@kitap__gezegeni1
|
Ou vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
1.Bölüm "Askeriyeye Dönüş"
GECE SAYER
Deri ceketimi elime alıp dışarıya çıktım, ayağıma botlarımı geçip bahçeden de çıktım. Kaldırım kenarına çıkarak fırına doğru ilerledim, elimde tuttuğum ceketimi üzerime geçirdim. Tanıdığım kişilere selam vererek bir alt sokaktaki fırına geldim.
"Günaydın Ramazan amca, bana üç tane ekmek versene." dedim kasanın başındaki adama.
Ekmekleri poşete koyarken konuştu. "Günaydın kızım, bakıyorum da yine erkencisin."
"Alışkanlık Ramazan amca ya, evde yan gelip yatamıyorum maalesef." Ekmekleri bana verirken cebimden parayı çıkarıp verdim.
"Üç ay oldu kızım yakında tekerardan çağırırlar. Sonuçta sadece açığa alındın temelli işi elinden almadılar." dedi para üstünü uzatırken.
"Hayırlısı bakalım, görüşürüz." deyip poşeti alarak kapıya ilerledim.
"Babana selam söyle." Arkamdan seslenen Ramazan amcayı başımla onayladım.
"Aleyküm selam." diyerek elimdeki ekmek poşetinden ekmeğin köşesini koparıp yedim, ekmeği yiyerek ilerlemeye devam ettim.
Gözümün önüne gelen kumral saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp elimdeki ekmek parçasını yemeye devam ettim. Bir üst sokağa geçecekken evde yumurtanın kalmadığı aklıma geldi. Yolumu değiştirmeden caddeye çıkıp köşedeki markete ilerledim.
Marketin önüne gelmiştim ki marketin yan sokağında duyduğum sesle kaşlarım çatıldı. Başımı hafif yana yatırıp marketin sağ tarafına baktım, bir tane orta yaşlarda bir adam önüne iki tane kızı almış bağırıyordu. Olduğum yerde durup derdini öğrenmeye çalıştım. Belki babalarıydı, tabii bu bağırmasını haklı göstermez ama belki geçerli bir nedeni vardır diye olaya bodoslama dalmak istemiyordum. Sonra başım beladan kurtulmuyordu.
"Lan neyini anlamıyorsunuz? Gideceksiniz ve dileneceksiz, sonrada paraları bana getireceksiniz!" Adamın dedikleriyle boğazımı temizledim, elimdeki ekmediği kaldırım kenarındaki bir ağaca astım.
Ellerimi arkamda birleştirip adamı dinlemeye devam ettim, bir yanda da çevreye baktım. Birçok kişi adamı ve dediklerini duyuyordu ama bir şey yapmadan geçip gidiyordu. "Müdahale etseniz ölürsünüz zaten!" Ağzımın içinden söylendim.
Adam kızlara bağırarak yapması gerekenleri anlatırken kızlar ağlayarak yapmak istemedikleri söylüyordu. Daha fazla dayanamayan adam kızları kolundan tutup çekiştirdi. "Bugün para getirmezseniz aç aç yatağa girersiniz!" deyip kızları hafif ittirdi. "Benim sinirlerimi daha fazla bozmadan yürüyün!" Adam çevresindeki insanları hiç umursamıyordu, hoş çevredeki insanlarda onu umursamıyorum ya.
Kızlar adamın dediğini yapmadan oldukları yerde durmaya devam ederken adamın iyice sinirlendiğini hissettim. "Lan yürüsenize! Canınıza mı susadınız siz!" diyerek kızların üstüne doğru gitti. Bir tanesine tokat atacağını anlayınca hızla yanına gidip bileğini tuttum, bir şey demesini beklemeden yüzümü kafasına geçirdim.
Acıyla bağırıp geriye doğru sendeleyerek yere düştü. Az önce küçük çocuklara bağıran adamı umursamadan geçip giden insanlar kavga olduğunu görence bir anda durup meraklanmıştı. Gözlerinin önünde küçük çocuklar dayak yeselerdi böyle izlerlerdi kesin! Müdahale etmeye gelince yoklar ama.
"Ne yapıyorsun lan sen?" Adam acıyla konuşunca ona odaklandım, burnunu tuttuğu eli burnundan akan kandan dolayı kıpkırmızı olmuştu.
"Niye sinirlendin? Çocuklara yapmak istediğin şeyi ben sana yapıyorum işte." Sakin bir şekilde konuştum. Onun yanına doğru adımlayıp yere düşen adamın üstüne doğru eğildim. "Beğenmediysen aynısını başkasına yapmayacaksın." dedim tehditvari bir sesle.
"Siktir git şuradan bela açma başıma!" deyip ayağa kalktı, beni omzumdan ittirerek kızların yanına ilerledi. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım. "Siz de yürüyün işinizin başına!" Çocuklara bağırınca benim sakin olma çabalarım boşa gitti.
"Çocukları dilendiremezsin! Polisi arayıp ihbar ederim seni." dedim ona dönerek. Burnunu koluna silip bana döndü.
"Git ihbar et." dedi özgüvenli bir sesle. "Bu çocuklar benim çocuğum, ister döverim, ister dilendiririm, ister de severim. Sen karışamazsın!" Ellerimi yumruk yaparak bir kez daha sakin olmaya çalıştım. Bok karışamazdım! Bal gibi de karışır o çocukları bu ite bırakmazdım!
"Çocuklar senin çocukların diye onlara istediğini yaptıramazsın. Şansını zorlama istersen, sosyal hizmetleri arayınca dilendirecek bir çocuğun bile kalmaz."
"İşine bak kardeşim, boş tehditlerle işim olmaz." deyip çocukların kollarından tuttu, çocuklar gitmemek için direnirken çocuklardan birinin saçından tutmasıyla sakin olmayı falan bıraktım.
Hızlı adımlarla yanına gitip saçını tuttuğu kızı yanıma çektim, ötekini de yanıma alıp arkama sakladım çocukları. Adam konuşmak için ağzını açmıştı ki saçından tuttuğum gibi yanında durduğumuz elektrik direğine kafasını geçirdim.
Yeterince sakin kalmıştım bence...
Etrafımdaki kalabalıktan şaşkınlık nidaları ve çığlıklar yükselirken kafasını direğe çarptığım adam kanlar içinde yere yığıldı.
Adamı umursamadan sanki ellerimde toz varmış gibi birbirine vurup çırptım, arkamı dönüp kızlara baktım. Şaşkınca yerde yatan babalarına bakıyordu ikiside. Yavaşça bana baktılar, aynı şaşkın ifade yüzlerinde durmaya devam ediyordu. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki sokağın başında polislerin siren sesini duydum. İçime derin bir nefes çekip ofladım.
"Geç bile kalmıştınız." Sessizce mırıldandım.
* * *
Başımı duvara yaslayıp nezarethanenin demir parmaklıklarna baktım. Şikayet üzerine ve adamın kanlar içinde yerde yığılması üzerine beni nezarethaneye atmışlardı. Büyük ihtimalle adam da benden şikayetçi olacaktı.
Yüzümü sıvazlayıp gözlerimi kapattım, sabah sabah uğraştığım şeye bakın ya! Gözlerimi kapatıp iç çektim.
Duyduğum kapı sesiyle tek gözümü açıp kim geldi diye baktım. Karakolun amiri aynı zamanda babamın yakın arkadaşı olan Akif akmacayı görünce ayağa kalkıp demir parmaklıklara ilerledim. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki elini kaldırarak beni susturdu. "Hiç ağzını açıpta beni daha fazla sinir etme Gece!" Sık sık nezarethaneye düştüğüm için böyle kızmasını garipsememiştim. "Kızım sen ne zaman akıllanacacaksın? Her gün ayrı bir kavgadan buraya geliyorsun sonrada bizi uğraştırıyorsun!" Haklılık payı fazlasıyla yüksek olabilirdi.
"Akif amca sen bana sık sık beni ziyaret et demiyor musun? Ben de arayı fazla açmadan seni ziyaret ediyorum işte." dedim kısık bir sesle.
Ağzının içinden söylendiğini duyunca sessizce güldüm. "Kızım ben sana gelip bir çayımı iç, halimi hatırımı sor diye beni ziyarete gel diyorum. Kavgaya karışıp kendini nezarethaneye attıt demiyorum." Bunda da haklı olabilirdi.
"Çay verirsen ortada pek bir sorun kalmamış oluyor sanki." diye mırıldandım. Yukarıya bakıp sabır dilediğini görünce konuşmaya devam ettim. "Ya işte ziyaretine geldim Akif amca bence çok şey etmeyelim. Hem ciddiyim, bir çay versen çok iyi olur kavgadan sonra ağzım kurudu, bir de saatlerdir burada oturuyorum haliyle susadım."
"Umarım bir an önce mesleğine geri dönersin ben de senin gibi bir beladan kurtulurum kızım." Güldüm, üç ayda adamı bıktırmıştım anlaşılan. "Senin gibi bir delinin şehirde dolaşması sakıncalı, sen git dağlarda it avla."
"Benim hiçbir suşum yok Akif amca." Hemen savunmaya geçtim. "Ben normal insanlar gibi sakince olayı dinledim, gözlemledim öyle müdahale ettim." diye açıkladım kendimi.
"Kızım adamın kafasını elektrik direğine çarpmışsın, bu mu gözlemleyip dinleme anlayışın?" Başımı sallayıp onayladım.
"Evet bu."
Bir kez daha sabır diledi. "Adam senden şikayetçi olmuş Gece ama sen hâlâ kendini haklı gösterme çabasındansın." Kaşlarım çatıldı, it herif bir de şikayet mi etmiş beni?
"Ben de o itten şikayetçiyim Akif amca, hemen işlemleri başlat ve bir ekip gönder onun yanına. O şerefsizi bir saat için yan nezarethanede görmek istiyorum." dedim kendimden emin bir sesle.
"Emredersiniz küçük Hanım başka bir isteğiniz var mı?" Alaylı soruna şirince gülümsedim.
"Avukatıma da ulaşıp o şerefsizin en ağır ceza almasını söylersen çok iyi olur amcacığım." dedim, aklıma gelen şeyle devam ettim. "Bu arada babama haber verdin mi amaca?"
"Hey Allahım ya akıllısı beni bulmaz delisi peşimden ayrılmaz." Söylenmesine dudak büzdüm. Anlaşılan bu üç ayda onu bir hayli delirtmiştim. Umarım dediği gibi bir an önce mesliğime geri dönerdim de o da benden kurtulurdu. "Verdim, verdim de adam da artık senden bıktığı için söylene söylene telefonu yüzüme kapattı." Eh babam da haklıydı bir yerde.
"Kızmasa bari." diye mırıldandım. "Zaten senden yetirince fırça yedim."
"Amirim?" Bir polis memurunun Akif amcaya seslenmesiyle bakışlarımı kapıya çevirdim. "Sizinle görüşmek isteyen biri var, dışarıda bekliyor." avukatım gelmiş olabilir miydi acaba?
"Büyük ihtimalle avukatın geldi, ben bir konuşup geleyim." deyip yanımdan ayrıldı. Oflayarak ben de az önce kalktığım yere geri oturdum.
Üç ay önce görevden uzaklaştırılıp açığa alınmıştım ve bu üç ay içinde sürekli bir kavganın içinde kendimi buluyordum. İsteyerek olan bir şey değildi aslında, sanırım bela beni çekiyordu.
Başımı arkamdaki duvara yaslayıp gözlerimi kapattım, gözlerimin önüne silah arkadaşlarım gelince gözlerim kapalı olduğu halde dolduğunu hissettim. Üç ay önce gözlerimin önünde acımasızca işkenceye uğramışlardı ve sonrada şehit olmuşlardı. Oradan bir şekilde kurtulmuştum, yaralı halimi umursamadan, karargaha dönmeden onları aramıştım. Her taşın altına baktım tabirini o gün ve ondan sonraki günler yaşamıştım bildiğin.
Her yeri aradım, bakmadığım tek bir yer kalmadı. Aç, susuz, işkence görmüş bir halde yanımda tek bir silah, mühimmat olmadan onları aramıştım. Kısacası kendimi koruyabileceğim hiçbir şey yoktu yanımda, günlerce esir tutulduğum için aç ve susuzdum ve yine günlerce aç susuz onları aramıştım, vücudumda tek bir enerjinin bile kalmadığını hissettiğim halde onlara dair bir iz aradım ama yoktu. Yerde tek bir damla kan bile yoktu. Ailelerine götürebileceğim cansız bedenleri bile yoktu tabutların içinde. Boş tabularla onların karşılarına çıkıp çocuklarının şehit haberini bizzat ben vermiştim.
Bir askerin en zor anı şehit olan birinin haberini ailelerine vermekti, bu görev de bana düşmüştü. Sanırım yirmi dokuz yıllık hayatımda hiç o kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi. Düşmanı sevindirmemek, güldürmemek için dik durmaya çalışmak, karşımda feryat eden anneleri, yıkılmış bir şekilde tabutun başında oğlunun fotoğrafına bakan babaları görüp dik durmak hiç o kadar zor gelmemişti...
Sanırım asla unutamayacağım en acı günlerim o zamandı. İlki gözlerimin önünde işkence edilerek şehit olan silah arkadaşlarım, sonra günlerce dağlarda onların naaşlarnı arayıp bulamamak ve son olarak boş tabutlarla ailelerinin karşısına geçip çocuklarının şehit haberini vermekti. Zor geçen saatler ve zor geçen acı günlerdi... Tabii benim işkence görmüş berbat hallerim de cabasıydı...
Duyduğum kapı sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp yavaşça gözlerimi açtım, bakışlarımı kapıya çevirdim. Babamın ağır adımlarla içeriye girdiğini görünce yavaşça ayağa kalkıp demir parmaklıklara ilerledim. En son nezarethaneye düşmemin üstünden 24 saat bile geçmemişti, umarım kızmazdı.
"Evet Gece Hanım sizi dinliyorum." diyen babama baktım.
Gülümsedim. "Şey babacığım acaba susma hakkımı kullanabiliyor muyum?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırdı.
"Hayır kullanamazsın."
"Peki ya avukatım olmadan konuşmama hakkımı?" Yine kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. Dudak büzerek bir kez daha şansımı denedim. "O zaman eve gidince konuşma hakkımı kesin kullanabilirim değil mi?" Gülümseyerek sordum.
"Bence şansını zorlamadan konuş kızım." Derin bir iç çektim.
"Ya baba burası nasıl bir karakol? Ben avukatım gelmeden tek kelime etmek istemiyorum. Eğer zorla konuşturursan vallahi billahi şikayet ederim bu karakolu." Babam bu karakolun müdürüydü, haliyle mesleğinden dolayı sürekli beni bir sorguya çekme çabaları vardı. "Ayrıca ben Akif amcaya o piç kurusundan şikayetçi olduğunu söyledim ama ne bir şikayet dilekçesi getirdi bana ne de çay. Dilim damağım kurudu yemin ediyorum."
"Müstehak bunlar sana kızım." Söylenmesiyle demir parmaklıklardan elimi uzatıp elini tuttum.
"Vallahi kalbimi kırıyorsun baba. Sence ben suçsuz olduğum, sorup soruşturmadığım bir kavgaya girip mapus damlarına düşecek biri miyim?" Ajitasyon yaparak sordum.
"Aynen öyle birisin kızım." Lafı hiç dolandırmadan söylenmesiyle az ilerideki masanın başında oturan polis memurunun güldüğünü duydum. Babamın bakışlarını görünce gülmesini kesip önündeki dosyalarla ilgileniyormuş gibi yaptı.
"Ne var yalan söyleyip beni rezil etmesen baba?" Polise bakarak sordum, rezil olmuştum. Aslında ben her gün nezarethaneye girerek zaten rezil oluyordum ama olsun.
"Ne var kızım her bulduğun kavgaya karışıp kendini nezarehaneye attırmasan?" Haklı bir cümle.
Hemen savunmaya geçtim. "Benim suçum değil, diğer kavgalarda olduğu gibi bu da benim suçum değil." diyerek kendimi açıkladım. "Adam gözümün önünde kızlara, hatta kendi kızına vuracak ve ben de diğer insanlar gibi görmezden mi geleceğim?" dedim. "Asla gelmem!"
"Tamam bunu sonra konuşuruz." deyip az önce bana gülen polis memuruna baktı. "Oğlum aç kapıyı." Polis memuru yanıma gelirken babam bana döndü.
"Avukatın geldi, Akif amcanla konuşuyor. Sen şimdi ifadeni ver sonra o adamdan şikayetçi olduğuna dair dilekçe vermen gerekiyor." Başımı sallayıp onu onayladım, aslında anlatmasın gerek yoktu. Dediğim gibi buraya sık sık geliyordum ve hiç de ben suçlu olmadığım için hep karşı taraftan şikayetçi oluyordum, artık her şeyi ezberlemiştim.
Polis memuruyla gidip ilk önce ifademi verdim, sonrada avukatımla birlikte adamdan şikayetçi olduğuma dair dilekçe verdik. Birkaç saate işim bitince babamla birlikten karakoldan çıktık. Evet adam benden şikayetçi olmuştu ama kamera kayıtları incelenince benim haklı olduğum görünmüştü, tabii adamın kafasını elektrik direğine çarpmam dışında. Bir de babam emniyet müdürü olunca çıkmamda büyük yardımı dokunmuşta olabilirdi. Her zamanki gibi...
Eve gelince arabadan inip bahçeye girdik, biz daha kapıya ulaşamadan kapı kardeşim Can tarafından açıldı. "Ooo Gece Hanım sabah ekmek almaya gidiyorsunuz ama her zamanki gibi mapus damlarında buluyoruz seni." Alaylı konuşmasına güldüm, ona da bu üç ayda baya bir eğlence çıkmıştı.
"Anne mapuslara düşen kızını babam kurtarmış, bir daha düşmeden önce doya doya hasret gider istersen!" İçeriye doğru bağırmasıyla yanına gidip kafasına vurdum.
"Tamam lan yeter bu kadar zevzeklik, yeterince eğlendin bence." deyip içeriye girdim, ayağımdaki botları çıkarıp mutfağa ilerledim. O sırada Can beni babama şikayet etmekle meşguldu.
"Görüyorsun değil mi baba? Hem sabah sabah seni uğraştırıyor, ayağına kadar getiriyor hem de senin biricik velihattın yani beni dövüyor. Vallahi bu kız ne zaman büyüyüp akıllanacak bilmiyorum." Göz devirdim, sanki şu anda kendisi beni çocuk gibi babama şikayet ederek çok büyük olduğunu sanıyordu!
Mutfağa girince annemin kahvaltı hazırladığını gördüm. "Daha kahvaltı yapmadınız mı siz?" Merakla sordum, çünkü çoktan öğlen olmuştu.
"Evde ekmek yok, evin biricik kızı mapuslara düşünce de kimsenin boğazından tek lokma geçmedi." dedi mutfağa girince Can. "Tabii benim hariç, artık üç ayda bu duruma alıştım ama annem ve babam bir türlü alışamadı."
Onu umursamadan annemin yanına gidip yanağından öptüm. "Yardım edilecek bir şey var mı anne?"
"Yok kızım otur hadi sen de." deyince masaya geçip oturdum. O sırada kapı çalınca tekrardan ayakalanacaktım ki babam ayağa kalkıp konuştu.
"Otur kızım sen ben bakarım." deyip mutfaktan çıktı. Kısa süre içinde kapıdan bana seslenince merakla yanına gittim. Yanına gelince kapıdaki postacıyı gördüm.
Postaçı konuşunca ona odaklandım. "Gece Sayer adına resmi belge var." Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Görevden uzaklaştırılalı 3 ay olmuştu, bir disiplin suçu olmadığı için, sadece psikolojik açıdan kendimi toparlayayım diye açığa alındığım için ne zaman mesleğime döneceğimi bilmiyordum. Diğer türlü genelde üç ay falan sürüyordu ama bu disiplin soruşturması olmadığı için bir süresi yoktu. Ya geri dönmüştüm ya da bu süre uzatılmıştı. Başka türlü resmi bir evrağın geleceğini sanmıyordum çünkü.
"Benim." dedim, adam belgeyi bana verdikten sonra gerekli yerlere imzamı attım. Adam bahçeden çıkarken elimdeki kağıda baktım.
"Abla hadi aç, büyük ihtimalle askeriyeden geldi." dedi Can heyecanla. Benden daha heyecanlıydı kendisi.
Kağıdı yavaşça açıp okudum, daha yarısını okumuştum ki Can "Abla gizem kasmada dışından oku." dedi, göz devirip onu umursamadan kağıtta yazanları okumaya devam ettim. Tabii Can da konuşmaya devam etti. "Beni askeriyeye geri çağırdılar, benden kurtuluyorsunuz de hadi." Heyecanlı bir şekilde konuşmasına güldüm. "Off abla hadi ya!" Bir kez daha göz devirerek ona cevap verecektim ki babam araya girdi.
"Oğlum bir sus da kız kağıtta yazanları bir okusun." Babam Can'ı susturunca kağıtta yazanları idrak edebilmek için iki kere okudum. Yutkunup bizimkilere döndüm, meraklı bir şekilde bana bakıyorlardı.
"Aha surat ifadesine bakacak olursak benim deli ablamı meslekten temelli atmışlar." dedi Can üzgün bir sesle. "Boş ver abla, sen daha iyilerine layıksın." Benimle dalga geçmesine bile takılacak değildim su anda çünkü mesleğime geri dönmüştüm.
"Kızım ne yazıyor kağıtta çatlatmada söyle artık." dedi annem meraklı ve sabırsız bir şekilde. "Ayrıca sen de iki dakika sevzekliği bırak oğlum." diyerek Can'a kızdı.
Elimdeki kağıdı babama uzattım, yüz ifadem hâlâ değişmemişti. Babam merakla bana bakıp kağıdı aldı, aynı benim gibi yavaşça okudu. Anında yüzünde bir gülümseme oluşurken kolumdan tutup sıkıca bana sarıldı. Kollarımı babama dolarken sevinçle konuştum. "Mesleğime geri döndüm!" Sevinçle konuşmak yerine biraz bağırmış da olabilirdim aslında.
"Allah be artık ablamın odasına ben yerleşebilirim!" diyerek Can da sevincini ortaya koyup bize sarıldı. Annem de gelince küçük ailemizde küçük bir sevgi patlaması yaşandı.
Annem ve babam benim mesleğime geri dönmeme, Can ise odamı almasının sevincini yaşadı. Ben ise hem mesleğime geri dönmeye hem de yeni bir timin komutan yardımcısı olmama sevindim. Üstelik bu tim yeni kurulmuştu.
"Abla lütfen beni hemen çağırıyorlar de ve git, ben de bir an önce odana yerleşeyim olur mu?" Can'ın dediğine güldüm.
"Sen çok konuşmada git benim bilgisayarımı getir, timin mail'ini göndermişler, onlara bakacağım." dedim.
"Evin en küçük üyesiyim diye bütün işleri bana yaptırmanız haksızlık." Göz devirdim, görende bütün ayak işine kendi gidiyor sanacaktı.
"Çok bilmiş kardeşim bütün işleri sana yaptırıyor olsaydık sabah ekmek almaya ben değil sen giderdin."
Dediğim şeye güldü. "Aynen abla ekmek almaya diye gidip mapuslara düştün." dedi alaylı bir sesle. "Hayır milletin kızları ekmek almaya diye kocaya kaçar bizimki mapus damlarına düşüyor." Kendimi tutamayarak dediği şeye güldüm, haklılık payı vardı sanki.
"Tamam tartışmayın artık." diyerek annem araya girdi. "Hadi oğlum sen de ablanın bilgisayarını getir de konuşalım. Daha nerede görev yapacağını bile bilmiyoruz."
Can oflaya oflaya bilgisayarı almaya giderken biz de daha fazla kapı önünde durmayıp mutfağa gittik. Yerlerimize oturunca Can da elinde bilgisayarımla yanımıza geldi. "Eee kızım aynı yerde mi görev yapacaksın yoksa başka bir yere mi atandın?" Bilgisayarımı açarken annemin sorusuna cevap verdim.
"Bitlis'e atanmışım anne, yeni bir tim kurulmuş o timin komutan yardımcısı olacakmış. Mail'ime de yeni timin öz geçmişlerini göndermişler." Bilgisayarı açıp gelen e-posta'larımı kontrol ettim. Aradığım postayı bulunca tıklayıp girdim.
Bizimkiler kahvaltılarını yaparken ben de timdeki kişileri inceleyip kısaca yazdıkları öz geçmişlerini okudum. Anladığım kadarıyla timde zor şeyler yaşayan bir tek ben değilmişim, hepimizin acı bir geçmişi olmuş.
"Oha! Timin ismine bak, asalet akıyor bildiğin." Can'ın dolu ağzıyla söylediği şeyden sonra bakışlarımı bildisayar ekranından çekip ona baktım, az önce postaçının getirdiği kağıdı inceliyordu. Kağıtta timin adı da yazıyordu.
"Alfa Timi..." deyip biraz düşündü. "Acaba ben de mi asker olsam ya?" Kendi kendine sorup yine kendisi cevap verdi. "Yok ya ben yine hakimlik yolunda ilerlesem iyi olacak. Sonuçta askeriyede ablam gibi bir deli daha görmek istemezler, ben de asker olursam komutanlara yazık olur." Hepimiz onun dediğine güldük.
Görev gizliliğinden dolayı neler yaşadığımı anlatamamıştım ama ayrıntıya girmeden üstünkörü bir şeyler anlattığım için az çok onlarda biliyordu üç ay önce olan şeyleri.
Bilgisayarı kapatıp ben de kahvaltımı yapmaya başladım. Yarın sabah yola çıkmam gerektiği için hazırlanmam lazımdı.
Kahvaltımız bittikten sonra odama geçip valizimi hazırladım. Can da benimle birlikte odaya gelip odada ne gibi değişiklikler yapacağına karar veriyordu. Odama yerleşme konusunda kararlaydı baya.
Hazırlandıktan sonra Can'ı odamdan kovup duşa girdim.Valizimi hazırlamak, duşa girmek derken çoktan akşam olmuştu bile. Zaten günümün yarısını nezarethanede geçirdiğim için eve öğlen gelmiştim, günün bu kadar çabuk bitmesine şaşırmamalıydım.
Saçlarımı kuruturken bir yandan da uçak biletinin saat kaçta olduğuna bakıyordum. Mail'ime bakarken bir de yarın için uçak bileti alındığını gördüm. Bitlis'te havalimanı olmadığı için Bitlis'in yakın illerinden biri olan Van'a alınmıştı bilet. Van da bizi zırhlı araç alacakmış.
Saçlarımı kuruttuktan sonra aşağıya inip akşam yemeği için anneme yardım ettim. Sofrayı hazırladık sonra sessiz bir şekilde yemeğimizi yiyip kalktık. Biraz sohbet edip yataklara dağıldık, sabah erken kalacaktık ama üç ayın sonunda askeriyeye geri dönmenin heyecanıyla uyuyabileceğimi pek sanmıyordum.
Öyle de oldu. Bütün gece gözüme uyku girmedi, bir ara uykuya daldım ama sanırım en fazla yarım saat uyumuştum. Sabah saat 4'te kalkıp havalimanına gittik. Uçağın kalkmasına 10 dakika kala bizimkilerle vedalaşıp hızla içeriye girdim, ilk önce biletimi alıp kontrolden geçip uçağa bindim.
İki aktarmalı uzun bir uçuş olacaktı maalesef. Kulaklığımı kulağıma takıp kısık sesle bir şarkı açtım, uykuya dalma umuduyla gözlerimi kapatıp uzun yolcuğun tadını çıkarmaya çatıştı ama nafile, uzun yolculukları sadece arabalarda seviyordum. Uzun uçak yolculukları bana göre değildi.
İki aktarmalı uzun süren bir uçuştan sonra Van havalimanına inince valizimi alıp dışarıya çıktım. Kalabalıkta etrafıma baktım, az ileride altı tane iri yapılı, siyahlara bürünmüş adamları görünce gözlerimi kıstım. Bir tanesi etrafına bakmak için kafasını çevirince bunun yeni timimdeki, yanlış hatırlamıyorsam Anıl olduğunu gördüm. Mail'deki fotoğraflarını incelediğim için hatırlamıştım. Sanırım yanındakilerde geri kalan tim üyeleriydi.
Valizimi çekiştirerek yanlarına doğru ilerledim. İçlerinden biri arkasına bakınca göz göze geldik, sanırım bu da timin komutanı Pars olmalıydı. Yanlarına gelince hafif baş selamı verdim hepsine, aynı şekilde karşılık alınca önüme döndüm. Sanırım onlarda beni tanımıştı.
Az ileride duran zırhlı araçla hepimiz oraya ilerledik. Araça binip sessiz bir şekilde Bitlis karargahına gittik. Herkes birbirini inceliyordu ama tek kelime edip de sohbet başlatan ya da tanışmaya çalışan olmamıştı. Sessiz bir yolcunun ardın Bitlis karargahına gelince araçtan inip kapıda bizi bekleyen askerin yanına ilerledik.
Selam durup tekmil verdi. "Er Cengiz Öz, Hatay, emredin komutan." dedi. Pars'ın rahat demesiyle elini alnından indirip devam etti. "Size odalarınızı göstereyim komutanım, albayım hazırlanıp öyle yanıma gelsinler dedi."
Hepimiz askerle birlikte karargaha girdik, bize gösterdiği odalara dağılmadan önce "Üniformalarınız yatağın üstünde." diyerek yanımızdan ayrıldı.
Herkes odasına girince ben de kapıyı açıp girdim, elimdeki bavulu kenara bırakıp direkt yatağın üstündeki üniformamın yanına gittim. Uzun zaman olmuştu üstüme giymeyeli. Vakit kaybetmeden üstümdeki kıyafetleri çıkarıp üniformamı giydim, açık bıkartığım saçlarımı ensemde bir topuz yapıp yatağın üstündeki bordo beremi de başımı taktım.
Aynanın karşısına geçip kendime baktım, gözlerim ilk önce aynadan valizime kaydı. Kendime bakmadan valize ilerleyip açtım, sabah evden çıkmadan önce koyduğum çerçeveyi çıkardım. Çerçevenin içinde şehit olan silah arkadaşlarım vardı. "Keşke sizi de tekrardan bu üniformanın içinde görmek gibi bir şansım olsaydı..." Gözümden düşen bir damla yaşla mırıldandım
Gözümde biriken yaşları elimin tersiyle silip çerçeveyi yatağın kenarındanki komodinin üstüne koydum. Fazla oyalanmadan odadan çıktım. Benimle aynı anda yan odalardan da diğerleri çıkınca hep birlikte albayın odasına ilerledik. Birkaç adım atmıştık ki bizi odalarımıza getiren asker gelip bizi albayın odasına götürdü.
Pars kapıyı çalınca içeriden gelen gir komutuyla birlikte hepimiz içeriye girdik. Masanın başında oturan albayın karşısında sıraya dizildik. Albay ayağa kalkıp tam karşımıza geçince sırayla bize baktı, gür ve kalın sesiyle "Sırayla tekmil verin asker." dedi.
İlk önce sağ tarafımda duran Pars söze girdi. Elini alnına koyup "Yüzbaşı Pars Karadağlı, Ankara, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." dedi gür ve bir o kadar da buz gibi bir sesle.
Aynı şekilde ben de elimi alnıma koyup "Üsteğmen Gece Sayer, Ankara, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." dedim. Bizden hemen sonra rütbe sırasına göre diğerleride tekmil vermeye başladı.
"Teğmen Barış Akar, İzmir, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."
"Asteğmen Enes Çelik, Hatay, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."
"Başçavuş Anıl Ünal, Edirne, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."
"Üstçavuş Görkem Vural, Manisa, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."
"Kıdemli çavuş Batuhan Vural, Manisa, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."
Herkes tekmil verdikten sonra kapının çaldığını duydum, albay gel deyince bir asker elinde silahlar ve kimliklerle içeriye girdi. Elindekileri masaya bırıp albaya baş selamı verdi, bir kenara geçip bekledi. Albayın bir kez daha söze giriş yapmasıyla ona bakıp dediklerine kulak verdim.
"Tekrardan, farklı yerlerde, farklı silah arkadaşlarınızla görevinize hoş geldiniz çocuklar. Üstünüze kayıtlı olan silahları ve askeri kimliklerinizi alabilirsiniz." dedi yüzündeki gülümsemeyle.
Sırayla gidip silahları ve kimlikleri aldık. Tekrardan yerime geçince kimliğime baktım, istemsizce yüzümde bir gülümseme oluştu. Bu kimliği taşımayı fazlasıyla özlemiştim. Göz ucuyla diğerlerine baktım, onlarında benden bir farkı olmadığını görünce gülümsemem genişledi. Anlaşılan hepimiz bir hayli üniformamızı, kimliğimizi, silahımız ve mesleğimizi özlemiştik. Umarım en kısa zamanda da bir göreve çıkardık.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
En sevdiğiniz sahne?
bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |