@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
18.Bölüm "Kenan Karadağlı"
Duyduğum küçük tıkırtılarla gözlerimi aralamaya başladım, kısık gözlerle etrafıma bakarken tıkırtının camdan geldiğini anladım. Biri cama taş atıyordu sanırım.
Doğrulup ayağıma terliklerimi geçirdim, yavaş adımlarla cama ilerleyip perdeyi açtım, camı açmadan dışarıya baktım ve gördüm kişilerle kaşlarım çatıldı. Sabahın köründe bunların burada ne işi vardı?
Camı sinirle açıp "Ne işiniz var sizin benim camımın önünde?" diye sordum. Evin bahçesinde Pars, onun kopyası olan uyuz kardeşi ve tim vardı. "Yine arkamdan iş çevirerek beni mi kaçıracaksınız?"
Pars'ın güldüğünü duyunca ona baktım. "Aklımızda öyle planlar tekrardan dolanmıyor değil hani." deyince ayağımdaki terliğin birini çıkarıp ona attım. O daha ne olduğunu anlayamadan terlik kafasına isabet etti.
"Sen anca benim terliğimi kaçırırsın!" diye çıkıştım. Aras'ın karnını tutarak güldüğünü duyunca terliğimin diğer tekini de ona fırlattım. Güldüğü için ona terlik fırlattığımı anlamadığından onun da tam kafasına isabet etmişti.
"Abine gülersen böyle olur işte." dedi Pars kafasını tutarak. Sanırım terlik biraz sert çarpmıştı.
Bakışlarım Aras gibi karnını tutarak gülen time kaydı. "Dua edin başka terliğim yok, yoksa sizin kafanızada atmıştım."
"O zaman gülmemiz de de bir sorun yok." dedi Batuhan.
"Gülün siz gülün, bu kaçırma olayının hesabını henüz soramadım ama en yakın zamanda soracağım." dedim, Pars anında konuştu.
"Aklın hâlâ oradaysa istersen yine kaçırabilirim."
"İstemem." dedim net bir sesle. "Ne işinizin olduğunu söyleyecek misiniz artık?"
"Seni kahvaltıya kaçırmaya geldik yenge, hadi kalk da gidelim." dedi Aras. Bu daha iki gün öncesine kadar abimin aklına giriyorsun diye bana kızmıyor muydu? Şimdi gelmiş yine yenge diyordu.
"Bunun için beni kaçıracak gibi camıma taş atmanıza gerek yoktu. Telefon denen alet çok önce icat edildi."
"Evet telefon denen alet çok önce icat edildi ama benim komutanımda telefonuna bakmıyor." dedi Görkem. "Hayır adamlar o telefona bakılsın, konuşulsun diye icat etti, bakılmasın diye değil." Gözüm komodinin üstündeki telefonuma kaydı, büyük ihtimalle sessizdeydi.
Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki evin kapısının açıldığını duydum, başımı pencereden sarkıtıp kimin dışarıya çıktışını görmeye çalıştım. "Gece düşeceksin şimdi, sarkma camdan!" Pars'ın bana kızmasıyla ona baktım, endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Merak etme abi ya, o beni ikinci kattan aşağıya attı ve ben ölmedim. Belki Allah belasını verir de beni attığı gibi kendi yere düşer." Bunu tabii ki de gerzek Aras söylemişti.
"Kes sesini!" diyerek kafasına bir tane geçirdi Pars. Aras homurdanarak kafasını ovdu. Hem ben terlik atmıştım hem de abisi vurmuştu, bir de aynı yere denk geldiyse kafası acımıştır ama az bile ona! Daha fazlasını hak ediyor. "Gece sen de sarkmayı kes!" Bu sefer de bana kızınca geri çekildim. Düşmemden korkmuştu anlaşılan.
"Kim çıktı dışarıya onu bari söyleyin." dedim.
"Abimin biricik kayınvalidesi çıktı." dedi Aras. Tam o sırada annem görüş açıma girdi, bir penceredeki bana bir de bahçedeki erkek sürüsüne baktı. "Leyla teyzeciğim bakın bu biricik damadınız ve kızınızın biricik sevgilisi abim." Pars'ın yanına giderek annemle tanıştırdı. "Tabii siz biliyorsunuzdur kesin ama ben yine de söyleyeyim. İki gün önce kızınızı kaçırmıştı, tabii ben çok iyi bir kayın olduğum için abime yardım edip kızınızı kaçırdık." Alt dudağımı ısırıp gülmemi engelledim. Çünkü Pars Aras'a öyle bir bakıyordu ki sanki çocuk yalan söylüyordu. Sevgili kısmı dışındaki her şey doğruydu, ayrıca annem de kaçırıldığımı biliyordu.
