diyecektim." Güldüm.

 

"Ben de öyle tahmin etmiştim zaten." diyerek ilerlemeye devam ettim, Aras'ın önünden geçerken akıllanmış gibi hızla ayaklarını çekti. Buna bir kez daha gülüp konuştum. "Sen de akıllanıyorsun Aras efendi ama dikkat et Gece'nin gazabı seni rahat bırakmaz, çünkü ben meraklı bir insanım." Ters ters yüzüme bakıp bir şey demedi, ben de başka bir şey demeden salondan çıktım.

 

Salondan çıkınca kapının oraya bıraktığım montuma gidip cebinden krem aldım, bir odaya girdim. Sırtımdaki morluğa krem sürmem gerekiyordu. Odada elbise dolabı olduğu için onun önüne geçip üzerimdeki kazağı çıkarıp yere koydum, yan dönüp aynadan sırtımdaki morluğa baktım, omzuma doğru yumruk büyüklüğünde bir morluktu. Pars üzerime yığılınca sopayla vurmuşlardı o saldırıda.

 

Elimdeki kremin kapağını açıp biraz elime sıkacaktım ki odanın kapısı açıldı. Elimdeki krem yere düşerken bakışlarım kapıya kaydı, Pars'ın kahverengi gözleriyle gözlerim kesişince hızla yere bıraktığım kazağımı alıp üzerime tuttum. Üstümde sadece iç çamaşırı vardı ve utanmıştım. "Ya insan bir kapıyı çalar, müsait misin diye sorar, bu şekilde odaya mı girilir?" Hemen kızmaya başladım ama o beni umursamadan kapıyı kapattı, yavaş adımlarla yanıma gelip az önce yere düşürdüğüm kremi alıp biraz eline sıktı. Anlamsız bakışlarım yüzünde dolanırken konuştu.

 

"Dön arkanı." Kaşlarım çatılırken dediğini yapmadım. Kazağımı daha sıkı tutup üstümü kapatmaya çalıştım. "Gece dön arkanı da süreyim kremi." Tam itiraz etmek için ağzımı açıyorum ki omzumdan tutup arkamı dönmemi sağladı. Soğuk kremin sırtımla buluştuğunu hissettim.

 

Derin bir nefes alıp sesimi çıkarmadım. Elindeki kremi yavaş bir şekilde sırtımda gezdirdi. Aynadan ona baktım, sırtıma odaklanmış kremi sürüyordu. Bir an bakışlarımız aynada kesişti, o tanıdık gelen kahverengi gözlerine baktım bir süre. Hiç düşünmeden aklımdaki soruyu sordum. "Biz seninle daha önceden tanışıyor muyuz?" Bu soruyu sormaktan vazgeçmiştim ama ne zaman ona baksam bana tanıdık gelen bir şeyini fark ediyordum, sanki bir şeyler beynimi tetikliyormuş gibi sesler duyuyordum ve bu artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. En iyisi sorup öğrenmekti.

 

"Nereden çıktı bu soru?" Sırtımdaki morluğa bakarak sordu. Sorumla birlikte bakışlarını benden çekmişti. Göz teması kurmaktan kaçınmıştı sanki.

 

"Ne zaman sana baksam bir şeylerin bana tanıdık geliyor, kafamın içinde sesler duyuyorum."

 

"Mesela ne tanıdık geliyor sana?"

 

"Gözlerin." dedim. "Ne zaman bana endişeyle baksan o kahverengi gözlerin çok tanıdık geliyor. Sonra dokunuşların, o parklarının bana dokunuşu da çok tanıdık geliyor."

 

"Birine benzetiyorsundur." Göz devirdim, sanki benim sorduğum sorunun cevabı bu!

 

"Ben sana daha önce tanışıp tanışmadığımızı sordum Pars ve sorduğum sorunun cevabı kesinlikle bu değil."

 

"Seni daha önce görsem mutlaka hatırlardım ama hatırlamıyorum. Daha önceden tanışmıyoruz." Hâlâ sırtıma bakmaya devam ediyordu, sorduğum sorudan sora göz temasını kesmişti. Bu gözlerimi kısmama sebep oldu.

 

"Neden gözlerime bakmıyorsun?" Merakla sordum.

 

"İşim var görmüyor musun?"

 

"Alt tarafı krem sürüyorsun Pars, abartma." dedim alayla.

 

"Abartırım." deyip aynadan bana baktı. "Beni koruduğun için yaralandın ve bu bir nevi benim yüzümden oldu. Eğer beni korumasaydın yaralanmazdın." Bir kez daha göz devirdim.

 

"Şu küçük morluk için kendini mi suçlayacaksın?"

 

"Sadece morluk değil Gece, alnın da benim yüzümden oldu." Yukarıya bakıp sabır diledim.

 

"Abartma Pars, alt tarafı küçük bir morluk ve küçük bir yara. Hem alnımdaki yaraya dikiş bile atılmadı. Önemsiz küçük iki yara sadece." Onu rahatlatmak için demiyordum, bunlar doğru şeylerdi. İkiside küçük önemsiz yaraydı sadece ve birkaç güne hiçbir şey kalmazdı.

 

"Senin için küçük, önemsiz olabilir ama benim için değil." Şüpheyle ona baktım ama yine bakışlarını kaçırarak sırtıma baktı. Arkamı dönüp bu sefer öyle baktım ona.

 

"Niye senin için küçük, önemsiz bir şey değil?" Sesimde net bir şekilde anlaşılan merak vardı ve bu merakımı o da fark etmişti.

 

"Niye olacak Gece? Askerim beni koruduğu için yaralandı ve bu da benim için önemsiz bir şey değil." Gözlerimin içine bakarak kurdu bu cümleyi ama nedense bu açıklaması beni tatmin etmemişti. Bir şeyler gizliyormuş gibi bir izlenim yakalamıştım. Tekrardan bir soru soracaktım ki yine omuzlarımdan tutup arkamı dönmemi sağladı. "Senin soruların hiç bitmez ve bizde bu kremi bir türlü süremeyiz." dedi.

 

"Yeter o sürdüğün, akşam bir daha süreceğim zaten." Desemde beni dinlemedi ve eline biraz daha krem sıkıp sırtıma süremeye başladı.

 

Daha fazla konuşmadan işinin bitmesini bekledim. Aynadan da onu izlemeye devam ettim. Elini o kadar yavaş hareket ettiriyordu ki bu yavaş ve yumuşak dokunuşundan mayışmaya bile başlamıştım. Omzuma çarpan soluklarından huylanmaya başlamıştım ama sesimi çıkarmadan işini bitirmesini bekledim.

 

Dakikalar içinde eli omzumdan çekilince derin bir nefes aldım. O bana dokundukça tanıdık gelen hisleri düşünmemeye çalışıyordum ve bu çok zordu. Kesinlikle biz bir yerde tanışıyorduk ve Pars bunu benden saklıyordu. Ama neden?

 

"Hafızamı mı kaybettim yoksa?" Kendi kendime düşündüm ama aynadan Pars'ın bakışlarını görünce kendi kendime değil dışımdan düşündüğümü anladım. "Yok bir şey, konuşuyorum öyle kendi kendime." diyerek geçiştirdim ve onun soru sormasına müsaade etmeden odadan çıktım, elimdeki kazağı üzerime geçirdim. O sırada da zilin çaldığını duydum. Kapıya yakın olduğum için ben açmaya gittim. Yemek siparişlerinin geldiğini görünce parayı ödeyip poşetleri aldım.

 

"Yemekler geldi! Bir el atında masayı hazırlayalım!" diye bağırdım salondakilere.

 

"Niye? Sen tek başına masa hazırlayamıyor musun?" Aras'ın da bağırarak bana cevap vermesine göz devirdim. Hem benden korkuyordu hem de laf yetiştirmeden duramıyordu.

 

"Aras hatırlatmak gibi olmasın ama bu evde de klozet var. Umarım ne dediğimi anlamışsındır." deyip mutfağa girdim, kapının ağzında durup tekrardan konuştum. "Bu arada arkamdan sakın küfür etme! Kulaklarım anında çınlar ve tepene çökerim."

 

"Yemin ediyorum manyak bu kız! Allah çevresindeki herkese sabır versin. Ben bile dünden beri bu kızdan bıktıysam sizleri düşünemiyorum." Söylenmesine sırıtıp elimdeki poşetleri tezgaha koydum. Az önce masayı hazırlamama yardım edin diye bağırsamda bir kişi bile gelmediği için mecbur kendim masayı hazırladım ve onları çağırdım. Hep birlikte sessiz bir şekilde yemeğimizi yemeye başladık. Sadece Aras ve benim gözlerim konuştu, çünkü yine gözlerimizi birbirimize dikmiş bakışıyorduk.

 

Yemeklerimiz bitince ise bulaşığı ve masa toplama işini bana bırakmasınlar diye hızla mutfaktan çıkıp salona yöneldim. Onlar mutfakta masa toplarken ben de televizyonu açıp rastgele kanal değiştirdim. Pars'ın evi lojmandı ve eşyaları olduğu için pek bir şey almasına gerek yoktu, neredeyse bütün eşyalar yeni bile sayılırdı.

 

Uzun süre televizyonu izledikten sonra Pars ve Aras dışında herkes salona gelip oturmuştu ama o ikisi hâlâ ortalıkta yoktu. Meraklı yönlerim devreye girerken belki bir şeyler öğrenirim diyerek ayağa kalkıp salondan çıktım. Mümkün olduğunca sessiz olup etrafıma baktım, Pars'ın odasına yöneldim. "Allah'ım lütfen künye hakkında konuşuyor olsunlar ve ben de pat diye her şeyi öğreneyim, bu merakımda geçsin artık." Sessizce dua edip Pars'ın odasının önüne geldim. İlk önce etrafımı kontrol edip eğildim, anahtar deliğinden içiride olup olmadıklarını öğrenecek ondan sonra dinleyecektim. Şimdi boşu boşuna kapı dilerken onlar farklı bir odadan çıkıp beni yakalayabilirdi ve bunu göze alamazdım.

 

Bir gözümü kapatıp delikten içeriye baktım, net göremesemde içeride olduklarını anladım, hem net anlaşılmasada seslerini de duymaya başlamıştım.

 

İçeride olduklarından emin olunca doğrulup kulağımı kapıya yasladım ama ne konuştuklarını anlayamadım, sesleri uğultulu geliyordu. Acaba bardak getirip onunla mı dinlesem?

 

Ben kendi kendime düşünürken içerideki o uğultu da kesildi, hiç ses gelmemeye başladı. Ay yoksa konuşmaları bittide kapıya mı geliyorlar? Ama ayak sesi de duymuyorum ki. Niye sesleri kesildi şimdi? Yoksa kapı dinlediğimi mi anladılar? Ya kapı birden pat diye açılırsa?

 

Hem yakalanma korkusuyla hem de kapı açılınca içeriye doğru düşme korkusuyla geriye çekilecektim ki düşündüğüm şey tam da başıma geldi ve kapı birden açıldı, kapıya yaslanıp dinlediğim için kapı açılınca içeriye doğru sendeledim ama yere düşmedim. Birinin kollarının arasına düştüm, ben düşmemek için o kişinin kollarına tutunurken kollarının arasına düştüğüm kişide sıkıca belimden tuttu. Burnuma gelen meyveyle odunsu karışımı koku sayesinde Pars'ın kollarının arasına düştüğümü anladım.

 

Başımı hafif kaldırıp Pars'ın o keskin yüz hatlarına sahip çehresine baktım, sinirli değildi aksine yüzünde eğlendiğine dair bir belirti yakaladım. "Selam komutanım." dedim gülerek. Evet onları dinlerken yakalanıyorum ve selam komutanım diyorum. Kimsenin aklına böyle bir giriş gelemez herhalde. Yakalanır yakalanmaz kaçsam daha az dikkat çekeceğimden adım kadar eminim.

 

"Selam komutanım mı?" Aras'ın gülerek beni taklit etmesiyle ona baktım.

 

"Ne var? Selam vermeye gelmiştim ve verdim işte." Geri zekalı Gece! Biraz daha saçmala da bu salak Aras'ı eğlendir sen! Kendi kendime söylenirken kısık sesli bir gülme duydum ve hâlâ kollarının arasından çıkmadığım Pars'a baktım, dudakları iki yana kıvırlmıştı ve kısık sesli gülüyordu. İlk defa gülerken görüyordum onu, genelde tebessüm ederken görmüştüm hep. Ya da oldukça kısık sesle gülerken görmüştüm. Bu da kısık sesli bir gülmeydi ama ona çok yakın olduğum için net bir şekilde görüyordum gülüşünü. Yanağının kenarında hafif bir şekilde beliren çukuru görünce şaşkınca oraya baktım.

 

"Oha gamzeniz var!" Heyecanla konuşup ona tutunmayı kestim, o zaten beni tuttuğu için bütün ağırlığımı ona verdim ve elimi hafif beliren gamzesine götürdüm. "Ama birkaç defa daha tebessüm etmiştiniz ve ben hiç görmedim bu gamzeyi." dedim elimi o çukurda gezdirerek.

 

"Çünkü içten bir şekilde gülünce beliriyor." diyerek cevap verdi Aras.

 

Şu anda bu garip ortamı bile unutmuştum ve Pars'ın gamzesine dokunuyordum, üstelik hâlâ onun kolları arasındaydım ve bütün ağırlığımı ona vermiş beni tutmasını sağlıyordum.

 

"Dokunabilir miyim?" sanki şu anda dokunmuyormuşum gibi sordum. Sanırım saçmalama günlerimdeydim bugün.

 

"Şu anda dokunmuyormuşun gibi dokun Gece." dedi gülerek. Ah rezillik ama bunu düşünecek durumda değildim, tek odak noktam gamzesiydi.

 

"Ah biliyor musunuz? Gamzeli erkeklere dibim düşüyor." dedim gamzesine bakarak. Bu cümleyi kurmamla Pars'ın yüzündeki gamze kayboldu. "Eee nereye gitti bu çukur?" dedim elimi yanağında gezdirerek. Sanki ben dokununca o çukur geri çıkıyormuş gibi işaret parmağımı az önceki çukurun olduğu yere bastırıp duruyordum.

 

Ben çukuru ararken etraftaki garip sessizlik dikkatimi çektiği için başımı kaldırıp bir Aras'a, bir de hâlâ kollarının arasında durmaya devam ettiğim Pars'a baktım ve ikisininde şaşkınca bana baktığını gördüm. "Ne? N'oldu?" dedim ama az önce kurduğum cümle aklıma gelince utançla gözlerimi kapattım. Aferin Gece, yine rezil olmayı başardın!

 

Komutanımın kolları arasındayken ve gamzesine dokunurken gamzeli erkeklere dibim düşürüyor demiştim! Lanet olsun!

 

Allah seni bildiği gibi yapsın Gece!

 

Gidip adama evlenelim desem daha az şaşırırdı herhalde.

 

"Gamzeli erkeklere dibim düşüyor derken size düşmüyor." dedim hemen savunmaya geçerek ama bu sefer de bu cümlemle birlikte tek kaşı kalkınca yine yanlış bir cümle kurduğumu anladım. "Düşmüyor derken yakışıklı olmadığınızdan değil, Allah var çok yakışıklısınız ama..." deyip sustum, iyice saçmalamıştım. Uzun bir süre konuşmasan iyi olacaktı.

 

"Ben en iyisi susayım, sanırım biraz rezil oldum." Sessizce mırıldandım ama ikiside duymuştu ve Aras hunharca gülmeye bile başlamıştı.

 

"Bu kız salak olduğu kadar biraz da şapşal sanırım. Ne kadar beni sinir etsede dünden beri baya eğlendim bunun yanında." Aferin Gece, Aras'a da maskotluk yapıp eğlendirdin ya ben sana ne diyeyim! Yer yarılsın lütfen, ben de içine girip kaybolayım.

 

"Gece." Pars'ın bana seslenmesiyle başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Lütfen az önceki saçmalıklarımı konuşmayalım, uzatmayalım, mümkünse hafızamızı kaybedip unutalım. Çünkü ben birazdan başımı durava sürterek kendimi yok edebilirim." Dediklerime güldü ve yine o gamzesi ortaya çıktı. Bu sefer saçmalamamak adına o küçük çukara bakmadım. Zor oldu ama başardım.

 

"Onu demeyecektim." deyince yine ona baktım. "Kollarımın arasından çıkmayı düşünüyor musun yoksa bu şekilde kalmaya devam edecek misin?" Gözlerimi kapatıp ona kadar saydım ve sakin olmaya çalıştım. Dakikalardır adamın kollarında duruyorum değil mi?

 

Rezil bir gündü Bugün! Rezilliklerle dolu bir gün! Kendime güldürdüğüm bir gün ve ben birazdan utançtan yerin içine girebilirdim.

 

"Niye bu atmosferi bozuyorsun abi? Kızın yeri rahat baksana, rahat olmasa çoktan o kaslı kollarının, o mest eden kokunun arasında durmaz çıkardı herhalde." Ulan Aras, ulan Aras! Sırf beni sinir etmek için böyle demiyorsan ben de bir şey bilmiyorum!

 

Gerçekten de rezilliklerle dolu bir gün ve bir an önce bu rezil günün bitmesini talep ediyorum. Hem de acilinden bitmeli ve benim de hafızam silinmeli ki bu günü bir daha hatırlamamak üzere unutayım.

 

"Bugün ne zaman bitecek?" Konunun çok dışında başka bir soru sorunca ikiside şaşırdı ama Aras ne demek istediğimi anlamış gibi güldü.

 

"Bugün bitse ne olacak şapşal? Senin bu rezilliklerini ben ölene kadar unutmam." Unutsa şaşırırdım zaten!

 

Ters ters ona bakıp bir şey demedim, bakışlarımı yine Pars'a çevirdim ve hâlâ kollarının arasında durduğumu hatırlayıp hızlı bir şekilde kollarının arasından çıktım. "Unutmuşum kollarınızın arasından çıkmayı." dedim.

 

"Buldu benim yakışıklı, kaslı ve kokusuyla dişi bir sineği bile etkileyen abi unutur tabii." Sabır dileyip Aras'a cevap vermedim, beni sinir etmek için elinden geleni yapıyordu ve benim tepemi attırıyordu.

 

"Neyse ben gideyim artık." diyerek arkamı döndüm, şimdi neden buradasın, kapı mı dinliyorsun sorularını sorarlardı ve ben de yine rezil günüme rezillik ekler saçmalardım kesin.

 

Odadan çıkmak için bir adım atmıştım ki Pars kazağımın yakasından tuttuğu gibi benim gitmeme izin vermedi. Zaten soru sorulmadan buradan gitmeyi düşünmem benim aptallığımdı. "O kadar gelmişin Gece nereye gidiyorsun?" dedi gülerek.

 

"Yok ben çok kaldım gideyim de biraz bizimkilerle sohbet edeyim." deyip yine bir adım atıyordum ki kazağımın yakasından tutmaya devam ettiği için yine gidemedim. Ellerinden kurtulmayayım diye de dirseğimden tutup beni iyice yanına çekti.

 

"Dikkat et de onları da gizlice dinleme." Harika, yakalandım. Ama sonuna kadar inkar edeceğim.

 

Yüzümü şaşırmış gibi yapıp ona baktım. "Ne kapı dinlemesi? Ben hiç kapı dinler miyim? Dinlemem. Sonuçta herkesin özel hayatı var, asla burnumu sokmam." dedim, Aras sırıtarak duvara yaslanırken Pars öyle mi der gibi bakmaya başladı. "Mesela kimsenin hayatına burnumu sokmadığım gibi kimsenin eşyasını da ondan saklamam." Bu dediğime Aras kıkırdarken Pars'ın da dudakları iki yana kıvrıldı, ne demek istediğimi ikiside anlamıştı. "Hadi eşyasını sakladım desem neden bende olduğunu açıklarım, hatta ne kadar zamandır bende olduğunu açıklarım çünkü o sakladığım eşya benim değil başkasının."

 

"Valla kız her şekilde konuyu künyeye getiriyor, bu da büyük bir başarı bence." Aras'ın beni övmesiyle sırıttım ve devam ettim.

 

"Şimdi ben başkasına ait olan bir eşyayı saklasam ve neden bende olduğunu söylemesem, üstüne üstlük ne kadar zamandır bende olduğunu da söylemesem, o karşıdaki insan da çok meraklıysa birilerinin hayatına burnunu sokarak kapı dinler, ama siz benden bir şey saklamadığınız için ben asla sizin hayatınıza burnumu sokamam ve kapı dinlemem." diye bitirdim cümlemi.

 

Başını sallayıp konuştu Pars. "Anladım, peki ben senden bir şey sakladım desem yine mi kapı dinlemezsin?" Oyunuma ortak olarak sordu.

 

Başımı iki yana sallayıp konuştum. "Asla dinlemem, ben meraklı bir insan değilim ki." Külliyen yalan, merak dediğinde akan sular duruyor benim için. "Hadi meraklı olsam başkasının hayatına burnumu sokmayı sevmediğim için yine dinlemem." Bu da yalan, işin ucu bana dokunmasa bile başkasının hattına burnumu çok da güzel sokarım. Mesela Pars'ın hayatına burnumu sokuyorum. Geçmişini anlatsın diye baskı uyguluyorum, Enes ve bana neden bağırdığını öğrenmeye çalışıyorum. Daha birçok şeye burnumu sokuyorum ve bundan asla pişman değilim. "Yani beni başkasıyla karıştırmayın komutanım, ben ne meraklı bir insanımdır ne de kapı dinlerim." diyerek bir yalan daha söyledim. Yalandan ölünseydi şimdiye hakkın rahmetine kavuşmuştum sanırım.

 

"Kapı dinlemiyorsun madem şu anda benim odamda ne işin var?" Alayla güldüm, bu sorunun cevabı çok basitti.

 

"Eee siz kapıyı açtınız ya, kapıyı açınca ben de ayıp olmasın diye bir selam verdim size. Ne çabuk unuttunuz ya." İlk başta kucağına düşünce selam komutanım dediğim için kendimle gurur duyuyorum, en azından bu yalanıma ortak olmuştu.

 

Pars cevabımla elini yüzüne koyup sabır diledi, Aras ise yere oturup kahkaha atmaya başladı. Sinirle ona bakıp konuştum. "Komik mi?" Ben ne kadar ciddiysem o da benim tam tersi gayet rahattı. Gülmekten konuşamadığı için başını sallayıp onayladı. Burun kıvırıp Pars'a baktım.

 

"Tamam, selam vermek için odama geldin desek, pek mümkün değil ama neyse. Kucağıma düşme sebebin içinde bir yalanın, pardon bir gerekçen var değil mi?" Yalan? Neresi yalan ya? Gayette mantıklı bir açıklama yapmıştım oysa ki.

 

"Tabii ki de var, ayrıca az önceki söylediğim yalan değil." dedim ve hâlâ gülmeye devam eden Aras'a tekme attım sussun diye ama etkili olduğunu söyleyemem. "Şimdi siz kapıyı açınca ben selam vermek için yanınıza gelecektim ki bir anda ayağım burkuldu. Bak sen Allah'ın işine işte, ayağım burkulunca bir baktım ki kendimi sizin kollarınızda, gamzenize hayran hayran bakarken buldum." O gamzeye girmeseydim iyi olacaktı ama neyse. Bu yalanımda güzel oldu bence.

 

"Allah'ım ya! İyi ki buraya gelmişim çünkü hayatımda gülmediğim kadar çok güldüm. Allah, senin sayende beni güldürdü seni de güldürür umarım Gece." dedi Aras hâlâ gülmeye devam ederek. Birazdan gülmekten çatlamazsa iyidir.

 

"Gece!" Pars'ın uyarı dolu sesini duyunca yalanıma inanmadığını anladım. Çok güzel bir yalan uydurmuştum ya.

 

"Tamam ya, bunların hepsi yalan." dedim pes ederek. "Ben tuvalete gidiyordum ve odanızın önünden geçerken kapınızda yumruk kadar toz görünce temizlemeden duramadım. Üç ay ailemin evinde kaldığım için annem sağ olsun her gün temizlik yaptırdı ve bu da bende alışkanlık olduğu için temizlemek istedim. İşte kapıya yapışmış bir şekilde o yumruk kadar olan tozu silerken kapı açıldı ve kendimi sizin kollarınızda buldum." Doğruları söyleyeceğimi düşünmediniz değil mi? Asla ona doğruları söylemezdim. Sonuna kadar inkara devam.

 

"Bir şeyi çok merak ediyorum Gececiğim." diyen Aras'a baktım, gülmesini sonunda durdurmuştu ama çok gülmekten yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Toz alıyorum dedin ya toz bezi nerede acaba?" Bu çocuk yüzünden yalanım ortaya çıkacak yine! Her şeye bir cevabı var ,sinir ediyor beni!

 

"Yok toz bezi!" dedim sinirle. "Elimle sildim ben tozu."

 

"Niye?"

 

"Ne demek niye? İllaki toz beziyle mi silmem lazım?"

 

"Evet. Hem hijyen bakımından hem de temizlik bakımından. Elinle sildiğin toz eline bulaştı ve sen de bilmeden elini her yere sürdün, eee toz bu seferde başka yerlere bulaştı. Yine elinle sildiğin toz yüzünden ağzına yüzüne elledin ve bu da seni hasta etti."

 

"Teşekkürler Aras bey, boş bir vaktinizde bana temizlik dersi verirseniz çok sevinirim." diyerek alay ettim. "Ben de annem neden bana temizlik yaptırmıyor diye düşünüyordum?" İşte bu doğruydu, annem bana temizlik yaptırmazdı ve bunun nedenini anldım. Ben kesin temizlik yapsam tozları halının altına biriktirirdim.

 

"Gece, neden kapı dinliyorsun?" Pars'ın araya girmesiyle ona baktım. Unutmadı mı bu bunu ya?

 

"Ya açıkladım işte, dinlemiyordum." dedim, daha fazla beni sıkıştırmasınlar diye de arkamı dönüp yanlarından kaçacaktım ki arkamda gördüğüm bedenler yüzünden irkildim. Yalan söylemeye öyle bir dalmışım ki arkamda bizi dinleyen timin geldiğini bile hissetmemiştim.

 

"Yalnız ben sizi ayakta alkışlamak istiyorum." dedi Enes ve dediği gibi de alkışladı, diğerleride ona katılarak beni alkışlayınca şaşkınca onlara baktım. "Bu kadar inandırıcı, bu kadar profesyonel bir yalancı daha görmedim ben." deyip gülmeye başladılar.

 

Hepsi benim üstüme geliyor, biri de bu komutanımı çok sıkıştırdılar gideyim de onun yanında olayım demiyor. Nankörler!

 

"Oğlum niye öyle diyorsunuz ya?" dedi Barış, birkaç adımda yanıma ulaşıp elini omzuma attı. "Ben inandım şahsen. Ayağı burkulabilir, burkulunca kapı açılıp kendini Pars komutanın kollarında bulabilir, toz alırken kapıya yapışabilir, kapı o sırada açılabilir. Bunlar olağan şeyler, hiç yalan değil. Hem bizim komutanımız hiç yalancı değil ki. Mesela meraklı biri olmadığını söylüyor, sizce meraklı mı?" diye sordu, hepsi aynı anda başını iki yana salladı. "Bakın yine yalan söylememiş." Sinirle bir soluk alıp Barış'a baktım, bakışlarımı görünce anında benden uzaklaşıp gitti.

 

"Hepiniz üstüme gelin, birinizde benim arakamda olmayın." dedim sinirle.

 

"Ah be komutanım, keşke güzel bir yalan söyleseydiniz de yanınızda olsaydık." dedi Görkem.

 

"Sen sus! Hepsini geçtim senin benim yanımda olamamana kırıldım. Biz seninle kader ortağıydık, beraber ağa ve hanımağa olmuştuk, birlikte tünel kazıp mahkûm hayatı yaşayacaktık ama sen bu kader ortağının yanında olmadın." dedim kırgın bir sesle.

 

"Oğlum iyi yerden vurdu lan! Ben de kendime kırıldım bak." dedi üzgün bir sesle. "Allah benim gibi kader ortağının belasını versin be!" deyip gülmeye başladı. Diğerleride ona katılınca iyice sinirlendim.

 

"Lan ben bu timi sevdim, acaba ben de mi buraya tayinimi istesem ya. Birlikte düşman delirtiriz, silah bile kullanmamıza gerek yok. Gece çenesiyle öldürür zaten onları." Aras bu zevzeklere ortak olunca ofladım, biri de benim yanımda durmasın zaten.

 

Bir şey demeden yanlarından gidecektim ki cebimdeki telefonumun çaldığını duydum. Ters ters bizimkilere bakıp cebimden telefonumu çıkardım, arayan kişiyi görünce bekletmeden açtım. "Efendim albayım?" Albay lafını duyunca herkes bana odaklandı, sinirle onlara bakıp Serhat albayın dediklerine kulak verdim.

 

"Hemen karargaha gelin Gece, acil bir görev çıktı." dedi. "Pars izinli, söyle ona gelmesin sakın. Karargahta bile görmek istemiyorum, yatıp dinlensin." diye de uyardı.

 

"Anlaşıldı komutanım, on dakikaya oradayız." deyip telefonu kapattım. "Operasyon varmış, bizi bekliyorlar." dedim bizimkilere bakarak, bakışlarım Pars'a kaydı. "Sen de izinliymişsin, operasyona katılmayacakmışsın." deyip odadan çıktım, diğeride benimle birlikte odadan çıkıp peşimden geldi. Kapıya gelince üzerime montumu geçirip dışarıya çıktım ama fark ettiğim şeyle olduğum yerde durup peşimizden gelen Pars'a baktım.

 

"Serhat albay karargaha bile gelmesin dedi Pars, sakın gelmesin diye de uyardı."

 

"Zaten karargaha gelmiyorum operasyon için geliyorum ben." Ben ne diyorum adam bana ne diyor ya.

 

"Pars ne karargaha ne de operasyona gelmeyecek dedi albay."

 

"Kimin ne dediği umrumda bile değil Gece. Siz benim timimde görevli askerlersiniz ve ben askerim operasyona çıkarken evde oturmam." Konuşmak için ağzımı açmıştım ki elini kaldırıp konuşmama müsaade etmedi. "Boşuna bir şey deme, ben de sizinle karargaha geleceğim." deyip evden çıktı.

 

"Pars..." Yine konuşmama izin vermeden sözümü kesti.

 

"Gece, ben en son bu şekilde yaralanıp evde otururken komutanlarım ve timin geri kalanı operasyona çıktı ve bir daha gelmediler. Ben o gün onların sadece şehit haberini aldım, naaşları geldi karargaha, ailelerine tek tek şehit haberi gitti ve ben bunun tekrarını yaşamak istemiyorum." O da kendince haklıydı aslında, öyle bir şey yaşanmayacak olsa bile içinde bir korku vardı ve evde olsa bile biz geri dönene kadar asla dinleneceğini sanmıyordum. Ayrıca bizim de şehit haberimiz ona gelirse işte o zaman toparlanması neredeyse imkansız olur.

 

"Eğer o gün onlarla operasyona çıksaydım ben de onların yanında olacaktım ama yaralandığım için çıkamadım ve en büyük pişmanlığım da bu. İkinci bir pişmanlık istemiyorum." dedi itiraz istemeyen bir sesle.

 

Bakışlarım Aras'a kaydı, gözlerini açıp kapatınca derin bir nefes aldım. Bir şey demeden önden ilerledim. Aynı şeyi ben de yaşasam ben de operasyona gitmek isterdim, o yüzden kararı albay verirdi. Ben elimden geleni yapmıştım.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Pars operasyona katılmakla dogru bir karar verdi mi sizce?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%