Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Bölüm "Kaçırılma"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

16.Bölüm "Kaçırılma"

 

Babamın odasından çıktıktan sonra etrafıma baktım, polisler dışında kimse yoktu. Diğerleri nereye gitmişti? Hepsi beş dakika önce buradaydı.

 

Yavaş adımlarla karakolun bahçesine doğru ilerledim. Dışarıya çıkınca toplu bir şekilde bekleyen Pars, Aras ve timi gördüm. Sanki onlarda benim varlığımı hissetmiş gibi aynı anda bana baktılar. Yüzümde istemsizce bir tebessüm belirdi. Pars hariç hepsi aynı anda gelip bana sarılınca kıkırdadım. Anlaşılan bir özleyen ben değilmişim.

 

Onlara sarılmaya devam ederken gözüme Pars takıldı, bize bakıyordu. Benim ona baktığımı hissetmiş gibi gözleri benim gözlerimi buldu, dudakları iki yana kıvrıldı, benim zaten yüzümdeki tebessüm eksilmemişti. Onları gördüğümden beri sırıtıyordum.

 

Sarılma faslı bittikten sonra onlara baktım. Pars'la sarılmamıştım. Ne ben ne de o bir adım atmamıştık, öylece birbirimize bakmıştık. Bunu fark eden Aras ise tabii ki durmamıştı. İşe hemen el atmayı seçmişti.

 

"Aaa bu ne be? Sanki ilkokulda küsen arkadaşlar gibi uzaktan birbirinize bakıyorsunuz. Sarılında barışın hadi." Ona sadece göz devirmekle yetindim ama Pars sanki bunu bekliyormuş gibi harekete geçti. Birkaç büyük adımda yanıma geldi, kalbimin atışları tekrardan hızlanırken başımı hafif kaldırıp gözlerine baktım. En son bu haverengi gözlerin ateş püskürüyordu ama şimdi öyle değildi. Şevkatle, özlemle bakıyordu.

 

"Sarılayım mı?" Sorusuyla yutkundum. Niye sorup sana düşmemi sağlıyorsun ki? Kavra belimi, sarıl işte! Allah Allah.

 

Tabii içimden geçen şey buyken ona tam tersini söyledim. Çocuk gibi omuz silkip başımı başka tarafa çevirdim. "Sarılasın varsa sarıl." Bence güzel bir cevap vermiştim. Hem sinirliyim ben ona, biraz ağır başlı olmam lazım.

 

Cevabımla Pars'ın güldüğünü duyunca göz ucuyla ona baktım, kollarını kaldırıp ensemden tuttu, başımı göğsüne yasarken bir elinide belime koydu. Başını boynuma koyarken nefesimin kesildiğini hissettim. Bu heyecandan falan değildi. Başım tam onun kalbinin üstündeydi ve şu anda benim kalbimden farksız atan kalbimini net bir şekilde duyabiliyordum. Tıpkı benim kalbim gibi onun kalbi de çok hızlı atıyordu. Onun kalbinin hızlı atmasını anlıyorum, beni seviyor ama benim ki niye hızlanıyor. Yavaşlaması lazım.

 

Buynuma değen ılık nefesle tüylerim diken diken oldu. Derin bir nefes aldığını duydum. Kokumu içine çekiyordu. Onun gibi derin nefes almamak için kendimi sıktım ama normal nefesimle bile kokusu burnuma dolmaya başlamıştı. İstemsizce gözlerim kapandı, bu kokunun tadını çıkardım.

 

Bir süre sarılıp ayrıldı benden, yanımdan uzaklaşmadan önce yüzümü inceledi. Gözlerindeki özlem duygusunu net bir şekilde görebiliyordum.

 

Böyle herkesin içinde bana bakması utandırdığı için bir adım atıp ondan uzaklaştım, onun arkasındaki time baktım. "Ne işiniz var sizin burada?" Merakla sordum. Onları görür görmez yanlarına gidememiştim, babamın yanına gidip hesap vermekle uğraşmıştım ve haliyle sorularımı da şimdi sorabiliyordum.

 

"Albay iyi olmadığımızı anlayınca izin verdi bize." dedi Barış. Kaşlarım havalanırken devam etti. "Sizi merak ettiğimiz için ve olanlar yüzünden de etrafta ruh gibi dolaşıyorduk, biraz dinlenmenin bize iyi geleceğini düşündü."

 

"Tamam izin vermiş madem burada ne işiniz var? Gidin memleketinize." diye çıkıştım. Aileleriyle hasret gidermek varken buraya geliyordu bunlarda.

 

"Benim burada ablam olduğu için buraya geldim." Enes'in dediğine kaşlarım çatıldı, onun sadece kız kardeşi yok muydu? Bir tek annesi ve kız kardeşi var diye biliyordum.

 

"Senin ablan mı var?" Sorumla güldü, başını sallayıp onayladı.

 

"Evet, var." dedi. "Tam karşımda duruyor ve bana saçma sorular soruyor şu anda." Gözlerim kısıldı, bir an arkama bakacak gibi oldum ama ne demek istediğini anlayınca bakmadım, güldüm. Beni ablası yerine koymuştu. Bu içimi huzurla doldurdu.

 

"Sizin ne işiniz var o zaman?" Diğerlerine bakarak sordum.

 

"Valla benim de komutanım olan ablam var." dedi Anıl. O da Enes gibi beni ablası yerine koymuştu.

 

"Benim buralarda bir komutanım olması lazımdı onu görmek için geldim." dedi Barış beni kastederek.

 

"Valla benim hanımağam vardı, belki olaya karışıp mapusluk oluruz diye düşündüm. Hem hanımağamın babası da burada olduğu için bizi çıkarır." Görkem'in dediğine güldüm. Kesin çıkarırdı babam. Onlar olmasaydı yirmi dört saat nezarethanede kalacaktım.

 

"Benim de komutanım vardı burada, bir de kardeşimle ortalığı karıştırmayı çok sevdikleri için göz kulak olayım dedim." dedi Batuhan. Bakışlarım onların önünde duran Pars'a kaydı.

 

"Sizin ne işiniz var Pars Bey?" Kinayeli bir şekilde sordum. Sanırım ona sormayacağımı sandığı için şaşırdı ama şaşkınlığı kısa sürdü.

 

"Hiç öyle bir Ankara havası alayım dedim." Dediğine gülmemek için kendimi sıktım. Kesin Ankara havası almak için gelmiştir, başka ne için gelecek ki zaten. Benim için gelecek hali yok ya.

 

"Keşke kardeşimi göremeye geldim deseydin, belki daha inandırıcı olurdu." dememle dudakları iki yana kıvrıldı.

