@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
12.Bölüm "Hayal Kırıklığı"
Ağlamanın çare olmadığını biliyorsun ama ağlamaktan başka çaren olmadığını da biliyorsun...
Ayağımı stresli bir şekilde sallamaya başladım. Şu anda aşırı derecede gerilmiştim. Dakikalar sonra hiç tanımadığım bir kadına gidip derdimi anlatacaktım ve o da bana yardımcı olacaktı. Ya da olabilecek miydi? Eğer olamazsa bu durumumu saklamam çok zor bir hâl alacaktı benim için. Saklamamın tek nedeni açığa alınma korkusydu aslında. Bir daha açığa alınmak istemiyordum.
O görevin üzerinden iki gün geçmişti ve kimse benim sorunumu anlamamıştı. Anlasalar zaten hâlâ mesleğimi yapıyor olmazdım.
Operasyonda bulduğumuz üç kadının ikisini ailesine teslim etmiştik ama diğerini ailesi kendi elleriyle o şerefsizlere verdiği için onlara haber bile vermemiştik. Kızın adı Elvan'dı ve yirmi üç yaşındaydı, kendi ayaklarının üstünde durabilecek bir yaşta olabilirdi ama ailesi onu bulursa yine bu tür bir şeye kalkışabilecekkeri için bu riski göze alamamıştık. Enes de bir çözüm yolu bularak ailesinin yanına, memleketine göndermek istemişti. Kız kesin bir dille hayır desede Enes de onun güvenliği için bu durumun uygun olacağını söylemişti. En sonunda kardeşinin sakat olduğunu ve bu durumundan dolayı hiç dışarıya çıkmadığını söylemişti. Bir süre onların yanında kalıp kardeşine arkadaşlık etmesini istemişti. Bir süre orada kaldıktan sonra istediği yere gidebileceğini söylemişti. Elvan'da biraz düşündükten sonra kabul etmişti ve dün Enes'in ailesinin yanına gitmişti.
Pars'ın itirafından sonra bir şey demeden yanından ayrılmıştım, ondan sonra ne o yanıma geldi ne de ben onun yanına gittim. Tabii eğitimlerde ve yemekhanede karşılaştık ama onun dışında hiç görüşmedik.
Söyledikleri doğruydu çünkü o günü hatırlıyordum, bir görevdeydim ve belgeleri alırken yakalanmıştım. İşkence gördükten sonra onlardan kurtulup tekrardan belgeleri almıştım ve kaçmıştım oradan, sonra nasıl olduysa bayılmışım. Ondan sonra hatırladığım bazı sesler vardı ve o seslerde Pars ve timine aitti. O duyduğum sesler, Pars'ın tanıdık gelen dokunuşu ve gözleride o günden kaynaklanıyordu. Onu görmek o gün duyduğum sesleri hatırlamamı sağlamıştı, beynimi tetikleyen şey tam olarak Pars'ı. Onu görünce yıllar önce hayal meyal hatırladığım şeyleri hatırlamamı sağlamıştı.
Onun itirafından sonra bir hayli dediklerini düşünmüştüm, sonra da kafamdaki sesleride düşündüm ve bir yapboz gibi parçalar birbirini tamamladı. O gün yarı baygın gibi bir şeydim ve araladığım gözlerimle Pars'ı gördüğümü hatırlıyordum ama net değildi, onu görmeden önce ve gördükten sonra seslerini duymuştum. En son gözlerimi araladığımda ise bir hastanedeydim, yanımda da tim arkadaşlarım vardı. Ne olduğunu sorduğumda bir grup askerin beni getirdiklerini öğrenmişler, onlarda ne olduğunu bilmiyordu. Çünkü bizimkiler gelmeden Pars'lar çoktan gitmişti.
Künyemi hemşirelere sorduğumda ise beni getiren askerlerden birine verdiğini söylemişti. Ben de ya onda kaldı ya da bir yere bıraktı diye üstelememiştim ve yenisini çıkarmıştım. Aradan tam dört yıl geçtiği için künyenin yenisini çıkardığımı tamamen unutmuştum. Zaten ondan önce de Pars ve arkadaşlarının seslerini hayal meyal hatırlıyordum, bu yüzden onları hatırlamamam normaldi. Ta ki bu zamana kadar, dört yıl sonra tekrardan onu görünce hayal meyal hatırladığım şeyleri beynim tekrardan hatırlamaya başlamıştı, bu yüzden sürekli sesler duyuyordum.
Pars'ın elindeki kesik izninde benim yüzümden olduğunu biliyorum. Çünkü acı dolu sesini duymuştum, sonra biri ona iyi olup olmadığını sorunca da iyiyim tarzında bir şey demişti. Bunu da hayal meyal hatırlıyordum ve yine bir yapboz gibi parçaları birleştirerek çözmüştüm olayı.
O elindeki iz bir nevi benim yüzümden olmuştu, dört yıl önce beni bir dağ başından kurtarmaya çalışırken yaralanmıştı. O ize baktıkça eminim ki o günü hatırlıyordur. İki sır ortaya çıkmıştı, sesler ve Pars'ın elindeki iz. Bunları öğrenmiştim ama Pars'ın geçmişini ve Enes'le bana bağırması ı henüz öğrenememiştim. Bunları da zamanla öğrenirdim inşallah.
Her şeyi çözmüştüm ama Pars'ın beni sevmesini bir türlü çözememiştim. Kırk yıl düşünsem asla bana aşık olacağını tahmin edemezdim.
Her şey tamamdı, beni bulmaları, yardım etmeleri, benim yüzümden yaralanması, yarı baygın olduğum için hayal meyal hatırladığım şeyler, bunlar tamam ama bana aşık olması... İşte bunu asla düşünemezdim. Kırk yıl düşünsem bana aşık olacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Şimdi ne hissediyordum bilmiyorum. Beni sevdiği için mutlu muyum yoksa üzgün müyüm bilmiyorum. Tek bildiğim şaşkınlığımı üstümden atmamış olmamdı.
"Gece Hanım." Birinin bana seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp bana seslenen kişiye baktık. "Buyrun sıra sizde." Başımı sallayıp ayağa kalktım. İlk defa yeni fark ettiğim sorunumu birine anlatacaktım ve aşırı gergindim şu anda. Hatta birazdan arkama bile bakmadan gidebilirdim. İlk defa böyle bir sorunla karşılaşıyordum ve ilk defa birinden yardım alacaktım. Açığa alındığımda kısa süreli tedavi olmuştum ama doktora bir şey anlatmış sayılmazdım. Şimdi ise anlatmak zorundaydım. O kötü günümden sonra o günü babamamlara bile üstünkörü anlatmıştım ama şu anda bütün çıplaklığıyla birine derdimi anlatacaktım. Bu yüzden aşırı gergindim.
Bu psikiyatristi çok araştırmıştım ve alanında en iyisi buydu. Tabii bir de görev gizliliği olduğu için öyle her önüne gelene geçmişimi anlatamazdım ve iyi bir araştırma yapmam gerekiyordu. Bu psikologa birkaç tane daha askerin geldiğini öğrenmiştim, hatta biriyle iletişime bile geçip görüşmüştüm. Gayet olumlu şeyler söyleyince de doktorumu bulmuş oldum.