Dün Aras'lar bizi ikinci kez bastıktan sonra eve gelmiştik çünkü geldikleri araba bozulmuştu. Biz de hep birlikte sıkış tepiş arabaya doluşup evlerimize gelmiştik. Eve gelince sanki ben kaçırılmamışım gibi hepsi sofraya oturmuş kahvaltı yapıyordu. Benim geldiğimi gören Can ise "Ne yaptın adama? Yoksa hayattan bezdirdin de seni geri mi getirdi?" demişti. Yani anlayacağınız benim kaçırılmamı pek umursamamışlardı. Tabii bunun Aras'ın babama kavga ettiği komutanı geldi, konuşup aralarındaki sorunu halletsinler demesi yüzden sakin olduklarını anlıyordum.
Herkes annemle tanışırken ben içeriye girip üzerimdeki pjamalardan kurtuldum. Ben üzerimi değiştirirken aşağıdan kapı sesi duyunca annemin onları eve davet ettiğini anladım. Büyük ihtimalle kahvaltıyı dışarıda değil evde yapacaktık, çünkü annemin onları salacağını pek sanmıyordum. Hele ki Aras'ın attığı yalan yüzünden Pars'ı hiç salmazdı, damadı olarak bildiği adama elleriyle kahvaltı hazırlardı.
Üstümü değiştirdikten sonra aşağıya salona indim ve hepsinin koltukta oturduğunu gördüm. "Gece, kızım hadi ekmek al da gel." Annem mutfaktan bağırınca oraya baktım.
"Ben niye alıyorum ya? Can alsın."
"Can okulda, Gece." Oflayarak bir adım atmıştım ki Pars ayağa kalkarak konuştu.
"Daha yeni uyandın sen, hâlâ uykulusundur. Ben alıp gelirim." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Bu adamın iki sözü niye beni yumuşacık yapıyordu ya?
Tam kabul edecekken annem yine mutfaktan çıkmadan konuştu. "Olur mu hiç oğlum, otur sen. Gece alır gelir on dikakaya." Evet Gece alır gelir on dakikaya! Gece eşek başı ya hizmet eder size! Evin en büyüğü benim, rahat etmem gerek ama edemiyorum ya! Her işe ben koşuyorum.
Pars "Hiç sorun değil alırım ben şimdi." desede annem sen misafirsin otur falan diyerek beni evden postalamıştı. Tabii çıkmadan önce de Aras'ın ne misafiri, yakında damadınız olacak demelerini duymuştum. Bir gün çok pis elimde kalacaktı ama hadi hayırlısı. Benden güzel bir dayak yemeden akıllanmayı düşünmüyordu.
Ayakkabılarımı giyip bahçeye çıktım, bahçeden de çıkınca mahallenin çıkışındaki fırına doğru ilerlemeye başladım.
Fırına gelince birkaç ekmek ve yanına da simit, poğaça aldım. Parasını ödeyip dışarıya çıkıyordum ki dışarıdaki kalabalık dikkatimi çekti. Bir kargaşa vardı. Fırından çıkıp kalabalığın neden toplandığına bakacaktım ki dışarıya çıkar çıkmaz bir bedenin bana çarparak caddeye doğru koştuğunu gördüm. Çarpmanın etkisiyle bir kaç adım gerilesemde dengemi sağlayabilmiştim. Hayır nereye mal yetiştiriyor da koskoca beni görmüyor anlamıyorum!
"Polisi arayın, hırsız kaçıyor!" Bir adamın bağırmasıyla oraya baktım, az ilerideki marketten çıkmıştı adam. Sanırım marketi soymuşlardı. Yalnız gündüz vakti soygun yapmakta iyi cesaretti.
Bakışlarım bana çarpan adama kaydı, henüz gözden kaybolmamıştı ve peşinde birkaç adam vardı. Elimdeki ekmekleri fırının kenarına bırakıp adamın peşine düştüm. Bir yandan da cebimden telefonumu aramaya başladım. Babamı arayıp haber verebilirdim, hemen bir ekip yıllardı. Koşmaya devam ederken bütün ceplerimi yokladım ama telefonumu bulmadım.
"Siktir ya!" Telefonu odamdan almamıştım ki. Bir insan neden telefonsuz evden çıkar ki? Benden başka telefonsuz bir adım bile atmayan yoktur herhalde.
Telefonu es geçerek hızımı arttırdım. Hırsızın peşindeki adamlar tek tek koşmayı bırakırken ben koşmaya devam ettim. Bir ara sokağa girdiğini görünce nefes nefese olduğum yerde durdum, onun çıkacağı yolu biliyordum ve oraya giden kestirme bir yol olduğunu da biliyordum.
Adamın peşine düşmek yerine nefesimi düzene sokup kestirme yola doğru koştum. Sağa dönüp ara sokağa girdim, ara sokakta apartmanların arasından koşarken tekrardan caddeye çıkıp kaldırımın üstünde koştum. Tam ileriden çıkması lazım, oraya ondan önce varamam gerekiyordu.
Derin bir soluk alıp hızımı biraz daha arttırmıştım ki birden karşıma çıkan adamı fark edemediğim için adama çarptım. Ben dengemi sağlamaya çalışırken adamın kolunun altındaki değnek yere düştü, o düşmemek için yanındaki duvardan destek aldı. Ben ona çarpınca diğer elinde olan birkaç poşet yere düşmüştü.
Sinirle bir soluk alıp hırsızın çıkacağı yere baktım, çoktan çıkmıştı ve kaçıyordu. Ağzımın içinden bir küfür savurup çarptığım adama baktım. Artık hırsızın peşinden koşamazdım, çarptığım adama yardım etmem lazdımdı. "Özür dilerim, birinin peşinden gidiyordum ve sizi görmedim." dedim, yere eğilip ilk önce koltuk değneğini ona verdim sonra da yere düşürdüğüm poşetleri toplamaya başladım. Nasıl olsa hırsızı kaçırmıçtım, bari adama yardım edeyim. Benim yüzümden eşyaları kaldırıma saçılmıştı zaten. Adamı boş verip hırsızın peşinden gidemezdim.
"Sorun yok." Adamın kalın, sert ses tonuyla söylediği iki kelime ona bakmamı sağladı. Sorun söylediği kelimeler değildi, tanıdık gelen sesiydi. Ses tonuydu. İstemsizce kaşlarımı çatarak ona bakarken adam tekrardan konuştu. "Bir sorun mu var?" Hızla başımı iki yana sallayıp poşetleri topladım. Adama da durduk yere kaşlarımı çatarak bakmak olmamıştı ama ses tonu çok tanıdık gelmişti.
"Hayır yok." dedim, poşetleri alıp doğruldum. "Sadece sessiniz biraz tanıdık geldi."
Poşetleri almak için uzanınca geri çekip itiraz ettim. "İsterseniz evinize kadar yardım edeyim. Çarptığım için özür mahiyetinde anlayabilirsiniz." Başını iki yana sallayıp reddetti beni.
"Evim yakın buraya, hallederim ben." dedi yüzümü incelerken, sanki tanıdığı birini inceliyor gibiydi. Adam ortalama babam yaşlarında falandı. Yüzüne daha dikkatli bakınca birini anımsattığını anladım. Sanki daha önce bir yerde görmüş gibiydim. Acaba görmüş müydün? Hem sesi hem de yüzü çok tanıdık geliyordu.
"Olsun yinede yardım etmek isterim." dedim, adam tanıdık geldiği için biraz daha yanında kalıp kime benzettiğimi anlamak istedim. "Yani sizin içinde sorun yoksa evinize kadar eşlik etmek isterim." Bir süre yüzüme baktıp hafif gülümsedi, bakışlarım sağ yanağındaki çukura kaydı. Gülünce tıpkı Pars'ta olduğu gibi gamzesi çıkıyordu.
Bakışlarımı gamzesinden çekip adamın yüzünde gezdirdim. Kavruk bir teni vardı, yaşına göre baya fit bir vücudu vardı. Uzun boylu, baya heybetli biriydi. Bakışlarım koyu renk saçlarında gezindi, kısa kesim kullanmıştı saçlarını. Bu seferde koltuk değneğini kavrayan eline baktım, tam göremesemde büyük ellerinin nasırlı olduğu anladım. Bakışlarım tekrardan adamın yüzüne çıkarken gözlerim boynundaki zincire kaydı. Gözlerimi boynumdaki zincirden çekip gözlerine çevirdim, o da tıpkı benim onu incelediğim gibi beni inceliyordu.
"Gidelim mi?" dedim bu garip inceleme olayı son bulsun diye. Bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkardı herhalde yakında kokusu. Birazdan nerede gördüğümü hatırlardım herhalde.
Adam boştaki elini öne doğru uzatınca harketlendim, o da koltuk değneğinden yardım alarak yanımda yürümeye başladı. Bir bacağında sorun vardı sanırım.
"İstersen poşetlerin birazını ver, ağır gelmesin sana." deyince poşetlere baktım, içinde mutfakta gerekli olacak birkaç meyve sepze vardı. Zaten adam da marketten çıkmıştı.
"Ağır değil." dedim. "Ayırca ağır kaldırmaya alışkınım." dememle güldü. Güldüğü için kaşlarım havalanırken yan profilinden onu izledim.
"Biliyorum." Kaşlarım bu sefer de çatıldı, biliyorum mu? Nereden biliyor? Kesin beni tanıyor. O yüzden bana tanık geldi. Bir yerden tanışıyoruz ama hatırlamadım ben.
"Nasıl yani?" Anlamayarak sordum.
"Tanımadın mı beni?" Olduğu yerde durup sorunca ben de durmak zorunda kaldım, göz ucuyla tekrardan onu süzdüm.
"Aslında tanıdık geldiniz ama çıkaramadım." dedim bakışlarımı yüzüne çıkartarak. "Ama sanırım askersiniz." Gülerek başını salladı.
"Nereden anladın bunu?" Anında az önce fark ettiğim detayları sıralamaya başladım.
"Elleriniz nasırlı, uzun süre askerlik yaptığınız için silah tutmaktan nasırlaşmış olmalı." Bakışlarım kısa kesim saçlarına kaydı. "Saçlarınız kısa kesim, askerlikten kalan bir alışkanlık olmalı." Bu sefer de yapılı vücudunda oyalandım. "Asker olduğunuz içinde yapılı bir vücudunuz var, hâlâ asker misiniz bilmiyorum ama yaşınıza göre bir hayli yapılı bir vücunuz var." Gözüm boynundaki zincire kaydı. "Yanlış anlamadıysam boynunuzdaki zincirde bir künye. Asker künyesi." Elini boynuna atıp zincirin ucunu dışarıya çıkardı, tam da tahmin ettiğim gibi künyeydi.
"İyi bir gözlemcisin." dedi. "Sanırım senin de asker olmandan kaynaklı bu durum." deyince bu sefer şaşıran ben oldum. Şaşkın halime bakıp güldü. "Bunu gözlemlerime dayanarak değil seninle daha önce tanıştığım için biliyorum." İşte bu dediği şey şaşkınlığımı daha da arttı.
Elini uzatınca anlamsızca eline baktım. "Kenan ben." dedi. "Sanırım bir hafta önce beni aramıştın, konuşmuştuk." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken bir süre yüzüne baktım ve hatırladığım şeyler dudaklarım o şeklini aldı.
"Siz o sunuz?" dedim, gülerek başını salladı. "Psikiyatristin iyi biri olup olmadığını sormak ve biraz bilgi almak için aramıştım sizi."
"Aynen öyle." diyerek beni onayladı. Hâlâ elinin havada olduğunu görünce yavaşça tutup sıktım.
"Biraz tuhaf bir karşılaşma oldu ama ben de Gece." diyerek kendimi tanıttım. "Kusura bakmayın, bir sürü olay geldi başıma, sizi bir yerden tandığımı anladım ama hatırlayamadım." Az önce bir yerde gördüğüme eminim diyordum ve sonunda tanımıştım ama sanki başka bir yerden de tanıyordum ama... Bir yerde daha görmüş gibiydim. Neyse.
"Hiç sorun değil. Zaten doğru düzgün bir tanışmamız olmadığı için unutman gayet normal." diyerek koltuk değneğini kavradı. "İstersen evde konuşalım, böyle sokak ortasında konuşmak olmuyor." Onu onaylayıp elimdeki poşetlerle onu takip ettim. Kısa süre içinde bir apartmana geldik. İçeriye girince asansöre binip üçüncü kata çıktık. Kenan Bey'in açtığı kapıdan içeriye girdim. Eve girince elimdeki poşetleri alıp mutfağa götürdü, salonun yerini gösterip benim de salona geçmemi söyledi.
Yavaş adımlarla salona geçtim, bir apartman dairesi olmasına rağmen ev oldukça büyük ve güzeldi. Kendimi üçlü koltuğun birine bırakıp oturdum. Kısa süre içinde de Kenan Bey geldi zaten, oturmadan önce de "Bir şey içer misin?" diye sordum.
"Hiç zahmet etmeyin, ben birazdan kalkarım zaten. Evden ekmek almaya diye çıktım." Başını sallayarak tekli koltuğa oturdu. Arkasına yaslanıp düşünceli bir şekilde bana baktı.
"Sakıncası yoksa bir şey sorabilir miyim?" deyince başımı sallayıp onayladım.
"Tabii."
"Bana psikoloğu sormak için aramıştın, anladığım kadarıyla bir sorunun var. Sorunun her neyse tedavi oluyor musun?" İçime derin bir nefes çekip başımı eğdim, cevap vermeden öncede başımı iki yana salladım. Tedavi olmamayı kendim seçmiştim ama bunu dile getirmek beni hep üzüyor ve utandıyordu. Aslında pes etmem beni uyandırıyordu.
"Hayır, olmuyorum." Sesim kısık çıkmıştı. Artık Pars'ı suçlamıyordum ama mesleğimden uzak kalmak beni üzüyordu. Tabii bunda benim payım da yüksekti, sonuçta tedavi olmayacağım diye inatlaşan bendim. "Zaten olmamı gerektirecek bir durum yok, mesleğim elimden alındı." diye ekledim.
"Mesleğine geri dönmek gibi bir durumun yok mu?"
"Var."
"Eee o zaman neden tedavi olmuyorsun? Mesleğin tamamen elinden alınmamış." Bakışlarımı tekrardan ona çevirdim ama cevap veremedim, diyecek bir şey bulamadım. Haklıydı ama...
Ama ne Gece? Bir bahanen bile yok ama tedavi olmuyorsun! İçimden kendimle bir savaşa girdim. Sanırım eve geldiğimden beri ilk defa şimdi bu durumu doğru düzgün düşünebiliyordum ve gerçekler bir bir yüzüme çarpıyordu. Ve ben çocukluk yaptığım için kendimden utanıyordum. Hem de fazlasıyla.
"Tam olarak ne yaşadın bilmiyorum, askerlik gibi bir mesleği seçtiğine göre bunu para için veya iş için değil sevdiğin için, bu topraklar için, bu vatan için seçtin demektir. Gerçekten bunlar için seçtiysen sorunun her neyse git tedavi ol ve mesleğine geri dön." dedi, bacağına baktı. "Sonra ileride keşke deme. Şu anda imkanın varken mesleğinden daha da uzaklaşma." Sanırım kendisi gazi olmuştu ve bacağı için yapılacak bir şey yoktu ama en azından topallıyorda olsa bacağı vardı. Tabii bir asker için zor olmalı ama en azından yürüyüyebiliyordu.