 

"Görmeme gerek yok, her gün beni aradığı için sıkıldım ondan. Ben beni aramayanı merak ederim." Bana mı gönderme yaptı o? Aslında onunla konuşmuştuk ama sanırım o konuşma ona yetmemişti.

 

"Ben de arkamdan iş çeviren insanları aramayı pek sevmiyorum, ondandır." dedim, aslında Pars'ın yaptığı doğru bir şeydi ama yinede laf çarpıtmadan duramıyordum. Ona olan sinirim azalıyordu, hatta künyemi bile ona geri vermeyi düşünüyorum ama bu onu sinir edip laf çarpmayacağım anlamına gelmiyor.

 

"Gece iki dakika empati kurmaya çalışsana." dedi. "Kendini benim yerime koy, sen bir timin komutanısın ve timinden biri hasta. Tamam bu hastalığını görmezden gelip ona yardım edebilirsin ama o hasta kişi yine kendi timinden birini yanlışlıkla vurmayı çalıştığını düşünsene." Göz ucuyla Barış'a baktım, yine suçluluk duygusu bedenimi sardı. "Sen diyorsun ki bana gelip söyleseydin ben sana karşı çıkmazdım, sadece ilk önce bana söylemeni isterdim diyorsun. O güne git, ben ilk önce sana gelip söyledim bunu, sen de dediğin gibi tamam bunu istediğin yere bildir mi dersin yoksa mesleğinden tekrardan uzaklaştırılma korkusuyla söylememem için beni ikna mı edersin?" derin bir nefes aldım, sanırım ikinci seçeneği seçerdim çünkü uzaklaştırılma korkusu bedenime yayıldığı anda doğru dürüst karar veremiyordum.

 

"Hadi ben kimseye söylemedim bunu, sana yardım edip tedavi olmana yardımcı oldum diyelim. Eee kimse bilmediği için sen yine görevlere çıkacaktın ve biz istemesek bile biri illaki yaralanacak, sen yine kan gördüğünde birini vurmaya kalkışırsan ne olacak? Hatta vurursan? Sonuçta görev esnasındayız ve ne kadar sana göz kulak olmaya çalışsakta bunu başaramayız. Bütün odağımızı senin üstüne kurarasak bu sefer operasyonda başarısız oluruz." Yutkundum, bir şey diyemedim. Haklılık payı beni dumura uğratmıştı. "Bunları suçluluk duygusuna kapıl diye söylemiyorum, sadece beni anlamanı umuyorum."

 

"Haklı olabilirsin ama bu senden nefret ettiğim gerçeğini değiştirmiyor." dedim kollarımı gögsümün altında birleştirerek. "Hem sen neden dört yıl boyunca beni görmeye gelmedin? Çok bilmiş kardeşin beni araştırıp bilgilerimi bir dosya haline getirdiğinde bile bakmamışsın ona." diyerek konuyu değiştirdim. Hem bu konuyu çok merak ediyordum. Söylesin de içimdeki merak geçsin.

 

"Beni affettiğini söylersen anlatırım her şeyi." dedi sırıtarak. Gözlerimi kısarak ona baktım, pis fırsatçı! Ama ben bu numaraya kanmam. Kesin söylemez ve beni kandırdığıyla kalırım.

 

"Yemezler bu numaraları." deyip ilerlemeye başladım. "Eve gidiyorum ben, daha salak kardeşini kaçırdım diye annemden fırça yemem lazım." Kesinlik şu tedavi konusuna sıra gelmeden kaçmaya çalışıyordum. Çünkü onların asıl buraya gelme amacı beni tedavi olmaya ikna etmekti.

 

Birkaç adım atmıştım ki Pars önüme geçti, konuşmama fırsat vermeden beni birden havalandırdı ve sırtına attı. Ani gelişen bu durumla ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı. N'oluyor ya? "Manyak adam! Ne yapıyorsun? İndir çabuk beni!" dedim. Bildiğin çuval gibi beni sırtına atmıştı ya! İnsan önceden haber verir ya, yüreğim ağzıma geldi bildiğin.

 

"Seni kaçırıyorum." deyince gözlerim şaşkınlıkla irileşti. Beni mi kaçırıyor? Şaka yapıyor herhalde. Şaka olması gerekiyor çünkü babamın müdür olduğu karakolun önünde beni kaçırmaya çalışması kesinlikle şaka olmalı.

 

"Aaa benden sonra sende mi kafayı yedin Pars? Çok üzüldüm ya. Ama şimdi indir beni, git kimi kaçırıyorsan onu kaçır ama beni deliliğine bulaştırma." dedim alaya vurarak.

 

"Kimseyi kaçırmıyorum ben, sadece seni kaçıracağım ve beni affedene kadar da bırakmayacağım." Allah'ım valla delirdi dağ gibi adam.

 

"Pars burası babamın müdür olduğu bir emniyet, şimdi görecek adam. İndir beni hadi." dedim ama beni hiç umursamadan ilerlemeye başladı.

 

"Merak etme yengelerin gülü, baba Bey'i ben hallederim." dedi gülerek Aras. Hain! Hemen nasıl sattı beni ya.

 

"Hepiniz manyaksınız lan!" diye bağırdım, gözüm polislere takıldı. "Ya adam kaçırıyorlar bir el atında şu gariban beni bir kurtarıverin!" dedim polislere. Zorla kendini kurtarttırmaya çalışan benimdir herhalde. "Zahmet olacak ama iki dakikanızı almaz!" dedim ellerimi polislere uzatarak ama hiçbiri hareket etmedi, gülerek bise baktır. Bu kadar vurdum duymaz polis görmedim ben ya. Karakolun müdürünün kızını kaçırıyorlar ama kimse yardım edeyim demiyor. Ama ben kavgaya karşınca gelip beni hemen nezarethaneye atsınlar!

 

"Komutanım merak etmeyin polisleri de biz hallederiz!" diye bağırdı Anıl. Bu ne ya, biri de gelip benim tarafımda değil. Hepsi Pars'ın beni kaçırmasını destekliyor.

 

"Oğlum üç günde mafya mı kesildiniz başıma siz? Ne bu kaçırma merakı ya! Kurtarın çabuk beni!" diye debelendim, bir yandan da Pars'ın sırtına vurmaya başladım. "İndir lan beni! Valla ısırırım sırtını!" diye tehdit ettim. Beni takmadığını anlayınca dişlerimi sırtına geçirdim ama ısıramadım, adamın her yeri taş gibi sert, dişime et gelmiyor ki. "Lanet adam! Niye bu kadar kaslısın ki? Isıramıyorum bile!" Isıramadığım için sırtına yumruklarımı indirmeye başladım. Kan beynime çıkmıştı ya. Beynim biradan burnumdan akıp gidecekti.

 

"Bana bak Pars eğer beni kaçırırsan asla affetmem seni! Hem sen dağ ayısı mısın ya? Ne bu kaçırmalar falan? Zorla güzellik olmaz, yol yakınken indir beni."

 

"Zorla nefrette olmaz Gece, sen benden nefret etmiyorsun ama affedemiyorsunda bu yüzden seni kaçırıyorum ki konuşup, Aras'ın da dediği gibi barışalım."

 

"Bana bak Pars beni büyük büyük konuşturtma, sonra laflarımı tek tek yutuyorum ama senin bu davranışların yüzünden büyük laflar ediyorum." dedim. "eğer beni indirmesen seni Son Nefesime Kadar asla affetmem bak." Tabii ki yalan, eninde sonunda affedeceğim. Biraz güzünü korkutmaktan zarar gelmezdi.

 

"İyi ben de seni Son Nefesime Kadar sevmekten asla vazgeçmeyeceğim ve yine Son Nefesime Kadar beni affetmen için uğraşacağım" Sözleriyle çırpınmayı kestim. Lanet adamın iki sözüne hemen yumuşuyordum ya!

 

Bir anlığına karakola bakınca girişte babamı gördüm. "Baba bu manyak adam beni kaçırıyor! Kurtar biricik kızını!" diye bağırdım ama Aras koşarak babamın yanına gidip bir şeyler dedi ve babam harekete geçmedi. Hepsi Pars'tan yanaydı ya! Biride benim tarafımda değildi! Babam bile yardım etmiyordu bana. Ne var bu Pars'ta ya? Niye herkes onu destekliyor?

 

Pars karakoldan çıkıp bir arabanın önüne gelince debelenmeyi kestim. O beni sırtından indirirken tam kaçmak için hareketlenmiştim ki belimden sıkıca tutup konuştu. "Kaçmaya yeltenme sakın, illaki seni yakalarım." deyip arabanın kapısını açtı.

 

"İyice kafayı yedin sen ya. Bu kaçırma işleri, seni kaçıran kişiye aşık olunmak falan eskide kaldı. Kızlar artık böyle şeylere düşmüyor."

 

"Ben de zaten bana düş diye yapmıyorum." diyerek beni arabaya bindirdi. "Sadece konuşup aramızdaki bu sorunu halledeceğiz." Kapıyı yüzüme kapatıp kilitledi. Arabanın etrafından dolanırken çatık kaşarla ona baktım. Şöför koltuğunun olduğu tarafa gelince arabanın kilidini açtı ve arabaya bindi. Hiç kaçmakla uğraşmadım çünkü yine beni yakalar, bu arabaya bindirirdi. Açıkcası benim fikrimi nasıl değiştireceğini ve benim onu nasıl affedeceğimi merak ediyordum.

 

Aslında affedilecek bir şey yoktu, o doğru olanı yapmıştı. Aşkla işi karıştırmayıp bir asker gibi karar vermişti, ben ise işin duygusal tarafına bakmıştım ama yinede hemen onu affedecek değildim. En azından azıcık da olsada süründürmekten zarar gelmezdi. Tabii bu durumu abartmadan olacaktı. Sonuçta adam haklı ve onu fazla süründürmem hiç de doğru olmaz.

 

Pars göz ucuyla bana bakıp arabayı çalıştırdı, yola çıktı. Kollarımı gögsümün altında birleştirip ona bakmadan akıp giden yolu izlemeye başladım. Acaba beni nereye kaçırıyordu?

 

Filmlerdeki gibi ormanlık bir alana veya dağ evleri gibi bir yere mi?

 

Yoksa sıradan, şehrin ortasındaki herhangi bir eve mi kaçırıyordu?

 

"Pars?" dedim düşüncelerimde boğulmamak adına. "Beni nereye kaçırıyorsun?" Sorumla güldüğünü işittim ve ona baktım. Elleriyle direksiyonda ritim tutuyordu. Baya keyifliydi.

 

"Nereye kaçırmamı istersin?" Sorusuyla düşünüyormuş gibi yaptım.

 

"Dağ başı olmasın ya, zaten hayatımızın yarısı dağlarda geçiyor." dedim. "Ama ormanlık bir yer olabilir, doğayı severim."

 

"Gideceğimiz yeri beğenmezsen söyle bir dahaki kaçırışımda isteğine uygun bir yer ayarlayayım." Kıkırdadım, bir daha kaçırmak gibi planları vardı sanırım.

 

"Bence ikinci bir kaçırma olmaz, çünkü o zaman ben bu kadar sakin kalmak yerine kafanı kopartırım." dedim. "Ayrıca sanırım bu kaçırma olayını önceden planladın, yer falan ayarlı gibi konuşuyorsun."

 

Yola bakarak cıkladı. "Yoo ayarlamadım. Bizim ormanda bir yazlığımız var, oraya götürüyorum seni."

 

"İyi iyi, orman olması güzel." dedim, önüme döndüm. "Seni boğup öldürdüğümde kimse görmez, hatta ormanın derinliklerine cesedini gömebilirim." Başını geriye atarak kahkaha attı. Göz ucuyla beliren gamzesine baktıp iç çektim. Çok güzeldi ya!

 

"Benim üzerimde kurduğun planlar çok hoş. Başka var mı? Dinlemek isterim."

 

"Var ama uygulamalı olarak görmeni tercih ederim." dememle bakışları kısa bir anlığın bana kaydı, o kısacık anda yüzündeki muzip ifadeyi görmemle sinirlendim ve omzuna bir tane geçirdim. "Seni fesat varlık! Hemen de konuyu anlamaman gereken bir şekilde anla zaten." O yanlış anlamıştı ama ben utanmıştım.

 

"Yanlış anladığımı nereden çıkardın? Sadece sana baktım." diye savunmaya geçti hemen.

 

"Ben anlarım. Kardeşin de aynı senin gibi." dedim. "Senin gibi fesat anlamasada lafı istediği şekilde anlamayı seviyor. Hık demiş senin burnundan düşmüş." Kaşlarımı çatarak ona baktım, baştan aşağıya onu süzdüm. "Muşmula suratlı." Son dediğim şeyle şaşkınca bana baktı.

 

"Muşmula suratlı mı?" dedi, başını hafif dikleştirip dikiz aynasından yüzüne baktı. Bu yaptığına gülmemek için kendimi sıktım. "Yoo gayette güzel suratım."

 

"Ona bakılırsa bende dünyadaki bütün kadınlardan daha güzelim ama bunu başkasına sorsam kabul etmez." dedim, bakışları bana kaydı, aynı benim ona yaptığım gibi baştan aşağıya bana bakıp yola döndü.

 

"Başkasına sorma, bana sorabilirsin." dedi. "Bencede bütün kadınlardan daha güzelsin." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken utandığımı hissettim. Kalbim hızlanırken ondan tarafa bakmamaya çalıştım.

 

Utançla önüme dönerken Pars'ın tekrardan bana baktığını hissettim. "Utandın mı?" dedi gülerek. Sesindeki keyifi çok iyi anlayabilmiştim. Hem de her güldüğünde o gamzeye bakmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Yoo, ne utanacağım?" dedim ona bakmadan. "Sadece gerçeği söyledin, bunun için utanacak değilim." Utancımı gizlemek adına kendimi beğenmiş bir şekilde konuştum.

 

"Belli oluyor o, utanmadığından yüzüme bakmıyorsun zaten." Bile bile üstüme beni sıkıştırmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum.

 

"Bence sen de yüzüme bakma, malum trafikteyiz ve sen bana bakarken bir kaza geçirip bu kadar erken yaşta öteki tarafa gitmeye meraklı değilim." dedim, aklıma gelen şeyle devam ettim. "Hele ki mesleğim elimden alınmışken ölmeye hiç meraklı değilim."

 

"Sahi meslek demişken sen neden tedavine devam etmiyorsun?" Sorusuyla ona baktım, ara ara bana bakıyordu.

 

"Bunu o gün sana açıklamıştım." dedim kısık bir sesle. Umarım o gün dediği şeyleri tekrar söylemezdi bana. Ters psikoloji yaparak söylese de dedikleri gerçekti ve o düşünceler beni kırıyordu.

 

"Gece..." diyordu ki konuşmasına izin vermeden araya girdim.

 

"O konuları konuşmak istemiyorum Pars. Hem benim düşünmek için fırsatım olmadı. Bırak düşüneyim. Doğru düzgün bir karar vereyim ondan sonra ne söylemek istiyorsan söyle. Hem o gün söylediğin şeyleri ters psikoloji uyguladığın için söylediğini biliyorum." Bakışları bana kaydı, devam ettim. "O zaman fark etmedim ama eve gelince fark ettim. Tabii birazda sövmüş olabilirim." Gülerek önüne döndü.

 

"Onda şüphem yok zaten, kulaklarım sürekli çınladı durdu. Hatta Aras'ı yanına yolladığımda daha çok çınlamaya başladı. Sanırım kardeşimi tehdit ederek bana düşman ettin o da arkamdan saydırmaya başladı." Bu sefer de ben güldüm, biraz öyle olmuştu. Aklıma gelen şeyle ona baktım, hemen konuşmaya başladım.

 

"Bu Aras sana her şeyi yetiştirdi mi? Seninle mesajlaşırlen bazı şeyleri söylediğini öğrendim ama her şeyi tek tek söyleceğim demişti bana."

 

Yola bakarak başını salladı. "Tabii söyledi, asla kaçırmaz böyle şeyleri. Ben anlatma desem bile anlatır." Şerefsiz! İnsan bazılarını bari söylemezdi. "Mesela asla benimle evlenmeyeceğini, sevgili bile olmayacağını söyledi." Alt dudağımı ısırdım, umarım bu laflarımı tek tek yutmazdım.

 

Aramızda bunun dışında başka konuşma geçmezken bir saatin sonunda ormanlık bir anlanda büyük bir eve geldik. Bu süre zarfında telefonum yanımda olsada ne annem aramıştı ne de babam. Tamam annem kaçırıldığımı bilmiyor ama babam niye aramıyor? Ya Pars bana kötü bir şey yaparsa? Bir insan bu kadar umursamaz olmamalı ya, hele ki kızı kaçırılırken hiç olmamalı. Kim bilir Aras babama ne söyledi de babam beni merak etmedi. Ah Aras ah.

 

Pars arabadan inerken bende etrafımı inceleyerek indim. "Aklında kaçmak gibi planlar var mı?" Pars'ın sorusuyla ona baktım. "Ona göre seni tutacağım." Güldüm, etrafıma bakarak cevap verdim.

 

"Bunu sana söylersem kaçma planlarım suya düşer."

 

"O zaman yine sırtıma atıp içeriye götüreyim seni." Göz ucuyla ona bakıp eve doğru ilerledim.

 

"Yok zahmet etme sen. Allah'a şükür ayaklarım var, Allah ayaklarımdan gücü de eksik etmediği için yürümesini biliyorum." Omzumun üstünden ona baktım. "Ayrıca yat kalk bana dua et, kaçırılan kimse kendi ayaklarıyla kaçırıldığı eve girmez." Gülerek yanıma geldi ve elini belime attı. Bakışlarım yine beni kendine çeken gamzesine kaydı.

 

"Nedense senin bu sakin hallerinin altından bir şey çıkacakmış gibi hissediyorum." Bakışlarımı gamzesinden çekerek sırıttım, hisleri kuvvetliydi. "Yanılıyor muyum?"

 

"Bunu söylemek de doğru olmaz bence. Zaman geçtikçe hislerinin doğru olup olmadığını anlarız."

 

Evin önüne gelince Pars cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı, önden geçmem için kenara çekilince yavaş adımlarla içeriye girdim. İçeriye girince anladığım tek şey uzun zamandır buraya gelinmediydi. Burnuma hafif bir toz dolmuştu ama rahatsız edecek kadar değil. Büyük ihtimalle en fazla birkaç aydır uğranmıyordu buraya.

 

Holden geçip salon olarak tahmin ettiğim odaya girdim. Salon ferah ve çok güzeldi. Açık ve koyu renklerin hakim olduğu bir odaydı. Salondaki herşey koyu tonda olsaydı boğardı, ya da hepsi açık tonda olsaydı bu sefer fazla ferah ve iç açıcı olurdu ama bunun ortasını tutturabilmek adına hem açık renkler hem de koyu renkler kullanılmıştı.

 

Pars önüme geçince ona baktım, yanımdan geçip camları açmaya başladı. Gözüme ahşap televizyon ünitesi takılınca oraya doğru ilerledim. Ünitede küçük küçük bölmeler vardı ve o bölmelerin içinde de fotoğraf çerçeveleri vardı.

 

Bir tane çerçeveyi alıp inceledim. İki tane erkek çocuğu vardı, bir tane de kadın, fotoğrafta ortalama benim yaşımda veya benden biraz büyük duruyordu kadın. Kumral tenine hafif koyu renk, uzun ve biraz da dalgalı saçları çok yakışmıştı. Uzun boyuyla yanındaki adamın yanında duruyordu ve bir elini önündeki çocuğun omzuna koymuştu. Adam ise... Adam tıpkı Pars ve Aras'a benziyordu. Sanırım anne ve babasıydı bunlar, o iki çocukta Pars ve Aras. Yalnız adamın Pars ve Aras'a benzerliği görülmeyecek gibi değildi. İkiside babasının aynısıydı.

 

Arkamda hissettiğim hareketlilikle Pars'ın yanıma geldiğini anladım. "Annem ve babam." dedi.

 

"İkinizde babanıza çekmişsiniz." dedim fotoğrafa bakarak. Aras ve Pars orada oldukça küçük duruyordu. Pars en fazla dokuz yaşında gibi, hatta o kadar bile yoktur bence. Aras da abisinden üç yaş küçüktü zaten.

 

"Annenize yazık ya. Kadın kocasıyla evlendi ama sonrada da kocasının birebir aynısı çocuklar doğurdu." dememle güldü. "Bari biriniz ona bezeseydi."

 

"Aras aslında ona benziyor." deyince arkamı dönüp ona baktım. "Tip olarak değil ama huy olarak ona benziyordu." Du mu? Kaşlarım çatılırken yine içimi bir merak sardı.

 

"Görüşmüyor musunuz ailenle?" Sorumla gülümsemeye çalıştı ama acı bir gülümsemeydi. Bu gülümsemeden sonra içimdeki merak giderek büyüdü.

 

"Görüşmüyoruz." deyip arkasını döndü, kendini üçlü koltuğa bıraktı. "Görüşmüyoruz çünkü ikiside burada değil." Bakışlarını bana çevirdi, gözlerime baktı, yine onun gözlerine bakınca oradaki acıyı net bir şekilde gördüm. Canı yanıyordu ama fiziki bir acı değildi bu. "Şehit oldu ikiside." Yutkundum, elimdeki fotoğrafla yanına ilerleyip oturdum. "Bu fotoğrafıda onlar şehit olmadan birkaç ay önce çekinmiştik. Öyle hatırlıyorum."

 

"Başın sağ olsun." dedim fotoğrafa bakarak.

 

"Vatan sağ olsun." dedi ama o sesindeki acıyı net bir şekilde anladım. Onları özlüyordu, bunu belli etmemeye çalışsada çok özlediğini sesinden anlıyordum.

 

"Hayal meyal hatırlıyorum her şeyi." dedi. "Babam bazen annemle evlenmeden önceki anılarını anlatırdı bize. Liseydeken tanımışlar, o zamandan beri de hiç ayrılmamışlar. Annem de tıpkı sen ve Aras gibi deli doluymuş, başını sürekli belaya sokarmış. O yüzden Aras'ın o huyu anneme çekmiş. Benim de duygusuzluğum, soğukluğum babama çekmiş ama tip olarak bakınca babamın kopyasıyız ikimizde." Onları anlatırken yüzünde bir tebessüm belirdiğini fark ettim. O anları hatırlamak onu mutlu etmişti.

 

"İkiside memleketinden uzak buradaki, yani Ankara'daki askeri liseye gelmişler, ilk yıllarında tanışmışlar ve şehit olana kadar ikiside hiç ayrılmamış." Bakışlarım televizyon ünitesine kaydı, orada bir fotoğraf daha vardı. Ayağa kalkıp oraya gittim ve onu aldım, tekrardan Pars'ın yanına otururken fotoğrafı inceledim.

 

Bunda anne ve babası üzerine kamuflajlarını giymişti, yanlarında yine küçük Pars ve Aras vardı. Pars ve Aras'ın üstünde de küçük kamufilajlar vardı. Buna gülümsedim, hem kendileri giymişti hem de çocuklarına giydirmişlerdi. "Bugünü çok iyi hatırlıyorum, annem ve babam görevden dönmüştü, ikiside bir hayli yorgundu ve üzerlerinde toz, toprak içinde kalmış üniformaları vardı. Aras ve ben ise birden bizde bunlardan giymek istiyoruz diye tutturmuştuk. Eğer şimdiki aklım olsaydı onlar dinlendikten, üzerlerindeki yorgunluğu attıktan sonra tuttururdum ama çocuk aklıyla onların yorgunluğunu fark edememiştim." dedi yüzündeki buruk tebessümle. "Babam yorgunluğunu umursamadan çıkıp gitmişti, birkaç saat sonra ise tam bizim üzerimize uyacak kamufilajlarla geri gelmişti. Hatta dikkatli bakarsan annem ve babamın üstündeki kamufilajın toz, toprak içinde olduğunu görürsün." Fotoğrafı biraz yaklaştırıp daha dikkatli baktım, haklıydı, tam belli olmasada üzerindeki üniformalar toz içindeydi.

 

"Onları özlüyorsun." dedim bakışlarımı ona çevirerek. Kaşlarının havalandığını görünce arkama yaslandım. "Evet özlediğini belli etmiyorsun ama ben bunu sesinden anladım." Gözlerinin içine baktım. "Gözlerine bakınca orada gizlenen özlemi net bir şekilde gördüm." Aklıma gelen şeyle yüzüm düştü. "Tıpkı tedavi olmayacağım diyerek seninle kavga ettiğimiz gün oradaki acıyı gördüğüm gibi şimdide gizlenen özlem duygunun gördüm." Sözlerim bittikten sonra şaşkınca bana baktı. Niye şaşırmıştı ki?

 

"Sen, ben duygularımı dile getirmeden anladın mı?" Sorusuyla başımı salladım. Gülerek arkasına yasladı. "İlk defa biri beni anladı, hatta ilk defa ben duygularımı dile getirmeden biri bunu anladı." İç çektim, onunla ilgili her şeyi bilmek istiyordum ama onu zorlayınca konuşmayacağını da anlamıştım. O ne zaman isterse öyle anlatıyordu. Az önce olduğu gibi.

 

Bakışlarımı tekrardan elimdeki fotoğraf çerçevesine çevirdim, tam o onda fark ettiğim şeyle kaşlarım çatıldı. Pars'ın babası bana çok tanıdık birini hatırlatıyordu, sanki onun fotoğrafını bir yerde görmüş gibiydim ama nerede?

 

"Bir şey mi oldu?" Pars'ın sorusuyla ona baktım. Yüz ifadeni inceliyordu.

 

"Baban..." dedim düşünceli bir sesle. "Çok tanıdık geldi bir anda." dedim, kaşları çatılırken devam ettim. "Yani fotoğrafını sanki bir yerde görmüş gibiyim ama nerede gördüğümü hatırlayamıyorum."

 

"Belki birini anımsatmıştır."

 

"Belki." dedim düşünceli bir sesle. Tekrardan fotoğrafa baktım. Bu adamın fotoğrafını bir yerde gördüğüme eminim, Kanlı canlı görmedim ama fotoğraf olarak gördüm. Bundan adım gibi eminim ama nerede?

 

"Aç mısın?" Pars'ın sorusuyla düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. "Seni kaçırmadan önce bir şeyler almıştım, istersen yemek yiyelim."

 

"Ah beni kaçırmadan önce hazırlık mı yaptın sen?" dedim gülümseyerek. "Lanet varlıklar, arkamdan kuyu kazıyorsunuz bari bunu dile getirmeyin!" diye çıkmıştım. Ani değişen ruh halime güldü. Bu arada bu adam bu kadar çok gülüyor muydu ya? Her güldüğünde gözüm gamzesine takılıp duruyordu ve aklım başımdan gidiyordu.

 

"Sevdiğim kadını kaçırıyorum sonuçta, hiçbir hazırlık yapmadan kaçırmak olmazdı." dedi gözlerimin içine bakarak. Bakışlarımı kaçırıp etrafıma baktım, lanet olsun yine bir sözüyle yumuşatmıştı beni ya! Kalbim de hızlanmıştı.

 

Pars'ın yüzüme bakmaya çalıştığını anlayınca ayağa kalktım. "Açım ben." dedim televizyon ünitesine giderek. "Kaçırdın ve maden hazırlık yaptın yemek de yap." Fotoğrafları aldığım yere geri koyarken Pars'ın ayaklandığını göz ucuyla gördüm.

 

"Yaparım yapmasına da..." deyince ona baktım. "Ben yemek yapmasını bilmem." Tek kaşım kalktı. Kaçırıldım, üstüne kaçırılmadan önce beni kaçıran komutanım hazırlık yaptı ama yemek yapmasını bilmiyor. Aç kaldık kesin ya.

 

"Bu koşulda ben yapacağım o zaman yemeği, öyle mi?" dedim, başını sallayınca sinirle güldüm. "Kaçırılan ben ama kaçırıldığı yerde aç kalmamak için yemek yapan yine ben. Bari git döner falan al da bu tuhaf olayı yaşamayalım."

 

"Olmaz." dedi çıklayarak. "Senin bu sakin davranışların beni korkutuyor, kesin kaçarsın sen." Ayağa kalktı, kapıya doğru ilerlerken konuştu. "Ben arabadan aldığım yiyecekleri alıp geliyorum sen de uslu dur, sakın kaçmaya kalkışma." Pars dışarıya çıkınca sırf ona inat kaçmayı düşünsemde vazgeçtim, bakalım bizi neler bekliyordu.

 

Yalnız sorun benim kaçıp kaçmamam değildi de ben yemek yapmasını bilmem ki. Eee Pars da bilmiyor, o zaman biz aç mı kaldık?

 

Pars elindeki poşetlerle içeriye girdi, mutfağa doğru giderken ben de peşine düştüm. En iyisi çaktırmadan bir şeyler yapmaktı. "Hadi sen çık ben yapayım yemeği." dedim onu mutfaktan kovarken.

 

"Niye? Kalayım işte burda." Ne vardı beni uğraştırmadan çıksan. İllaki gel benimle uğraş diyordu ya!

 

"Olmaz, sen çık ben rahat rahat yapayım yemeği." Bir süre şüpheyle yüzüme baksada bir şey demeden mutfaktan çıktı, ben de uzun uğraşlar sonucu muhteşem marifetlerimi konuşturarak ortaya mükemmel şeyler hazırlamaya başladım.

 

Mutfakta ne kadar süre harcadım bilmiyorum ama elimdeki iki tabakla birlikte mutfaktan çıkmayı başarabilmiştim. Elimdeki tabaklara bakıp sırıttım, çok güzel bir yemek yapmıştım.

 

Salona gelince elimdeki tabaklardan birini Pars'a uzattım, elimdeki tabağı alıp şaşkınca bana baktı. Onun şaşkın bakışları eşliğinde yanındaki yerimi aldım ve tabağı kucağıma koydum, içindeki sandviçi alıp büyük bir ısırık alıp yedim.

 

Evet uzun uğraşlar sonucu, bütün marifetimi konuşturarak sandviç yapmıştım. Ama çok da güzel yapmıştım.

 

Dolu ağzımla hâlâ şaşkın bir şekilde bana bakan Pars'a baktım, başımı ne var anlamında iki yana salladım. Sonunda dudaklarını aralayıp konuşabildi. "O kadar saat içeriden bu iki sandviçi yapmak için mi uğraştın?" Kaş saat olmuştu ki?

 

"Evet, ne var bunda?" deyip bir ısırık daha aldım.

 

"Gece, sen içeride tam bir saat geçirdin ve bir saatin sonunda yaptığın şey iki sandviç öyle mi?"

 

"Evet öyle, beğenemedin mi?" diye tersledim onu. Terslememle elindeki sandviçe baktı bir süre, sonra sakin bir şekilde konuştu.

 

"Yoo beğendim." dedi, sandviçden bir ısırık aldı ve dolu ağzıyla devam etti. "Hatta sandviç hayatımda yediğim en güzel şey." Gözlerim kısıldı, ben kızmayayım diye mi böyle söylüyordu yoksa gerçekten beğenmiş miydi?

 

Nedense birince seçeneğin olduğunu düşündüğüm için elimdeki sandviçi tabağa koydum, tabağı da orta sehpaya koyup küskün bir tavırla oturmaya başladım. Göz ucuyla da Pars'a bakmayı ihmal etmedim. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Daha doğrusu neden bu şekilde davrandığımı anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

"N'oldu?" Sordu ama cevap vermedim, hatta ondan biraz uzaklaştım. "Gece ne oldu? Niye tripli bir şeklde bana bakıp uzaklaşıyorsun?" Göz ucuyla ona bakıp kaşlarımı çattım.

 

"Sandviçi beğenmedin değil mi?" Kırgın bir sesle sordum. Bir süre yüzüme baktı, dudakları iki yana kıvrıldı, az önce açtığım mesafeyi kapatıp yanıma ulaştı ve yüzümü büyük ellerinin arasına aldı. Benim gözlerim ise yine o gamzeye takıldı. Bir şeyle benim o gamzeyi kapatmam lazımdı, her güldüğünde oraya bakıp duruyordum ve yumuşuyordum.

 

"Beğendiğimi söylemiştim, beğenmediğimi tam olarak nereden çıkardın?" Yumuşak bir ses tonuyla sordu.

 

"Hâl ve hareketlerinden." dedim anında. "Sandviçi önüne koyduğumda şaşkın halini gördüm, sonrada ben üzülmeyeyim diye beğendiğini söyledin." Başını geriye atarak gülünce sinirle omzuna vurdum, ellerinden kurtulmaya çalıştım ama izin vermedi.

 

"Sadece şaşırdım, neredeyse bir saattir içerideydin ve önüme sandviç koyman beni biraz şaşırttı ama sandviçi gerçekten sevdim, çok güzel olmuş."

 

"Yemezler Pars, beğenmedin kesin sen." dedim. "Hem ne var bir saat mutfakta sandviç yapmakla uğraştıysam? Beğenmediysen git hamarat birini kaçır." deyip bu sefer ellerinden kurtuldum, tam ayağa kalkıp ondan uzaklaşacakken bileğimden tutup gitmeme engel oldu, tekrardan eski yerime oturttu.

 

"Hamarat birini aramıyorum, aramadığım içinde kaçırmama gerek yok. Hem ben şu anda kaçırdığım kadını çok seviyorum, gözüm ondan başkasını da görmez." Gözlerimin içine bakarak kurdu bu cümleleri. Ellerini tekrardan yüzüme çıkardı, baş parmağıyla usulca yanağımı okşamaya başladı. "Hem hamarat olmana da gerek yok, biz de hayatımızı aç geçiririz." deyince güldüm ama neyi kastettiğini anlayınca kaşlarım çatıldı, evlenince demek istemişti. Bu da aynı kardeşi gibiydi, ya da kardeşi bunun gibiydi. Çaktırmadan alttan alttan gönderme yapıyorlardı. Gerçi kardeşi direkt gönderme yapıyordu da neyse.

 

Cevap vermedim ona, o da daha fazla konuşmadı zaten. İkimizde sustuk, o usulca baş parmağıyla yanağımı okşayıp beni izledi ben ise sesimi çıkarmadan ona baktım. Ondan uzaklaşmak için bir girişimde bulunmadım, bu da onun hoşuna gitmişti. Bakışlarının bir anlığına dudaklarıma kaydığını gördüm, bir saniyeliğine dudaklarıma bakıp tekrardan gözlerime bakmıştı. Başının hafif bana doğru yaklaştığını görünce yanağımın içincini ısırdım ve ağzımdan hiç çıkmaması gereken o soru çıktı.

 

"Öpecek misin?" Sorumla dudakları iki yana kıvrıldı, bakışları tekrardan dudaklarıma kayarken konuştu.

 

"Öpmemi ister misin?" Yutkundum, öyle soruya böyle soru gelirdi işte Gece. Niye soruyorsun ki zaten!

 

Ben cevap vermeyince bana doğru biraz daha yaklaştı, başını hafif yana yatırıp dudaklarını yanağıma bastırdı, iç çekerek yanağımdan öptü. Geri çekilince gülümseyerek benim tepkimi izlediğini gördüm. Bakışlarım yine bir anlığına gamzesine kaydı, iç çektim. Bunu fark ettiği anda gülümsemesi genişledi. Gamzesi birazcık daha belirginleşince gamzesinin beni kendisine doğru çektiğini hissettim ve anında uzaklaştım ondan. Biraz daha yakın olsaydık gamzesinden kendimi alıkoyamazdım.

 

"Gamzenle beni tavlayamazsın bir kere." dedim. Bu dediğime daha çok güldü.

 

"Öyle bir amacım yoktu." dedi ama gülmeye devam etti.

 

"Ben de salaktım yedim zaten değil mi? Sen bu kadar çok gülen biri değildin, basbayağı beni gamzenle düşürmeye çalışıyorsun işte."

 

"Düşüyor musun peki?" Sorusuyla başımı başka tarafa çevirip cevap verdim, eğer ona bakarak cevap verseydim onun istediği olurdu.

 

"Hayır tabii ki de."

 

Birden belimden tutunca ona bakmak zorunda kaldım. Bir eliyle belimden tutuyordu diğer eliyle ondan bakışlarımı kaçırmayayım diye çenemden tutmuştu. "Neden bakışlarını kaçırarak cevap verdin? Bir de gözlerimin içine bakarak söyle." Yutkundum, bu adama ne olmuştu böyle ya? Beni bu kadar çok köşeye sıkıştırmazdı. Bu son olaylar olmadan önce hep ben onu köşeye sıkıştırıp bizden gizlediği şeyleri öğrenmeye çalışıyordum şimdi ise sıra ona geçmişti anlaşılan.

 

"Cevap vermek istemiyorum." dedim, tek kaşı kalktı, öyle mi der gibi gözlerimin içine bakmaya başladı. "Bakma öyle, ağzımdan zorla laf alamazsın."

 

"Haklısın." deyince bu sefer benim tek kaşım kalktı, şüpheli gözlerle ona baktım. O benim bakışlarımı hiç umursamadan dudaklarıma baktı yine, başını dudaklarıma doğru yaklaştırdığını görünce bu sefer öpeceğini anladım.

 

Elinden kaçmak için etrafıma baktım ve aklıma gelen saçma cümleyi söyleyerek ellerinden kurtuldum. "Aaa baksana hava kararıyor, akşam olmuş bile." Evet tam olarak böyle saçma bir cümle kurdum ve elinden kurtuldum.

 

"gerçekten mi?" dedi inanmayan bir sesle. "Bari daha iyi bir şey söyleseydin de elimden kurtulsaydın." Onu umursamadan omuz silkip onun karşısındaki koltuğa oturdum.

 

"Sen onu bunu bırakta hadi gidelim, bak birkaç saat de olsa kaçırdın beni, kaçırma hevesini de aldın nasıl olsa. Hadi geri götür beni."

 

"Beni affedersen öyle götürürüm."

 

"Ya Pars niye bu kadar inatsın? Hem ben açım, eve gidip annemin yemeklerini yemek istiyorum." Gözleriyle sehpanın üstündeki sandviçleri gösterdi.

 

"O kadar sandviç hazırladın, onları yeriz doyururuz karnımızı."

 

"Ben doymam onlarla."

 

"Yenisini yaparsın."

 

"Yapamam." Tek kaşı kalktı.

 

"Niye?"

 

Alt dudağımı ısırdım. "Sanırım şu iki sandviçi hazırlayacağım diye aldığın her şeyi kullanmış olabilirim." dememle hayretler içinde bana baktı.

 

"Yuh Gece!" deyince kaşlarım çatıldı, bakışlarımı görünce devam etti. "Yani iyi yapmışsın güzelim, ben şimdi gider yine alır gelirim." Gülmemek için kendimi sıktım, yola getirecektim ben bunu. "Hem uzun zamandır bu eve uğramadığımız için elektriği ve suyu kesilmiştir, bu yüzden mumda alsam iyi olacak."

 

"Ben de geleceğim seninle." dedim ayağa kalkarak. "Abur cubur alırım kendime hem." İtiraz etmeyince gülümsedim, zaten niye itiraz etsin ki? Sen evden dışarıya çıkamazsın diyecek hali yoktu ya. Zaten öyle derse anında kaçardım buradan.

 

Pars'la birlikte evden çıkıp yol üstünde gördüğümüz bir markete geldik. Pars'ın beni getirdiği yer bir ormanlık alan olsa da şehirden uzak değildi, hatta o evin yanlarında evler bile vardı, sadece biraz mesafe vardı aralarında.

 

Markete girip bir sepet aldım kendime, abur cubur reyonuna gidip yiyeceğim şeylerden sepete eklemeye başladım. Evet kaçırılmıştım ve kaçırıldığım eve abur cubur alıyordum. Madem beni arayıp merak etmememişlerdi o zaman ben de kaçırıldığım yerde rahat edip kimseyi umursamazdım. Ama geri döndüğümde bunun hesabını başta Aras olmak üzere hepsinden soracaktım.

 

"Pars içki de alalım mı?" dedim içki reyonuna girerek. "Belki seni sarhoş eder benden gizlediğin şeyleri öğrenirim." Elime daha önce içtiğim içkilerden alıp sepete koyarken Pars arkamdan cevap verdi.

 

"Al bakalım ama ben sarhoş olmam." Dudağım iki yana kıvrıldı, kesin sarhoş olur.

 

Marketten almamız gerekenleri alıp çıktık. Arabaya binip tekrardan eve geldik. Pars'la birlikte aldıklarımızı mutfağa yerleştirdikten sonra büyük bir kase aldım. İçine cispi doldurduktan sonra iki bardak aldım. Onlara da kola koyup bardakları Pars'ın eline tutuşturdum. Bir elime cipsi kasesini alırken diğer elime de birkaç tane çikolata aldım ve mutfaktan çıktım. "Laptop var değil mi?" dedim elimdekileri orta sehpaya koyarken.

 

"Var, arabadaydı. Sen mumları yak ben alıp geliyorum." deyince mumları aldım. Hava kararmıştı, elektrik olmadığı içinde içeriyi aydınlatacak tek şey mumdu. Mumları yakınca Pars da geldi. Elinden bilgisayarı alıp açtım. İnternetten film arayışına girdim. Yorumlarını beğendiğim bir filmi bulup açtım.

 

"Hadi bunu izleyelim." dedim Pars'a da göstererek. Bir süre filme bakıp bana döndü.

 

"Bunu mu?" Başımı sallayıp onayladım. Bir an gülecek gibi olunca kaşlarım çatıldı. "Emin misin?" Yine başımı salladım.

 

"Evet, n'oldu ki?" Omuz silkti, önüne dönüp orta sehpadan kolasını alıp bir yudum içti. "Sen izlemek istiyorsan izleriz."

 

"Sen daha önce izledin mi?" Merakla sordum, bu tuhaf hallerine anlam veremiyordum.

 

"Yarısına kadar."

 

"Nasıl bir film?" Bana baktı, yüzündeki gülümseme genişledi.

 

"Güzel." Gözlerim kısılırken bir şey demedim. Bu tuhaf hallerini anlamamıştım ama neyse.

 

Filmi başlatıp bilgisayarı kucağıma koydum. Cipsi kasesini de ortamıza koyup filmi izlemeye başladım. Filmin yarım saatine gelince gördüğüm görüntü yüzünden gözlerim irice açıldı, hızla Laptopu kapattım. Bakışlarım hızla Pars'a kaydı. Benim tepkimi gülerek izliyordu.

 

"Sen kiminle izledin bu filmi?" Kaşlarımı atarak sordum. Lütfen kendisi izlemiş olsun. Biriyle izleyecekse bu kadın olmamış olsun.

 

"Kendim ama bu sahneye gelince kapattın, izlemedim." Derin bir nefes aldım, en azından kendisi izlemişti. Bu iyiydi.

 

"İnsan filmin başına uyarı koyar ya!" dedim bilgisayarı orta sehpaya koyarak. Film artı on sekizdi ve kapattığım kısımda hiç hoş olmayan şeyler olmaya başlamıştı. Henüz komutanımla artı o sekiz sahne izleyecek kadar samimiyeti ilerletmemiştim. İlerletsem de izleyemedim zaten. Göz ucuyla hâlâ gülen Pars'a baktım.

 

"Komik mi ya? Maden buraya kadar izledin insan bir söyler böyle böyle sahne var diye. Niye söylemiyorsun?" Kızdım ama kızmamı hiç umursamadı bile, gülmeye devam etti. "Gülme, valla döverim."

 

"Bu tepkini izlemek için söylemedim." Bir de pişkin pişkin diyor ya.

 

"Eğlendin mi bari!" dedim sinirle.

 

Başını salladı, gülmeye devam etti. "Hem de çok." Son kez ona ters ters bakıp ayağa kalktım, yanından uzaklaşıp boydan cam duvara ilerledim. Omzumu cama yaslayıp dışarıya baktım.

 

"Küstün mü?" dedi gülerek. Omuz silkip cevap vermedim ama gülmesi sinir ettiği için çıkıştım.

 

"Gülme Pars! Sinirlerimi bozuyorsun!"

 

"Ama çok komikti." deyince ona baktım, konuşmak için ağzımı açtım ama ne dersem diyeyim güleceğini bildiğim için vazgeçtim. Tam dışarıya bakacakken Pars arkamda bir noktaya odaklandı, kaşları çatıldı. Merakla ben de arkama baktım. İleride ışık vardı, ilerliyordu. Sanırım bir el feneriydi. Yoksa ışığın hareket etmesi imkansızdı.

 

Arkamda bir hareketlilik hissederken Pars'ın geldiğini anladım. Eli belime giderken beni camdan uzaklaştırdı. Tam o sırada camın dibinde ışık yandı, biri el fenerini yakarken cama yapıştı, ışığı yüzüne doğru tutunca gördüğüm görüntü karşında çığlık attım. Karşımda kim vardı bilmiyorum, karanlıkta biri yüzüne ışık tutunca oluşan o görüntüyü bir anda görmek çığlık atmama sebep olmuştu. Üstelik evin içini de mumlar aydınlattığı için burası da karanlıktı ve birden yüze tutulan ışık yüzünden gördüğüm değişik yüz korkutmuştu.

 

Pars benim çığlığım yüzünden belimdeki elini sıkılaştırıp beni geri çekti. Birden camın ardından da çığlık sesi duyunca daha çok bağırdım. Yüzüne ışık tutan kişi benim çığlığımı duyunca o da korkup bağırmıştı.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

 

Loading...
0%