Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.Bölüm "Aralanan Tozlu Perde"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​19.Bölüm "Aralanan Tozlu Perde"

 

"Gece..." Duyduğum seslerle gözlerimi ovup doğrulmaya çalıştım.

 

"Gece uyan!" Aynı sesi tekrar duyunca kısık gözlerle etrafıma bakmaya çalıştım ama etraf çok karanlıktı.

 

"Gece!" İsmimi söyleyen sesi bir kez daha duydum ve kime ait olduğunu anladım. Bu Pars'ın sesiydi. Bana sesleniyordu ama neden?

 

"Gece!" Sesinin acı dolu çıktığını fark ettim ve hızla gözlerimi açıp karanlık odaya baktım. Gözlerim biraz karanlığa alışınca burasının odam değil karanlık bir depo olduğunu gördüm. Şaşkınca etrafıma bakarken az ileride yerde yatan Pars gözüme çarptı.

 

Kanlar içinde yerde yatıyordu! Bu karanlıkta bile o kanı fark edebilmiştim.

 

"Pars!" dedim, yanına gitmek istedim ama gözlerim karnından akan oluk oluk kanlara kaydı ve yerimde çakılı kaldım.

 

"Gece yardım et." dedi kısık bir sesle. Acı çekiyordu, kan akıyordu, en önemlisi ben korkudan yerimden bile kımıldayamıyordum!

 

"Gece yardım et." Tekrardan konuşunca başımı hızla iki yana sallayıp silkelendim. Oturduğum yerden kalkıp koşarak onun yanına gitmeye çalıştım ama önüme bakmadığım için yere kapaklanmam saniylerimi bile almamıştı.

 

Dizimde hissettim acıyla gözlerimden yaşlar akmaya başladı ama bu acıdan değildi. Evet bir acıdan ağlıyordum ama kendi canımın acısından değil, kalbimin acısından ağlıyordum. Kalbim hiç acımadığı kadar çok acıyordu. Pars'ı kanlar içinde görmek kalbimde inanılmaz bir acıya sebep olmuştu.

 

"Gece..." Pars'ın kısık sesi tekrardan kulağıma ilişirken ıslak gözlerimle onun olduğu yere baktım. Güçsüz bir şekilde elini bana uzatmıştı, yanına gelmemi bekliyordu. Birden öksürmeye başladı, ağzından kanlar çıkmaya başladı. Kan kusuyordu!

 

Düştüğüm yerden doğrulup tekrardan yanına koşmaya başladım ama yanına gidene kadar kaç defa düştüğümü bile bilmiyordum. Defalarca düştüm, kalktım ve dizlerim paramparça oldu. Dizlerimde inanılmaz bir acı hissediyordum, kanların bacaklarımdan süzüldüğünü hissediyordum ama benim odaklandığım tek kişi Pars'dı. Onun durmak bilmeksizin akan kanlarıydı.

 

Yanına gelince dizlerimin üstüne çöküp yüzünü avuçlarımın arasına aldım, bana bakmasını sağladım ama benim gözlerim sürekli karnından süzülen kanları buluyordu. "Pars bana bak." dedim titreyen sesimle. Gözleri çok baygın bakıyordu, sanki dakikalar içinde kendinden geçecek gibiydi ve ben bunun olmasından deli gibi korkuyordum.

 

"Gece yardım et." dedi yine. "Kanı durdur." dedi güçsüz bir şekilde. Sesi kısık kısık çıkıyordu.

 

Hiç vakit kaybetmeden ellerimi karnındaki yaraya bastırdım ama böyle durmayacağını anlayınca bakışlarımı karanlık depoda gezdirdim. Bir bez parçası falan aradım ama tahta ve demirden başka bir şey yoktu bu karanlık depoda. Hızla ellerimi karnından çektim ve kazağımın eteklerine götürüp üzerimden kazağımı çıkardım. Karşısında sütyenle kalırken ben çıkardığım kazağı onun yarasına bastırdım. Acıyla ileyince bakışlarım yüzünü buldu, anlından boncuk boncuk terler akıyordu. Elimi kaldırıp terleri silmeye çalıştım ama elimdeki kan onun anlına bulaşınca irkilerek elimi çektim.

 

"Kan oldu!" dedim korkuyla. Bakışlarım kıpkırmızı olan kazağıma kaydı. Kan durmuyordu, durmadığı gibi de sanki daha çok akıyor gibi deponun içinde küçük bir göl oluşturmuştu ve yarasına bastırdığım kazağım kıpkırmızı olmuştu. "Pars durmuyor!" dedim telaşlı bir şekilde. Yine kendimi kaybettiğimi hissetmeye başlıyordum.

 

"Gece kendine gel ve yardım et, çok kan kaybediyorum." desede benim ellerim, onu takip eden ayaklarım ve vücudum tir tir titremeye başlamıştı bile. Şu anda tek odaklandığım nokta kanın bir an önce durmasıydı.

 

"Pars lütfen sık dişini." dedim, elimdeki kana bulanmış kazağımı daha çok bastırmaya başladım. Tekrardan inlemesini duydum.

 

"Gece..." dedi, derin bir nefes aldı, konuşmak için dudaklarını araladı ama yine kan kustu. Ellerim daha çok titrerken korku dolu gözlerle ona baktım.

 

"Pars..." dedim, birden ağzımdan hıçkırık kaçınca konuşamadım. Gözlerimden yaşlar akarken bulanık bir şekilde ona baktım. "Pars lütfen." dedim ama gözleri neredeyse kapanmak üzereydi. "Pars bana bak! Kapatma sakın gözlerini! Gitme sen de! Lütfen..." Ben ne kadar yalvarsamda Pars'ın gözlerini kapandı.

 

"Pars!" Avazım çıktığı kadar bağırdım, sesim boş depoda yankılandı. Ellerimi yarasından çekip kanlı ellerimle yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Kendi kanı yüzüne bulaştı. Kanlı ellerimi umursamadan yüzünü okaşadım. "Pars... Aç gözlerini. Lütfen aç gözlerini." Açmadı, tepki vermedi. Hareketsiz bir şekilde yerde kanlar içinde uzanmaya devam etti.

 

"Pars lütfen sen de gitme!" dedim çaresiz bir şekilde. "Ben... Ben daha babanı söyleyecektim sana. Babanı görmeden nereye gidiyorsun?" Gözümdeki yaşları elimin tersiyle sildim. Elimdeki kanların yüzüme bulaştığını hissettim ama umursamadım. "Hem, hem ben seninle konuşmadan duramam ki. Ne kadar senden nefret ediyorum desem de seninle konuşmayı seviyorum ben. Lütfen bunu sana söyleyemeden gitme. Ben daha büyük büyük ettiğim laflarımı yutup seni sevdiğimi itiraf bile etmedim ki. Lütfen gitme." Ne dersem diyeyim açmadı gözlerini, en çokta bu yaktı canımı. O her zaman beni düşünürdü ama şu anda ne kadar çaresiz bir durumda olduğumu görmeden kapatmıştı gözlerini.

 

"Pars ben seni çok seviyorum!" Bağırarak söyledim, belki beni duyar diye ümit ettim ama yine açmadı gözlerini. "Künyemi sana geri verdim ama ben onu aldığım andan beri pişmanlık yaşıyorum, onu sana verdiğimde bile o pişmanlık benim yakamı bırakmamışken ben kendimi sana affettirmeden gitme. Sen de herkes gibi bırakma."

 

Hıçkırarak başımı gögüsüne yasladım. Kokusunu solmaya çalıştım ama kokusunu bastıran bir koku vardı. Kan kokusu. Kan kokusu onun kokusunu bastırıyordu ve benim kokusunu solumama engel oluyordu.

 

"Sen bana darılmasanda, kırgın değilim desen de olduğunu biliyorum. Künyemi boynundan almamdan dolayı, arkama bile bakmadan gitmemden dolayı, senden nefret ediyorum diye haykırmamdan dolayı bana kırgınsın. Bunları dile getirmedin, hatta hissettirmedin bile ama ben biliyorum, hissediyorum. Kırgınsın bana." Gözyaşlarım onun kana bulanmış kıyafetini ıslatırken burnumu çektim ve konuşmaya devam ettim. "Hani derler ya, aileler çocuklarına bir şey olursa veya üzülürse hisseder diye. Aynı şeyi seven insanlar içinde derler ya, işte ben bana kırgın olduğunu hissettim." Başımı kaldırıp dolu gözlerimle kapalı gözlerine baktım. "Ben de sevdiğim adamın bana kırgın olduğunu hissettim. Bunları söylemek için şu anda geç kaldım ama ben seni seviyorum Pars. Lütfen bana kırgın gitme. Lütfen ben bunları senin yüzüne söyleyemeden gitme. Lütfen sen de beni bırakma." Başım tekrardan onun gögsüne düştü ve tam o anda bir ses duydum.

 

"Gece." Pars konuştu diye hemen başımı kaldırıp ona baktım ama büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaştım. Hâlâ gözleri kapalıydı, hâlâ karnından kan akıyor ve hâlâ hareket etmeden soğuk betonda uzanıyorudu. O konuşmamıştı.

 

"Pars Karadağlı! Derhal yerinden kalk!" diye bağırdım. Uyanmaması sinirlerimi bozuyofdu! Beni bırakması delirmeme sebep oluyordu! Kalksın artık, beni bir kâbusa terk etmesin. "Görmüyor musun nasıl korktuğumu? Görmüyor musun nasıl çaresiz olduğumu? Görmüyor musun seni sevdiğimi? Sen sevdiğin kadını böyle mi bırakacaksın? Sen sevdiğin kadını bir kâbusa mı terk edeceksin? Üstelik hâlâ bir kâbustan çıkamamışken!" Hırsla gözümdeki yaşları sildim ve ayağa kalktım, üstten onun yerde yatan bedenine baktım.

 

"Pars Karadağlı eğer şimdi gözlerini açmazsan seni asla affetmem!" diyerek bir büyük laf daha ettim. "Asla dediğimin arkasında durmayan ben sana söz veriyorum bunun arkasında durarım. Beni bir kâbusa terk edersen, beni yapayalnız bırakırsan seni asla affetmem!" Bekledim, kalkar diye umut ettim, beni burada yapayalnız bırakmaz sandım, beni bir kâbusun içine de kendisi itmez sandım. Ne de olsa ben onun sevdiği kadınım ama kalkmadı, açmadı gözlerini, bir kez olsun adım dudaklarından dökülmedi.

 

Burada ne arıyordum, nasıl gelmiştim, Pars nasıl bu hâle gelmişti bilmiyorum, sorgulamıyorum da. Tek istediğim Pars'ın kalkmasıydı, gözlerini açması ve bir kez de olsa adımı söylemesiydi ama olmadı.

 

Dizlerimin üstüne düştüm, gözlerimden yaşlar akarken başım sağ omzuma doğru düştü ve ona baktım. "Seni seviyorum." diyebildim sadece. Bakışlarım yerde biriken kanlara kaydı.

 

"Gece." Yine aynı sesi duyunca bu sefer yüzüne bakmadım, o konuşmuyordu çünkü. Gitmişti o, bırakmıştı beni, yeni bir kâbusa terk etmişti artık beni.

 

"Komutanım." Aynı sesi yine duydum ama bu sefer adımı söylememişti. Başımı kaldırıp karanlık depoya göz gezdirdim ama burada bizden başka kimse yoktu. "Komutanım!" Yine aynı sesi duydum ve bu sesin deponun dışından geldiğini anladım. Güçlükle yerimden kalkıp son kez Pars'a baktım.

 

Sadece bir mucize olsun ve ayağa kalksın lütfen...

 

Sarsak adımlarla ve gözümdeki yaşlarla deponun kapısına doğru ilerledim. Şu anda beynim burada olup biten hiçbir şeyi sorgulamıyordu, sorgulayamıyordu. Tek düşündüğüm Pars'dı ve onun gözlerini kapatmasıydı.

 

Onu kurtarmabilir miydim? Evet, kurtarırdım. Eğer kan görünce kendimi kaybetmeseydim kurtarabilirdim ama aptal gibi yine korkmuştum! Yine kendimi kaybetmiştim! Allah kahretsin beni!

 

"Benim yüzümden gitti." dedim kapının yanına gelince. "Pars benim yüzümden gitti." Büyük, paslı demir kapıyı kendime doğru çektim ve karanlık çökmüş dışarıya doğru bir adım attım ama gördüğüm görüntüyle yerimde çakılı kaldım. "Aman Allah'ım!" dedim korkuyla.

 

Herkes buradaydı, herkes. Ve kanlar içinde yerde yatıyorlardı.

 

Barış, Enes, Batuhan, Görkem, Anıl ve Aras. Kanlar içindeydi hepsi. Hepsi yaralıydı ve kendilerinden geçmek üzereydiler.

 

"Sen yaptın!" Sert bir ses duyunca irkilerek etrafıma baktım. Bizden başka kimse yoktu, o halde onu söyleyen kimdi? "Onların bu halde olmasının sorumlusu sensin!" Gözümden yaşlar akarken ben konuşan kişiyi bulmaya çalışıyordum.

 

"Komutanım yardım edin!" Anıl'ın bana seslenmesiyle bakışlarım onu buldu, karın boşluğuna bir bıçak saplanmıştı ve tıpkı Pars'ta olduğu gibi ondan da çok kan akıyordu. Koşarak yanına gittim, dizlerimin üstüne oturup kanlı karnına baktım. "Komutanım canım yanıyor..." dedi güçlükle. "Çıkarın bıçağı." Gözlerim sonuna kadar açılırken karnında duran bıçağa baktım.

 

"Hayır hayır..." dedim başımı iki yana sallayarak. "Daha çok kanar, daha çok kan akar." Güçlükle elimi tuttu ama ben hâlâ deli gibi başımı iki yana sallayıp duruyordum. "Olmaz, yapamam."

 

"Komutanım... Canım yanıyor, çıkartın bıçağı." Yutkunup bıçağa baktım, bakışlarım tekrardan Anıl'ın yüzüne kaydı. Canı yanıyordu, bunu yüzündeki boncuk boncuk terlerden, kısık nefes alışverişlerinden, acıyla kısılan yüzünden ve ara ara inlemesinden anlıyordum.

 

Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. Eğer onu çıkarmayıp öylece durmaya devam edersem onu da kaybedebilirim. Eğer o da gözlerimin önünde can verirse bunu kaldıramazdım. Peki ya diğerleri? Onlar ne olacak? Allah'ım bana yardım et, ben nereye düşmüştüm böyle? Onlar nasıl bu hale gelmişti? Kim yapmıştı bunları? Kafayı yemek üzereydim.

 

"Komutanım..." Anıl'ın sesini duyunca hızla gözlerimi açıp ona baktım, gözlerini açık tutmakta bir hayli zorlanıyordu. Yapmaktan başka çarem yoktu, onu kurtarmalıydım ve diğerlerinin yanına gitmeliydim.

 

İki elimi kaldırıp Anıl'ın karnındaki bıçağı kavradım. Karnından akan kanları düşünmemeye çalışarak derin nefesler aldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. İçimden üçe kadar sayıp karnından bıçağı çektim. Anıl'ın acı dolu inlemeleri kulağıma dolarken karnına baktım ve kanların daha çok akmaya başladığını gördüm. "Daha çok kanıyor! Hayır! Bu, bu olmamalıydı." Bakışlarım Anıl'ın yüzüne kaydı ve gözlerinin kapandığını gördüm. "Anıl hayır! Sakın, sakın sen de beni bırakma!" Acı dolu iniltileri birden kesildi, acıyla inip kalkan gögsü durdu, hafif aralık dudakları kapandı.

 

Korkuyla geriye doğru gittim. Başımı iki yana sallayıp elimdeki bıçağa baktım. Lütfen, lütfen o da gitmesin.

 

"Sen yaptın!" Duyduğum sesle etrafıma baktım. Yine kimseyi göremedim. "Sen yaptın Gece! Pars'ı ve Anıl'ı sen öldürdün! Hatta herkesi sen öldürdün!" Başımı iki yana sallamaya devam ederken yerde yatan ailem olarak gördüğüm adamlara baktım. Hepsi Pars ve Anıl gibi hareket etmiyordu ama vücutlarında kan akmaya devam ediyordu. "Eğer tedavi olsaydın telaş yapmadan onları kurtarabilirdin ama sen korkaklık yaparak tedavi olmaktan kaçtın Gece Sayer! Sen bir korkaksın!" Gözlerimdeki yaşlarla bunu diyen kişiyi bulmaya çalıştım ama kimse yoktu. Bu karanlık deponun etrafında ben ve cansız bir şekilde yatan ailem olarak gördüm arkadaşlarım dışında kimse yoktu.

 

"Ben bir şey yapmadım." dedim sesini duyduğum ama kendisini görmediğim kişiye.

 

"Hayır Gece hayır, onların ölümüne sebep olan sensin! Sen bir korkaksın ve onların ölümüne sebep oldun! Polisi arayabilirdin veya ambulansı arayabilirdin, bu süre zarfında Pars'ın yarasına tanpon yapıp onu kurtarabilirdin, Anıl'ın karnından çıkardığın bıçağı elinde tutmak yerine yarasına tanpon yapardın, diğerlerine yardım etmeye çalışırdın ama sen bunları yapmadın. Neden biliyor musun? Çünkü sen korkaksın Gece! Sen tedavi olmaktan kaçtın ve bu yüzden onlar senin yüzünden öldü. Eğer tedavi olsaydın cebindeki telefonla ambulansı aramayı akıl ederdin, onların kanı dursun diye onlarla konuşmak yerine, akan kanlarına odaklanmak yerine düzgün düşünüp hepsine birden yetişerek kanlarını durdurabilirdin. Ama sen ne yaptın Gece?" Yüzüme çarpan gerçeklerle ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Cebimde telefonum mu vardı? Bunu bile fark edememiştim.

 

"Sen korktun, telaş yaptın, içindeki korkularla savaşıp onların ölmesine sebep oldun! Sen bir katil oldun Gece!" Başımı yine iki yana sallamaya başladım.

 

"Kes sesini! Ben katil değildim, korkak değilim! Daha karşıma bile çıkmadan benim korkak olduğumu söylemen komik!" dedim, onu görebilecekmiş gibi etrafıma baktım. "Sen yaptın değil mi? Onları sen yaraladın, bütün suçu benim üstüme atmaya çalışıyorsun!"

 

"Hayır Gece hayır, onları ben yaralamadım, onları sen de yaralamadın ama öldüren sen oldun." Gözümdeki yaşları silerek onu dinlemeye başladım. "Beni görmemene gelirsek, ben senin çok yakınındayım. İçindeyim, ben senin gerçek düşüncelerini, gizlenen, gün yüzüne çıkamayan düşüncelerinim." Kaşlarım çatıldı, ne demek istiyordu?

 

"Gece sen bir katilsin! Sen bir korkaksın ve bu korkaklığın bu kadar insanın ölümüne neden oldu!" Elimdeki kanlı bıçakla ayağa kalktım ve hırsla bıçağı karanlığa doğru fırlattım.

 

"BEN KATİL DEĞİLİM!" diye bağırdım, birden yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissettim ve kendimi yerde buldum. Başımı bir taşa çarparken şiddetli bir ağrı hissettim.

 

Nefes nefese doğrulup etrafıma baktım. Nefes almakta zorlanıyor gibi kesik kesik nefes alıyordum. Sanki saatlerce koşmuşum gibi hissediyordum kendimi. Az önce vücudumda ağrı hissederken şimdi hiçbir şey hissetmiyorum. Bakışlarım karanlık oda da dolandı. Hava henüz aydınlanma... Bir dakika.

 

Oda da mı? Ben az önce depoda değil miydim?

 

Titreyen ayaklarımla ayağa kalkıp ışığı açtım ve odanın içinde bakışlarımı gezdirdim. Odamdayım şu anda. Bakışlarım ellerime kaydı, kan falan yoktu. Bu sefer de üstüme baktım, kazağım üstümdeydi ve ter icinde kalmıştım. Elimi kaldırıp başımın arkasına götürürdüm, acı falan hissetmiyordum.

 

"Rüya mıydı?" dedim kendi kendime. Rüya olduğunu kavrayınca yatağıma gidip oturdum, komodinin üstündeki suyu alıp içtim. Rahatlamayla bardağı tekrardan komodine koydum. Bakışlarım komodinin üstünde şarj olan telefonuma kaydı. Hiç düşünmeden elime aldım ve Pars'ı aradım, aramadan önce saatin gece iki olduğunu gördüm.

 

Odanın içinde bir sağa bir sola dolanıp dururken Pars'ın telefonunu açmasını bekledim ama açmadı. Uzun süre çaldı ve telefon kendiliğinden meşgule düştü. Tekrar aradım ama yine uzun uzun çaldı ve açılmayınca meşgule düştü. Aklıma rüyam gelirken içime bir korku düştü, umarım şu anda iyidir.

 

Yarım saat boyunca odanın içinde volta attım ve ara ara Pars'ı aramaya devam ettim ama açan olmadı. İçimdeki korku giderek büyürken saatin gece iki buçuk olduğunu umursamadan evden çıktım, elimdeki telefonla boş sokakta ilerlemeye başladım. Belki bir gün gelirim diye Aras evinin adresini söylemişti bana, büyük ihtimalle Pars da kardeşinin yanında kalıyordur.

 

Boş ve karanlık yollarda ilerlerken Pars'ın hâlâ telefonumu açmaması beni daha da telaşlandırdı. Telefonumu eşofmanımın cebine sokup koşmaya başladım. Umarım bir şeyi yoktur, sadece rüyanın etkisinden dolayı kuruntu yapıyorumdur.

 

Sonunda Pars ve Aras'ın evine gelince bahçe kapısını açıp içeriye attım kendimi. Bahçede koşarak evin önüne geldim ve ard arda zile basmaya başladım, bir elimle de kapıya vuruyordum. "Pars!" diye bağırdım. "Pars aç kapıyı!" Ard arada hem zile basıyordum hem kapıya vuruyordum hem de bağırıyordum.

 

Tam tekrardan bağırmak için dudaklarımı aralamıştım ki kapı birden açıldı, üzerinde siyah eşofmanıyla ve gri kazağıyla Pars göründü. "Gece?" dedi büyük bir şaşkınlıkla, baştan aşağıya beni süzdü. "Ne işin var senin bu saatte burada?" Ben de ilk önce onun beni süzdüğü gibi ben de onu süzdüm, iyi olduğunu anlayınca derin bir nefes aldım.

 

"Neredesin sen ya? Kaç defa aradım açmadın! Niye açmıyorsun?" diye kızdım. Birden sinirlerim bozuldu ve gözümden yaşlar akmaya başladı. Ona bir şey oldu diye korkmuştum. Hepsi rüyanın etkisinden dolayı olmuştu.

 

Aklıma birden timin geri kalanı ve Aras geldi. Gözyaşlarım akmaya devam ederken konuştum. "Diğerleri nerede? İyi mi hepsi? Ya Aras, o da iyi mi?" Hıçkırıklarımın arasından zor konuştum.

 

Pars bir süre şaşkınca bana baktı. Şaşırmakta haklıydı, gecenin bir yarısı kapısına dayanıyordum ve adama bağırıp soru yağmuruna tutuyordum. Ah bir de durup dururken ağlamam vardı. Şaşırmasın da ne yapsın adam?

 

"İyi... İyiler." dedi, beni izledi bir süre. "Sen iyi misin?" Sordu, ellerini kaldırıp yüzüme çıkardı ve durmadan akan gözyaşlarımı baş parmağıyla sildi, yenileri akmasına rağmen sürekli sildi. "Neden ağlıyorsun?"

 

"Çünkü seni merak ettim! Sizi merak ettim ama telefonunu açmadın!" diye bağırdım.

 

"Sessizde kalmıştır." dedi, başını hafif eğip bana bakmaya başladı. "Sen neden gecenin bu saatinde bizim için endişelendin ve bu halde dışarıya çıktın?" Başımı eğip kendime baktım, pijamalarımla dışarıya çıktığımı gördüm. En kötüsü de ev terliklerim vardı ayağımda. Ayakkabı giymeyi bile akıl edemeden öylece çıkmıştım evden.

 

"Rüya gördüm." dedim. "Kâbus desek de olur." Yüzümdeki elleriyle başımı hafif kaldırdı, ona bakmamı sağladı.

 

"Adı üstünde kâbus, biz iyiyiz, bir şeyimiz yok." diyerek beni yatıştırmaya çalıştı.

 

Omuz silkip konuştum. "Ama korktum." Gözümdeki yaşlar akarken iç çektim. "Sana, size bir şey oldu diye korktum." Yüzümdeki elleriyle beni kendine çekti ve başımı gögsüne yasladı.

 

"Şşt, iyiyiz biz, bir şey olmadı bize." dedi yumuşak bir sesle. Kollarımı kaldırıp onun heybetli bedenine doladım, sıkıca sarıldım. Sanki dakikalar sonra kollarımdan kaybolup gidecekmişte gitmesine izin vermiyormuşum gibi sardım onu kollarımla.

 

Ya rüya gerçek olsaydı? Ne yapardım o zaman ben?

 

"Ben birçok şey için geç kaldım Pars." dedim ona sarılmaya devam ederek. Sözlerime devam etmeden önce kokusunu içime çektim. Rüyamda kan kokusundan onun kokusunu alamamıştım ama şimdi doya doya kokusunu soludum. "Tedavi olmak için geç kaldım ve bunu o gördüğüm rüyadan sonra daha iyi anladım. Ama başka şeyler için de geç kalmak istemiyorum artık." Geriye çekilip bana baktı, gözlerindeki merakı görebiliyordum.

 

"Ne gibi şeyler?" Sorusuyla yutkundum, rüyam aklıma geldi. Onu kaybettiğimde söylediğim şeyleri düşündüm. Evet seviyordum onu, iyi geliyordu bana. Ondan nefret ettiğimi düşündüğümde bile onunla konuşmak bana iyi geliyordu. Onu gördüğümde mutlu oluyordum ve kalbim haddinden fazla hızlı atıyordu. Bunların hepsini görmezden geliyordum ama artık gelmeyecektim. Birkaç saat önce gördüğüm şey bir rüyadan ibaretti ama gerçeğinin olmayacağı ne malum? Ölümle burun burunaydık biz, bunu bile bile artık duygularımı saklamaktan ve onlardan kaçmaktan vazgeçmeliydim. İleride keşke dememek için vazgeçmeliydim.

 

"Ben seni seviyorum Pars." dedim birden. Bakışlarımı yüzünde gezdirdim, tepkisini izledim. İlk önce öylece bana baktı sonra gözleri açıldı ve onu takip eden kaşları hafif havalandı. Şaşırmıştı, bunu beklemiyor gibiydi. Benim inat etmemi falan bekliyor olmalıydı ama o gördüğüm rüya gözümü açmıştı benim. Artık hiçbir şeye geç kalmamak için büyük büyük ettiğim lafları yutmalıydım.

 

"Sen..." dedi, sustu, şaşkınlıktan ne diyeceğini bilmiyormuş gibiydi. Onun şaşkın haline güldüm ve gelen bir cesaretle parmak uçlarımda yükseldim, ellerimi yüzüne çıkardım ve dudaklarımızı birleştirdim. Ben onu öperken Pars kaskatı kesilmiş bir şekilde kaldı. Onun hareket etmemesiyle geri çekilecekken üzerindeki şaşkınlığı attı ve bir elini belime koyarken diğer elini de bacaklarımın altından geçirip beni kucağına aldı. Beni kucaklarken dudaklarımın arasındaki dudakları hareketlendi ve öpüşüme karşılık vemeye başladı. Onun karşılık vermesiyle gülümseyip sıkıca sarıldım ona.

 

Kısa bir öpücüğün ardından dudaklarımız ayrılınca başımı boynuna koydum. Pars burnunu boynuma sürtüp derin bir nefes aldı. "Seni seviyorum Gece." Kulağıma fısıldadı. Sonra da hareket ettiğini hissettim. Kapının kapanma sesinden sonra merdivenlere çıktığını hissettim. Ona iyice sokulup gözlerimi kapattım. Mayışmıştım. En çokta huzurla dolmuştum. Onun kollarının arasında hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum kendimi.

 

Bir odaya girdiğini hissettim ve hemen ardından sırtım yumuşak yatakla buluştu. Gözlerimi aralıyordum ki kulağımda sıcak nefesini hissettim. "Uyu hadi, ben yanındayım. Ben ve hepimiz iyiyiz." dedi rüyayı kastederek.

 

Hepsi iyiydi, benim yanımdaydı, onun kollarındaydım. Mutluydum ve huzurluydum. Daha ne isterdim ki?

 

Hiç itiraz etmeden gözlerimi kapattım, onun da yanıma uzadığını hissettim. Belime kolları dolandı, beni yanına çekti, başım gögsüne düşürken kollarımı yıpılı bedenine doladım. Uyumak için poziyonumu ayarlayıp onun güvenli kollarında uykuya daldım. Uykuya dalmadan önce de nasırlı ellerinin usulca saçlarımda gezindiğini hissettim ve içime sığmayan, taşan huzurumla gülümsedim.

 

*

*

*

 

"Oğlum ben ne kaçırdım lan?" dedi bir ses. Ayrıt edebildiğim kadarıyla Barış'ın sesiydi.

 

"Valla son yarım saattir ben de bunu düşünüyorum kardeşim." dedi başka bir ses de. Sanırım bu sesin sahibi de Batuhan'dı.

 

"Ya oğlum ne malsınız ya! Akşam hepinizi kaldırım ya, onların konuştuklarını gördük ya, artık biz onların tartışmasının arasında gittiğimizde ne olduysa sonu yatakta bitmiş bu işin." dedi Görkem. Uykum yavaş yavaş açılıyordu ve konuşulanları, kimin konuştuğunu daha iyi anlayabiliyordum.

 

"Uyku sersemiyle he deyip geçmiştim ben. Kimin kiminle konuştuğunu bile doğru dürüst görmedim ki." dedi Anıl.

 

"Valla ben Gece komutanımın bağırdığını duyunca Pars komutanıma en içten sevgi sözcüklerini iletiyor falan sanmıştım." dedi Enes ve gülmeye başladı, ona eşlik eden başka sesler de duydum. Hepsi gülüyordu. Sevgi sözcükleri nefretim oluyordu sanırım. Çünkü sürekli bunu dile getiriyordum.

 

"Bu odayı üç saniye içinde boşaltmazsanız ben size göstereceğim sevgi sözcüklerini!" dedi Pars dişlerinin arasından. Bir süre etrafı bir sessizlik kapladı, hemen ardından Pars'ın saymaya başardığını duydum. "1...2..." Henüz üç demeden odada koşturan ayak sesleri duyduk. Paldır küldür odadan çıkmıştı hepsi. Odaya çöken sessizlikle gülümseyip kolumu Pars'a attım ve uykuya dalmaya çalıştım ama bu sefer de telefon sesi duydum. Pars ağzının içinden homurdanırken ben gözlerimi hiç açmadan uyumaya devam ettim. Ta ki Pars'ın tekrardan söze dahil olmasına kadar.

 

"Gece, baban arıyor." Gözlerimi aralıp tavana baktım, daha sonra aklıma gelen şeyle hızla doğruldum ve Pars'a baktım. Dağınık saçlarıyla ve hafif şiş gözleriyle bana bakıyordu.

 

"Ben babama ne diyeceğim şimdi?" Sorumla anlamsız bir şekilde bana baktı.

 

"Burada olduğunu söyleyeceksin." deyince göz devirdim.

 

"Pars gecenin bir yarısı ben sana kaçtım haberin var mı?" dedim, dudakları iki yana kıvrıldı, hoşuna gitmiş gibiydi. "Kaçtım derken onların gözünde kaçmış gibi oldum bence." diyerek sözlerimi düzelttim ama Pars'ın yüzündeki keyif yerini koruyunca ayağa kalkıp elinden telefonumu aldım. "Neyse, ben en iyisi babamla konuşayım." diyerek hâlâ çalan telefonu açtım ve kulağıma yaklaştırdım.

 

"Neredesin Gece sen? Bu saatte nereye gittin?" Alt dudağımı ısırıp odanın içinde dolanmaya başladım. Sabahın bu saati diyordu ama bilmiyor ki kızı gecenin bir yarısından beri evde yoktu.

 

"Şey baba, bizimkilerin yanına geldim ben." dedim yalan söylemeden.

 

"Sabahın yedisinde orada ne işin var? Ayrıca hangi araya uyanıp oraya gittin sen?" Bakışlarım Pars'a kaydı, bir elini başının altına koymuş uzandığı yerden beni izliyordu.

 

"Aras sabahın köründe hep birlikte kahvaltı yapalım diye uyandırdı beni, ben de geldim işte. Siz uyuyordunuz uyandırmadım." Yalan söyledim, şimdi adama gecenin bir yarısından beri burada olduğumu, Pars'a onu sevdiğimi söylediğimi, daha sonra onunla birlikte uyuduğumu ve sen arayınca onun kollarının arasından daha yeni çıktım diyemezdim herhalde. Üstelik gecenin bir yarısı çıkıp buraya geldiğimi öğrenirse endişelenirdi, bir şey oldu falan sanardı. Boşu boşuna endişelendirmeye gerek yoktu. Küçük bir yalanla bu işi halletmiştim.

 

"Yalan söylüyor Ali amca!" Birden odanın kapısının ardından Aras bağırdı. Kapı mı dinliyordu bu manyak?

 

Kapı açıldı ve siyah eşofmanı ve üzerindeki kazakla Aras göründü. Birden yanıma gelip kulağımdaki telefonu aldı. "Ali amca bu kızın varya gecenin bir yarısı kapımıza dayandı, Pars seni seviyorum dedi, aşkımdan ölüp bitiyorum dedi ve abimi odaya attı. Sen aramadan öncede uyuyorlardı." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Lütfen biri bana hâlâ uyanamadığımı ve hayal gördüğümü söylesin. Hiç olmadı şizofren olduğumu falan söylesin. Şu anda Aras'ı öldürmemem için şizofren olup, olmadık şeyler gördüğüme kendimi inandırmam lazımdı.

 

"Ne diyorsun sen ya?" dedim ama beni umursamadan babamla konuşmaya devam etti. Ta ki Pars telefonu ondan alana kadar.

 

"Siz onun kusuruna bakmayın, yine zevzekliği tuttu." dedi Pars telefondaki babama. Aras'a da kaşlarını çatarak bakmayı ihmal etmedi tabii. "Gece, kötü bir kâbus görmüş, beni aramış ama ben duymadığım için açmadım. Bu yüzden endişelenmiş ve buraya gelmiş. Geç olduğu için de burada kaldı." Açıklamasına gülümserken Aras'a baktım, kaşlarım ağır ağır çatıldı, beklemediği bir anda kafasına sert bir şekilde vurdum. Ses yankılanırken sırıttım. Az bile vurmuştum.

 

"Ya niye vuruyorsun ki?" Bir de soruydu mal ya! "Ben abimle bir an önce evlenin diye yardım ediyorum işte." Yukarıya bakıp sabır diledim.

 

"Aras, senin o bir boka yaramayan beynini ezerim!" dedim, burun kıvırarak bana bakınca üstüne doğru atıldım. Anında koşarak abisinin arkasına koştu. Pars da çoktan babamla konuşmuş ve telefonu kapatmıştı.

 

"Pars çekil aradan." dedim.

 

"Abi sakın çekilme." dedi Aras da.

 

"Beni karıştırmayın." diyerek Pars aramızdan çekildi. "Ayrıca bunu hak ettin Aras." demeyi de ihmal etmedi tabii.

 

"Şimdi elime düştün." diyerek kedimi Aras'ın üstüne attım. Benden kaçmak için arkasını dönmüştü, bu yüzden sırtına çıkmış oldum. "Lan sen babama niye yalan söylüyorsun?" Saçlarını çekerek sordum.

 

"Yalan mı? Lan neresi yalan? Gecenin bir yarısı geldin mi? Geldin. Abimi sevdiğini söylemedin mi? Söyledin. Abimi yatağa atmadın mı? Attın. Eee yalan tam olarak nerede acaba?" Kafasına bir tane geçirip karnına dolanan ayağımla karnına vurdum.

 

"Vurma lan! Acıyor karnım." Ona inat bir kez daha vurdum. "Lan açım! Aç aç vurunca boş midem daha çok acıyor." dedi ama yine vurmak için kendimi hazırlıyordum ki biri tarafından Aras'ın sırtından çekildim. Beni tutan kişinin kolları belime dolanmıştı ve beni havada tutuyordu.

 

"Tamam, bu kadar yeter. Daha sonra yine döversin." dedi Pars.

 

"Allah razı olsun abi. Sevgilin beni öldürdükten sonra alsaydın onu!" Kötü kötü Aras'a baktım. Bakışlarımı hiç umursamadı bile.

 

"İstersen bırakayım da devam etsin Aras." demesiyle Aras arkasına bile bakmadan odadan koşarak çıktı. Kendimi tutmadan gür bir kahkaha attım. Benden korkması iyiydi.

 

Ayaklarımı sallayarak omzumun üstünden hâlâ beni havada tutan Pars'a baktım. "İndirecek misin artık beni?" Sordum, sorumu duymazlıktan gelerek dudaklarını boynuma bastırdı. Yeni yeni çıkan sakalları boynuma batarken kıkırdadım.

 

"Hani sen benden nefret ediyordun Gece?" dedi, dudaklarını boynumdan uzaklaştırmadığı için konuştukça dudakları boynuma temas ediyordu. "Benimle sevgili olmazdın, evlenmezdin, hele çocuk hiç yapmazdın ama sen sevgili oldun bile. Diğer dediklerin de ileride olacak gibi sanki." Huysuz bir şekilde kıpırdadım.

 

"Kim demiş? Ben öyle bir şey demedim. Hayatta benim ağzımdan öyle bir şey çıkmadı." dedim. Güldüğünü duydum.

 

"Emin misin?" Kaşlarım çatıldı, kaşınıyordu ya.

 

"Kaşınma Pars valla terk ederim seni." diyerek tehdit ettim.

 

"Ayrıl, ben ayrılmam ki." Kıkırdadım.

 

"Ben ayrıldıktan sonra senin ayrılıp ayrılmaman pek umrumda olmaz."

 

"Umrunda olur mu olmaz mu görürüz Gece Hanım." dedi. "Bir kere sevgilim oldun, hayatta bırakmam seni."

 

"Oldu olacak ya benim ya da kara toprağınsın falan de tam olsun." dedim.

 

"Yok o kadar da değil." O da benimle dalga geçince gülmem arttı. "Sadece benden ayrılırsan aileni öldürürüm falan derim ama seni öldürmem." Yine dalga geçtiğini anladım ama ona ayka uydurarak konuştum.

 

"Gerçek yüzünü bana erkenden gösterdiğin iyi oldu Pars Bey. En kısa sürede ailemi alıp senden kaçmam lazım. Bir psikopatla hiç uğraşamam. Zaten deliyim iyice delirtirsin beni."

 

"Şşt, kendine bir daha deli dediğini duymamayacağım." Kızınca dudaklarımı büzdüm.

 

"Ama deliyim."

 

"Gece!"

 

"Sustum." dedim anında. Ayaklarımı sallayıp devam ettim. "Ya indir artık beni, ayaklarım yere bassın." Lafımı ikiletmeden indirdi. Ayaklarım yere basınca sırıtarak ona döndüm, döner dönmez elleri yüzümü buldu.

 

"Neymiş Gece Hanım, bundan sonra büyük konuşmamak gerekiyormuş." diye yine dalga geçince omzuna vurdum ve ondan uzaklaşmaya çalıştım ama uzaklaşamadan dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Aslında ittirip uzaklaşabilirdim ama bunu yapmadım, onun aksine parmak uçlarımda yükselip onun boyuna ulaşmaya çalıştım, kollarımı boynuna dolayıp ona karşılık verdim.

 

Artık hiçbir şeye geç kalmayacaktı. En ufak bir şey bile olsa hiçbir şeye geç kalmak yoktu artık.

 

*

*

*

 

Göz ucuyla Pars'a baktım, stresli görünüyordu. Bacağını stresli bir şekilde sallayıp duruyordu, parmaklarını çıtlatıp avuç içlerini birbirine sürtüyordu sürekli.

 

Şu anda bir piknik alanındaydık, hava soğuk olduğu için etrafta fazla kişi yoktu. Buraya da Pars'ın bize geçmişini anlatması için gelmiştik ama daha önce kimseye geçmişini anlatmadığı için konuya nasıl gireceğini bilmiyordu ve biraz da stresliydi. Tozlu bir perdenin açılması gerekiyordu ve o buna cesaret edemiyordu. Tam olarak geçmişinde ne var bilmiyorum ama ilk başta anlatırken zorlanmasını anlıyordum. Kimse öyle hemen içini dökemezdi.

 

Sağ elimi kaldırıp dizinin üstünde duran elini tuttum. Bakışları bana kaydı, güç vermek için hafif bir şekilde gülümsedim. O da aynı şekilde karşılık verip derin bir nefes aldı ama konuşmadı, konuşamadı. Ona güç vermek adına ben konuşmaya başladım.

 

"Aslında ben korkağım. Cidden korkağım." dedim, bütün bakışlar bana dönerken ben Pars'a baktım. "Hani Bitlis'te arkamı dönüp gitmeden önce sen bana korkak olduğumu söylemiştin ya, işte ben senin dediğin gibi korkağım." Başını iki yana salladı, konuşmak için dudaklarını araladı ama izin vermeden konuşmama devam ettim.

 

"Boşuna onları sinirle söyledim veya gerçek düşüncelerim deme. Öyle olsa bile ben korkak olduğumu biliyordum çünkü gözlerimin önünde komutanlarımı ve silah arkadaşlarımı kaybettiğimde acı çektiğimi belli ettim. Ağladım, bağırdım ve onlarda benim korkaklığımdan faydalanıp beni öldürmedi, onun yerine gözlerimin önünde silah arkadaşlarımı şehit ettiler ve beni de korkaklığımla baş başa bıraktılar." dedim. Pars bana korkak dediğinde çok sinirlenmiştim, aslında sinirim haklı olmasındandı. Kim olursa olsun kendisiyle ilgili başkasından gerçekleri dursa sinirlenirdi ve ben de bu yüzden o gün sinirlenmiştim.

 

"Ben sevdiklerimi kaybetmekten deli gibi korkuyorum ve düşmana da bunu belli ettim. Onlardan asla korkmuyorum, korkmadığım içinde bu mesleği yapıyorum ama sevdiklerimi kaybetmekten deli gibi korkuyorum." Bakışlarım tekrardan Pars'a baktı. "Bana korkak dediğinde sinirlenmiştim, sen de neden sinirlendin diye sormuştun bana. Ben doğru söylediğin için sinirlendim aslında sana. Çünkü ben korkağın tekiyim." deyip derin bir nefes aldım. Bunları onu rahatlatmak için söylemiştim, cesaret alsın istemiştim ama yalan söylememiştim, hepsi gerçekti. Çünkü ben korkaktım. Soğukkanlı olmayı başaramayan bir korkaktım ben. Benim zayıf noktam ise soğukkanlı olamamaktı.

 

"Saçmalamayın komutanım, herkes sevdiklerini kaybetmekten korkar. Bu sizi korkak yapmaz." dedi Anıl. Omuz silktim.

 

"Evet herkes sevdiklerini kaybetmekten korkar ama biz askeriz. Duygularımızı gizlememiz lazım."

 

"Her insan bir değil komutanım." dedi Batuhan. "Ben duygularımı gizliyorum diye bütün askerler gizleyecek değil. Öyle olsaydı hepimiz birbirimize benzerdik." İç çektim, haklıydı ama ben yinede de kendimi korkak olarak görüyordum. Kim ne derse desin bu düşüncem değişmeyecekti.

 

"Korkak olan biri bütün silah arkadaşları gözlerinin önünde şehit olduktan sonra gidip teröristlerden intikam almazdı, arkasına döner kaçardı ama siz korkak olmadığınız için intikam aldınız." dedi Barış. Dudaklarım büzüldü, bir şey demedim, diyemedim. Diyecek bir şey bulamadım. Onlar ne derse desin ben korkak olduğumu biliyordum. Eğer korkak olmasaydım onları şehit ettiklerinde bağırmazdım, ağlamazdım ve onlar da bana bu şekilde acı çektirmek yerine beni de vururlardı ama onlar vurmadı, öyle acı çektirdiler bana. Korkaklığımla acı çektirdiler.

 

Bakışlarım Pars'a kaydı, konuşmak istiyordu ama kendi anılarını değil, benim az önceki dediklerimi konuşmak istiyordu. Eminim ki diğerlerinden farklı bir şey demeyecekti, bu yüzden o konuyla ilgi konuşmasın diye başımı iki yana salladım. Anlayışla karşılayıp önüne döndü ve konuştu, kendisiyle ilgili konuştu.

 

"Aslında ben de korkağım." dedi. "Gece kendine korkağım diyor ama aslında değil, sadece sevdiklerine fazla değer veriyor ama ben gerçekten korkağım çünkü duygularımdan korkuyorum, ağlamaktan korkuyorum, geçmişimden korkuyorum, sevdiklerimi kaybetmekten korkuyorum." Derin bir nefes alıp sözünü kesmeden onu dinlemeye başladım. Cesaretini toplamışken araya girmek istemedik hiç birimiz.

 

"Küçük yaşta annem ve babamı kaybettim." Bakışları Aras'a kaydı. "Kaybettik." diye düzeltti. Ben alt dudağımı ısırıp onu dinlemeye devam ettim. Bulduğum ilk fırsatta bu gerçeği onlara söylemeliydim. Alıştıra alıştıra söylemek istiyordum ama bu durumu nasıl alıştırabilirdim bilmiyorum. Ortada şehit olduğunu düşündüğü babası vardı, ama aslında sapasağlam ve yaşıyordu. Bu durumun nasıl bir alıştırması olur ki?

 

"Aklım eriyordu o zamanlar ama çocuktum yine de, kabullenmek istemiyordum, kabullenmedim de. Onların yaşadığına inandırdım kendimi ama asla bunu Aras'a söylemedim. Onları bulup ona sürpriz yapacaktım." dedi, sıkıntıyla çenesini kaşıdı. "Ailemizi kaybedince bizi yetimhaneye verdiler. Akrabamız yoktu, olanlarla da biz konuşmuyordu, bu yüzden yetimhaneye verildik." Başını geriye attı, yan profilinden gözlerinin dolduğunu gördüm. O anları hatırlamak onu kötü etkilemişti. "Aslında nasıl verildik bilmiyorum, bir gün gözlerimizi bir açtık yetimhanedeydik." Kaşlarım havalandı, o nasıl oluyordu? Nedense bu işte bir iş olduğunu hissettim.

 

"Bir süre orada kaldık, sonra Aras gitti." dedi, sesi çok kısık çıkmıştı. "Evlat edindiler onu. Kardeştik biz, ayrılmak istemedik ama onu evlat edinenler bir çocuk alacaktı. Yetimhane müdürüyle konuştum, almasınlar kardeşimi dedim ama bir çocuğun sözüne kim itibar eder ki? Umursamadı beni ve kardeşim evlat edinildi. Birkaç ay boyunca onsuz kaldım o yetimhanede, birkaç ayın sonunda ise beni de bir aile evlat edindi. Sesimi çıkarmadım, tek derdim bir an önce büyüyüp kardeşimi bulmaktı. Aras evlat edinildikten sonra hiç görüşmedik, kaç defa yetimhane müdüründen adresini öğrenmeye çalıştım, telefon numaralarını istedim ama vermedi. Çünkü onunla konuşursam onun aklına girip o ailede sorun çıkarmasını isterim falan sandı. Sonra da buraya tekrardan döner sandı, bu yüzden hiçbir şey söylemedi bana." Gözünden akan bir damla yaşı sildi. O günlere döndüğüne emindim. Bakışlarım Aras'a kaydı, o gözyaşlarını silme gereği bile duymuyordu. Pars'ın aksine rahatça ağlıyordu.

 

"Beni evlat edinen aileden de yardım istemedim. Kardeşimi bulmalarını istemedim çünkü onlarda sadece bir çocuk istiyordu, eğer onu bulmalarını istersem yanlarına almalarını da isterim diye düşünürler sandım ve bu yüzden söylemedim. Onların yanında mutluymuşum gibi yaptım. Onların bana sunduğu imkanlardan faydalandım. Zengin bir aileydi, çeşitli kurslara gönderdiler beni, onlardan biride bilgisayar kursuydu. Kendimden büyük biriyle tanıştım, bilgisayarlardan iyi anlıyordu. O zamanlar tam bilmiyordum ama büyüdükçe o kişinin bir hacker olduğunu anladım. Onunla birlikte Aras'ı bulmaya çalıştık ama bulamadık, çünkü onu evlat edinen ailesi kendi soyadlarını ona vermişti. Bu yüzden işimiz zorlaştı. Zaten tanıştığım kişide yeni yeni hacker sayılırdı, henüz deneyimli değildi." Masanın üstündeki su şişesine uzanıp içti.

 

"Yıllar geçti, büyüdüm ama henüz reşit olmadım. O tanıştığım kişi de büyüdü tabii, büyüdükçe kendini geliştirildi ve Aras'ı bulmamı sağladı. Aras da beni araştırıyormuş ama benim de soyadım değişmişti, bu yüzden beni bulamadı. Aras'ı bulduktan sonra on sekiz yaşıma girene kadar onunla görüştük, on sekizime girince ise soyadımı, babamın soyadını, Karadağlı soyadımızı geri aldım. Daha sonra mahkemeye gidip kardeşimin nüfusunu üstüme almak istediğime dair dilekçe verdim. Biraz zor oldu ama aldım onu da yanıma, sonra ona da ait olduğumuz soyadı verdim. Ondan sonra hayatımıza yine babama ait olan soyadımızla, Karadağlı'yla devam ettik." Pars soluklanmak için duraksarken benim kaşlarım çatıldı. Şu anda bazı taşlar yerine oturuyordu aslında.

 

Kenan amca neden bunca zaman oğullarının yaşadığını öğrenmedi diye sorgulamıştım ama onlar on sekizine kadar farklı bir soyadıyla hayatlarına devam etmiştim, bu yüzden onların yaşadığını bilmiyordu ama Aras ve Pars nasıl bulamamıştı? Kenan amcanın soyadını değiştiğini sanmıyorum. Zaten künyede de Karadağlı yazıyordu. Hem niye değiştirsin ki? Ama Pars'lar nasıl hayatta olduğunu öğrenemedi?

 

"Aras'ı almıştım yanıma, geriye annem ve babam kalmıştı. On sekiz yaşıma gelmiştim ama hâlâ yaşadıklarına inanıyordum. Aile bağı diyordum kendi kendime, hissediyorum diyordum ama yanılmıştım. İkiside şehit olmuştu. Bir süre onların şehit olduğunu kabullenememiştim, hatta mezarlarını bile açtırıp test yaptırmıştım ama şehit olduklarını hâlâ kabul edememiştim. O kadar şeye rağmen hissediyorum deyip duruyordum. Aras benim durumumun iyiye gitmediğini görünce tedavi olmamı istedi, kabul etmedim. Tedavi falan olmadım ve askerliğe bir sene geç başladım. Çünkü psikolojim iyi değildi." Bakışları bana kaydı. "Sen de bir sorun olduğunu görünce seni takip ettim, psikoloğunla görüştüm çünkü seninde benim gibi bir şeylere geç kalmanı istemedim." Yutkundum, şu anda daha çok pişman olmuştum çünkü ben onu suçlayıp üstüne birde yıllardır çıkarmadığı künyemi almıştım. Oysa ki sırf o beni düşündüğü için öyle yapmıştı. Bir de mecbur olduğu için. Benim yaptığım ise... Hiç olmamıştı. Keşke zamanı geri alabilsem de onu yaptıklarımı, söylediklerimi tekrarlamasam.

 

"Böyle yaparak seni incittim, üzdüm ama pişman değilim, yine olsa yine yaparım. Yeter ki benim gibi bir şeylere geç kalma." Gülümsedim. İçimden iyi ki demeden edemedim, iyi ki bu adamı sevmişim. Artık ben de hiçbir şeye geç kalmayacağım. Bu saatten sonra, Pars'ın geçmişini öğrendikten sonra hiçbir şeye geç kalmayacaktım. Kalacak olsam bile Pars buna izen vermezdi.

 

"Asker oldum, kardeşim gibi sevdiğim silah arkadaşlarım oldu, sonra da gittiler." Yine bakışları bana kaydı. "Tabii ondan önce bir operasyon dönüşünde seni buldum, o zamandan beri de sana aşıktım. Aras dahil hepsi senin karşına çıkmamı istedi ama ben tek bir fotoğrafına bile bakmadım." Önüne döndü ve parmaklarıyla oynamaya başladı. "Yapamadım çünkü ben ilk önce anne ve babamı sonra Aras'ı kaybetmiştim. Aras'ı bulmuştum ama anne ve babam gitmişti. Seninde karşına çıkarsam benden gidersin diye korktum, en çokta beni sevmezsin diye korktum. Bu yüzden Aras senin bilgilerinin olduğu dosyayı bana verdiğinde açıp bakmadım. Bakarsam seni bırakmazdım, beni istemezsen yıkılırdım ve ben bunu cesaret edemedim." Yüzümde buruk bir gülümseme olmuştu. Çok güzel seviyordu. Yürekten seviyordu ve bir kez daha ona bir şans verdiğim için şükrediyorum. Sanırım en güzel iyikim olmuştu. "Seni gördükten dört yıl sonrada silah arkadaşlarımı kaybettim." dedi kısık bir sesle. Etrafa kısa bir sessizlik çöktü. Pars anlattıklarının rahatlığıyla sustu biz ise öğrendiğimiz geçmişiyle.

 

Aras'ın konuşmasıyla bu sessiz ortam birden neşelendi. "Ben o kadar dedim sen karşısına çık sever seni, sevmezse bile kaçırır zorla sevdiririz dedim ama dinlemedi beni. Yıllarca hayallerinde tek görüntünle sevdi seni. Tabii bir de boynunda taşıdığı künyenle." Gülümsemeden edemedim. Onun gibi seven insan var mıydı bilmiyorum ama benim karşıma ilk defa böyle seven biri çıkıyordu. Ve ne zaman onun sevgisini hissetsem içim kıpır kıpır oluyordu. Üstelik sevgili olalı daha birkaç saat oluyordu. Şimdiden böylesem ilerisini düşünemiyorum.

 

Aras'a bakıp "Eğer beni kaçırsaydın benden güzel bir dayak yerdin." dedim gülerek.

 

"Sanki şimdi yemiyoruz." diye söylendi. Ona gülüp devam etmesi için Pars'a baktım, fazla bekletmeden konuşmasına devam etti.

 

"Silah arkadaşlarım şehit olduğunda birkaç gün onlarında gittiğini kabullenmedim ama bu uzun sürmedi, birkaç günün ardın acı gerçeği kabullendim."

 

"Peki operasyon sırasında bize aşırı tepki vermeniz ne içindi?" diye sordu Enes.

 

"Çünkü..." dedi Aras, Pars'ın konuşmasına müsaade etmeden. "Kendisi sevdiklerinin zarar görmesinden, özellikle gözlerinin önünde zarar görmesinden korkuyor. Bir keresinde domates keserken parmağımı kesmiştim, ilk önce beni bir güzel azarladı, daha sonra yarayı temizleyip birkaç ay boyunca elime bıçak almamı yasakladı." Kaşlarım havalandı, demek herkesi böyle çok seviyordu.

 

"Bunları bize niye ilk başta anlatmadın?" diye sordum Pars'a dönerek.

 

"Acılarımı anlatmayı sevmem, korkularımı birilerinin bilemesinden hoşlanmam ve korkularımı, acılarımı dile getirince sanki tekrardan o anları yaşayacağımı düşünürüm. Hatta ben sanırım ikinci defa birilerinin yanında ağladım." İlki benim arkama bile bakmadan gittiğim zamandı. Hep içine atmıştı, kimseye içini açıp dertlerini söylememişti, hatta doğru dürüst bile ağlamamıştı ve o kadar içine atmaya yeter dememişti. Dimdik durmuştu. Sanki acıları, içine attıkları onu dimdik ayakta tutmuş gibiydi.

 

"Hakket ya, ben otuz iki yaşındayım bu zamana kadar abimi bir kere ağlarken görmüştüm, o da annem ve babamın şehit haberi geldiği zamandı." dedi, yüzü düştü. "Onda bile odasına kapanıp ağlamıştı, ben odasının kapısının önünde durduğum için ağlama seslerini duymuştum." Aras'ın gözlerinin dolduğunu gördüm, o anları hatırlamıştı. Bakışlarım Pars'a kaydı, onunda sol gözünden bir damla yaş yanağına doğru süzüldü.

 

Daha fazla bekleyemezdim, daha fazla üzülmelerini izleyemezdim. Sanırım söylemek için bundan daha iyi bir fırsat bulamazdım.

 

Allh'ım lütfen bana inansınlar...

 

"Benim size bir şey söylemem lazım." dedim tek nefeste. Bütün bakışlar bana dönerken ben bakışlarımı Pars ve Aras'ın üstünde gezdirdim. "Hani tedavi olacağım demiştim, biri gözlerimi açtı demiştim ya, o kişi..." deyip duraksadım, kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı. Hem heyecandan hızlı atıyordu hem de tepkilerini merak ettiğimden. "... Benim gözümü açan kişi Aras ve Pars'ın babasından başkası değildi." Bir gerçeği dile getirmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Sanki bir ton yük omuzlarımdan inmişti ve rahatlamıştım. Öyle bir hafiflik çökmüştü üstüme.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sonunda bütün sırları öğrendik. Pars'ın neden Gece'yi araştırmadığını, Gece ve Enes'e neden bağırdığını ve neden geçmişini anlatmadığını. Neler düşünüyorsunuz bununla ilgili?

 

Gece de Aras ve Pars'a babalarının yaşadığını söyledi. Doğru bir zaman mıydı sizce?

 

Aras ve Pars nasıl tepki verecek sizce?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%