Bakışlarımı halıya çevirip bir süre düşündüm. Mesela buradan çıkıp eve gittiğimde bir kaza olabilirdi ve ben o kazada ölebilirim. Sadece ölürdüm ama mesleğimi yaparsam şehit olurdum. Sıradan bir ölüm mü şehit olmak mı?
Bu soruyu kendi kendime defalarca sordum, evde oturmak mı yoksa dağ bayır gezip o göklerde özgürce dalgalanan bayrak uğruna, bu vatan uğruna uykusuz kalıp bu ülkeyi korumak mı?
Bu soruları kendime sordum ve çok güzel de bir cevap aldım.
Yeni bir tim kurulmuştu, hepimiz açığa alınan askerlerdik ama bizden yepyeni bir tim oluşturup kurmuşlardı. Şimdi ben bir çocuk gibi beni açığa aldınız, ben tedavi olmayacağım ve geri dönmeyeceğim demem beni bu time komutan yardımcısı seçen komutanıma haksızlık olmaz mıydı?
Kesinlikle yaptığım şeyler şu anda yüzüme tokat gibi çarpıyordu ve git gide utandıyordum. Bu kadar kolay pes etmemeliydim. Buralara pes etmek için gelmemiştim. Çok emek vermiştim ama emeklerimi göz ardı edip çok kolay pes etmiştim. Bu bana yakışmadı.
Bize boşuna o Alfa timi adı verilmemişti, hepimiz o adın hakkını verecektik. Henüz bunun için bir fırsat ayağımıza tam olarak gelmemişti ama ben tedavi olmazsam zaten o fırsat hiç ayağıma gelmeyecekti. Diğerlerinin gelirdi ama ben evde oturduğum sürece öyle bir fırsatı göremeyecektim.
Ortak geçmişimizin olduğunu öğrendiğimde ne demiştim ben? Nefes aldırmak yoktu, acı yoktu gözyaşı yoktu, sadece intikam vardı. Bu sözlerimin hakkını vermem lazımdı.
Pes edersem bu dediklerimi yerine getiremezdim. Bu yüzden pes etmemeliydim.
Tedavi olacaktım, mesleğime geri dönecek komutan yardımcısı olmaya devam edecektim, Alfa timinin hakkını hep birlikte verip adımızı duyan ve bu ülkeyi ele geçirmeye çalışan itleri tir tir titretecektik.
Evet bunu yapacaktık ama ilk önce benim tedavi olup geri dönmem lazımdı. Zaten şimdiye kadar evde yatmış olmam bile tamamen aptallıklı.
"Haklısınız." dedim karşımdaki adama bakark. "Tedavi olacağım ve o kamufilajı tekrardan üzerime geçireceğim." Gülümsedi, sanki bu kararı vereceğimi biliyormuş gibi baktı bana. "Ayrıca size de çok teşekkür ederim. Onca kişi konuşmuştu benimle, hatta sizin sözlerinizin aynısı bile söylediler diyebilirim ama hiçbiri fikrimi değiştirmedi. Gözümü açtığınız için teşekkür ederim." Evet diğerlerinden farksız hiçbir şey dememişti ama o bacağına bakması bana yeteri kadar cevap vermişti. Anladığım kadarıyla emekli olamadan bacağı yüzünden devam edememişti mesleğine ve bu onu bir hayli üzüyordu. Tabii şimdi ona bakınca emeklilik yaşının geldiğini görebiliyorum ama bundan önce mesleğine devam edemediğini anlayabilmiştim.
"Geç olmadan doğru kararı vermene sevindim." dedi. "Ayrıca sizli bizli konuşmana gerek yok, amca diyebilirsin." Gülümseyerek ayağa kalktım.
"Tekrardan teşekkür ederim Kenan amca. Ben artık gitsem iyi olacak." deyip bir adım atmıştım ki fark ettiğim şeyle olduğum yerde durdum, hafif eğilip orta sehpanın üstünde duran çerçeveyi elime aldım. "Aileniz mi?" diye sordum fotoğrafa bakarak.
"Evet oğullarım ve karım." dedi, sesinde bir burukluk vardı. "Karım şehit oldu, çocuklarım da öldü." deyince ona baktım, kaşlarım çatıldı. Bu nasıl olur? Ama böyle bir şey...
Bakışlarım tekrardan fotoğrafa kayarken saçma bir şekilde "Emin misiniz?" dedim, eminim ki bu soruma şaşırmıştı. Fotoğraftaki kişilere bakınca bu soruyu sormadan kendimi alıkoyamadım.
"Evet, bir şey mi oldu?" Kenan amcanın sorusunu duymazdan gelerek fotoğrafı inceledim. Ama bu nasıl olurdu? İmkansız yani...
Pars bana anne ve babasının şehit olduğunu söyledi. Şimdide Kenan amca karısının şehit olduğunu ve oğullarının öldüğünü söylüyor.
Bu fotoğraf Pars'ın beni kaçırıp getirdiği evde gördüğüm fotoğrafın aynısıydı ama iki tarafta çok farklı şeyler söylüyordu. Ve sanırım benim beynim yanmaya başlamıştı.
Bakışlarım masanın üstündeki diğer fotoğrafa kaydı, eğilip onu da elime aldım. Bu da Pars'ın anlattığı hikâyedeki fotoğraftı, orada gördüğüm fotoğraf. Anne ve babası görevden gelmiş, Pars ve Aras onların üzerindeki üniformasını görüp bizde istiyoruz diye tutturmuş ve babası da yorgunluğuna rağmen onlara göre üniforma alıp gelmişti. Sonrada fotoğraf çekinmişlerdi. Pars'ın beni kaçırdığı ve gördüğüm fotoğrafların aynısıydı bunlar.
O evde gördüğüm o iki fotoğraf bu adamın evinde de vardı ve ailem diyordu. Ailem diyordu demesine ama karım şehit oldu çocuklarım ise öldü diyordu. Ama ikiside hayattaydı ve oğulları da çok farklı bir şey diyordu.
Bakışlarımı yavaşça çekip Kenan amcaya baktım, anlamsız bakışlarla bana bakıyordu. Neden bu şekilde davrandığımı anlayamıyordu. Bakışlarım boyundaki künyeye kaydı, yavaş adımlarla ona gidip künyede yazan isme baktım, daha doğrusu soyisimine baktım.
Kenan Karadağlı yazıyordu...
"Aman Allah'ım." dedim fark ettiğim şeyle. Pars ve Aras'ın babası yaşıyor muydu? Peki Pars neden öyle dedi? Babasının hayatta olduğunu bilmiyor muydu?
"Gece? İyi misin kızım?" Kenan amca omzuma dokunup iyi olup olmadığımı sorunca irkildim, elimdeki fotoğraflara baktım. Fark ettiğim gerçekleri idrak etmekte zorluk çekiyordum. Şok üstüne şok geçiriyor gibiydim.
"İyiyim." dedim zorlukla. Elimdeki fotoğrafları hızla orta sehpaya koyup kapıya doğru ilerledim. "Benim acil gitmem gerekiyor." dedim, koşar adımlarla kapıya gelmiştim ki Kenan amcada bacağına rağmen zorlukla yanıma geldi.
"İyi görünmüyorsun istersen aileni arayalım, gelip alsınlar seni." dedi, bakışlarımı yüzüne çıkardım. Pars'la birlikte o yazlıkta, o fotoğraflara bakarken Pars ve Aras'ın babalarına benzediğini söylemiştim, şimdi bu adama bakınca Pars ve Aras'ın ilerideki yaşlı hallerini görüyordum. Aynı bakışlar vardı, aynı soğuk ses tonu, aynı yüz hatları ama tek fark yaşlarıydı.
Tabii ya! Bu adamı dışarıda tanıdığımda bir yerde daha gördüğüme eminim demiştim. Aynı şeyi Pars'a da söylemiştim ama o birine benzetiyorsundur demişti. Bu adamın fotoğrafına çok dikkatli bakmadığım için o gün bana çok tanıdık gelmişti ve çıkartamamıştım. Tabii bir de psikoloğa gitmeden önce onunla konuşmuştum ama soyismine hiç dikkat etmemiştim. Sadece psikolokla ilgili bilgi almıştım.
Şimdi taşlar yerine oturuyordu aslında. Pars'ın beni götürdüğü evde o fotoğrafın tanıdık gelmezi psikoloğa gitmeden önce onun fotoğrafına bamamdan kaynaklanıyordu. Aşağıda onu tanıdığımda başka bir yerde daha görmüş olduğuma dair hisse kapılmam ise Pars'ın beni götürdüğü evde görmüş olduğumdandı. İşte şimdi her şey yerine oturmuştu.
"Yok ben giderim." dedim düşüncelerimden sıyrılıp kapıyı açtım, başka bir şey demesini beklemeden dışarıya çıktım. Evden çıkar çıkmaz koşarak merdivenlerden inip kendimi sokağa attım. Hızlı adımlarla ilerlerken kimsenin olmadığı bir yer arıyordum kendime. Bu olayı düşünmem lazımdı çünkü birazdan Pars ve Aras'a karşılaşacaktım. Onlara ne diyecektim?
Sonunda boş bir ara sokak bulunca kendimi oraya attım, bir duvarın dibine çöküp öğrendiğim şeyi sorgulamaya başladım.
Pars bana annesi ve babasının şehit olduğunu söylemişti, ayrıntıya girmedi ama eminim ki büyüyünce onları araştırmıştır, hadi o araştırmadı desek az önce babası olduğunu öğrendim adam illaki araştırmıştır. Nasıl Aras ve Pars'ın ölü olmadıklarını bulmadı? Bu işte bir iş var ama ne? Bir taraf diğerinin yaşadığını bilmese de illaki diğer tarafın bilmesi lazım. İki tarafta bu durumu bilmiyorsa ortada büyük bir sorun var demekti.
En önemlisi ben bu öğrendiğim gerçeği onlara nasıl söylecektim? İkiside babalarının şehit olduğunu biliyor ama ben tesadüf eseri onu görüyordum, üstelik babalarıda oğullarının öldüğünü sanıyor. Ve ben oğullarının da yaşadığını bilmiyorum. Off! Çok karışık bir durumun içine düşmüştüm.
"Allah'ım bana bir çıkar yolu göster."
Bunu pat diye söyleyemezdim, alıştırarak söylesem desem bunu nasıl alıştıracağım? Böyle bir şeyin alıştırarak söyleme yöntemi yoktu. Pat diye de babanız yaşıyor diyemem.
"Off off!" Söylene söylene çöktüğüm yerden kalkıp etrafıma baktım, yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Yol boyunca da bunu onlara nasıl söyleyeceğimi düşünüp durdum. Ama söyleyecek bir yol bulamadım. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.
O adamın Pars ve Aras'ın babası olduğundan emindim, benzerliğini geçtim aynı fotoğraf o adamda da var. Daha iki gün önce Pars'la o fotoğraflara bakmıştım, ailesini anlatmıştı bana ve şimdide o adamın evinde görmüştüm, ailem demişti o da. Bunlar tesadüf olamaz.
Psikoloğa gitmeden önce o adamla konuşmuştum ama onu araştırmamıştım, ismine bile doğru düzgün bakmadığım için soyismine bakmak aklımın ucundan dahi geçmemişti. Keşke baksaydım diyorum ama o zaman fark etsem yine bunu nasıl söyleyeceğimi bulamazdım ki.
Bizim evin sokağına gelince evin önündeki kargaşa dikkatimi çekti, annem, babam ve bizimkilerin hepsi evin önündeydi. Yavaş adımlarla oraya ilerlerken beni ilk gören Pars oldu, koşar adımlarla yanıma gelmeye başladı. Yanıma ulaşınca büyük ellerini yüzüme koyup baştan aşağıya beni inceledi. "Neredesin Gece sen? Ekmek almaya diye gittin kaç saattir yoksun." Telaşlı sesiyle bana soru sorarken aklıma babası geldi.
"Gece sana diyorum, duyuyor musun beni?" Hafif beni sarsınca düşüncelerimden sıyrıldım, yüzüne baktım, endişeli bir şekilde bana bakıyordu.
"İyiyim." dedim sadece, gözüm onun arkasındaki aileme kaydı.
"Nerdeydin Gece? Telefonunu da yanına almamışsın, endişelendik." dedi annem.
"Şey..." dedim, göz ucuyla dibimdeki Pars'a baktım. "Fırından çıkınca ilerideki markette soygun olmuş ben de hırsızın peşinden gidince geciktim." dedim. "Babamı arıyacaktım ama telefonumu almayı unuttuğumu sonradan fark ettim."
Babam birkaç büyük adımda yanıma ulaşınca Pars ellerini yüzümden çekip benden uzaklaştı. "Sen iyisin değil mi? Bir şey olmadı?" Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım babamı.
"İyiyim, zaten adam da kaçtı." Cevabımla derin bir nefes aldı. Kenan amcanın evinde ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum ama buradaki herkes bir hayli endişeli görünüyordu.
"Komutanım olaysız bir gününüz yok mu sizin?" dedi Görkem. Benim cevap vermeme kalmadan Aras anında konuştu.
"Olur mu hiç? Olay olmazsa işte o gün bir terslik vardır demek." Onlara hafif bir şekilde gülümsedim ama az önce öğrendiğim gerçeklerden dolayı bu gülümsemem samimi bir gülümseme olmadı, bunu onlarda fark etmiş olacak ki alaycı tavırları yoktu oldu, merakla bana bakmaya başladılar.
"Gece, iyi olduğuna emin misin?" Pars bir kez daha konuşunca bu konuyu kapatmak adına başka bir konu açtım.
"Aslında benim size söylemem gereken bir şey var." Herkes merakla bana bakarken yine gülümsemeye çalıştım. "Ben tedavi olmaya karar verdim." Meraklı bakışlar yerini şaşkınlığa bırakırken onların bir tepki vermesini bekledim. İlk tepki de Pars'tan geldi tabii.
"Nereden çıktı şimdi bu?" Sorusuna ilk başta şaşırsam da sonradan inatla tedavi olmayacağım diye çocukluk yaptığım geldi aklıma. Daha İki gün öncesine kadar bile bu konu konuşulmuyorken birden tedavi olacağım demem onları hem şaşırtmıştı hem de şüphelendirmişti.
"Biri gözlerimi açmama neden oldu diyelim." diyerek cevap verdim. Meraklı bakışları artarken tekrardan bir soru sordu.
"Kimmiş o? Merak ettim." Tabii ki baban diyecek halim yoktu ama bunu demeyi çok isterdim. Kim bilir nasıl mutlu olurdu ama mutluluktan önce bir şaşkınlık yaşar sonra da onunla dalga geçtiğimi falan düşünürdü herhalde. Kim olsa öyle düşünürdü çünkü.
"Tanımazsın." dedim, bakışlarım annem ve babama kaydı. "Kimse tanımaz, az önce tanıştım." Bu sefer meraklı bakışları babamın gözlerinde gördüm.
"Az önce tanıştığın biri senin fikrini mi değiştirdi?" Başımı sallayıp onayladım babamı. "O kişi kimmiş de bizim bile fikrini değiştiremediğimiz kızımızın fikrini değiştirmiş?" Hafif kıskançlık sezince gülümsedim ama bu sefer gerçek bir gülümsemeydi.
"Eski bir askermiş, sizin söylediklerinizin aynısını söyledi ve birden fikrimi değiştirdi." dedim fazla ayrıntıya girmeden. Ah şu anda her şeyi tek tek anlatmak isterdim ama bu olay öyle pat diye söylenecek bir şey değildi, tabii bu olayın alıştırarak söylenecek bir yanı da yoktu. Off nasıl söylecektim ben bunu Pars ve Aras'a?
Cevabımdan sonra kimse bir şey demezken Pars birden elimi tutup benimle birlikte ilerlemeye başladı. "Madem tedavi olmaya karar verdin hemen eve girelim ve psikoloğunu arayalım, birine yönlendirsin ve hemen tedavi olmaya başladı." dedi, onun bu haline gülerken arkamızda babamın homurtusunu duydum.
"İkidir yanımdan kızımı kaçırıp duruyor bu da!" Onun kıskançlığına gülerken Pars'la birlikte eve girdik, üst kata çıkmadan önce onu durdurdum.
"Senden bir şey isteyebilir miyim?" dedim. Ellerini tekrardan yüzüme koydu ve başını hafif eğip bana baktı.
"Yapabileceğim bir şeyse tabii ki iste." Gülümseyip ellerimi boynuma götürdüm, künyemi çıkardım. Pars'ın yıllardı boynunda taşıdığı künyemi.
"Bunu yine boynunda taşı." Bir elimdeki künyeye bir de bana baktı. Bunu beklemiyor olacak ki şaşkındı. Ben de geri vermek istiyordum zaten ama bir türlü fırsatını bulamamıştım.
Pars bir harekette bulunmayınca parmak uçlarımda yükselip onun boyuna geldim, elimdeki künyeyi boynuna geçirdim. Geri çekilip boynundaki künyeme baktım ve gülümsedim. "Umarım yine hiç çıkarmazsın." dedim. O da gülümsedi ve birden dudaklarını yanağıma bastırdı. Bu ani temasa bir süre şaşkın bir şekilde dursamda gözlerim istemsizce kapandı ve derin bir nefes aldım. Onun kokusu burnuma dolarken yanağımdan dudaklarını çekti, ben de gözlerimi açıp ona baktım.
"Hiç çıkarmayacağıma emin olabilirsin." dedi. Künyemi ona vermem sanırım ona attığım bir adımdı ve o da bunun farkındaydı. İki gün önce o künye yine benim boynumda duracak derken bu kadar erken olacağını tahmin etmezdim doğrusu.
"Peki başka bir şey isteyebilir miyim?" diye sordum. Başını sallayınca içime derin bir nefes çekip başımı eğdim ama yüzümdeki elleri tekrardan başımı kaldırmam neden oldu.
"Başını eğmeden, gözlerimin içine bakarak ne istiyorsan sor. Çekinme benden." dedi.
Ona hafif gülümseyip kısık bir sesle konuştum. "Bana geçmişini anlatsana." Evet önceden olsa zorla öğrenmeye çalışırdım ama az önce öğrendiğim gerçek eskisi gibi davranmamı engelliyordu. Ona bu gerçeği söylemek istiyordum ama ilk önce geçmişini öğrenmem lazımdı. Babasının şehit olduğunu düşündüren şey ne olmuş onu öğrenip ona göre ona gerçeği söylemek istiyordum.
Yüzüne bir şey demesi için bakarken bakışlarını kaçırdığını gördüm. Sanırım anlatmak istemiyordu. Geriye doğru bir adım atıp yüzümdeki ellerinin düşmesine sebep oldum. Hafif bir şekilde gülümseyip "Sorun değil." dedim. "Anlatmak zorunda değilsin." Arkamı dönüp yukarıya çıkacakken Pars bileğimden tutup gitmeme engel oldu.
"Anlatacağım, sana, size geçmişimi anlatacağım." Gülümsedim. Buna sevinmiştim, onunla ilgili bir şeyler öğrenme düşüncesi beni mutlu etmişti. En önemlisi de onun geçmişini bilmek mutlu etmişti beni.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Pars ve Aras'ın babasının yaşadığını tahmin etmiş miydiniz?
İki tarafta birbirinin yaşadığını nasıl öğrenemedi dersiniz? Sonuçta iki taraf da asker.
Gece gerçeği söyleyince Pars ve Aras'ın tepkisi ne olur sizce?
Gece künyeyi Pars'a geri verdi. Tabii Pars da geçmişini anlatacak artık.
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |