Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21.Bölüm "Yemek Faciası"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​21.Bölüm "Yemek Faciası"

 

Elimdeki bavulu çekerek merdivenin başına gelmiştim ki odasından çıkan Can benden önce davranıp valizimi aldı ve aşağıya indirdi. Bende aşağıya inince kolumu onun omzuna attım, tabii boyu benden uzun olduğu için eğilmek zorunda kaldı.

 

"Abla burada tedavi olup gitsen olmuyor mu?" dedi bir umut. Hem gitmemi, odama sahip olmayı istiyor hem de gitmememi ve burada kalmamı istiyor. Bu çocuk benden daha dengesiz yemin ediyorum.

 

Gülerek "Odamı rahat rahat kullan diye erkenden gidiyorum işte." dedim.

 

"Yok istemiyorum oda falan, tedavi ol öyle git." dedi beklentiyle.

 

"İlk gittiğim psikolog orada." Anında cevap verdi.

 

"Ben sana en iyi psikoloğu bulurum." Kıkırdadım. Yeter ki tamam diyeyim, valla en iyisini bulurdu.

 

"Söz her gün seni arayacağım, sabaha kadar dedikodu yaparız." diyerek onu ikna etmeye çalıştım ama çocuk gibi omuz silkip benden uzaklaştı. Arkadan ona sarılıp konuştum. Gidiyorum diye trip atıyordu.

 

"Ablaya küsülmez." dedim gülerek. "Ya yolda başıma bir şey gelirse? Ya uçak düşerse? Ya Bitlis'e gidince teröristlerin pususuna düşersem? Ya ölürsem? Bana küs olduğun için hep bir pişmanlık olur içinde." diyerek duygusal tarafından vurdum onu. Kim olursa olsun hep işe yarardı bu.

 

"Yapma şunu ya!" diyerek bana döndü ve sarıldı. Gülerek parmak uçlarımda yükselip boynuna bir öpücük kondurdum.

 

"Aferin, ablaya bir daha küstüğünü görürsem bir daha barışmam seninle."

 

"Hep tehdit, hep tehdit." O söylenirken ondan ayrılıp valizimi çekerek dışarıya çıktım. Kenan amca, Pars, Aras ve timin hepsi dışarıda beni bekliyordu. Annem ve babam Pars'ın babası Kenan amcayla tanışmıştı ve şimdi de Bitlis'e geri dönüyorduk. Bizimkilerin izinleri bitmişti ve benim de psikoloğum orada olduğu için ben de onlarla dönmeye karar vermiştim.

 

Elimdeki valizi bırakıp babamın yanına gitti. Kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Geçen gün Pars'la birlikte olduğumu söylemiştim ve haliyle her baba gibi kıskançlığı tutmuştu. Hâlâ da bana tavırlıydı.

 

"Küs müyüz?" dedim, bir süre hâlâ kaşları çatık bir şekilde baksada dayanamayıp sarıldı bana. Gülümsemeden edemedim. Baba yüreği işte, çok fazla küs kalamıyor. Aynı zamanda kıskanmadan da edemiyor.

 

"Ben sana hiç küser miyim?" dedi dudaklarını boynuma bastırarak. "Ama o adamdan ayrılırsan çok mutlu olurum." Kıkırdadım, bunu ciddi söylemediğini biliyordum tabii ki. O da sevmişti Pars'ı ama kızını da başka bir adamla paylaşmak istemediği için küçük kıskançlıklar yapıyordu.

 

"Valla bizi ölüm ayırana kadar ayrılmayı düşünmüyorum baba." Geri çekilip bana baktı, yüzünde şevkatli bir gülümseme vardı.

 

"Çok mu seviyorsun onu?" Sorusuyla gülümseyip başımı salladım. Bakışları Pars'a kaydı. "Ama seni üzüldüğü anda canına okurum bilmiş ol." Yapar mıydı? Valla yapardı. Bana bırakmaz Pars'ı doğduğuna pişman ederdi.

 

"Senden önce ben okurum baba, merak etme."

 

Babamdan ayrılıp annemin yanına gittim ve ona da sıkıca sarıldım. "Birbirinizi üzmeyin, bir sıkıntınız olunca birbirinize söylemekten sakın çekinmeyin." dedi. Sanırım en çok annem sevinmişti bizim birlikte olduğumuza. Aras sürekli Pars'ı sevgilim olarak tanıtınca kadın kendini çoktan hazırlamıştı bu ana.

 

Annemden ayrıldıktan sonra Kenan amcanın yanına gidip ona da sarıldım. "Benim de kızım olduğunu unutma, bir sıkıntın olunca aramaktan sakın çekinme." dedi. Gülümseyip onu başımla onayladım ve yanındaki Aras'a baktım, burun kıvırıp önüne geçtim.

 

"Hadi seninlede sarılayım bari." deyip kollarımı boynuna dolamıştım ki birden beni belimden tutup havaya kaldırdı ve etrafında döndürmeye başladı.

 

"Canım yengem benim ya!" diye bağırdı döndürürken

 

"Aras başım döndü, indir beni!" diye kızdım ama bir yandan da gülüyordum.

 

"Siz burada yokken kendime yenge bulup üstüne kuma getirteceğim." deyince kaşların çatıldı ve dişlerimi omzuna geçirdim. O acıyla bağırıp anında beni indirirken kötü kötü ona bakmaya başladım. "Gider ayak ısırmadan da gitmeyeyim mi dedin?" diye kızdı bana. Hem beni sinir ediyor hem de bana kızıyor! Şerefsiz!

 

"Kaşındın." deyip kollarımı gögsümün altında birleştirdim.

 

"Görürsün sen, en çıtırından abime bir kız bulayım da o zaman bunların hesabını sorarım." Kaşlarım iyice çatılırken Kenan amcaya baktım.

 

"Kenan amca bunun evlatlık olma olasılığı yüzde kaç?" Kenan amcadan önce Aras öne atılıp babasına yaklaştı, yüzlerini aynı hizaya getirip konuştu.

 

"Bak bakayım şu iki sıfata, sence evlatlık mıyım?" dedi. "Maşallah babam abimle beni kopyala yapıştır yaparak yapmış." Ben kendimi tutamadan gülerken Kenan amca onun kafasına yavaşça vurdu.

 

Belime dolanan kollarla omzumun üstünden arkama baktım, Pars'ın kahverengi gözleriyle gözlerim kesişti. "Uğraşmasana oğlum kızla." diyerek Aras'a kızdı, bakışları bana kaydı. "Uyma güzelim sen de bu deliye."

 

"Deli ha." dedi Aras alınmış bir sesle. "Daha bir hafta olmadan abimle arama kara kedi gibi girdi bu manyak kız. Benim kesinlikle senin tam tersi olan bir kız bulup senin üstüne kuma getirtmem gerekiyor." Sinirle üstüne doğru yürüyordum ki Pars beni belimden tutup engellerken Aras'da babasının arkasına saklandı.

 

"Dinleme şunu güzelim, ben senin üstüne gül bile koklamam." deyince yüzümde bir gülümseme oluştu ama babamın uyarı amaçlı öksürüğünü duyunca anında Pars'tan uzaklaşıp yüzümdeki gülümsemeyi sildim. Bakışlarım babama kayarken kıskanç bakışlarının Pars'ın üstünde oluğunu gördüm. Gözüm Can'a kayınca benim halime alttan alttan gülüyordu.

 

"Gözümün önünde bari yapmayın, ben kıskanç bir adamım." deyince dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Merak etme babacığım, ilk aşkım hep sen olacaksın." dedim.

 

"Aksi olamaz zaten!" dedi Pars'a meydan okur gibi. Çocuk gibi Pars'a üstünlük taslamaya çalışıyordu ya.

 

"İlk aşk önemli değil bence, son aşkının kim olduğu daha önemli." diyen Pars'a şaşkınca baktım, yangına körükle mi gidiyordu bu adam? Bir kız babasına bu denir mi? Hele ki o baba benim babam gibi kıskanç biriyse.

 

Etrafa çöken sessizlikle gerildim, bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kendimi zorlayarak kahkaha attım, bütün bakışlar bana dönerken konuştum. "Şakacı şey ya! Pars hep böyle şakalar yapar." Bakışlarım Aras'a kaydı. "Değil mi Aras?" Bana ayak uydursun diye kaş göz yaptım ama Aras bunu görmesine rağmen bana ayak uydurmadı. Aklınca beni zor duruma sokacaktı.

 

"Yok, abim çok ciddi biri..." Sinirle ayağına tekme atınca ters ters bana bakıp konuştu. "Aynen, arada böyle saçma şaşakalar yapar." diyerek sonunda bana ayak uydurmadı başardı! İlla ki kaba kuvvet uygulamam gerekiyordu anlaşılan.

 

Pars benim kıvranışlarımı umursamadan konuşmaya devam etti. "Şaka da olsa gerçeklik payı var." Elimi alnıma vurdum. Bu adam babamdan dayak mı yemeye çalışıyordu? Sinirle etrafına bakan ve sanki ortalığı karıştıran kendisi değilmiş gibi sakin olan Pars'a baktım. Ne yapıyorsun sen der gibi başımı salladım. Omuz silkip ellerini arkasında birleştirdi. İki kıskanç adamın ortasında kalmıştım bildiğin ya, biri babam diğeri sevgilim. Çık çıkabilirsen işin içinden.

 

"Komutanlarım ve bey babalar, sizin kıskaçlıklarınız yüzünden uçağı kaçıracağız." diyerek Görkem araya girdi. En azından birileri bu garip ortamda bana yardımcı oluyordu. Yangına körükle gitmiyordu. "Gece komutanım yine bir şeye sinirlenmeden gidelim yoksa bu sefer geri dönmesi zor olacak." Kıkırdadım, haklı olduğu için kızmadım. Şimdiye kadar çocukluk yapmasaydım belkide çoktan iyileşmiştim.

 

Gidip tekrardan herkesle sarılıp vedalaştık. Babama tekrardan sarılırken kulağıma "Tedavi olana kadar burada da kalabilirsin kızım." dedi.

 

"Biliyorum baba ama her gün onları üniformalarıyla görürsem daha çok inat ederim ve tedavide daha başarılı olurum." Gülümseyip anlayışla karşıladı. Herkesle vedalaştıktan sonra taksilere binip havaalanının yolunu tuttuk.

 

Ağlayarak ayrıldığım Bitlis'e bu sefer de gülerek dönüyordum. Hayat çok garipti. Şimdi sinirliysen bir dakika sonra kahkahalarla gülebiliyordun.

 

*

*

*

 

"İyi günler Gece Hanım, haftaya görüşmek üzere." diyen Başak Hanım'ın elini sıkıp vedalaştım. Bugün psikoloktaki üçüncü günümdü. Şu anlık her şey yolunda gidiyordu, bu gidişle en fazla bir veya iki aya tamamen iyileşecek gibiydim. Bir an önce iyileşmek istiyordum ama her şeyin zamanı vardı. Belki ilk başta tedaviye devam etseydim baya bir ilerleme katetmiş olurdum ama olsun, geç olsun güç olmasın artık.

 

Dışarıya çıkınca Pars'ın arabasına binip lojmanın yolunu tuttum. Pars karargahta olduğu için arabasına ihtiyacı olmadığından bana vermişti. Psikoloğa hep onun arabasıyla gelip gidiyordum.

 

Eve gelince kendimi direkt duşa attım. Güzel bir duş aldıktan sonra saçlarımda fazla suyu alıp tepede topladım ve mutfağa geçtim, bizimkilere yemek hazırlayacaktım. Daha gelmelerine çok vardı ama ben bir yemek hazırlayana kadar zaman akıp giderdi. Bu konularda çok becerikli olduğum söylenmez. Neyse ki internet vardı da bakarak bir şeyler çıkartırdım artık ortaya.

 

İlk önce internette kolay yemek tarfiflerine baktım. Gözüme kestirdiğim yemek tariflerini incelemeye başladım.

 

"Dolapta kıyma varsa köfte yapabilirim sanırım." Yemekleri incelerken mırıldandım. Bunun yanına patates kızarması güzel giderdi.

 

"Evi yakmadığım sürece kızartmayıda yaparım sanırım." Yanında yoğurt çorbası mı yapsam salata mı yapsam acaba?

 

"Bence ikisinide yapayım çünkü hepimiz anca doyardık." Hadi ben neyse de izbandut gibi adamlar zor doyardı. Görkem'in çok yediğini kavga edip nezarethaneye düştüğümüz gün anlamıştım zaten. Kesin diğerleri de Görkem gibi çok yer.

 

"Acaba makarna da mı yapsam yanına?" dedim yine kendi kendime konuşarak. Yalnız olduğum zaman hep kendi kendime konuşurdum. Fark ettiğim şeyle alnıma vurdum. Ben daha bir yumurtayı bile zor kırarken bir tane yemek yapmadan yanına ne yapsam diye düşünüyordum. En iyisi köfteyi yapayım daha sonra vakit kalırsa diğerlerini de yapmaya çalışırım artık. Yetiştiremezsem dışarıdan sipariş verirdim.

 

Elimdeki telefonu tezgaha koyup avuçlarımı birbirine sürttüm ve etrafıma baktım. Bir süre aval aval etrafıma baktıktan sonra tezgahın üstüne koyduğum telefondan köfte için gerekli malzemelere baltım.

 

Dolaptan kıymayı çıkardım, internetten de köftenin nasıl yapıldığına bakıp videolar izleyerek yapmaya çalıştım. Yoğurma işleminde sıkıntı yaşamadığım için mutluydum ama en önemlisi pişirmekti sanırım çünkü ben ya çiğ bırakırdım ya da çok pişirirdim, umarım ortasını ayarlayıp güzel bir köfte yaparım.

 

İki hafta önce Bitlis'e gelmiştik ve hep dışarıdan sipariş veriyorduk. Ben zaten beceriksizdim ama diğerleri benden daha beterdi. Bu yüzden dışarıdan hep ev yemekleri sipariş ediyorduk. Bir kerelik değişiklik yaparak ben yapmaya kaaar vermiştim. Umarım pişman olmam ve güzel bir yemek yaparım.

 

Köfteleri elimle yuvarlak şeklini verip avucumun içinde biraz bastırdım, bu şekilde bütün köfteleri yaptıktan sonra bir tava çıkarıp içine biraz yağ koydum. Tava ısınana kadar bekledikten sonra köfteleri aldım ve tavaya koymaya başladım, son köfteyi koyarken bir an durakasadım.

 

"Acaba tuzu iyi miydi?" Kendi kendime sordum. Az tuzlu olsa o kadar sorun olmazdı ama çok tuzlu olursa kesinlikle yenmezdi. Umarım tuzu yerinde olmuştur.

 

Bütün kötereleri tavaya koyduktan sonra tezgahın üstündeki telefonum çalmayan başladı. Köfteler yanacak korkusuyla telefonuma uzandım ve bakmadan açtım, gözlerim ocaktaki köftelerin üstündeydi. Bizimkilere, özellikle Pars'a güzel bir yemek hazırlamak istiyordum.

 

"Ablaların gülü, ne yapıyormuş bakalım." Can'ın neşeli sesiyle gülümsedim. Neredeyse her gün beni arıyordu.

 

"Yine beni özledin değil mi?" dedim keyifli bir sesle. "Hadi itiraf et, hiç çekinme. Sonuçta ablanın ben senin, özledin diye alay etmem sesinle." Dalga geçmemle homurtusu kulaklarıma doldu.

 

"Seni de aramaya gelmiyor ki, hemen bir yerlerin..." Diyordu ki hızla sözünü kestim.

 

"Çüş lan! Düzgün konuş! Ablanın ben senin." Kahkahası kulaklarıma dolarken köftelere baktım. Bir tarafının piştiğini düşünerek maşa yardımıyla çevirmeye başladım. Birden elime sıçrayan yağ ile acıyla inlendim. "Ahh." İstemsizce bağırdım. Maşa küçük olduğu elim tavaya çok yakındı ve köfteyi çevirirken birden havadan bıraktığım için yağ sıçramıştı.

 

"Abla? İyi misin? Ne oldu?" Can sorularını sıralarken yanan yeri ağzımın içine alıp emdin, bu şekilde daha çok acıdığını hissedince hemen elimi çektim. "Abla sana diyorum, iyi misin?" Can sorusunu yinelerken cevap verdim ona.

 

"İyiyim, elime yağ sıçradı sadece."

 

"Yağ mı? Senin yağla ne işin var?" Yemek yapamadığımı bildiği için cevabım ona tuhaf gelmişti.

 

"Hiç." dedim uzatarak. "Köfte yapıyordum ve birden yağ sıçradı elime." Bir süre sessiz kaldı, yemek yapmaya çalışmama şaşırdığını tahmin ettiğim için şaşkınlığını üzerinden atmasını beledim. O sırada ocağın altını biraz kıstım.

 

"Yemek mi?" dedi şaşkınca, daha sonra ise gür bir kahkaha patlattı. "Abla yazık değil mi arkadaşlarına? Adamları niye öldürmeye kalkıyorsun? Yağız delikanlılara bu yapılır mı?" Alay etmesiyle kaşlarım çatıldı. Aklınca yemeklerinle arkadaşlarını zehirlemene gerek yok diyordu. "Bak kızların hayallerini süslediği erkekleri yemeklerinle öldürürse hiç yakışık almaz. Kızların hayallerini yıkma." Başlarım şimdi kızına da hayallerine de! Pars dışında kimi hayal ediyorlarsa etsinler!

 

"Can döverim seni!" Benim sinirli halimi hiç kâle bile almadan alay etmeye devam etti.

 

"Bak valla hapise girersin, babam bile çıkartamaz seni. Şimdi bırak her şeyi ve yemeklerden uzak dur, mümkünse elinin değdiği her şeyi de çöpe at. Ha sakın hayvanlara da verme. Yazık hayvanları da zehirlersin." Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. "Ya da dur ya, sen iyi misin? Ev yanıyor mu? Sakın yaptığın şeylerden yediğini söyleme bana! Hemen elinde ne varsa bırak, ocak açıksa kapat ve evden çık. Yoksa ya zehirlersin kendi yemeklerinden ya da evi yakarak kendini öldürürsün." Sakin olmayı bırakıp avazım çıktığı kadar telefonun öbür ucundaki Can'a bağırdım.

 

"CAN!" Boğazımın acıdığını hissettim. Nasıl bağırdıysam artık boğazım acımıştı. "Gebertirim seni! Aramızda mesafe var sanıp bundan cesaret almaya kalkışma çünkü yanına gelmem bir uçağa bakar!"

 

"Oldu o zaman, ben sağır olmadan ve sana deli cesareti vermeden kapatayım." diyerek yüzüme kapattı telefonu. Tabii sinir etti beni kapatır! Yüzüme telefon kapatmanın da hesabını soracağım ama şimdi değil.

 

Derin nefesler alarak sakin olmaya çalıştım ama burnuma gelen yanık kokusuyla sakin olmayı boş verdim ve köftelere baktım, hızla ocağın altını kapatıp tek tek köfteleri çevirdim. Neyse ki sadece birkaç tanesi yanmıştı, gerisi iyi görünüyordu.

 

Can yüzünden emek vererek yaptığım köftelerim gidiyordu. Eğer hepsi yansaydı bununda hesabını sorardım.

 

Köfteleri tavadan alıp bir tabağa koydum, patatesleri soyup onları kızartmaya başladım. Zor bela Aklımdaki bütün yemekleri yapmayı başardım. Tabii arada bir yandım, elimin ve kolumun birçok yeri yağ sıçramasıdan dolayı yandı ama olsun. Umarım yaptığım bütün yemeklerin tadı güzeldir de rezil olmazdım. Bir de o kadar yandım, boşa yanmak istemem.

 

Yemekleri bitirip sofrayı hazırladıktan hemen sonra zilin çaldığını duydum. Elimdekileri hızla bırakıp koşarak kapıya gittim ve açtım, karşımda Pars'ı beklerken Görkem'i görmek kaşlarımı çatmama sebep oldu ama bozuntuya vermeden elim tersiyle onu itip arkasındaki Pars'a ilerledim. Bir yandan da Görkem'e söylendim. "Çekil be! Karşımda seni değil Pars'ı görmek istiyorum." diyerek kollarımı Pars'ın boynuna sardım.

 

"Lan ben ne yaptım! Çişim geldi kapı açılır açılmaz eve girerim diyordum azar işittim!" Onun söylenmesini umursamadım. Pars da onu takmadan sarılışıma karşılık verdi. "Takmıyorlar beni arkadaş!" Göz ucuyla Görkem ve bakmak için başımı geriye doğru çekiyordum ki boynuma değen Pars'ın dudaklarıyla bundan vazgeçtim. Onun beni öpmesine izin verdim.

 

"Söylenmeyi bırak da git tuvalete, sonra altına falan işersin maazallah, bir de çişinle uğraşamam senin!" diyerek Batuhan'da kardeşine kızdı.

 

"Çocuk muyum lan ben! Niye altıma işeyeyim?"

 

"Çok konuşmada git Görkem!" diye kızdı Pars. "Sizde film izler gibi bizi izlemeyin lan! Girin içeriye işte!" Sanırım bunu kapının önünde bekleyen ve bizi izleyen bizimkilere demişti. Başım Pars'ın boynunda olduğu için izleyip izlemediklerini bilmiyorum ama kapının önünde durduklarını biliyorum.

 

"Valla son olan kavgadan sonra sizi böyle görmek bizi hâlâ şaşırtıyor komutanım." Bunu diyen Anıl'dı. Sanırım benim açığa alındığım günden bahsediyordu çünkü ondan sonra ufak tefek tartışmalarımız dışında bir kavgamız olmamıştı. Tabii bir de o gün benim büyük laflarımdan sonra böyle görmek haliyle şaşırtıyordu hepsini ama buraya geleli iki hafta oluyordu, aynı zamanda sevgili olalı da iki hafta oluyordu ve hâlâ alışamamışlardı.

 

Ayak seslerinden gittiklerini anlayınca Pars'tan ayrılıp omzumun üstünden onlara baktım, hepsi içeriye girmişti. Bakışlarımı Pars'a çevirip hevesle konuştum. "Size bir sürü yemek hazırladım." Gülümseyip yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

"Şimdiden ellerine sağlık güzelim. O zaman içeriye girip sofraya oturalım." Elinden tutup onunla birlikte içeriye girdik. Pars ellerini yıkamak için lavaboya giderken ben de mutfağa geçtim. Çok geçmeden herkes mutfağa geldi zaten.

 

"Ooo komutanım, döktürmüşsünüz. Neye borçluyuz bu yemekleri?" dedi Barış sandalyeye kurulurken.

 

"İçimden geldi yaptım." dememle hepsi şaşırdı, iki haftadır hep dışarıdan sipariş verdiğimiz için şaşırmaları gayet normaldi.

 

"Valla kurt gibi açım." dedi Enes ve çatalına köfteyi batırıp hiç bölmeden bütün köfteyi ağzına soktu ve çiğnemeye başladı. Hevesle vereceği tepkiyi beklemeye başladım. Umarım güzel olmuştur.

 

Enes büyük bir zevkle köfteyi çiğnedi ama bir süre sonra durdu, yüzü düz bir ifadeyi aldı ve bana baktı. Zoraki bir gülümseme sergileyip çiğnemeye devam etti. "Nasıl olmuş?" Merakla sordum çünkü yüz ifadesi beni kuşkuya düşürmüştü.

 

Sağ elini kaldırdı ve bütün barmaklarını ortada birleştirdi. Güzel olduğunu belirtmek için birleştirdiği pakanlarını birkaç defa salladı ama köfteyi hâlâ çiğnemeye devam ediyordu, üstelik gereğinden fazla çiğnenmişti ve hâlâ yutma gereği duymadan çiğneme işlemine devam ediyordu.

 

"Niye yutmuyorsun oğlum, yutsana!" dedi Batuhan ona bakarak. O da kaşığını aldı ve son dakika yaptığım yorğut çorbasına daldırıp bir kaşık içti. Onunda yüzü düz bir ifade alınca kaşlarım çatıldı. Batuhan'da çorbasını yutmayıp ağzında bekletiyordu.

 

"Siz niye yutmuyorsunuz? Güzel olmamış mı?" Bunu dememle ikiside aynı anda ağzındakileri tutup bana baktılar.

 

"Yok komutanım, çok güzel olmuş." dedi Enes. "Hatta o kadar güzel olmuş ki ilk köftede doydum ben." Kaşlarım biraz daha çatıldı.

 

"Çok güzel olduysa ilk köftede doymak yerine daha fazla yemen gerekmiyor mu Enesciğim?" dedim masada ona doğru eğilerek. Sertçe yutkunup köftelere baktı.

 

"Yok ya, ben diğer yemeklerin de tadına bakayım ondan sonra yerim." deyip Batuhan'a baktı, göz ucuyla bende ona bakınca kaş göz yaptığını anladım. Enes'e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. "Ya da yemeyeyim, ben bir annemi arayayım, Elvan ne yapırmuş bir sorayım." diyerek lafı dolandırdı. Elvan ben açığa alınmadan önce dağda bulduğumuz kızlardan biriydi.

 

Enes masadan kalkmak için hareketlenirken yüzüm asılarak Pars'a baktım. Güzel olmamıştı yemeklerim. Pars benim bakışlarımı görünce masada oturanlara bakıp konuştu. "Herkes önündeki yemeği yesin!"

 

"Komutanım..." dedi Batuhan.

 

"Güzel olmamış değil mi?" dedim. Büyük bir hevesle yapmıştım oysaki.

 

"Bakmayın komutanım siz buna, bence çok güzel olmuştur." diyerek Barış patates kızartmasından bir ısırık aldı ve tıpkı Batuhan ve Enes gibi davrandı. İlk önce çiğnedi, sonra yüzü düz bir ifadeyi aldı, bana zoraki bir gülümseme gönderip uzun uzun çiğnemeye devam etti. En sonda ise zorla yuttu.

 

"Lan niye hepiniz aynı tepkiyi veriyorsunuz?" diyerek Görkem de önündekilerden yemeye başladı.

 

Ona destek olarak Anıl da "Hakket lan." deyip o da bir şeylerden yemeye başladı ve ikiside diğerini aratmadan aynı tepkileri verdi. Hatta ikiside bir süre birbirine baktı, sanki gözleriyle konuşuyorlardı.

 

Yüzüm iyice asılırken arkama yaslandım ve kollarımı gögsümün altında birleştirdim. Öylece önüme bakarken bir el çenemden nazikçe tutup beni kendisine doğru bakmamı sağladı. Pars'ın hafif tebessüm eden yüzüyle karşılaştım. "Asma yüzünü, damak zevkleri yoktur kesin bunların." deyip masadaki yemeklere baktı. "Bence hepsi çok güzel olmuştur." demesiyle bizimkiler aynı anda ayağa kalktı ve masada ne varsa tek tek Pars'ın tabağına koymaya başladılar.

 

"Tabii ki de öyle komutanım, o kadar güzeller ki kelimeler kifayetsiz kalıyor." dedi Barış patates kızarmasından bol bol Pars'ın tabağına koyarken.

 

"Bence bu güzel lezzetlerden mahrum kalmayın bizim yerimize de yeyip gurme kişiliğinizi ortaya koyun." dedi dedi Anıl önündeki çorbayı Pars'ın önüne koyarken.

 

Onları hiç umursamadan Pars'a baktım. Ona baktığımı hissetmiş olacak ki bakışları beni buldu ve hafif tebessüm etti. Eline bir çatal alıp köfteyi ortadan bölerek yarımını ağzına götürüp çiğnedi ama diğerleri gibi yapmak yerine biraz çiğneyip yuttu. Bozulan moralim bu sayede yerine gelirken Pars'ın bir şey demesi için ona bakmaya devam etti.

 

Çatalına yediği köftenin diğer yarımını batırırken "Çok güzel olmuş, ellerine sağlık." dedi ve o köfteyi de yedi. Masada şaşkınca Pars'ı izleyen time bakıp burun kıvırdım.

 

"Zevksizler! Bir daha size yemek memek yok! Sadece Pars'a yapacağım." diye çıkıştım ve kaşığımı aldım, çorbama daldırıp bir kaşık çorba içtim ama içmez olaydım. Ciğerlerim fazla tuzdan iflas etmek için sinyaller vermeye başladı.

 

"Yandım lan!" diyerek masanın ortasındaki sürahiye uzandım ve bardak kullanmadan sürahiyi kafama diktim. Hayatım boyunca bu kadar tuz yemedim ben ya! Bu ne arkadaş, evdeki tuzun hepsini mi boşalttım ben buna?

 

"Yanmak mı?" dedi Batuhan. Elimden sürahiyi aldı ve kafama dikmemi umursamadan kendi bardağına doldurdı. "Ayıp olmasın diye su bile içemedim. Öteki taraftan bana el salladılar da yok gelmem dedim, yoksa fazla tuzdan bana koşan beyaz ışığa doğru gidiyordum." Alay etmesiyle kaşlarım çatıldı. Komikti ama gülmemek için kendimi sıkıyordum.

 

Kaç saat uğraştığım, özenerek yaptığım yemekler yüzünden alay konusu oldum ya. Bir de daha fazla dalga geçmesinler diye gülemiyordum da.

 

"O kadar değil be!" dedim Batuhan'ın dediğine karşı. Bakışları bana kaydı, öyle mi der gibi bana bakmaya başlayınca devam ettim. "Haklısın o kadar." Lafı çevirmemle hepsi güldü. Hiç sesi çıkmayan Pars'a baktım, tabağındaki köfteleri yediğini görünce hızla elinden çatalı aldım. Kim bilir bu köfteyi nasıl yapmıştım. Adam beni üzmemek için mide zehirlenmesi geçirecek şimdi.

 

"Bunun neyi var?" dedim köfteyi kastederek.

 

"Anlatılmaz tadılır." dedi Enes gülerek.

 

Elimdeki çatalı kaldırıp ona doğru tuttum. "Dalga geçme valla acımam çatalla deşerim seni!" deyip elimdeki çatalla Enes'i tehdit etmeyi bırakıp bir köfte alıp böldüm. Yarımını korkuyla ağzıma götürüp çiğenedim, bir daha çiğenedim ve bir daha çiğenedim. En sonunda ağzıma gelen tatla öylece kaldım. Gözlerim dolmaya başlarken gülerek bana bakan time baktım. Şerefsizler! Eğleniyordu hepsi benimle ya!

 

Masanın üstündeki peçeteyi alıp ağzımdaki köfteyi çıkardım ve tekrardan sürahiye uzandım. "Yandım lan!" dedim bir kez daha çünkü köfteler çok acıydı. Acıdan gözlerim bile dolmaya başlamıştı.

 

"Komutanım bildiğim kadarıyla köfteye bir çay kaşığı bilemedin bir tatlı kaşı karabiner atılır ama siz çorbada tuzla ciğerlerini çürüttüğüm yetmez deyip sabah tuvalete zor çıksınlar falan dediniz sanırım." Enes alay etmeye devam ederken ben kana kana suyumu içmeye devam ettim. En sonumda ağzımdaki acı tat biraz olsun azalınca sürahiyi masaya koydum.

 

"Bu niye bu kadar acı olmuş ya?" Kendi kendime sordum.

 

Anıl gülerek "Bilemeyeceğim artık, yemekleri yaparken keşke bir kamera falan koysaydınız da bu şahane yemekleri nasıl yaptığınızı izleseydik." dedi. Göz ucuyla diğer yemeklere baktım. Yemeklere baktığımı görünce devam etti. "Çekinmeyin komutanım, kendiniz yapmışsınız gibi gönül rahatlığıyla yiyin lütfen." Dalga geçmeye devam ederken başımı iki yana salladım.

 

"Yok kalsın." dedim, daha fazlasını bünyem kaldırmaz. "Bunlar böyleyse diğerlerini öğrenmek bile istemiyorum. Beceriksizliğim yeterince gözüme battı zaten." Bakışlarım Pars'a kaydı. "Sen neden sesini çıkarmadan yemeye devam ettin? Ya fazla tuzdan bir şey olsaydı?" Çıkışmamla güldü ve dirseğinin birini masaya yasladı.

 

"O kadar da kötü değildi aslında." deyip bizimkilere baktı. "Yenmeyecek kadar değildi en azından. Yenirdi bence." Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Şaka yapıyor olmalıydı.

 

"Abartma Pars ya. Kendim tatmasam bu dediğine inanacağım."

 

"Bu kadın kesin odun." Duyduğum sesle Görkem'e baktım, Barış'a doğru eğilmiş fısıldıyordu. Barış onlara baktığımı görünce koluyla Görkem'i dürtüp ondan uzaklaştı.

 

"Ne alaka?" dedim hemen. Odun olduğumu nereden çıkarmıştı acaba? Alt tarafı abartma demiştim.

 

"Adam açık açık olmasada senin elinden zehir olsa yerim demeye çalışıyor ama siz..." deyip sustu, birkaç defa boğazını temizledi ve ince bir sesle devam etti. "...Abartma Pars ya, kendim tatmasam inanacağım deyin." Beni taklit ettiğini anlayınca kaşlarım bir kez daha çatıldı ama benim sinirli halimin aksine ben hariç herkes Görkem'e gülmeye başladı, hatta Pars bile.

 

"Komik değildi!" Huysuzca konuştum. "Ayrıca taklit yeteneği sıfır, benim sesim ciyak ciyak çıkmıyor."

 

"Konumuz ciyak ciyak çıkan sesiniz değil bence. Adam iltifat etti ama siz hâlâ ciyak çıkan sesinizdesiniz." Ters ters Görkem'e baktım, hâlâ ciyak ses diyor ya! Değil işte!

 

"Bir; benim sesim ciyak çıkmıyor. İki; belki ben iltifatı için sevgilimi öpeceğim? Sizin önünüzde mi öpeyim?"

 

"Yanaktan masum bir öpücükse öpün komutanım." dedi Barış. "Ama ve lakin benim bünyemin kaldıramayacağı bir öpücük ise lütfen gözümün önünde yapmayın. Zaten hârikulâde yaptığınız bu yemekler yüzünden iştahım kapandı daha fazla kapanmasın."

 

"Pars." dedim, saldalyemle ona doğru yaklaştım. "Tamam yemekleri kötü yaptım ama sürekli yüzüme vuruyorlar ve bozulan moralimi iyice bozuyorlar." Çocuk gibi şikâyet etmemle gülüp beni kolunun altına aldı, başıma bir öpücük konduru ama konuşmadı çünkü Anıl ondan önce konuştu.

 

"Çok iğrenç bir espri yapacağım şimdi." deyip hazır mıyız diye hepimize baktı, herkesin ona baktığını görünce devam etti. "Merak etmeyin komutanım, bozulan moralinizi tamir ederiz." Ben yüzümü buruştururken diğerleri sırf bana gıcıklık olsun diye esprinin iğrençliğine bakmadan hunharca gülmeye başladılar.

 

Alt dudağımı sarkıtarak başımı kaldırım ve Pars'a baktım. İlk önce yüzüme daha sonra ise sarkıttığım alt dudağıma baktı ve yutkundu. "Beyler o önünüzdeki yemekleri bitirin." dedi dudağıma bakarak. "Dalga geçmenin cezası olarak sayarsınız artık." Düşen moralim birden yerine gelirken gülerek onlara baktım. Gözlerini fal taşı gibi açmışlar şaşkınca Pars'a bakıyorlardı.

 

"Şaka herhalde." dedi Batuhan. "Ben bunu yersem fazla tuzdan komalık olurum herhalde."

 

"Benimle dalga geçmeden önce düşünseydiniz o zaman." dedim gülerek.

 

"Yeminle bir daha dalga geçmem komutanım. Kulunuz köpeğiniz olayım yedirmeyin bana bunu." dedi Görkem. Yememek için ayaklarıma kapanacak gibi duruyordu.

 

"Valla biz de geçmeyiz komutanım." dedi Barış da herkes adına.

 

Pars'ın kollarından çıkıp masaya doğru eğildim ve işaret parmağımı kaldırıp tehdit eder gibi havada salladım. "Bir daha dalga geçerseniz her gün yemekleri ben yapar size yediririm." Hepsi aynı anda korkuyla yutkunup hızlı hızlı başlarını salladı. Bu hallerine gülüp Pars'ın kollarına tekrardan yerleştim ve masadaki yemeklere baktım.

 

"Aç kaldık ya." dedim yemeklere bakarak. O kadar uğraşmıştım keşke biri bari güzel olsaydı. "Ben en iyisi yemek sipariş edeyip." Masadaki telefonuma uzanırken Pars birden bileğimi tutup kendisine yaklaştırdı.

 

"N'oldu buralara?" Elimdeki yanıklara bakarak sordu. Bazıları su toplarken bazılarıda sadece kabuk bağlamaya başlamıştı.

 

"Yemek yaparken yağ sıçradı." dememle Enes söze dahil oldu

 

"Desenenize boşuna yanmışsınız komutanım." Hepsi tekrardan gülmeye başlarken benim kaşlarım yine çatıldı. Ne çok kaşlarımı çattım bende bugün ya. Hepsi bunların yüzünden! Alay edip duruyorlar! Ne var yani kötü yemek yaptıysam? Herkes mutfakta becerikli olacak diye bir kaide yok sonuçta.

 

Onlara kızmak için ağzımı açtımıştım ki Pars benden önce konuştu. "Önünüzdekileri hemen bitirin!" Elimden tutmaya devam ederken beni ayağa kaldırdı. "Gece'nin eline krem sürüp geleceğim, o zamana kadar o önünüzdeki yemekler bitmezse zorla yedirmesini bilirim ben." Arkamızdaki homurtuları dinleyerek odadan çıktık, yatak odasına gelince Pars beni yatağa oturtup kendisi de yanık kremini getirdi. Kremi elimdeki yanıklara sürüp doğruldu.

 

"Canını sıkıyorsun değil mi?" Sorusuyla başımı kaldırıp ona baktım. "Yemekler biraz kötü ama birkaç defa daha yaptıktan sonra elin alırşır ve çok güzel yaparsın eminim ki." Beni rahatlatmaya çalıştığını anlayınca gülümsedim.

 

"Boşuna uğraşma, mutfak konusunda becerikli değilim." Gülüp yanıma geldi ve ellerini belime koydu, dudaklarıma kısa bir öpücük kondurup konuştu.

 

"Ne yapalım, biz de evlenince sürekli dışarıdan sipariş veririz artık." Güldüm ama ne dediğini anlayınca gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Evlenince mi?

 

"Bu bir evlenme teklifi mi?" dedim birden. Bu dediğime ben bile şaşırırken Pars şaşırmak yerine gür bir kahkaha patlattı.

 

"Bilmem, belki." Utandığım için kollarından çıkıp kapıya doğru ilerledim.

 

"Bizimkiler zehirlenmeden yanlarına gitsek iyi olur." diye bir bahane uydurdum.

 

"Merak etme, hiçbiri elini bile sürmemiştir yemeklere." Buna hiç şüphem yoktu, sadece utandığımı gizlemek için ortaya bir bahane atmıştım. Salona gelince tahmin ettiğimiz gibi hiçbiri bir şey yememişti. Yememeleride daha iyiydi, benim yüzümden hastanelik olmalarını istemezdim. Masanın üstündeki telefonumu alıp hepimize yemek sipariş ettim. Yemekler gelince ise bu sefer güzelce karnımızı doyurduk. Bizimkiler tatilin ardından tekrardan görevlerine döndüğü için sık sık operasyonlara çıkıyordu ve bu yüzden yoruluyorlardı, bunun için oturup sohbet etmek yerine yemekten hemen sonra odalara dağılmıştık.

 

Banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra Pars'la birlikte kaldığımız odaya geçtim. Odadaki tekli koltukta belden üstü çıplak, önündeki bilgisayara bakan Pars'a bakıp yanına ilerledim. Önündeki bilgisayarı alıp bir dizine rahatça oturdum. "Ne yapıyorsun." dedim bilgisayarı kendi kucağıma koyarak. Boynumdan tutup beni kendisine yaklaştırdı ve dudaklarını boynuma bastırdı.

 

"Şu, babamın bahsettiği şerefsiz var ya, onu araştırmaya çalışıyordum. Belki onunla ilgili işime yarayan bir şeyler bulurum."

 

"Tek başına bir işlere kalkışmayacaksın değil mi?" Şüpheyle sordum. O adam annesinin şehit olmasına ve babasının gazi olmasına neden olmuştu. Bir anlık gaflete düşüp tek başına bir işe kalkışma ihtimali yüksekti.

 

"Yok, kalkışmam." deyip belimden tutarak ayağa kalktı. Boynuma sesli bir öpücük kondururken gülerek kollarımı çıplak omuzlarına sardım. "Psikolog randevun nasıl geçti?" dedi yatağa geçerek. Başımı çıplak gögsüne koyup cevap verdim.

 

"İyiydi, bu gidişle birkaç aya geri dönecek gibiyim."

 

"İnşallah." dedi içten bir şekilde.

 

"Benden daha çok dönmemi istiyor gibisiniz Pars Bey."

 

"Tabii ki, açığa alınmak sana yakışmadı." dedi. "Bir yandan da benim yüzümden alındığın için pişmanlık duyuyorum." Başımı küçük bir açıyla oynatıp ona baktım.

 

"Saçmalama Pars ya, senin yüzünden falan değil." Evet onun yüzünden değildi. Birkaç hafta öncesine kadar onun suçu olduğunu düşünüyor olabilirdim ama o sadece işini yapmıştı. Eğer işini yapmasaydı belki benim yüzümden birinin başına bir şey gelebilirdi. Pars beni büyük bir pişmanlıktan kurtarmıştı.

 

"Ayrıca kapatalım şu konuyu." diyerek dudağının kenarına bir öpücük kondurdum. "Bence uyuyalım çünkü çok yorgun görünüyorsun."

 

"Benim uyumaktan daha cazip fikirlerim var." Merakla ona bakmaya başladım. Onun ise dudağının bir tarafı kıvrıldı ve belimden tutarak sırtımı yatakla buluşturdu. "Mesela seni öpmek ve sevmek gibi." diyerek başını boynuma gömdü ve ard arda öpücükler kondurmaya başladı.

 

Huylandığım için gülerek ondan uzaklaşmaya çalıştım ama buna izin vermeden öpmeye devam etti. "Ya Pars bıraksana."

 

"Bu sefer neyi bahane edeceksiniz Gece Hanım? Aras gibi pat diye odaya giren de olmayacağına göre sıkıntı yok." diyerek yüzüme baktı. "Hatta hazır Aras'ta yokken kaslarıma doya doya dokunabilirsin." İki hafta önceki konuyu açtığını anlayınca sinirlendim. Ben bir daha açılmamak üzere o konunun kapandığımızı sanıyordum.

 

Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki komodinin üstündeki Pars'ın telefonun çaldığını duyunca konuşamadan sustum. Pars telefonunu alıp ekrana bakınca şaşkınca ekranı bana çevirdi. Ekranda gördüğüm ismle kıkırdadım. Evet odaya pat diye girecek bir Aras olmayabilir ama pat diye arayacak bir Aras vardı.

 

"Ne var Aras?" dedi Pars bıkkın bir sesle. Eminim ki karargahtayken zırt pırt aramıştır.

 

"Abi içime kötü bir his doğdu, o manyak kız senin aklını çelmiyor değil mi." Duyduğum şeylerle alt dudağımı ısırdım. Altıncı hissi mi kuvvetli, yoksa kendisinden söz ettiğimiz için hissetti mi, ya da kalbi mi temiz bilemedim.

 

"Hay senin kötü hissine!" deyip sustu Pars. "Babam nasıl? İyi değil mi?" Konuyu değiştirerek babasını sordu.

 

"İyi iyi, biricik oğlunun yanında olmak ona iyi geliyor." Kendisini övmesine göz devirdim. Onlar kısaca kavga içerikli konuşmalarını devam ettirdikten sonra yine kavgalarıyla telefonları kapattılar. Pars yorgun olduğu için ışıkları kapatıp uyusun diye de başını göğsüme koydum ve kıpırdamasın diye de başını ellerimle tuttum. Bu hareketime gülerek kollarını belime dolayıp bana iyice sokuldu. Daha çok kas mesvuzunu açmasını istemedim çünkü utanıyordum.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%