Derin bir nefes alıp kapıyı açtım, oldukça ağır adımlarla içeriye girip masanın karşımdaki tekli koltuklardan birine oturdum. "Merhaba Gece Hanım." Doktorun sevecen yaklaşımı bu gerginliğimi maalesef ki yok etmeyi başaramamıştı.
"Merhaba." Mesafeli bir şekilde cevap vermeme bile gülümsedi.
"Nasılsınız?" Etrafıma baktım, oldukça güzel dizayn edilmiş bir odaydı. Ferahtı ve aydıklıktı, aynı zamanda saksılarda bitkiler vardı. Odayı beğenmiştim. Boğucu değildi en azından.
"Sizce buraya gelen biri nasıl olabilir?" Sorusuna soruyla karşılık verdim.
"Buraya gelen kişiler genelde iyi olarak geliyor." Cevabıyla kaşlarım çatıldı. Çocuk mu kandırıyor acaba?
"Bence kandırmak için çocukları seçin Başak Hanım." Sesli bir şekilde güldü.
"Sizi kandırdığımı nereden çıkardınız?"
Elimi kaldırıp bulunduğumuz odayı gösterdim. "Buradan, buraya gelen biri nasıl iyi olabilir?"
"Bakın Gece Hanım buraya gelen biri tabii ki de iyi olarak gelir, sonuçta burası hastane değil. Buraya ruhen iyi olmayan, sıkıntıları ve sorunları olan kişiler gelir." Arkama yaslanıp sıkıntıyla nefes aldım. Bana laf ebeliği yapmaya çalışıyordu.
"Aradaki fark tam olarak ne?" Merakla sordum, ben bir fark görememiştim çünkü. Yok ruhen yok fizeken falan deyip kafamı karıştırmaya çalışıyordu.
"Aradaki fark tam olarak şu; siz fiziken iyisiniz değil mi? Mesela bir yerinizde yara var mı? Öksürüyor musunuz? Boğazını ağrıyor mı? Veya daha başka sayabileceğim başka bir hastalığınız var mı?" Başımı hayır anlamında iki yana salladım. "Peki ruhen bir sorununuz var mı? Sizi rahatsız eden, normal yaşantınıza odaklanmanızı engelleyen veya unutamadığınız bir sorununuz var mı?" Bu sefer de başımı evet anlamında salladım. "İşte aradaki fark bu, siz fiziken değil psikolojik olarak buradasınız. Yani benim size iyi misiniz diye sormam psikolojik olarak değildi." Arkama yaslanıp gülümsedim, sanırım yavaş yavaş kanım ısınıyordu bu kadına. Laf ebeliği yapıyordu ama iyiydi.
"Tamam bunu anladığıma göre bir an önce burada olma sebebime geçebilir miyiz? Çünkü biraz daha burada durmaya devam edersem arkama bile bakmadan kaçabilirsin." Dürüst bir şekilden konuşmama gülümsedi.
"İlk önce şunu sormak istiyorum Gece Hanım neden buradan kaçmak istiyorsunuz? Burada sizi rahatsız eden tam olarak ne var?" Sorusuyla bir kez daha etrafıma baktım, burada beni rahatsız eden bir şey yoktu aslında.
"Burada yok, rahatsız olduğum konu tamamen kendimle." Yine dürüstçe cevap verdim.
"Neden peki?"
"Az önce siz de söylediniz buraya psikolojisi iyi olmayan kişiler gelir ve benim de psikolojim iyi değil, bu beni rahatsız ediyor." Cevabıma gülümsedi.
"Neden rahatsız ediyor peki?" Sorusuyla kaşlarım çatıldı, bakışlarımı görmüş olacak ki hemen lafını düzeltti. "Yani her insan bozuk psikolojisinden rahatsız olur ama bu rahatsızlığınızın illaki bir sebebi olmalı. Mesela yemek yemeyi engelliyor ve bu beni daha da rahatız ediyor, veya normal yaşantıma bu sebep yüzünden yön vermemiyorum gibi nedenler bekliyorum. Çünkü buraya gelen insalar bozuk psikolojisinin sadece engellediği bir nedenden dolayı aşırı rahatsız oluyor ve bu yüzden yardım almaya geliyor." İyi güzel konuşuyordu da ben bir an önce buradan gitmek istedikçe lafı uzatıyordu sanki. Tamam bu işi olabilir ama ben derdimi anlatıp çözüm yolları bulmasını istiyordum. Lafı uzamasını değil.
"İşime engel oluyor, kendi hayatımı geçtim çevremdeki kişilerinde hayatını tehlikeye atıyorum ve bu çevremdeki insalar için hiç iyi değil. Çünkü ben sıradan bir iş yapmıyorum, en ufak bir yanlış karar, en ufak bir dikkatsizlik yanımdaki kişilerin hayatına mâl olabilir." dedim, aklıma son operasyonda olanlar geldi. Az kalsın Barış'ı vuruyordum. "Neredeyse oluyordu da." Sessizce mırıldandım.
"Peki o zaman dürüst bir şekilde sorularıma cevap verecekseniz başlayalım." Sonunda.
"Evet bir an önce başlayalım." dedim sabırsız bir sesle.
"Bana kısaca kendinizden bahseder misiniz? Yaşadığınız kötü anılardan önce ve sonrasında siz arasında nasıl bir fark var?" Düşündüm, nasıl bir fark vardı?
"Bilmem hiç düşünmedim." dedim. "Arada pek bir fark yok sanırım."
"Yaşadığınız kötü anılardan sonra neler yaptınız? Bir tatile çıkıp dinlendiniz mi veya o anılarınızı birilerine anlattınız mı?"
"Yani üstünkörü aileme anlattım, bir de birkaç hafta önce yeni tim arkadaşlarıma anlattım." dedim. "Tatil kısmına gelecek olursak genelde nezarethanede tatil yaptım diyebilirim." Son dediğim şeye güldüm, benim için güzel bir tatildi.
"Peki sorununuz tam olarak nedir?"
"Sorunum..." deyip düşündüm. "Sanırım sorunum kaybetme korkusu. Ne zaman kan görsem kendimi kaybediyorum. Hatta birkaç gün önce kendimi öyle bir kaybettim ki az kalsın arkadaşımı vuruyordum." Başını sallayıp önündeki kağıda bir şeyler yazdı.
"Anladım, kan görünce geçmişinize gidiyor musunuz veya sanrı gibi hayaller görüyor musunuz?"
"Sanrı değil ama yaşadığım anılar bir bir gözlerimin önünde canlanıyor diyebilirim. Sanki zamanda yolculuk yapıyorum ve yaşadığım anıları tekrar yaşıyor gibiyim. Zaten sonrada kendimi kaybediyorum, kötü bir kâbusa kucak açmışım gibi ne dediklerimi ne de yaptıklarımı anlamıyorum." Yine önündeki kağıda bir şeyler yazdıktan sonra yeni bir soru sordu.
"Sorunlarınız tam olarak nerede başladı? Hangi olay tetikledi?" Bir süre karşımdaki duvara baktım, bunlar tam olarak Pars'ın yaralanmasında başlamıştı.
"Komutanımın yaralanmasından hemen sonra başladı."
"Ondan önce bu gibi bir durumla karşılaştınız mı?" Başımı iki yana salladım.
"Hayır, her gün adam dövdüm ve dövmenin etkisiyle illaki onlarda kan gördüm ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadım." Bir an gülecek gibi olsada eski ciddi halinde kalmaya devam etti. Sanırım direkt adam dövdüm dememi beklemiyordu. Ne yapayım benim de karşıma hep dövülecek adamlar çıkmıştı.
"Anlıyorum." deyip yine kağıda bir şeyler yazdı, işi bitince ise kağıdı ve kalemi kenara bırakıp ellerini masanın üstünde birleştirdi. "Yaşadığınız kötü anlar aslında bilinçaltınıza işlemiş ama gün yüzüne çıkmamış Gece Hanım. Bunu gün yüzüne çıkaran ise tekrardan benimsediğiniz arkadaşlarınız olmuş. Ne kadar süredir birbirinizi tanıyorsunuz bilmiyorum ama kısa veya uzun hiç fark etmez siz onları çoktan benimsemişsiniz ve bu da bilinçaltınıza gizlenen korkularınızı gün yüzüne çıkarmaya başlamış. " dedi uzun uzun anlatarak.
"Benim önerim bir süre mesleğinizden ve arkadaşlarınızdan uzak kalmanız, kafanızı dinlemeniz. Hem fiziken hem de ruhen bir tatil yapmanız. Anladığım kadarıyla o kötü anılardan sonrada dinlenmemişsiniz ve bu sizi bir hayli yormuş. Siz yorgunluğunuzun farkında olmayabilirsiniz ama fazlasıyla yorgunsunuz ve bunu buraya gelir gelmez anladım. Ruhen yorgun olduğunuzu kim görse anlar. Bir süre kendinizle baş başa tatil yapın ve dinlenin, bu süre zarfında da görüşmelerimize devam ederiz." Kaşlarım çatıldı, sırf bunları dinlemek için mi geldim ben buraya? Bunu yoldan geçen biri bile derdi. Ben mesleğimden uzaklaşmamak için geliyorum ama kadın geçmiş karşıma mesleğinden uzak kal diyor. Hayatta yapamam böyle bir şey.
"Bu mu yani diyeceğiniz? Bunu herkes yapar! Üç ay dinlendim ben, kafamı dinledim, kendimi dinledim, ruhumu dinledim ve üç ayın sonda buraya geldim. Ya siz bana bir ilaç falan verirsiniz ben iyileşirim ya da bir daha görüşmeyelim." dedim sinirle.
"Bakın Gece Hanım bu işler öyle olmuyor, ilaçla ruhunuzu nasıl iyileştirmeyi düşünüyorsunuz? İlaçla gözlerinizin önüne gelen geçmişinizi nasıl yok etmeyi düşünüyorsunuz? Hangi ilaç bunu yapıyor? Benim bildiğim kadarıyla böyle bir ilaç yok." Benim aksime gayet sakin konuşmaya devam ediyordu. Ama o sakin konuştukça sanki ben dada çok sinirleniyordum. Ya da kurduğu cümleler beni sinirlendiriyordu. Her türlü sinirleniyordum!
"Öyle bir ilaç yoksa benim burada bir işim yok!" deyip oturduğum yerden bir hışımla kalktım. Evet belki abartıyor olabilirdim ama benim korkum açığa alınmaktı, mesleğimden uzak kalmaktı ve bunu gidip kendi isteğimle yapmam saçma olmaz mıydı? Korktuğum şeyi gidip yapacağım ve mesleğimden uzaklaşacağım, hayatta yapmam böyle bir şey! Bir kere ayrı kaldım ikincisi olmayacaktı.
"Bence tatil işini bir daha düşünün, bedenen dinlenin ki ruhunuz da bundan etkilenip inzivaya çekilsin." Hâlâ tatil diyor bana ya!
"Bakın Başak Hanım ben üç ayın sonunda mesleğime kavuştum, şimdi komutanımın karşısına geçip ben son olaylardan dolayı kafayı yedim, açıkça söylemek gerekirse delirdim dersem bir daha mesleğime kavuşabilir miyim?"
"Peki siz az önce kendi ağzınla dediniz, bu durumum benden çok çevremdekileri etkiliyor, onları tehlikeye atıyorum diye. Psikolojik sorununuza bir çözüm bulmadan mesleğinize devam ettiğinizde arkadaşlarınızı riske atmaya devam mı edeceksiniz?" Kaşlarım çatıldı, lanet olsun ki haklıydı!
"Haklı olabilirsiniz ama bu bana doğru dürüst bir çözüm yolu önerdiğiniz anlamına gelmez." dedim.
"Kime giderseniz gidin benim dediklerimin aynısını size söyler Gece Hanım. Bu sizin için en iyisi. Gidip sadece bir süre dinlenecekseniz." dedi bir kez daha.
"Demesi kolay ama yapması hiç de kolay değil Başak Hanım ve ben bu dediğinizi yapmayacağım." deyip kapıya ilerledim. "Umarım bir daha görüşmeyiz." deyip kapı kolunu tuttum, dışarıya çıkmadan önce o da konuştu.
"Umarım en yakın zamanda tekrar görüşürüz Gece Hanım." Hiç sanmıyorum.
Odadan çıktıktan sonra hızlı adımlarla koridorda ilerleyip kendimi dışarıya attım. "Adam akıllı bir şey yapmayacaksanız ne işiniz var orada anlamıyorum ki. Tatilin nesi iyi gelecek bana? Korkunuzun üzerine gitmeniz gerekiyor dese daha mantıklı bulurdum ya!" Söylenerek kaldırımda ilerlemeye başladım. Bakışlarım bir anlığına kolumdaki saate takıldı. "Lanet kadın! Senin yüzünden geç kaldım karargaha!" Buraya gelmeden önce birkaç saatliğine izin almıştım ve söz verdiğim saati çoktan geçmişti.
"Saçma fikirler verdiği gibi vaktimide harcamıştı." Söylene söylene taksi durağına doğru ilerledim. "Ben üç ayın sonunda mesleğime dönmüşüm bir de tatil mi yapacağım? Boş boş konuşuyorlar işte." Belki haklı olabilirdi ama bunu yapmam imkansızdı, üç ayın sonunda tekrardan mesleğime geri dönmüşken bunu yapamazdım.
"Off off! Nereden çıktı bu sorunlar ya!" Söylene söylene taksi durağına gelip boş bir taksiye bindim, adresi verip arkama yaslandım.
Ne yapacaktım şimdi ben?
Tatil yapamazdım ama bu şekilde de arkadaşlarımın hayatını riske atıyordum.
Pars'tan yardım mı istesem acaba? Yardım eder miydi?
Ah adam bana aşık olduğunu itiraf etti iki gün önce ben de gidip bana yardım et, deliriyorum ben mi diyeceğim? Yıllardır hiç görmediği kadını sevdi, ona ihanet etmedi, ona sadık kaldı ama ben onun bana aşk itirafı yaptığı gün hiçbir şey demeden yanından gittim, sonrada hiç konuşmadım. Şimdi gidip yardım et demem bencillikten başka bir şey olmazdı.
"Yemin ediyorum biraz daha düşünürsem kafama sıkacağım!"
"Pardon?" Taksicinin sesini duyunca aynadan ona baktım, tuhaf tuhaf bana bakıyordu. Kaşlarım çatılırken az önce dediğim şeyi sesli bir şekilde dediğimi fark ettim. Alnıma vurmamak için zor dururken gülümsemeye çalıştım.
"Yok bir şey." deyip camdan dışarıya baktım. Adam beni karargah yerine direkt bir akıl hastanesine götürmese bari.
Yol boyunca adamın tuhaf bakışlarına maruz kaldım. Yani adamda haklıydı, kim kendine kendine konuşup şimdi kafama sıkacağım der ki? Böyle diyen birini gördüğümde ben de tuhaf tuhaf bakarım.
Sonunda karargaha gelince parayı ödeyip hızlı bir şekilde taksiden indim. Nöbet tutan askerlerin açtığı büyük demir kapıdan içeriye girip koşturarak odama gittim. Hiç vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde üzerime üniformamı geçirdim. Yine hızlı bir şekilde odanın kapısını açıp dışarıya çıkıyordum ki kapıyı açınca karşımda zebani gibi duran Pars'la karşılaşınca istemsizce çığlık attım. Birkaç kişinin bakışları buraya dönerken ben hızla ağzımı kapattım.
Lanet adam! Zebani gibi niye bekliyorsun ki kapıda?
"Neredeydin?" Sorusuyla kaşlarım çatıldı, ona ne!
"Sizi ilgilendirmez komutanım." dedim. Bu seferde onun kaşları çatıldı.
"Ben senin komutanınım ve bana söylediğin saat çoktan geçti, hatta bir saat geç kaldın." Göz ucuyla kolumdaki saate baktım ve haklı olduğunu anladım. Zaten psikolagtan çıktıktan sonra yarım saat geç kaldığımı fark etmiştim.
"Şey trafikten dolayı geç kaldım." Gerçekten mükemmel bir yalan buldun Gece, Aferin!
"Trafik?" Cevabımı yinelemesiyle başımı sallayıp onayladım. "Saat 11'e geliyor Gece bu saatte neyin trafiği var? Sabah iş saati değil öğlen yemek molası değil, tam olarak bu trafiğin sebebi ne?" Her şeyi sorgulama be adam!
"Aaa nereden bileyim canım ben! Gelen geçen arabalara ne işiniz var diyecek halim yok ya! Allah Allah!" Söylenerek yanından geçip gittim. İyi yırtmıştım ya. Adamında bugün sorgu günüydü herhalde. Geç kaldım işte sorgulama geç git!
"Eğitim sahasına geç Gece." Arkamdan bağırmasıyla bir şey demeden dışarıya çıktım, eğitim alanına doğru ilerlerken o da yanıma ulaşmıştı. "Bana bir şey söylemek istediğinde çekinmeden söyleyebilirsin Gece, elimden ne geliyorsa yardım etmeye çalışırım." Kurduğu bu cümleyle kaşlarım çatıldı, durduk yere niye böyle dedi ki?
"Tabii." diyebildim sadece.
"Ben üstümü değiştirip geliyorum." deyince sivil olduğunu gördüm. Niye üniformalı değildi ki? Aman neyse. Pars giderken ben bizimkilerin yanına gittim. Pars da on dakika sonra yanımıza geldi. Vakit kaybetmeden eğitim yaptırmaya başladı.
Sırayla şınav, mekik, koşu, barfiks derken bir hayli yorulmuştuk. Anlaşılan hepimiz hamlaşmıştık, bir saatte bile bu kadar yorulmamızın başka bir anlamı olamazdı. Sıra ipe bağlanmış lastiklerdeydi. İplerin ucundan tutup toprak yolda koşacaktık ve arkamızdan da lastikler gelecekti.
Kalın ipleri sıkıca kavradım ve diğerliyle birlikte koşmaya başladım. Lastikler yerde süründüğü için kısa sürüde etraf toz bulutuna dönmüştü. Gözlerimi kısarak birinci turumu tamamladım, tam ikinci turuma da başlayacakken duydum inleme sesiyle durdum. Biri acıyla inlemişti. Gözlerim kısıp toz bulutunun içinde etrafıma baktı, o sırada elini tutmuş Pars dikkatimi çekti. Elinden yere ufak ufak kanlar damlıyordu.
Gördüğüm kanla koşarak yanına gittim, hızla elini tutup kana baktım. "N'oldu? Niye kanıyor elin? Çok derin gözüküyor!" dedim hızlı hızlı konuşarak.
"Sakin ol Gece küçük bir kesik." dedi ama kan baya akıyordu. Hiç de küçük bir kesiğe benzemiyordu.
"Bu nasıl küçük kesik Pars? Nasıl kanıyor görmüyor musun?" dedim. "Hemen revire git pansuman yapsınlar, çok kanıyor. Hatta beraber gidelim." Konuşmaya devam ederken Pars'a baktım, elindeki kesiğe değilde bana odaklanmıştı. Üzgündü, baya baya bana üzgün bir şekilde bakıyordu. Bir anlığına bakışları arkama kayınca kaşlarım çatıldı, yavaşça omzumun üstünden arkama baktım ve albayla göz göze geldim. Bize bakıyordu, daha doğrusu direkt bana bakıyordu.
Yutkunup tekrardan Pars'a döndüm, hâlâ üzgün bir şekilde bana bakıyordu. Bu sefer de bakışlarım eline kaydı, hızla elini arkasına götürdü, sakladı. "Önemli bir şey değil dedim Gece, küçük bir kesik." dedi ve tekrardan albayın olduğu yere baktı. Neler oluyordu burada? Çok tuhaf bir atmosfer oluşmuştu sanki.
"Pars odama gel." Albayın sesini duyunca tekrardan ona baktım, tıpkı az önce Pars'ın üzgün bakışlarla bana baktığı gibi bakıyordu bana.
Sorunumu anlamamışlardır değil mi?
Korku bütün bedenime yayılırken etrafıma baktım. Lütfen anlamış olmasınlar, lütfen.
Sakin ol Gece anlasalar zaten direkt seni çağırmazlar mı? Çağırırlar, bence sen kuruntu yapıyorsun. İçimden kendimi sakinleştirmeye çalışırken karargahın bahçesine giren siyah arabalara takıldı gözlerim. Pars ve Serhat albay giderken ben arabalara bakmaya devam ettim.
İki araba gelmişti ve içlerinden de toplam dört takım elbiseli adamlar çıkmıştı. Albayla Pars onların yanına gelince el sıkışıp karargahtan içeriye girdiler.
Neden bilmiyorum ama içime bir sıkıntı düşmüştü. Birden kendimi hiç iyi hissetmemeye başlamıştım. Neden durduk yere böyle oldum bilmiyorum ama ayakta bile duracak halim bile yoktu.
Güçlükle az ilerideki banka gidip oturdum, dirseklerimi dizlerime yaslayıp yüzümü ellerimin arasına aldım. Şu anda hiçbir neden olmamasına rağmen oturup saatlerce ağlayabilirdim.
"Komutanım?" Anıl'ın sesini duyunca ellerimi yüzümden çekip ona baktım. "İyi misiniz? Yüzünüz bembeyaz olmuş." İçimin iyi olmadığı dışıma da yansımıştı anlaşılan.
"Bilmiyorum, ben gidip biraz dinlensem iyi olacak." deyip oturduğum yerden kalktım, bir adım atmıştım ki sanki yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissettim ve dengemi sağlayamadım. Anında biri belimden tutarken ondan destek aldım.
"Ben odanıza kadar size eşlik edeyim." Bunu diyen Enes'di, beni tutanda oydu. İtiraz etmeden onun yardımıyla odama gittim. Kendimi direkt yatağıma atıp gözlerimi kapattım.
"Ne olmuştu bana böyle?" Kendi kendime mırıldandım. Saatlerce hiç kalkmadan bu yatakta yattım, aradan kaç saat geçti bilmiyorum ama hava neredeyse kararacaktı. Arada bir bizimkiler gelip beni kontrol etti, Pars ise hâlâ o gelen adamlarla ve albayla birlikte toplantı odasındayamış. Bizimkilerden öğrendiğim kadarıyla o adamlar istihbaratdanmış. Niye geldiklerini kimse bilmiyormuş.
Saatler sonra odamın kapısı tekrardan çalınca yattığım yerden kalkmadan konuştum. "Gel." Büyük ihtimalle yine bizimkiler gelmişti.
Kapı açıldı ve tanımadığım birinin sesini duydum. "Komutanım, Serhat albayım sizi toplantı odasına bekliyor." Doğrulup kapının ağzında duran askere baktım ve başımı salladım.
"Tamam geliyorum." deyince asker odadan çıktı.
Neden beni çağırıyordu ki? İçimdeki sıkıntıda hâlâ geçmemişti, hatta giderek artmıştı.
Kafamdaki düşüncelerle aynanın karşısına geçip üzerimdeki üniformayı düzelttim. Dağılan saçlarımı çözüp sıkı bir topuz yaptıktan sonra odadan çıkıp toplantı odasının yolunu tuttum. Tam odanın önüne gelmiştim ki içeriden Pars çıktı, karşısında beni görünce bir an duraksadı. Bir süre gözlerime baktı, gözlerinde yoğun bir şekilde gördüğüm tek duygu hüzündü. Bir ara ağzını açıp bir şey diyecek gibi oldu ama sonra vazgeçmiş olacak ki yine yüzüme baktı. Ne ben konuştum ne de o, sanki gözlerimizle anlaştık. Ben gözleriyle ne dediğini anlamadım ama o bana kahverengi gözleriyle bir çok şey anlattı. En sonda ise daha fazla yüzüme bakmadan yanımdan geçip gitti.
Derin bir nefes alıp onu düşünmemeye çalışarak kapıyı çaldım ve içeriye girdim. Büyük masanın etrafında albay ve o takım elbiseli dört adam vardı. "Geç otur üsteğmenim." Albayın konuşmasıyla o adamlardan birinin karşısına geçip oturdum, oturduktan sonra onlara hitaben hafif bir baş selamı verip albaya odaklandım.
"Beni çağırmışsınız albayım, bir sorun mu var?" Direkt konuya girdim.
Albay sorumla birlikte sıkıntılı bir nefes aldı, göz ucuyla adamlara baktıktan sonra tekrardan bana döndü. "Evet bir sorun var." dedi. "Senin tam olarak ne derdin var Gece?" Sorusuyla yutkundum, nefesim hızlandı. Nereden çıktı şimdi bu? Pat diye niye böyle bir soru sordu?
Allah'ım lütfen anlamamış olsunlar.
"Anlamadım komutanım, ne demek istiyorsunuz?" Bakışlarımı kaçırarak sordum. Korkudan ellerim titremeye ve terlemeye başlamıştı. Çaktırmadan ellerimi masanın altından dizlerime koydum.
"Daha açık konuşayım o zaman, psikolojik sorunların mı var?" Alt dudağımı ısırdım, birkaç saat önce başlayan korkumu şimdi anlıyorum. Hissetmiştim ve bedenim çok önce tepki vermeye başlamıştı. Anlamıştı, hepsi anlamıştı. Pars'ın üzgün olması bu yüzden miydi? O da mı anlamıştı yoksa sorunumu?
"Şey komutanım..." deyip sustum, ne diyecektim ben? Nasıl çıkacaktım bu işin içinden? Bu saatten sonra yalan söylemem imkansızdı.
"Durumun farkındayız Gece ve doğruyu söylersen iki taraf içinde daha iyi olur." dedi. Yutkunmadan edemedim. Bu saatten sonra bu işten kaçamazdım.
Nefesimi kontrol altına almaya çalışarak derin bir nefes aldım. Sesimi sabit tutmaya çalıştım. "Tedavi oluyorum komutanım, en kısa sürede hallolacak bu sorun." diyebildim sadece.
"Ne zaman tedavi olmaya başladınız?" Adamlardan birinin sorusuyla ona baktım, hepsi dikkatli bir şekilde bana bakıp dinliyordu ve bu gerilmemi arttırıyordu.
"Bugün, bugün başladım." dedim kekeleyerek.
"Doktorunuz ne öneride bulundu?" Başka bir adamın sorusuyla bu seferde ona baktım. Bir kez daha yutkundum. Bunu söylemek istemiyordum.
Şu anda sorgudaymışım gibi hissetmem normal miydi? Sanki ben suçluydum ve sorguya çekilmişim gibi hissediyordum. Bu da istemsizce sinirimi bozuyordu.
"Tatil, talile çıkıp dinlenmemi söyledi." dedim kısık bir sesle. Ne kadar söylemek istemesem de ağzımdan çıkmıştı artık.
"Bu durumunuzu bile bile neden askeriyeye döndüğünüzde bu durumu komutanınıza bildirmediniz." Yine aynı adam sordu soruyu.
"Bilmiyordum, yeni öğrendim."
"Tam olarak ne zaman öğrendiniz?" Sakin olmaya çalışarak çenemi kaşıdım.
"Afedersiniz ama ben bir soru sorabilir miyim?" Sorusunu es geçerek sordum. Hepsi beni onaylayınca sorumu sordum. "Ben suçlu muyum? Bu sorgu tam olarak ne?"
"Burada sizin ve askerlerin güvenliği için soru soruyoruz Gece Hanım. Ayrıca bu bir sorgu değil, bence sizler bizden daha iyi biliyorsunuz sorunun nasıl olduğunu." Başka bir adam cevap verdi bu seferde. "Başka sorunuz yoksa bizim sorularımıza devam edelim. Tam olarak bu rahatsızlığınızı ne zaman öğrendiniz?" Sıkıntıyla ofladım, ne derlerse desinler ben sorguya çekilmişim gibi hissetmeye devam ediyordum.
"Sanırım bir hafta önce öğrendim." dedim pes ederek. Az çok ne diyeceklerini tahmin edebiliyordum.
"Bir hafta önce öğrendiniz madem niye kimseye söylemediniz?" Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım.
"Daha yeni fark etmiştim ve bir sorunum olup olmadığımdan emin olmak istedim. Bu yüzden de kimseye söylemedim." dedim dürüst olarak. Söylediğim her şey doğruydu, bütün çıplaklığıyla gerçekleri anlatıyordum karşımdaki adamlara. Ve bunun sonunda ne olacağını çok iyi biliyordum.
"Emin olabildiniz mi bari?" İlk başta soru soran adamın sesini duyunca kaşlarım çatıldı, alaylı bir şekilde sormuştu bu soruyu. "Neredeyse bu sorununuz yüzünden bir arkadaşınızı vuruyordunuz, tabii emin olmuş olmalısınız." Kinayeli bir şekilde konuştu.
"Bunun farkındayım ve farkında olduğum için tedavi olmaya başladım." dedim dişlerimin arasından. Sesimi sabit tutmak için büyük bir çaba harcıyordum ama her an patlayabilirdim. Sanki bile isteye yapmışım gibi alay ediyordu bildiğin.
"Bakın Gece Hanım bu durum hem sizin hem de tim arkadaşlarınız için sakıncalı bir durum. Siz de biliyorsunuz ki yaralanan çok kişi olacak, kan illaki göreceksiniz ve bu durum her seferinde sizin karşınıza çıkacak. Bunu ne siz ne de bir başkası göz ardı edemez. Bence doktorunuzun tavsiyesine uyup uzun bir tatile çıkıp dinleseniz çok iyi olur." Adamın dediklerinden sonra hışımla ayağa kalktım. Yine tatil diyorlardı bana ya! Tatile çıkınca bütün sorunlarım da mı tatil yapıp beni rahat bırakacaktı!
"Ne yani aylar sonra mesleğime geri dönmüşken şimdide kendi isteğimle bırakmamı mı istiyorsunuz?" Dişlerimin arasından sordum. Adam da tıpkı benim gibi ayağa kalktı, daha yeni fark ettiğim masanın üstündeki bir zarfı alıp bana uzattı.
"Hayır kendi isteğinizle değil gelen karar üzerine tatil yapmanızı istiyoruz." Kaşlarım çatıldı, adamın elindeki zarfı alıp yavaşça açtım, içinden çıkan katlanmış kağıdı da açıp içinde yazanlara baktım. Her okuduğum satırda biraz daha sinirlendim. Korktuğum şey sonunda başıma gelmişti işte.
İstemsizce kahkaha atıp kağıdı masaya attım. "Çürüğe mi çıktım?" dedim gülerek.
"Hayır Gece Hanım psikolojiniz düzelene kadar açığa alındınız. Bunu bir ceza soruşturması olarak düşünmeyin, bu hem sizin hem de çevrenizdekiler için en iyisi, sonuçta her açığa alınanın ardından soruşturma başlatılmıyor. Bazen karşıdakinin iyiliği ve onun korunması içinde açığa alınmalar oluyor, tıpkı şimdi sizde olduğu gibi ve daha önceden üç ay açığa alınmanız gibi. Çünkü siz kendinizi ve çevrenizdekileri tehlikeye atıyorsunuz. Bir askerinizi neredeyse vurmak üzereydiniz ve biz bunu kimseye bildirmedik, sadece psikolojik olarak iyi olmadığınızı belirttik. Eğer askerinizi vurmaya çalışmanızı belirtseydik emin olun geçici süreliğine görevden uzaklaştırılmakla kalmaz mesleğinizden men edilirdiniz." dedi ilk başta konuşan adam.
"Ha söylemişsiniz ha söylememişsiniz hiçbir fark yok benim için. Siz hiç hayatınızda görevinizden, mesleğinizden, severek yaptığınız bir işten uzaklaştırıldınız mı? Veya şöyle sorayım siz hiç sırt sırta çatıştığınız arkadaşlarınızı kabettikten sonra görevinizden uzaklaştırıldınız mı? Hayır değil mi?" dedim. "Bunlar başınıza gelmediği için böyle konuşmak kolay tabii."
"Sizi anlıyorum ama..." diyordu ki daha fazla konuşmasına izin vermeden sözünü kestim.
"Siz beni anlayamazsınız! Ne siz ne bir başkası anlayamaz! Bunu tatmayan kimse anlayamaz!" Derin bir nefes alıp bir şey demedi, sanırım ne derse desin onu dinlemeyeceğimi anlamıştı.
"Gece." Albayın sesini duyunca ona baktım, ne isteyeceğini çok iyi bildiğim için o konuşmadan silahımı ve kimliğimi çıkarıp masanın üstüne bıraktım. Gözlerimin dolduğunu hissederken kendimi sıktım, kimsenin içinde ağlayıp güçsüz görünemezdim. Ağlamayacaktım, kendimi sıkacaktım ve bu insanların karşısında güçsüz görünmeyecektim.
Tam üç ay öncede kimliğimi ve silahımı bırakmıştım bu şekilde. O zaman da tek başımaydım şimdi de, o zaman da çaresizdim şimdi de, o zaman da kimse beni dinlememişti şimdi de, o zaman da kimse beni anlamamıştı şimdi de. Bu üç ayda hiçbir değişiklik olmamıştı. Tek değişiklik bir kayıp vermemiştim bu sefer, ben direk kendimi kaybetmiştim... Bu saatten sonra toparlar mıydım bilmiyorum ama şu saatten sonra kendimi kaybetmiştim ben.
"Buradan çıktıktan sonra üniformamı da odama bırakırım." dedim zorlukla.
"Böyle olmasını istemezdim." dedi albay çaresiz bir sesle. "Bu hem senin hem de tim arkadaşların için en iyisi. Bu süre zarfında dinlen ve tedavini ol, seni tekrardan bu üniformanın içinde görmek istiyorum." Derin bir nefes aldım, aslında kimseye kızmıyordum, herkes işi neyse onu yapıyordu. Sadece sinirlerime hâkim olamıyordum ve karşımda kim varsa ona patlıyordum. Az önce olduğu gibi.
"Bir şey sormak istiyorum komutanım." dedim. "Bu sorunumu biri mi söyledi yoksa siz mi fark ettiniz?" Bunu çok merak ediyordum. Nasıl öğrenmişlerdi?
"Ben fark etmedim." dedi dürüst olarak. Kaşlarım çatılırken etrafıma baktım.
"Kim peki? Kim söyledi? Kimse bilmiyordu bu durumu." Merakla sordum. Kimin söylediğini, o kişinin bunu nasıl fark ettiğini merak ediyordum ama bizimkilerden birinin söylemediğine emindim, onlar gelip ilk bana sorarlardı bu durumu. Asla böyle bir şey yapmazlardı, bundan emindim.
Albay bir süre etrafına baktıktan sonra konuştu. "Çıkabilirsin Gece." Niye söylemiyordu? Yoksa psikolog mu aradı da söyledi? Ama ben ona daha bugün gittim ki, hangi ara arayıp söyleyecekti?
Son kez hepsine tek tek baktıktan sonra odadan çıktım, dışarıya çıkar çıkmaz gözlerimde biriken yaşlar tek tek akmaya başladı. Kimsenin görmesini istemediğim için hızlı adımlarla odama gidip sırtımı kapıya yasladım, gözlerimden yaşlar akarken kapıdan aşağıya doğru kaydım. "Niye ya? Ben kimsenin haberi olmadan tedavi olacaktım işte! Niye böyle bir şey yapıyorlar? Ne istiyorlar benden de işimden uzaklaşmama sebep oluyorlar?" Hıçkırıklarımın arasında konuştum.
Dizlerimi karnıma kadar çekip kollarımı bacaklarıma doladım. Dakikalarca bu soğuk yerde oturup ağladım. Ağlamaktan nefret ediyorum ama hayat bana inat her sefirinde beni ağlatıyordu. İnsanın nefret ettiği ot burnunun dibinde bitermiş misali gibi bir şeydi bu. Hayat beni birkaç gün güldürse ertesi gün ağlatmasını çok güzel başarıyordu.
Arkadaşlarımı kaybetmiştim, günlerce ağladım tek başıma, üzüntümü aileme belli etmedim, onların yanında mutluymuşum pozları verdim. Sonra yeni tim arkadaşlarımla tanıştım, hepimiz bu hayattan darbe almıştık, yaralıydık hepimiz ama ona rağmen birinimize bağlanmaya çalışmıştık. Ben bağlanmıştım da. Onlarla güldüm, eğlendim ve hayat yine bana bir darbe indirip hayal kırıklığına uğramamı sağlamıştı, yine bende mutluluğu çok görmüştü bu hayat, yine ağlatmayı başarmıştı. Ağlamaktan nefret etsemde hayat beni sürekli ağlatmayı başarıyordu.
Ağlamanın çare olmadığını biliyorsun ama ağlamaktan başka çaren olmadığını da biliyorsun. İşte bu yüzden nefret ettiğim ağlamamı durduramıyordum, gözyaşlarım akıyordu sürekli.
Ağlamalarım ve hıçkırıklarmdan geriye kalan sadece iç çekişlerim kalınca oturduğum buz gibi yerden kalktım. Ne kadar süredir oturuyordum bilmiyorum ama hava iyice kararmıştı artık.
Yavaşça üzerimdeki üniformayı çıkarıp dolaba astım, son kez ona bakıp odadan çıktım. Kimseyle göz teması kurmadan, kimseyle konuşmadan, bana seslenilince cevap vermeden karargahtan çıktım. Yine aynı şekilde bahçeden de çıkmak için hızlı adımlarla ilerledim. "Gece!" Arkamda duyduğum tanıdık sesle birkaç saniye duraksasamda aynı hızla ilerlemeye devam ettim. Bana seslenen Pars'tı ama kimseyle konuşmak istemiyordum.
Sonunda kendimi dışarıya atınca derin bir nefes aldım. Kimseyle konuşmak istemiyordum, kimsenin bana acıyarak bakmasını istemiyorum, kimsenin saçma teselli cümlelerini dinlemek istemiyorum sadece sessiz bir yere gidip içim dışıma çıkana kadar ağlamak istiyorum. Nefret ettiğim halde sabaha kadar ağlamak istiyordum.
"Gece dur!" Yine Pars'ın sesini duydum. Hiç duymamış gibi yaparak ilerlemeye devam ettim. Ta ki kolumdan tutulup durdurulana kadar. "Sana sesleniyorum duymuyor musun?" dedi beni kendine döndürerek.
"Konuşmak istemiyorum, kolumu bırakır mısın?" deyip çekmeye çalıştım ama sıkıca tutup bırakmadı. "Pars konuşmak istemiyorum." diye direttim. Yüzüne bakmıyordum, yerdeydi bakışlarım.
"Benim sana söylemem gereken bir şey var." dedi, bakışlarım yüzüne çıktı, yine hüzünlü gözleriyle karşılaştım. Bakışlarım bir anlığına arkasındaki time kaydı, hepsi üzünce bana bakıyordu. Sanırım hepsi açığa alındığımı ve sorunumu öğrenmişti.
"Hepiniz öğrenmeşsiniz anlaşılan ve ben bu konu hakkında konuşmak istiyorum. Boşuna cümle kuracağız diye uğraşmayın." dedim, bir şey demesine izin vermeden kolumu elinden kuratıp arkama döndüm, birkaç adım atmıştım ki duyduğum şeyle olduğum yerde durdum.
"Ben yaptım Gece." Kaşlarım çatıldı, neyden söz ediyordu?
Yavaşça arkamı dönüp ona baktım, omuzları düşmüştü, bakışları yere odaklanmış, gözlerime bakamıyordu. Eğitimden sonra yüzüne çöken hüzün giderek büyümüş gibiydi, yanında çaresizliği de barındırıyordu. Çaresiz gözlerle bana bakıyordu.
Bir dakika...
Lütfen düşündüğüm şey olmasın, lütfen.
"Neyi sen yaptın?" Korkarak sordum ama cevap vermedi, yere bakmaya devam etti. "Sana diyorum Pars neyi sen yaptın?" Yine cevap vermedi. Onun sessizliğiyle iyice sinirlenirken yanına gidip gögsünden ittirdim onu. "Cevap versene bana!" Bağırdım ama sessizliğini korumaya devam etti. Kimseden ses çıkmıyordu, hepsi sessizce bizi dinliyordu ve bu sessizlik iyice benim sinirimi bozmaya yetiyordu.
"Sen söyledin değil mi?" Pes ederek sordum. "Benim durumumu sen söyledin, senin yüzünden açığa alındım ben değil mi?" Yine cevap vermedi.
Gözümden düşen yaşı hırsla silip gögsüne vurdum. "Niye yaptın? Gelip bana yardım etmek çok mu zordu?" Yine sordum ve yine cevap alamadım. "Bu yaptığın daha mı kolay geldi? Bana yardım etmek bu kadar mı zordu Pars?" Ağzımdan bir hıçkırık kaçınca susmak zorunda kaldım. Pars'ın da bakışları beni buldu, kızardığına emin olduğum gözlerime baktı, akmaya devam eden gözyaşlarımı takip etti gözleri.
"Ağlama." dedi güçsüz bir şekilde. "Böyle olmasını istemezdim, yemin ediyorum istemezdim ama en doğrusu buydu. Hem senin hem de diğerleri için en doğrusu buydu." dedi zorlukla.
"Benim için en doğrusu bu değil ama!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. "Senin için, başkası için, tim için ve bir yabancı için en iyisi bu olabilir ama asla benim için en iyisi bu değil! Benim adıma konuşma, kendi adına konuş!" Sinirden yüzümün kızardığına gözlerimin büyüdüğüne eminim.
"Gece..." diyordu ki konuşmasına izin vermeden sözünü kestim.
"Defalarca sana söylemek istedim, yardım etmeni istedim, tek başıma bunun altından kalkamayacağımı düşündüm ama bir yanım asla söylememi istemedi. Ben istemsizce o diğer yanıma uyup söylemedim ve iyi ki de söylememişim. En azından gerçek yüzünü gösterdin bana." dedim acımasızca. Benim canım yanmıştı ve onunda yanmasını istiyordum. Yanıyordu da, bunu bakışlarından anlıyordum, dolan gözlerinden anlıyordum. "Komutan olmanın hakkını veriyorsunuz yüzbaşım, bir komutan da tıpkı sizin gibi yapardı. Askerlerinizi düşünüp bu kararı verdiğiniz için sizi tebrik ediyorum. Ama bir yandan da size özeniyorum." dedim dürüstçe. Sizli bizli konuşarak aramıza mesafe koymayı da ihmal etmedim.
"Ben asla sizin verdiğiniz bu kararı veremezdim." deyip burnumu çektim. "Özellikle kısa sürede de olsa bir bağ kurduğum, arkadaş yerine koyduğum kişilere bunu yapamazdım. Sanırım benim zayıf noktamda bu, ben ileride asla sizin gibi bir komutan olamam." dedim bir kez daha dürüst davranarak. Bunlar gerçek hislerimdi, gerçek sözlerimdi.
Gözümden akan yaşları elimin tersiyle sildim. "Ve ben kindar bir insan olduğum için bana yaşatılan şeyleri asla unutmam Pars Karadağlı. Beni üzdükleri gibi üzerim, beni ağlattıları gibi ağlatırım, benim zayıf noktamı kullandıkları gibi kullanırım ve karşımdakinin yıkılacağını bilsem bile bunu yaparım." dedim, bakışlarım boynundaki künyeme kaydı, hâlâ boynunda taşıyordu. Belki bu yapacağım şey biraz ağır olacaktı ama umrumda değildi, benim üzüldüğüm gibi üzülsün istiyorum. Şu anda doğru dürüst düşünmediğimi hissediyordum, aynı şekilde yapacağım şeyleride doğru dürüst düşünmeden yapıyordum.
Titreyen elimi yavaşça kaldırıp künyemi avuçlarımın içine aldım, sıkıca tuttu. Bakışlarım Pars'ın gözlerine çıktığında bir damla gözyaşının yanağından süzüldüğünü gördüm. Başını iki yana salladı, yalvarır gibi gözlerime bakmaya başladı. "Yapma." dedi çaresiz bir şekilde.
"Burada duygulara yer yok Pars Karadağlı, burası aşk meşk yeri değil, burası askeriye, en ufak dikkatsizlik bir çok şeye mâl olabilir. Bence bu aşkı bir an önce kalbinizden sökün ki canınız daha fazla yanmasın." deyip künyeyi tüm gücümle asıldım, zinciri kopan künye ellerimin arasında kaldı. "Bana ait olanda bende kalsın ki ortada bir sorun kalamasın." dedim acımasızca.
Arkamı dönüp gidecektim ki aklıma gelen şeyle omzumun üstünden ona baktım, az önce hir gözyaşı akıyordu ama şimdi onu takip eden birçok gözyaşı vardı. O sert, soğuk adam gitmiş yerine duygusal bir çocuk gelmiş gibiydi. "İlk hayal kırıklığımsın Pars Karadağlı, umarım seninde ilk hayal kırıklığın benimdir." Duraksadım, derin bir nefes aldım . "Beni sevdiğini söyleyen adam benim ilk hayal kırıklığım oldu, aynı şekilde o adam da sevdiği kadın tarafından hayal kırıklığına uğradı." dedim ve başka bir şey demeden oradan uzaklaştım.
Oradan yeterince uzaklaşınca dizlerimin üstüne düştüm. Arkamda bir enkaz bırakmıştım ama enkazın ta kendisi bendim, benim kadar üzülmemiştir, benim kadar hayal kırıklığına uğramamıştır ve benim kadar canı yanmamıştır. "NEDEN? NEDEN YAPTIN BUNU PARS? NE YAPTIM BEN SANA?" Avazım çıktığı kadar bağırdım ve ağladım. "NEFRET EDİYORUM SENDEN." deyip yere vurdum. "NEFRET!" Ağlamaktan ve bağırmaktan sesim kısılmaya başlamıştı attık. "Nefret ediyorum."
Sanırım hayatın bana verdiği en acımasız ders de buydu, kimseye koşulsuz güvenme. Ben bunu kimin yaptığını düşünürken aklımdan onlar geçmişti ama asla yapmazlar demiştim, şüphe bile etmemiştim ama Pars yapmıştı bunu, diğerleri biliyormu bilmiyorum ama Pars'ın bunu yapması beni büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Oysa ki ben içimden asla onlar yapmaz demiştim.
Keşke beni hayal kırıklığına uğratmasaydın Pars...
İki gün önce beni sevdiğini itiraf etmişti şimdi ise benim meslekten uzaklaştırılmama sebep olmuştu. Evet kendince haklıydı ama gelip bana bunu söylese bu kadar kırılmazdım. Gelip bana ben senin derdini biliyorum, sorunlarını biliyorum ve bunu gerekli yerlere bildireceğim deseydi asla bu kadar kırılmazdım. Şimdi ise bir öğreniyorum Pars bunları yapmış ve bana hiçbir şey söylememişti, ta ki ben uzaklaştırıldığımı öğrenene kadar. Benim yerimde kimse olsa kırılırdı, özellikle de en büyük korkusu başına gelirse.
En büyük korkum mesleğimin elimden alınmasıydı. Bir kere bu duyguyu tatmıştım. Kimseye bu duruma fazla takılmadığımı düşündürsemde mesleğimden uzak kalmak beni üzmüştü ve ben bir kez daha uzaklaştırılmıştım. Hem de beni sevdiğini söyleyen bir adam tarafından.
"Kararına saygı duyuyorum Pars ama ben seni asla affetmeyeceğim! Bana en büyük korkumu yaşatan adamı ve beni sevdiğini söylen bu aynı adamı asla affetmeyeceğim." dedim kendi kendime. "Keşke gelip bana yardım etmeye çalışsaydın, belki o zaman ikimiz diye bir şey olurdu, bir şans verirdim ama bu saatten sonra sen komutanım ben ise askerin olacağım." Tabii mesleğime geri dönebilirsem...
Boş sokağa baktım, canımın acımasını umursamadan kendimi sırt üstü taşlı yola bırakıp karanlık gökyüzüne baktım. "Neden mutlu olunca bana bir darbe indiriyorsun? Neden mutlu olmam bu kadar gözüne batıyor hayat?" Boğazım acıyana kadar bağırdım. "Neden bunu yaptın Pars? Neden gelip bana yardım etmedin?" Bu sefer de kısık bir sesle konuştum. "Seni ilk gördüğüm gün anlamıştım işine sadık biri olduğunu ve beni yanıltmadın. İşine sadık kalıp gerekeni yaptın ve sorunlu bir askerini açığa aldırdın." Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken yine gözyaşlarım akmaya başladı.
İç çekerek ağlamaya başlarken birden gökyüzü aydınlandı, birkaç saniye sonrada gök gürledi. Hava kapalıydı ama yağmurun yağacağını tahmin etmiyordum. Yavaş yavaş yağmur çiselemeye başladı. "Sen de acıdın değil mi halime?" dedim gökyüzüne bakarak. "Sen de benimle ağlayıp acıma ortak olmak istedin değil mi?" Sinirle yere vurdum. "Ağlamak istemiyorum artık! Nefret ettiğim şeyleri yapmak istemiyorum!" Korkularımın da üstüme gelmesini istemiyorum...
Ben artık hiçbir şey istemiyorum...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Bu arada açığa alınmak hep ceza soruşturmasına girmiyir. Bazen karşıdakinin iyiliği için, onu korumak için de açığa alınmalar oluyor. Tıpkı Gece'nin açığa alınması gibi.
Pars'ın böyle bir şey yapacağını düşündünüz mü?
Neden böyle bir şey yaptı sizce? Haklı bir sebebi var mıdır?
Sizce Gece ağır sözler mi etti Pars'a? Özellikle o künyeyi alması falan.
Sizce Pars mı haklı Gece mi?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |