Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm "Çaresiz Bedenler"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

13.Bölüm "Çaresiz Bedenler"

 

​​Kadın ağlıyorsa üzgün fakat erkek ağlıyorsa çaresizdir...

 

YAZARDAN

 

Çaresizlik... Bu kelimeyi tanımla deseler Pars kesin kendini gösterirdi, şu anki halini gösterirdi. Çaresiz bir şekilde gözden kaybolmak üzere olan Gece'ye baktı, içi yanıyordu, onun gözyaşları aklına geldikçe içine bir ateş düşmüş gibi içi yanıyordu. Nefes alamayacakmış gibi hissediyordu.

 

Gözünden akmaya devam eden yaşlarla dizlerinin üstüne düştü, gözden kaybolan Gece'nin ardından bakmaya başladı. Adı gibi gecenin karanlığında kaybolup gitmişti, ellerinden kayıp gitmişti. Sahi o daha bir kere bile elini bırakmamak üzere tutamamışken nasıl ellerinden kayıp gitmişti? Hiçbir şey başlamadan tam şu anda bitmiş gibi hissetti.

 

"Özür dilerim." Kendi kendine mırıldandı Pars, sanki Gece onu duyuyormuş gibi konuştu. "Senin iyiliğin için yaptım. Yemin ediyorum böyle olmasını istemezdim ama bu senin için en doğru karardı." dedi, iç çekti. "Mecbur kaldım."

 

"Oğlum bir şey mi yapsak lan? Adam gözlerimin önünde yıkılmaya başladı." dedi Barış arkadaşlarının duyabileceği bir sesle. Yüksek sesle konuşsa bile Pars onu duyabilecel bir halde değildi zaten. Tıpkı Gece gibi.

 

Gece de sırt üstü kendini yere attı, yolda hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu, bir yandan da nefretini dile getirip dağa taşa haykırıyordu. Üzerine yağan yağmuru bile umursamıyordu. İyi ki diyordu içinden, iyi ki Pars'a gerçeği söylememişim, eğer söyleseydim ve bu yaptığını o zaman yapsaydı daha çok yıkılırım diye düşünüyordu.

 

"Sevdiğin kadına bunu yaptın ya Pars..." dedi kendi kendine. "Beni sevdiğin kadın olarak değilde bir askerin olarak görseydin ne yapardın düşünmek bile istemiyorum." Acısı bir türlü azalmıyordu. Aksine her geçen dakika, her geçen saniye sanki katlanarak büyüyüp gidiyordu.

 

Sahi suçlu muydu Pars? Gereken bir şey yapmamış mıydı yoksa? Hem sevdiği kadını hem de askerlerini korumamış mıydı? Aşkla işi birbirine karıştırmadan doğru olanı yapmamış mıydı? Bunu yapmasaydı ne olacak? Daha kötü sonuçlar olmayacak mıydı?

 

Doğru bir karar vermişti ama Gece bunu fark edebilecek bir durumda değildi. Bir kere mesleğinden uzaklaştırmışlardı ve ikincisini yaşamak onu derinden sarsmıştı. Sahi bu yüzden gizlememiş miydi bu durumunu? Uzaklaştırma kararını tahmin ettiği için gizli gizli tedavi olmaya karar vermemiş miydi?

 

Gece uzandığı yerden zorlukla ayağa kalkıp doğruldu, dolu gözleriyle etrafına bakıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı ama nerede olduğunu bir türlü anlayamadı. Ağlayarak geldiği yerin neresi olduğunu çözemiyordu, bir yandan ağladığı için bir yandan da yağmur yağdığı için görüşü net değildi. Az ilerideki parkı fark edince güçlükle adımlarını oraya yönlendirdi. Parka gidip kendini bir bankın üstüne attı. Yağan yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuştu ve üşümekten titriyordu ama bu durum onun umurunda bile değildi. Gözünden yaşlar durmakbilmeksizin akmaya devam ederken cebinden telefonunu çıkardı, rehbere girip Enes'in adını bulup mesaj attı. Telefonu tekrardan cebine koyduktan sonra ayaklarını banka çırkardı, kollarını dizlerine dolayıp akan gözyaşlarıyla ve üzerine yağan yağmurla Enes'i beklemeye başladı.

 

Pars'ın olduğu yerde ise durum hâlâ aynıydı. Pars hâlâ yerde oturuyor diğerleri ise ne yapacağını şaşırmış bir şekilde ona bakıyordu. Hepsi Gece gibi sırılsıklam olmuştu ama hiç biri bu duruma takılabilecek bir durumda değildi. Islanmaları, üşümeleri ve hasta olmaları şu an düşünebilecekleri en son şey bile değildi.

 

Barış, Pars'ın doğru bir karar verdiğini düşünüyordu. Hepsi Gece toplantı odasına girince durumu öğrenmişti, Pars herkese tek tek anlatmıştı, hem Gece'nin durumunu hem de yaptığı şeyi. Kimisi onu haklı bulurken kimiside ilk önce Gece'ye söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Barış da Pars'ı haklı bulanlardan biriydi. O gün aklına geliyordu, komutanı az kalsın onu vuruyordu, sorun onu vurmasında değildi, ona takılmamıştı bile. Ya kendi yerine başkası olsaydı orada, ya o vurulsaydı, hem de komutanı tarafından. İşte Barış'ın bu düşüncesi Pars'ın yaptığı şeyi haklı bulmasına sebep oluyordu. Sonuçta Pars ve Gece'den sonra en rütbeli oydu ve bir askerinin komutanı tarafından vurmasını istemezdi. Kendi canı için demiyordu bunu, zaten buradaki kimse kendisini düşünmüyordum, hep başkasını düşünüyorlardı. Barış da askerlerini düşünerek Gece'nin açığa alınmasını doğru bulmuştu, ta ki Gece'nin o çaresiz halini görene kadar. Onun o halini görünce en az Pars kadar o da etkilenmişti.

 

Enes, asla Pars'ın yaptığı şeyi doğru bulmuyordu. O ilk önce Gece'ye söyleme taraftarıydı. Eğer bu durumu daha erken fark etseydi gider Pars'ın yaptığı şeyi anlatırdı ona. Gece'yi ablası olarak görüyordu, hele ki o künyeyi kaybettiği gün bu düşüncesi giderek artmıştı. Tıpkı bir abla gibi onu komutanından korumuştu, tıpkı bir abla gibi onun kaybolan eşyasını bulmuştu, tıpkı bir abla gibi onun arkasında olup komutanına kafa tutmuştu. Tıpkı kendi kız kardeşine abi olduğu gibi Gece de ona abla olmuştu ve onun üzülmesini asla istemiyordu ama olmamıştı, Gece üzülmüştüm, yıkılmıştı ve Enes'in elinden bir şey gelmemişti.

 

Görkem, aslında o da Enes gibi Gece'yi ablası yerine koymuştu. Onunla kavgaya karışıp karakolluk olmuştu, karakolda onu biraz korkutsada o gün çok eğlenmişti. Hatta yeni kavgalar için sabırsızlanıyordu ama çok eğlendiği ablası hastaydı. Bunu ilk Pars'tan duyunca, yani birkaç saat önce duyunca ne yağacağını şaşırmıştım. Aslında az çok tahmin de etmişti. Son operasyonda ki tuhaflıkları aklından gitmiyordu ama üstünde de durmak istememişti. Sanki hissediyor gibiydi, eğer o durumun üstünde durursa kötü şeyler olacakmış gibi hissediyordu. O üstünde durmamıştı ama kötü şeyler de olmuştu.

 

Anıl, sanırım o da Barış gibi Pars'ı haklı buluyordu ama bu durum Gece'nin o halini görene kadar sürmüştü. İçinden keşke dedi, keşke onun yerine ben uzaklaştırılsaydım da o çok sevdiği mesleğinde durmaya devam etseydi dedi ama elden bir şey gelmiyordu, her istediğimiz olmuyordu.

 

Sahi her istediğimiz olsa dünya çok sıkıcı olmaz mıydı? Ne istesek anında oluyordu ve bu dünyada bir şeyleri çabalamanın bir anlamı kalmamış olurdu. İşte bu yüzden bazaten elden bir şeyin gelmemesi iyi oluyordu, çabalayalım diye iyi oluyordu. Çabalayalım ki geldiğimiz yerlerin hakkını verelim. İşte Anıl da tam olarak bunu düşünüyordu, bazen mutsuzluklar yanında çok güzel şeyleri de getirir ve o gözyaşlarını unutturur, o üzüntünü hatırlatmaz. O da komutanının tekrardan buralara gelince çok daha iyi olacağını ve bu yaşanılan olayı bir daha hatırlamamak üzere kapanacağını hissediyordu.

 

Batuhan, sanırım içlerinden en kötüsü oydu. Çünkü aklı hâlâ o son operasyondaydı, komutanının gözleri önünde tuhaf davranışlarındaydı. O da fark etmişti bir şeylerin ters gittiğini ama kardeşi Görkem gibi üstünde durmamıştı. Durmamıştı ama kendini de düşünmeden alıkoyamamıştı. Aklından bir sürü düşünce geçerken onunla konuşmak istemişti ama onu ürkütmekte istememişti. Sorunu olsa gelir bize anlatırdı diye düşündü, anlatmadığına göre ya bize güvenmiyordu ya da bir şeylerden korkuyordu diye düşündü. O bizden korkmamıştı, o başına geleceklerden korktuğu için gizlemişti dedi içinden.

 

Pars, aslında içlerinde en masumu oydu. Başına gelecekleri biliyordu, Gece'nin böyle tepki vereceğini biliyordu ama onun bu durumunu bildirmekten başka çareside yoktu. Mecbur kalmıştı bu duruma.

 

O gün operasyon sırasında onları dinlerken sağ ele geçirdikleri adamları almak için istihbarattan adamlar gelmişti. Bir kişi Pars'ın yanında kalıp operasyonu dinlerken diğerleri albayla birlikte odadan çıkmıştı. İşte tam o sırada Gece kötüleşmişti ve her şeyi Pars'la birlikte istihbarat ekiplerinden biri duymuştu. Pars kulaklıktan ne kadar Gece'nin sakin kalmasını, kendine gelmesini söylesede maalesef istihbarat ekibi çoktan her şeyi duymuştu. Adam her ne kadar kimsenin işine burnunu sokmak istemesede Gece'nin bir askerini vurmaya kalkıştığını duyunca sessiz kalamamıştı bu duruma, durumunun ciddi olduğunu anlamıştı. Hem o asker için hem de tim ekipleri için bu durum hiç de normal değildi, eğer bu durumun üstünde durmazsa birinin başına bir şey gelebilir diye düşündü ve Pars'ın bu durumu bildirmesini istedi. Aslında o adam da işini yapmıştı.

 

Pars da bildirmenin doğru bir karar olduğunu düşünüyordu ama kendini Gece'nin yerine koyunca neler hissedeceğini az çok tahmin ettiği için bu durumu söylemek yerine ona yardım etmek ve tedavi olmasını sağlamak istiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı, hayat her istediğimizi yapmamıza izin vermiyordu. Pars'a da izin vermemişti. Eğer yanında istihbarat ekibi yerine bir asker olsaydı belki bu isteğini yerine getirmeyebilirdi ama karşısındaki adamı tanımıyordu, tanımadığı bir adımın susacağını da pek sanmıyordu. Bu durumun üstlere bildirilmesini önlemek amaçlı gidip albaya bu olayı bildirmişti. Üstlere bildirmeden bu sorunu kendi aralarında çözmek istiyorlardı. Öyle de oldu, Gece'yi açığa aldılar ve bu kimsenin kulağına gitmedi.

 

Aslında iyi bir şey yapmıştı, eğer bu durumu Pars albaya bildirmeseydi bir başkası bunu daha yetkili kişilere bildirirdi ve Gece tamamen mesleğinden men edilebilirdi. Ama bunu Gece anlayabilecek bir durumda değildi. Belki kendini toparlarsa ve düşünürse Pars'ı haklı bulabilirdi ama şu anda beyni bu durumu düşünemiyordu. Acısı vücudunu esir almıştı ve sağlıklı düşünemiyordu.

 

Eğitim sırasında Pars'ın elini ipin kesmesi de yalandı aslında. Bile bile elini kesmişti ve Gece'nin gerçekten bir sorunu olup olmadığını öğrenmeye çalışmıştı, sorununu biliyordu ama kendi gözleriyle görmeye ihtiyacı vardı ve bu küçük oyunu oynamaktan başka seçeneği yoktu. Albayın da o sırada orada olacağını biliyordu. Hepsi plandı, albayın ve Pars'ın isteği üzerine kurulmuş bir plan. Her şeyden emin olacaklardı ki ona göre karar vereceklerdi.

 

Gece'nin psikologla görüşmesini bile biliyordu Pars. O gün onu takip etmişti, sonra onunla birlikte askeriyeye geri dönmüştü, o yüzden üniformalı değildi. Sonrada elinin kesilme yalanını atmıştı ve istihbarat ekipleriyle birlikte psikoloğu arayıp Gece'nin durumu hakkında bilgi almışlardı. Yani her şey araştırılarak emin olarak yapılmıştı. Kendi içlerinde sorunu halletmeye çalışmışlardı

 

Uzaklaştırılma kararı üstler tarafından değil bizzat albay tarafından verilmişti. Gece'nin o durumunu albay, Pars ve o dört istihbarat ekibi dışında kimse bilmiyordu. Tabii sonradan tim de öğrenmişti, onlar dışında kimseye bildirmemişlerdi. Tek bildirdikleri kişi albaydı ve o operasyon sırasında Pars bu durumu bir tek albaya bildirmişti. Onlarda kendi aralarında disiplin soruşturması başlatılmadan onu açığa almışlardı. Bunlar tamamen Gece'nin iyiliği ve güvenliği içindi.

 

Pars bu iki gün boyunca bekledi, ona gelip yardım istemesini bekledi ama gece söylemedi. Eğer söyleseydi Pars yardım etmek için elinden geleni yapardım. Hatta eğitim sahasına giderken bu yüzden bir şey söylemek istiyorsan çekinmeden söyle demişti. Bir nevi bana anlat artık demeye çalıştı ama Gece yine anlatmadı, içine attı ve Pars'ın da başka çaresi kalmadığı için elini kesme yalanıyla Gece'nin durumunu kendi gözleriyle gördü.

 

Bir diğer yanda albay vardı, askeri bu askerlerin dosyasını getirince ilk başta istememişti. Çünkü hepsi açığa alınmış askerlerdi ama hayat hikayelerini dinledikçe bu askerlerden oluşacak timin çok daha iyi olacağını düşünmüştü. Ne de olsa farklı zamanlarda farklı acılar çekmişlerdi ama o farklı acılara rağmen birbirlerini anlayıp kenetleneceklerini hissetmişti. Öylede olmuştu aslında. Bunu Pars'ın yanına gelip zorla Gece'nin durumunu anlatmasından anlamıştı. Elinde olsa ağzını dikip kendi konuşmasını önleyecekmiş gibi davranıyordu ve kelimeler ağzından zor dökülüyordu. Her şeyi bir bir anlattıktan sonra ise gözlerindeki pişmanlığı net bir şekilde görmüştü.

 

Hepsi bu kısacık sürede birbirine bağlanmıştı ve birinin üzüntüsü hepsinin üzüntüsü olmuştu. Bu birbirlerine bağlanmada albay da onlara eklenmişti, kısacık sürede bütün askerlerine alışmıştı. Özellikle de Gece'ye. Zor şeyler yapmıştı ve ona rağmen dimdik ayakta durmuştu. Bu dik duruşu albayı hayran bırakmıştı. Dışarıdan bakan biri Gece'nin hiçbir acı çekmediğini düşünürdü, bütün acıları içine saklamış mutlu bir hayatı varmış gibi davranıyordu. İşte tam da bu yüzden başına bunlar gelmemiş miydi? Gece içine attığı için korkuları gün yüzüne çıkmamış mıydı?

 

"Seni tekrardan dimdik bir şekilde karşımda göreceğimden eminim kızım." Albay kendi kendine mırıldandı. "Bütün acıların üstesinden gelip yine karşımda selam durup emrimi bekleyeceksin. Bu da senin sınavın, bu sınavını başarıyla geç ve yine üniformanın içinde karşımda dur." Hayat sınavlardan ibaretti, herkes türlü sınavlara tabi tutulurdu ve Gece'nin de sınavı buydu, ya pes edecek yatağında kös kös oturacak ya da inat edecek korkularını yenip geri gelecekti.

 

Hayatın bu zorlu sınavı mı inattı yoksa Gece mi inattı görecektik. Zaman bize bunu tek tek gösterecekti.

 

Diğer yandan Enes'in telefonuna gelen mesajla hepsi Pars'a bakmaya başladı. Yıkılmaz bir duvar gibi duran adam şu anda bütün taşlarını tek tek yıkmış boş sokağa bakıyordu, Gece gittiğinden beri gözlerindeki yaşlar dinmemişti, sanki gökyüzüde onunla ağlarmış gibi o kara bulutlardan yağmurlar hiç eksik olmadan onları ıslatmaya devam etti.

 

Sahi bu genç adam en son ne zaman ağladı? Sanırım tim arkadaşlarının şehit haberi geldiği gün ağlamıştı. O zaman bile herkesten kaçıp kimsenin olmadığı bir yerde ağlamıştı, sonrada gelip hiçbir şey olmamış gibi dimdik durmuştu. Onu gören biri duygusuz sanabilirdi ama herkesin içinde sakladığı duyguları vardır. Pars'ın sakladığı duygularda üzüntüleriydi. Gün yüzüne çıkmasından deli gibi korktuğu üzüntüleri...

 

Enes bir kez daha mesajı okudu. Komutanı bavullarını toplayıp ona getirmesini istiyordu. Aslında farklı yerlerde iki farklı çaresiz bedenler vardı. Biri Pars biri de Gece. Kime üzüleceklerini, kimin haklı olduğunu düşünemiyordu kimse. Biri mesleğinden uzaklaştırıldı, diğeri yapması gerekeni yaptı. Biri hasta, diğeri hasta askerinin iyiliğini düşündü. Bu kafa karıştırıcı durumdan Enes uzaklaşmak adına karargaha girip komutanın odasına gitti. Birkaç dakikalığına düşünmek istemiyordu. Kimin haklı olduğuna karar veremiyordu, kimin daha çok acı çektiğine karar veremiyordu, kimi suçlayacağına karar vermiyordu.

 

Aslında ortada suçlanacak biri yoktu, ortada bir haklı yoktu, ortada daha çok acı çeken biri yoktu. Ortada birden çok haklı vardı, birden çok acı çeken vardı, ortada suçlanacak kimse yoktu. Herkes kendince haklıydı, herkes kendince doğru olanı yapmıştı ama buna karar veren herkes yıkılmıştı. Geride bir enkaz kalmıştı, çaresiz bedenler kalmıştı.

 

Enes komutanının odasına girip valizini çıkardı, yavaş hareketlerle kıyafetlerini tek tek valize yerleştirmeye başladı. Kıyafetlerle işi bittikten sonra bakışları komodinin üstündeki çerçeveye kaydı. Oraya gidip çerçeveyi eline aldı ve inceledi. Fotoğrafın içinde komutanı vardı, oldukça genç görünüyordu. Birkaç yıl öncesine ait olduğu belliydi. Yanında da altı tane erkek vardı ve komutanı dahil hepsi üniformalıydı. O altı erkek ufacık kalan komutanlarını aralarına almış büyük bir gülümsemeyle poz vermişlerdi.

 

Enes bir fotoğrafta gülümseyen kadını düşündü, bir de az önce çaresiz bir şekilde ağalayan kadını. "Size ağlamak değil gülmek daha çok yakışıyor." dedi fotoğtafa bakarak. "Ağlamak kimseye yakışmıyor ama size hiç yakışmıyor. İnsanlar onlara yakışmayan şeyleri yapmamalı bence, siz de bir daha ağlamayın." Sanki karşısında komutanı varmış gibi konuştu. Elindeki çerçeveyi de valize yerleştirdi. Birkaç kıyafetini bırakmıştı burada, nasıl olsa geri gelecekti diye düşündü. Çerçeveyi de koymayı düşünmüyordu ama belki bu fotoğrafa bakarak hırslanırdı ve bir an önce tedavi olup geri gelir diye düşündü. O gidip evde yattığı sürece bu fotoğraf başucunda olacaktı ve o her pes edişince ona güç verecekti. Çünkü herkesin geçmişi ona güç verirdi, hırslandırırdı.

 

Enes daha fazla odanın içinde oyalanmadan valizle birlikte çıktı. Elindeki valizi çekiştirerek tekrardan timin yanına geldi. Bakışları tekrardan Pars komutanına kaydı, hâlâ aynı şekilde duruyordu. "Komutanım, Gece komutanım valizini götürmemi istedi." dedi sessizce. Belki o da gelir diye düşündü, en azından onu görürse biraz toparlar dedi içinden.

 

Nereden bilebilirdi ki daha da kötü olacağını...

 

Pars, Gece ismini duyunca yerden destek alarak kalktı. Onu görmek istiyordu, belki konuşup kendimi ifade edebilirim diye düşündü. Hiçbir şey demeden boş yolda ilerlemeye başladı. Timin geri kalanı ise sessizce onu takip ediyordu. Boş yolda sadece ayak sesleri ve valizin tekerlek sesleri dışında hiç ses yoktu. Ta ki bir parkın önüne gelene kadar, işte o zaman bu boş sokakta bir ağlama sesi duyuldu. Herkes kimin ağladığını tahmin etmiş gibi olduğu yerde durdu, parka baktılar.

 

Pars parkta, bankın üstünde küçücük kalmış ve sırılsıklam olmuş sevdiği kadını görünce içi bir kez daha yandı. Onun bu halde olmasında kendisinin payı olduğunu bilmek onu kahretti. Canı hiç olmadığı kadar yandı. Ona yakın bir ağacın yanına gidip yere oturdu, onu izlemeye başladı. Diğerleri onun gitmeyeceğini anlayınca Gece'nin yanına adımladılar.

 

Gece sesleri duyuyordu, birilerinin yanına yaklaştığını hissediyordu ama bedeninde güç kalmamış gibi hareket edemiyordu. Biraz kendini zorlayıp başını kaldırdı, timle göz göze geldi. Ciğerlerine temiz havayı doldurup gözünde biriken yaşları sildi. Zaten artık akmıyordu, kurumuş gibi hiçbir gözyaşı kalmamıştı gözlerinde.

 

Hepsi gelip sıraya dizildi. Kimisi Gece'nin yanına kimiside boş yer olmadığı için bankın yanlarına geçip yere oturdular. Kimse ıslanmayı umursamıyordu, zaten hepsi sırılsıklam olmuştu.

 

"Komutanım." Batuhan çekinerek Gece'ye seslendi. "Biraz saçma olacak ama nasılsınız?" Onun konuşması adına sordu. Konuşsun ki içindekileri dışına vursun.

 

Gece başını çevirip ona baktı. "Sence nasıl görünüyorum Batuhan?" deyip önüne döndü, arkasına yaslandı. Batuhan sessiz kalırken Barış konuştu.

 

"Neden bize söylemediniz komutanım? Biz elimizden ne geliyorsa size yardım ederdik." Gece Barış'ın dediğine güldü.

 

"Söyleseydim ne değişecekti Barış? Görmüyor musun? Söylemediğimde bile başıma bu geldiyse söyleseydim ne gelirdi acaba." Az önce bağırarak ağlamasından dolayı sesi kısılmıştı, Pars onlara yakın oturuyor olmasa sesini zor duyardı.

 

"Çok şey değişirdi komutanım, siz bize gelseydiniz biz sizi kormak için elimizden geleni yapardık, kimsenin bu durumunuzu öğrenmesine izin vermezdik." dedi Anıl.

 

"Biriniz bana en erken saate Ankara'ya bilet alabir mi?" dedi bu konuyu daha fazla konuşmak istemeyerek. Pars onun gidecek olmasıyla yerinde dikleşti, gideceğini tahmin etmemişti. Burada kalıp tedevi olur diye düşünmüştü ama yanılmıştı.

 

"Gidecek misiniz komutanım?" dedi Enes, bavulunu isteme amacının gidecek olmasına bağlamamıştı. Bir ev tutar veya bir otele gider diye tahmin etmişti.

 

"Bu şehirde niye kalayım Enes? Ben buraya atandığım için geldim ama şu anda bir mesleğim olmadığına göre burada kalmamın da bir anlamı yok." dedi Gece zorlukla, hâlâ açığa alındığını kabullenememişti.

 

"Nasıl kalmanızın bir anlamı yok?" dedi Görkem şaşkınca. "Burada kalmak için yeterince sebepleriniz var, bunlardan biri bizleriz. Biz bu kısa süre içinde aile olmadık mı? En zor anılarımızı birbirimize anlatıp içimizi dökmedik mi?" Gece onun haklı olmasıyla bakışlarını kaçırdı. "Bunları da geçtim sizin burada kalıp tedavi olmanız lazım, bir an önce iyileşip yanımıza geri dönmeniz lazım." diye bitirdi cümlesini.

 

"Ben tedavi olmayacağım Görkem." dedi Gece net bir şekilde.

 

Tim gibi Pars da duyduklarına inanamayarak ayağa kalktı, Gece eminim ki onu görmek istemiyordur ama bunu umursamadan hızlı ve sert adımlarla yanına gitti Pars.

 

"Komutanım ne dediğinizin farkında mısınız siz?" Anıl şaşkınca sordu, duyduklarının gerçek olmasını istemedi.

 

"Farkındayım, hem de hiç olmadığım kadar farkındayım." diye mırıldandı Gece, konuştukça boğazı ağrıyordu. Az önce bağırmakta boğazı tahriş olmuştu. "Ben tedavi olmayacağım, zaten tedavi olmayıda mesleğimden uzaklaştırılmamak için kabul etmiştim ama şu anda meslekten uzaklaştırıldığıma göre o psikoloğun saçma önerilerine ihtiyacım kalmadı. Zaten abuk subuk konuşup sinirlerimi bozmuştu. Sokaktan geçen birinin daha çok yardımı dokunacağından eminim." Aslında dolaylı yoldan psikoloğun istediği olmuştu, izine çıkmıştı ve bu Gece'yi sinir ettiği için psikoloğa laf ediyordu.

 

"Kaçıyorsun yani?" Gece duyduğu sesle yerinde kalakaldı, Bu ses onu hayal kırıklığına uğratan adamın sesiydi, onu sevdiğini söyleyen adamın sesiydi. Bu Pars'ın hep kullandığı sert ve soğuk sesiydi. "Savaşmadan, çabalamadan pes edip kaçıyorsun öyle mi?"

 

"Öyle." dedi sessizce.

 

"Sen bu kadar korkak biri miydin Gece? O kadar acıyı boşuna mı yaşadın? Buralara boşuna mı geldin?" Pars onun neden böyle bir karar verdiğini anlayamıyordu ve bu durum onun sinirini bozuyordu, bu ses tonundan bile anlaşılıyordu. Onu tanıdığını sanıyordu ama bu kararı neden verdiğini anlamıyordu. Demek ki sandığım kadar tanımıyormuşum diye geçirdi içinden.

 

"Sen benim kararıma karışabilecek ve söz sahibi olabilecek en son kişi bile değilsin Pars Karadağlı." dedi Gece sinirle. Siniri biraz olsun dinmemişti ve bu onu görünce daha da artmıştı.

 

"Öyle mi?" dedi Pars bir kez daha, Gece başını onaylarcasına sallayınca hırsla konuşmasına devam etti. "Biliyor musun en iyi kararı verdin. Tedavi olma, arkana bile bakmadan bir korkak gibi kaç, nefretini kus, bağır çağır. Çünkü bunu anca bir korkak yapar, senin gibi." Gece duyduklarıyla sinirlendi, ona baktı, aynı siniri Pars'ın gözlerinde de gördü. Pars ona ters psikoloji uyguluyordu, bu durum kimde olursa olsun hep işe yarardı.

 

"Ben korkak değilim!" dedi Gece dişlerinin arasından. Pars alayla gülüp onu baştan aşağıya süzdü, onu süzerken bu alaycı ifadesi giderek arttı. Bunu yapmak, onunla böyle konuşmak onu zorluyordu ama bunu da yapmak zorundaydı. Ne karar verdiğinin ne yapmaya çalıştığının farkına varmalıydı Gece. Pişman olacağı şeyler yapsın istemiyordu.

 

"Korkak değilim diyorsun ama arkana bile bakmadan babanın kollarının arasına koşmaya gidiyorsun, korkak değilim diyorsun ama tedavi olmak istemiyorsun." dedi alayla, bir anda yüzündeki alaylı ifade yok oldu, yerini sinire bıraktı. "Sen bir korkak gibi buradan kaçıyorsun Gece! Sen bir korkak gibi tedavi olmak istemiyorsun! Ben zaten timimde senin gibi korkak bir askerin olmasını istemezdim." dedi sonlara doğru sesi zor çıkmıştı, bunu demek gerçekten onun için zordu. Ters psikoloji uyguladığı için söylüyordu ama zordu. "Korkaklık yapıp kaçmakla en doğru kararı verdin Gece Sayer." Şu anda bu sözleri kurduğu için ve sevdiği kadını üzdüğü için oturup hıçkırarak ağlamak istiyordu ama yapmadı, yapamadı. Yine o duyguları sert görünüşünün arkasına sakladı ve duygusuz bir adama büründü.

 

Gece Pars'tan duyduklarıyla sinir kat sayısı arşa çıkmıştı. Büyük bir öfkeyle ona doğru bir adım attı ve omzuna yumruk attı. "Nefret ediyorum senden!" dedi dişlerinin arasından. "SENDEN TÜM BENLİĞİMLE NEFRET EDİYORUM PARS KARADAĞLI!" Boğazı yırtılırcasına, nefretini dağa taşa duyurmak istercesine bağırdı.

 

Pars bu sözlerle yıkıldı ama umursamaz bir adam profilinde durmaya devam etti. Gözyaşları aktı ama kimse görmedi, canı yandı ama yine kimse görmedi, içine bir ateş düştü ve orayı yakıp kavurdu ve yine kimse görmedi, kalbi hiç olmadığı kadar acı ve yine kimse görmedi. Bunlara rağmen Pars bu sözlerden etkilenmemiş gibi Gece'ye baktı. Ona umursamaz görünse de gözlerine bakınca ne kadar çok canının yandığını görmesini istedi ve bu istediği de gerçekleşti.

 

Gece Pars'ın gözlerine bakınca oradaki alevleri gördü, kendi yaktığı ve körüklediği alevleri gördü. Gözlerindeki çaresizliği gördü, gözlerindeki yıkılışı gördü. İlk defa bir kişi Pars'ın acısını dile getirmeden sadece gözlerine bakarak görmüştü. Bunu sevdiği kadın başarmıştı.

 

Gece gördükleriyle sendeleyip geriye doğru bir adım attı. Kendi elleriyle yıktığı ve üzülmesini istediği adamın duygularını görmek onu sarsmıştı. Az önce canı yandığı gibi yansın isteyen adamın gizlediği duygularını görmek onun sinirini alıp götürdü. Ne yapacağını bilemez bir şekilde bakakaldı ona.

 

Pars bir adım atıp Gece'nin az önce açtığı mesefeyi kapattı, ellerini bir kelepçe gibi Gece'nin kollarına sardı. İçindeki yangını umursamadan, kalbinin kırıklarını umursamadan ona ters psikoloji uygulamaya devam etti. "Ben seni ilk gördüğümde o kan içinde kalan yüzüne hayran kaldım." diye fısıldadı kulağına. Öyle sessiz konuşuyordu ki kimse duymuyordu onun dediğini, duysada kimse tepki veremeden izliyordu sadece. "Sonra o kan kokusunun arasından portakal çiçeği kokusu doldu burnuma, o kokun yüzünden birkaç saniye dünyadan soyutlaştım, mest etmişti beni." deyip biraz daha yaklaştı ona, yine o portakal çiçeği kokusu buruna doldu. Gözleri kapandı, o kokuyu soluyarak devam etti.

 

"Aklıma senin terörist olabileceğin geldi ama bunu düşünmeden sana yardım etmek istedim. Ederken de elimde bir iz oluştu. Her ona baktığımda aklıma senin kokun ve yüzün geldi. Hastaneye götürdük seni, oradan eşyalarını verdiler elime. İlk önce o eşyaların içinde teröristlere ait belgeleri gördüm ve terörist olduğunu düşündüm, üstelik senden etkilenmiştim. Nefret ettim kendimden, öfkelendim, ta ki künyeni görene kadar. Asker olduğunu öğrendim, sana olan hayranlığım ve ilgim arttı. Çünkü ben bu kalbime düşecek aşkın bir dişi Bozkurt olmasını istiyordum, çünkü bizi bizden başkası anlamazdım." dedi, gözlerini açtı. "Gittim camın kenarşısına ve seni izledim, yüzündeki ve kollarındaki yaralar temizlenmişti ve gün yüzüne çıkmıştı güzelliğin." Bir adım geri gidip Gece'nin gözlerinin içine baktı. Islanan kirpiklerinden dolayı ikisi de kısık gözlerle birbirlerine bakıyordu.

 

"Çok fazla yaran vardı, bakınca bile insanın canı yanıyordu ama sen o yaralara rağmen savaşmıştın. Bu sefer de cesaretine hayran kaldım, korkusuzluğundan etkilendim." Birkaç saat önce kestiği yaralı elini kaldırıp Gece'nin çenesinden tuttu. "Ben o cesur kadına aşık oldum, ben korkmayan o kadına aşık oldum. Ben dişi bir Bozkurt'a aşık oldum. Ben arkasına bile bakmadan babasının kollarına koşan, tedavi olmaktan kaçana kadına aşık olmadım!" dedi üstüne basa basa. "Benim yüreğimde korkak bir kadına yer yok Gece." Bir eliyle Gece'nin çenesini tutmaya devam ederken boştaki elini kaldırdı, Gece'nin elinde sıkıca tuttuğu künyeyi tutup gösterdi. Gece hâlâ künyeyi elinde tuttuğunun bile farkında değildi. "Bu künyeyi yıllardır o cesur kadına aşık olduğum için taşıdım. Korkak bir kadını sevdiğim için değil!"

 

Gece gün yüzüne tekaradan çıkan sinirle Pars'ı ittirdi. "Senin beni sevmene ihtiyacım yok! Bu künyeyi boynunda taşımana ihtiyacım yok!" dedi elindeki künyeyi göstererek. "Ama sen benim cesaretimi sorgulayamazsın! Buna hakkın yok ve olmayacak!"

 

"Hadi ama Gece şu anda korkak gibi kaçıyorsun ve benim bunu söylemem niye ağrına gidiyor. Herkes istediğini der, kimisi doğru kimisi yanlış konuşur ama bir insanı sinirlendiren şey doğru cümlelerdir. Yoksa ben doğruyu söylüyorum diye mi sinirleniyorsun." Pars bir kez daha alayla konuştu. Gece ve Pars dışında kimseden ses çıkmıyordu, hepsi Pars'ın ne yapmaya çalıştığını anlamıştı, bu yüzden sesleri çıkmıyor ama Gece o kadar sinirlenmişti ki Pars'ın ona ters psikoloji uyguladığının farkında bile değildi.

 

"Böyle konuşması kolay değil mi?" dedi Gece pes ederek. Sesi az öncekine göre güçsüz çıkmıştı. Ellerini Pars'ın ıslak gögsüne koyup ittirdi onu, konuşmasına devam etti. "Evet ben korkağın tekiyim ve arkama bile bakmadan babamın güvenli kollarına koşup ona sığınacağım. Evet korkağın tekiyim ve tedavi olmayacağım." Gözünden akan yaşı sildi yavaşça. "Bunları demek kolay değil mi? Neden korktuğumu sormaktan daha kolay değil mi?" Ağzından bir hıçkırık kaçınca susmak zorunda kaldı. Pars karşısında çaresizce ağlayan kadını gördükçe sinirlendi, siniri asla ona değildi kendisineydi. Yine ağlıyordu ve elinden bir şey gelmiyordu, siniri tam olarak kendisineydi işte.

 

"Deli gibi korkuyorum ben. Birinizi daha kaybetmekten korkuyorum, biriniz için ağlamaktan korkuyorum. Birinizi sadece rüyalarımda görmekten korkuyorum. Ben zaten rüyamda altı kişi görüyorum, birini daha görmek istemiyorum." Kolunun tersiyle burnunu silip Pars'a baktı. "Ben sizi kaybetmekten korkuyorum, bu yüzden kaçıyorum, bu yüzden tedavi olmuyorum."

 

Pars birkaç büyük adımda yine Gece'nin dibinde bitti, yine ıslak elini Gece'nin ıslak çenesine koyup tuttu. Sert tuttu ama canını acıtacak kadar sert değil. "Sen bunları bile bile bu mesleği seçmedim mi Gece?" Sordu, karşındaki kadının cevap vermesini beklemeden devam etti. "Sen şehit haberi duyacağını bile bile bu mesleği seçtin. Sen anne, baba, çocuk, eş veya sevgililerin feryatlarını duyacağını bile bile seçtin bu mesleği. Şimdi mi korkasın geldi? Şimdi mi kaçmak istedin?" dedi büyük bir sinirle. Bu sefer gerçekten sinirlenmiş Pars. Gece'nin böyle söylemesini hazmedemediği için aklından geçen gerçek duyguları dile getirmişti.

 

"Sen gözlerinin önünde altı askerin şehit olmasına şahit olmadın mı?" Gece duyduğu cümleyle gözünden akan yaşa engel olamadı. Pars bu sefer o gözyaşına odaklanmadan konuşmasına devam etti. "Sen günlerce onların naaşını aramadın mı? Senin komutanın geride korkak bir asker bırakıp mı gitti Gece?" Gece ağzından kaçan hıçkırığa engel olmazken çenesini bir mengene gibi tutan dokunuştan kurtulmaya çalıştı ama Pars izin vermedi. Onun gözlerinin içine bakmasını sağladı.

 

"Sen bize geçmişini anlatırken senin cesaretine bir kez daha hayran olmuştum ama büyük yanılmışım. Sen gerçekten korkağın teksin. İki zor gördüğünde arkana bakmadan kaçan bir korkaksın sen."

 

"Kes sesini!" dedi Gece güçsüz bir şekilde. "Yorludum ben, birilerini kaybetmekten yoruldum, her gün şehit heberi duymaktan yoruldum, o şehit haberlerinin içinde birinizin ismi de olabilir ve ben bunu kaldıramam."

 

"Sen niye bu mesleği yapıyorsun o zaman Gece? Gidip masa başında yorulmayacağın bir iş bulsaydın." dedi, biraz daha ona yaklaştı, şimdi nefesi Gece'nin yüzüne çarpıyordu. "Tabii yorulmayacağın, üzülmeyeceğin bir iş bulunca şehit haberi görmüyorsun değil mi?" Gece onun haklı cümlesiyle bakışlarını kaçırdı, diyecek bir şey bulamadı.

 

"Sana daha fazla diyecek bir sözüm yok Gece. Karar yine senin, ya korkak gibi kaçarsın ya da eski güçlü ve cesur Gece gibi savaşır mesleğine geri dönersin." Pars bunları derken içinden savaşması için dua ediyordu. Son dedikleri dışında hepsini ters psikoloji uygulayarak söylemişti ama son dedikleri gerçek düşünceleriydi. Bu meslekte başına gelecekleri az çok tahmin ederek seçmişti. Yorulurdu, üzülürdü analardı ama pes etmesini anlayamazdı. Pes etmek ona yakışmazdı, bu yüzden savaşması için ona yardım etmeye çalışıyordu.

 

Gece, Pars'ın dediklerini düşündü, son kez Pars'ın gözlerinin içine baktı ve Enes'in getirdiği bavulu aldığı gibi onlara arkasını döndü, karanlık gecede ve yağan yağmurda kaybolup gitti. Hepsi bu sözlere rağmen Gece'nin pes ermesine şaşkınca baktı, bu sözlerden sonra kalmasını bekliyorlardı ama Gece onları bir hayli şaşırtmıştı. Gece henüz doğru düşünebilecek bir durumda olmadığı için Pars'ın dediklerini üstünkörü düşünüp gitmişti.

 

Pes etmişti ama bunu kendisine yediremeği için gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. "Ben bu kadar güçsüz değildim." dedi kendi kendine. "Ben korkak değildim ama bir korkak gibi her şeyden kaçıyorum." dedi gözyaşları eşliğinde.

 

Geride kalan Pars'ın da gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Sevdiği kadının pes edişine ağladı, onun savaşmayışına ağladı. Yıllardır tek bir gözyaşı dökmeyen adam sevdiği kadının yıkılışına saatlerce ağladı. İçinde fırtınalar koptu ama sadece ağladı, haykıramadı, üzüntüsünü doya doya yaşayamadı ama gökyüzü onun için yaşadı. Gece arkasını döndüğü anda büyük bir gürültüyle gök gürledi. Onlar içinde haykırdı gökyüzü, onlar için suların şiddetini arttırdı, onların acısına ortak oldu.

 

Kadın ağlıyorsa üzgündür fakat erkek ağlıyorsa çaresizdir. Pars ve Gece'yi tanımlayan cümle tam olarak buydu aslında. Gece ağlıyordu ve üzgündü Pars ağlıyordu çaresizdi... Sevdiği kadının pes edişine çaresiz bir şekilde ağlıyordu. Bir taraf üzgün diğer taraf ise çaresiz iki bendi onlar.

 

Geride sadece iki çaresiz beden kalmıştı. Biri Pars diğeri Gece. Gece çaresiz ve üzgündü, ne yapacağına karar veremiyordu, düşünemiyor ve yanlış olduğunu bile bile gidiyordu. Pars çaresizdi, sevdiği kadının savaşması için elinden ne geliyorsa yapmıştı ama işe yaramamıştı. Bu iki çaresiz beden kendi gözyaşlarında ve onlar için ağlayan gökyüzünün sularında, gecenin karanlığında kaybolup gittiler.

 

GECE SAYER

 

Elimdeki valizi çekiştirerek bahçe kapısını açtım, yavaş adımlarla evin önüne gelip derin bir nefes aldım. Saatler süren uçuşun ardın eve gelebilmiştim. Uçağa bindiğimde saat gece yarısını çoktan geçmişti ve şu anda öğlen olmuştu bile, hatta saat ikiye geliyordu.

 

Ciğerlerime havayı doldurup zile bastım, saniyeler içinde kapı kardeşim Can tarafından açıldı. Beni görmeyi beklemediği için şaşkınca bakakaldı. Yavaşça elini uzatıp işaret parmağıyla koluma dokundu. Gerçek olup olmadığıma bakıyordu sanırım. "Ay ben seni özledim diye hayal mi görüyorum acaba?" Bana değil de kendisine söylüyor gibiydi. Şu anda bu kadar üzgün olmasaydım kesin bu dediğine güler ona sarılırdım ama bunu bile yapasım yoktu.

 

Hafif onu ittirip içeriye girdim, valizim dışarıda kalmıştı. "Valizimi içeriye al." deyip ayağımdaki ayakkabıyı çıkardım.

 

"Anne, baba sizin sorunlu kızınız ne olduğunu anlayamadığım bir sebepten dolayı eve geldi! Ya da ben kafayı yediğim için hayal görüyorum!" diye içeriye doğru bağırdı Can. Bugün pazar olduğu için herkes evdeydi.

 

Salondan gelen ayak sesleriyle oraya baktım, saniyeler içinde annem ve babam koşarak salondan çıktı, beni görünce tıpkı Can gibi kalakaldılar. "Kızım? Ne işin var?" Babam şaşkınlığı üzerinden atıp sordu, bir yandan da yanıma adımladılar.

 

"Ay yine açığa alındım de de güleyim bir." Can'ın dediği şeyle ona baktım, gözlerim dolmaya başladı. Gözlerimin dolduğunu görünce alaylı ifadesi yok oldu, şaşkınca bana baktı. "Abla? Neyin var senin?" İlk defa beni bu halde gördüğü için bir hayli şaşırmıştım. Arkadaşlarımı kaybettikten sonra buraya geldiğimde bile duygularımı bu kadar belli etmemiştim.

 

Gözümden bir damla yaş düşerken yanıma gelen babama baktım, tıpkı küçükken canım yandığında ona sığındığım gibi kollarımı koca bedenine doladım. Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken babamın gögsüne sokuldum. "Baba..." diyebildim sadece.

 

"Gecem n'oldu kızım? Anlat hadi bana?" Babam saçlarımı okşarken sordu ama ağlamaktan sesim çıkmıyordu. "Hadi güzel kızım anlat da yardım edeyim sana." Burnumu çekip başımı gögsünden çektim.

 

"Nasıl yardım edeceksin baba?" Sordum, cevap vermesine izin vermeden devam ettim. "Açığa alındım yine, yardım edebilir misin?" Bir kez daha sordum, hepsi şaşkınca bana baktılar, ben de devam ettim. "Kafayı yedim, delirmeye başladım bunun içinde yardım edebilir misin?" Şaşkınlıkları her cümlemde artarken ben burnumu çektim. "Bir kez daha korktuğum şey başıma geldi ve açığa alındım. Ağlamaktan nefret ederken bir kez daha ağladım." dedim. Gözümde biriken yaşları elimin tersiyle sildim.

 

Ellerimi iki yana açıp "Senin kızın deliriyor baba, delirdiğim içinde tedavi olmak için açığa aldılar beni." dedim. Bir şey demelerine izin vermeden salona gittim, bir koltuğa kendimi attım. Kısa süre içinde de annem, babam ve Can da odaya geldi. Annem ve Can iki yanıma otururken babam orta sehpanın üstüne oturup bana baktı, ellerimi tutup dudaklarına götürdü, iç çekerek öptü.

 

"Kızım sakince ne olduğunu anlat bana, siniri birkaç dakikalığına bırak ve olan biten her şeyi anlat. Neden açığa alındın?" Burnumu çektim. "Ayırca sümüklü kızlar gibi çekip durma şu burnunu." Son dediği şeye kıkırdadım, küçüklüğümden beri bunu derdi bana, ben de sürekli burnumu çeker dururdum.

 

"Anlatmak istemiyorum baba, unutmak istiyorum." dedim ama babam sormaya devam etti.

 

"Yok öyle anlatmak istemiyorum deyip kaçmak Gece, şimdi ne olup bitti her şeyi anlatıyorsun!" Kesin bir dille konuşunca dudaklarımı büzdüm, olan biten her şeyi tek tek anlattım. Yalan dolan olmadan, lafı dolandırmadan anlattım. Kan görünce oluşan tepkimi, Barış'ı vuracak olmamı, tedavi olmaya başlamamı ve Pars'ın benim durumumu öğrenip gerekli yerlere bildirmesine kadar anlattım. Tabii sonra da açığa alınmamı anlattım.

 

Babam oturduğu yerden kalkıp beni de kaldırdı, benim yerime oturduktan sonra yan bir şekilde beni de bacağına oturttu. "Ah be kızım ne acılar çekmişsinde içine atmışsın." dedi annem saçlarımı okşayarak. Can da babamla birlikte kollarını bana doladı, annem ise anlattığım şeylerden sonra sessizce ağlamaya başlamıştı. Arada saçımı okşayıp konuşuyordu.

 

"Geçecek bunlar Gecem, tedavi olacaksın ve hiçbir sorunun kalmayacak. Sonrada mesleğine geri döneceksin." dedi babam. Omuz silkip ona sokuldum.

 

"Tedavi olmak istemiyorum ben." dedim çocukluk yaparak. Evet mızıkçı bir çocuk gibi davrandığımın farkındaydım.

 

"Ablam açıkca küstüm oynamıyorum diyor." Can'ın dediğine kıkırdadım ama asıl sebebim bu değildi.

 

"Tedavi olacaksın Gece, Bitlis'te görüştüğün psikolğunla görüşüp buradaki bir psikoloğa yönlendirmesini isteyeceğim." Ofladım, ben istemiyorum dedikçe babam inat ediyordu ya.

 

"Baba istemiyorum! Tedavi falan olmayacağım ben!"

 

"Ne yapacaksın kızım? Kös kös oturup ağlayacak mısın?" Başımı sallayıp onayladım onu.

 

"Evet tam olarak onu yapacağım." Cevabımla babamın homurdanması bir oldu.

 

"Neden peki? Sana iyilik yaptı diye komutanına küstün mü?" Alay etmesiyle dudaklarımı büzdüm, keşke her şey o kadar kolay olsaydı.

 

"Küsmedim, kırıldım ama asıl neden bu değil." dedim, iç çekip devam ettim. "Ben artık birine bağlanmak istemiyorum, birini kardeşim gibi, ailem gibi görmek istemiyorum. Onların hepsini bu kısacık zamanda benimsedim ve başlarına bir şey gelirse yıkılırım baba. Başka bir time gitsem yine aynısı olacak. Ben artık kayıp verip yıkılmaktan yoruldum." dedim çaresiz bir şekilde.

 

Annem saçlarımı okşarken babam çenemden tutup bana baktı. "Sen bunları bile bile bu mesleği seçmedin mi Gece?" Seçmiştim. "Biz istemesekte şehit haberi duyacağımızı biliyordun, hatta gözlerinin önünde birçok silah arkadaşını da kaybedeceğini biliyordun ve sen şimdi ben çabalamdan mesleğimi bırakıyorum mu diyorsun?" Dudaklarım büzüldüm, Pars'ın dediklerinin aynısını diyordu. Ama benim dermanım bile kalmamıştı ki.

 

"Görmüyor musun bana ne halde olduğumu? Aradan üç ay geçti ve o görüntüler aklımdan yok olmadı. Ben birini daha kaybedersem ve o kişide kabuslarıma ortak olursa dayanamam ben."

 

"Tamam seni zorlamayacağım Gece ama git bir aynanın karşına bak kendine. Kendi gözlerinin içine bakarak pes ettiğini söyle, savaşmak istemediğini, korktuğunu söyle. Bunları kendi gözlerinin içine bakarak söyleyebilirsen sana karışmayacağım." diyerek belimden tutup ayağa kalktı, o yanımdan uzaklaşırken annem ve Can'a baktım.

 

"Baban haklı kızım. Ayrıca pes etmek benim kızıma yakışmıyor. Pes etmek için mi okudun bu mesleği? Pes etmek için mi o zorlu eğitimlere tabi tutuldun? Bence sen git bir dinlen, sağlıklı düşünemiyosun şu anda." diyerek annemde yanımdan ayrıldı. Bu sefer de Can'a baktım, dudaklarım büzüldü. Ayağa kalkıp kollarını belime doladı.

 

"Ne karar verirsen ver arkanda duracağım abla. Evet yorulmuş olabilirsin, artık birilerini kaybetmek istemeyebilirsin, acı çekmek istemeyebilirsin bunları anlarım. Çünkü bunu kimse istemez. Nasıl acı çektiğini bize göstermiyorsun ama ben senin gözlerine bakınca yorulduğunu, acı çektiğini anlıyorum." dedi başını göğsüme yasarken. "Ama pes etmeni anlayamam abla, benim ablama pes etmek yakışmaz, ona savaşmak yakışır." Başını gögsümden çekip bana baktı, kolları hâlâ belimde duruyordu.

 

"Yaranı deşmek gibi olmasın ama sen tim arkadaşlarını gözlerimin önünde kaybettiğinde bile pes etmedin, intikamını aldın, bize acını belli etmeden mutluymuşsun gibi davrandın. Bunu yapan kadın şimdi pes ediyorum mu diyor?" Başını onaylamayan bir tavırla iki yana salladı. "Ben hep seni örnek aldım, hatta seni gördükçe asker bile olmak istediğim oldu. Ben güçlü, cesur, savaşmasını bilen ve pes etmeyen ablamı örnek aldım. Şimdi pes ediyorum diyen kadın benim ablam olamaz bence. Babamın da dediği gibi biraz düşün öyle karar ver. Sağlıklı bir şekilde düşününce pes etmeye kalkıştığın için kendinden utanacağına eminim. Düşün ve doğru karar ver."

 

Derin bir nefes aldım. Pars dahil herkes aynı şeyi söylüyordu. Sanırım ben çok yanlış bir karar veriyordum. Bu kadar insanın benzer şeyler söylemesi tesadüf olamazdı. Sanırım sinir ve üzüntü duygum bana yanlış kararlar verdirtmek üzereydi.

 

"Düşüneceğim." dedim, dinlenmek için yanından ayrılıp odama çıktım. Kendimi direkt yatağıma sırt üstü attım, boş gözlerle tavana baktım. O sırada arka cebimdeki künye rahatsız ettiği için onu çıkardım ve gözümün önünde salladım. Bu künyeyi Pars'tan almayı çok istemiştim, çünkü alırsam geri benden almak için belki bana gerçekleri anlatır diye düşünmüştüm.

 

Gerçekleri öğrenmiştim, bana aşık olduğu için taşıyordu boynunda.

 

Nerede bulduğunu öğrenmiştim, bir dağ başında beni yaralı bir halde bulduğu sırada almıştı.

 

Kafamdaki sesleri öğrenmiştim, onlar beni bulduğunda yarı baygın olduğum için sesleri duymuştum ve aradan dört yıl geçtiği için unutmuştum ama Pars tekrardan karşıma çıkınca beynim o sesleri bana iletmeye başlamıştı.

 

Elindeki kesik izini öğrenmiştim, beni korurken yaralanmıştı.

 

Ve künyeyi almıştım, hiç olmadığım kadar pişman olmuştum aldığım için.

 

Alırken pişman değildim, ağlaması, yapma demesi bana etki etmemişti o zaman. Ben sadece benim gibi üzülsün istemiştim ama doğru bir karar vermemiştim ve almıştım künyeyi. Oysa ki ben bu künyeyi bu şekilde almayı hiç hayal etmemiştim ki... Künyeyi almaya çalışırken sinirleniyordum ama eğleniyorum da ama şimdi ne sinirleniyor ne de eğleniyorum. Derin bir boşluğun içinde gibiydim. Pişmandım, aldığım için deli gibi pişmandım çünkü hiç bunu almayı böyle hayal etmemiştim.

 

"Özür dilerim Pars." dedim künyeye bakarak. "Çok ileri gittim sanırım." Künyeyi yatağın üstüne bırakıp gözlerimi kapattım. "Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı. Ben o künyeyi senden alarak senin canını yakmasaydım, sen benim durumumu öğrendiğinde ilk bana gelseydin de bu şekilde canımı yakmasaydın. Keşke keşlerimiz gerçek olsada ikimizde acı çekmeseydik."

 

Cenin pozisyonunda yatakta yatıp uyumaya çalıştım. Şimdi hiçbir şey düşünmek istemiyordum, sadece uyumak ve bu olanların bir rüya olmasını istiyordum. Gözlerimi sıkıca kapatıp hiçbir şey düşünmeden uyumaya çalıştım. Üzerimdeki kıyafetler bile rahatsız etmedi beni, gece sırılsıklam olmuştum ve kıyafetler üzerimde kurumuştu ama şu anda bunlar beni rahatsız etmiyordu. Sadece uyumak istiyordum.

 

Umarım hasta olmam da bir de hastalıkla uğraşmam.

 

Ne kadar süre uyudum bilmiyorum ama aşağıdan annemin bana seslenmesiyle kısık bir şekilde açtım gözlerimi. "Gece arkadaşın geldi kızım!" Arkadaş ne ya? Uyuyordum ben!

 

"İstemiyorum gitsin!" diye bağırıp tekrardan gözlerimi kapattım.

 

"Ayıp olur kızım in aşağıya! Hem çocuk o kadar gelmiş!" Off ben mi gel dedim acaba!

 

"Gece öldü de!" diye bağırdım bir kez daha ama bu sefer annemin değil çok tanıdık başka bir ses duydum.

 

"Kız ne ölmesi? Kalk çabuk o yataktan, biricik komutanının biricik kardeşi Aras geldi!" Duyduğum sesle ve cümleyle hızla gözlerimi açtım. Aras? Pars'ın kardeşi Aras? Beni abisi gibi deli eden Aras?

 

"Kız ağaç oldum, bir hoş geldin demeye gel bari ya!" Valla o! Valla onun sesi!

 

Hızla yataktan doğrulup ayağa kalktım, gözlerim bir anlığına kararınca tekrardan yatağa oturup bekledim. Başımın dönmesi ve gözlerimin kararması geçince tekrardan doğrulup kapıya gittim. Dışarıya çıkınca trabzanlardan aşağıya baktım, o sırada abisinin gözleriyle aynı gözlere sahip Aras'la göz göze geldim. Gülümsedi, elini kaldırıp el salladı. "Şükür ya, bir an gerçekten öldün de öteki taraftan cevap veriyorsun sandım." Alaylı bir şekilde konuşunca kıkırdadım, gülerek ve koşarak merdivenlerden aşağıya inmeye başladım.

 

Nefes nefese aşağıya inince ona sarıldım, o da kollarını belime dolayıp sarılışıma karşılık verdi. Ayrıldığımızda yüzüne baktım, yüzüne bakınca gözlerimin önüne Pars'ın yüzü geldi ve kaşlarım çatıldı, elimi kaldırıp Aras'ın omzuna bir tane geçirdim. "Abinden nefret ediyorum!" dedim sinirle, başını geriye atarak kahkaha attı. "Abine bu kadar çok benzediğin için senden de nefret ediyorum!" deyip kollarımı gögsümün altında bağladım. "İkinizde sinir insanlarsınız!"

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Bu bölüm herşeyi öğrenmiş olduk. Pars'ın neden elini kestiğini, albaya neden söylediğini.

 

Ve tabii bir de Pars'ın Gece'ye ters psikoloji uygulaması var. Ne düşünüyorsunuz bunun hakkında?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%