Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.Bölüm "Antrenman"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​22.Bölüm "Antrenman"

 

Yanımda hissettiğim kıpırdamayla gözlerimi aralayıp Pars'a baktım. Yeni uyanmış yataktan kalkıyordu. Yan bir şekilde dönüp ona baktım. "Nereye?" Uyku mahrumu bir sesle sordum. Hava daha tam anlamıyla aydınlanmamışken kalkıyordu.

 

Bana bakmadan "Spora." dedi. "Oradan da atış poligonuna." Bakışları bana kaydı. "Hadi sen de kalk."

 

Kaşlarım havalandı. "Ben niye kalkıyorum bu saatte?" Merakla sordum. "Yeni evli çiftler gibi seni mi uğurlayacağım?" Dediğime güldü ve alnıma dudaklarını bastırıp ayaklandı.

 

"Hayır, Üzerindeki pası atacaksın." Kaşlarım çatıldı. Üzerimdeki pası mı atacaktım? Niye ki?

 

"Neden? Ayrıca benim üzerimde pas mı var? Ben oldukça dinçim."

 

"Belli oluyor güzelim." deyip üzerindeki kazağı çıkardı. "Biz karargaha gidince kaç saat daha yatakta yatıyorsun?" Sorusuyla alt dudağımı ısırdım. Valla saat on ikiye doğru anca kalkıyordum.

 

"Bakışlarına bakılırsa hiç de erken kalkmıyorsun." Doğru, erken kalkmak bir yana olsun elimden gelse adım bile atmam. Ben eskiden böyle değildim, çok enerjiktim. Şimdi ise üç çocuklu bir anne kadar yorgun hissediyordum kendimi. Üstümde bir boş vermişlik vardı.

 

"İyi madem çok ısrar ettin sana eşlik edeyim." diyerek doğruldum. "Ha sakın yanlış anlama, ben çok dinç biriyim. Üzerimde pas falan yok. Sadece sana eşlik etmek için geliyorum." Dudakları iki yana kıvrıldı.

 

"Ben de öyle düşünmüştüm zaten." diyerek banyoya ilerlediğini görünce koşarak önüne geçtim ve ilk ben girdim.

 

"Benden sonra girersin sen." diyerek kapıyı yüzüne kapattım. Çeşmeyi açıp elimi yüzümü yıkamaya başladım. Havluyu alıp yüzümü kuruladıktan sonra aynadan kendimi inceledim. Biraz kilo almış gibiydim. Çok az olan kaslarım neredeyse erimiş yağ torbalarına dönüşmüştü. Eski halimden eser kalmamıştı neredeyse.

 

"Üç ay boyunca psikolog dışında bir yere gidip hareket etmezsen böyle olur tabii." dedim kendi kendime. Gerçi onda da arabayla gidiyordum, pek hareket etmiş sayılmazdım. Kilo almam gayet normalmiş o zaman. Hareket etmezsem metabolizmam çalışmazdı böyle. Artık sonra da ben çok dinçim diyerek anca kendimi kandırırdım.

 

Tedaviye başlayalı ve buraya geleli tam üç ay oluyordu ve psikoloğa gitmek dışında bütün günüm yemek içmek ve koltukta pineklemekle geçiyordu. Ha bir de can sıkıntısından sabah programlarını, yemek programlarını ve daha birçok zırvalığı izliyordum ve işin kötü yanı fena halde bu programlar bağımlılık yapıyordu. Pars'la birlikte biraz spor yapmak iyi gelecekti bana. En azından aldığım kiloları verirdim.

 

Havluyu yerine asıp banyodan çıktım. Benim ardımdan Pars girerken ben de Dolabı açıp giyecek bir şeyler ayarlamaya başladım. Altıma füme rengi bir eşofman, üstüme aynı renk bir büstiyer ve onun üstüne de yine aynı renk göbeği açık bir sweatshirt giydim. Hava çok soğuk değildi ama çok da sıcak değildi. Bu yüzden bu giydiklerim idealdi.

 

Pars da banyodan çıkıp hazırlanınca birlikte evden çıktık. Diğerleri hâlâ uyuyordu ve biz saat beşte kalkmıştık. Karargahta olmadıkları için hâlâ uymaları gayet normaldi.

 

Ben Pars'ın arabasına doğru ilerlerken Pars kolumdan tutup daha fazla ilerlememe izin vermedi. "Nereye?" Sorusuyla arabaya baktım.

 

Arabayı gösterip "Nereye olacak, arabaya." dedim. Güldü. Komik olan neydi? Arabaya gittiğimi söylememin neresi komikti?

 

"Güzelim spor yapmaya gidiyoruz. Buradan normal bir tempoyla spor salonuna gidebiliriz." Dudaklarım büzüldü, ona baktım.

 

"Ama Pars buraya en yakın spor salonu on dakika mesafede, o da arabayla on dakika. Yürüyerek kim bilir kaç dakika." Evet ben gerçekten tebelleşmiştim. Bu üç aylık tedavi, evde oturmam beni bir hayli bitkin bir hale getirmişti.

 

"Bir şey olmaz. Bizler saatlerce yürüyen insanlarız, en fazla yarım saatlik yürüyüşü mü yapamayacağız?" deyip elimden tutarak benimle birlikte ilerlemeye başladı. Oflaya buflaya peşine takıldım. Artık tembelliği bir yana bırakmam gerekiyordu, çok yakında mesleğime geri döndüğümde bu tembellik beni zorlardı. Şimdiden eski enerjimi yakalamaya başlamalıydım.

 

Hafif tempoyla spor salonuna gelince Pars beni direkt ringe çıkardı. Hemen burada çalışan bir çocuk da Pars'a siyah bana ise kırmızı boks sargı bezleri getirdi. Pars ringin etrafındaki kalın halatlara yaslanırken sargı bezlerinin bir çiftini bana attı. "Hadi bakalım Gece Hanım, ne durumdasınız bir bakalım ona göre sana bir çalışma programı hazırlayalım." Ellerime kırmızı sargı bezlerini sararken ona baktım.

 

"Neye hazırlanıyoruz? Savaş falan çıktı da eli silah tutan herkesi askeriyeye mi çağırıyorlar?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırıp cıkladı.

 

"Hayır, sevgilimin üstündeki pası atmasını sağlıyorum."

 

"Üç aydır yatarken hiç sesin çıkmıyordu, birden nereden çıktı bu?" Merakla sordum.

 

"Koskoca üç ay oldu, yarın öbür gün göreve döndüğünde eğitimlerde yoruldum ben diyen bir asker görmek istemiyorum." diyerek ellerine sargı bezlerinin sarıp yanıma adımladı. "Aksine dinç, yorulmak ne bilmeyen, dur dememe rağmen hâlâ eğitim yapan bir asker görmek istediğim için şimdiden bunun temellerini atmalıyız. Bundan sonra tembellik yapıp sabah programları izlemek yerine spor yaparak eski dinçliğini sağlayacaksın."

 

"Hadi bakalım." dedim ellerimi birbirine sürterek. "Sizi bir utandırayım da görün Pars Bey." Yanıma gelip ellerini yüzüme koydu.

 

"Bekliyor olacağım güzelim." Gülümsedim, yüzüne şirin şirin bakıp yüzümdeki ellerinin birini tuttum ve çevik bir hareketle arkasında birleştirdim.

 

"Her atağa hazırlıklı olmalısın sevgilim. Malum aşkla işi karıştırmamak gerekir." dedim egolu bir sesle.

 

"Haklısın hayatım, aşkla iş karıştırılmamalı." Başını küçük bir açıyla bana çevirdi. "O zaman üzgünüm." Ben daha neye üzgün olduğunu soramadan elimden kurtuldu ve yüzüme doğru sağ yumruğunu attı ama neyse ki son anda fark edip yumruğunu yüzüme gelmeden avucumun içinde yakaladım.

 

"Çok ayıp Pars." dedim cıklayarak. "İnsan hiç sevgilisine yumruk atar mı?" Kınayıcı bir bakış atıp başımı iki yana salladım. "Hiç yakışmadı bu sana ama şimdi yapacağım şey bana yakışacak bence." deyip bacak arasına tekme atmak için dimizi kaldırdım ama o da aynı anda benimle birlikte dizini kaldırınca bacak arasına değil dizine vurmuş oldum.

 

"Çok ayıp Gece." dedi o da beni taklit ederek. "Geleceğimi mi karartmaya çalışıyorsun sen benim?" Gülerek ona bir öpücük attım.

 

"Ne olacak canım?" dedim umursamaz bir sesle. "Ben, çocuk sahibi olamazsakta severim seni." Yüzüme muzip bir ifadeyle bakınca utandım, hızla bakışlarımı kaçırdım.

 

"Hem lafı söyle hem de utan." Alaylı sesi utancımı daha da arttırdı.

 

"Sus ve atağa geç lanet adam! Yoksa nakavt edeceğim seni." diye çıkıştım. Güldü, atağa geçmeden bekledi. Günah benden gittiği diyerek ben atağa geçtim ama ne olduğunu anlayamadan sırtım ringin yumuşak zeminiyle buluştu. Şaşkın bir şekilde üstten bana bakan Pars'a baktım.

 

"Sinirliyken, özellikle utangaçken seni alt etmek daha kolay yavrum." Kurduğu cümleden bir tek yavrum kelimesine takıldım. Normalde hiç sevmem ama onun ağzından dökülünce nedensizce hoşuma gitmişti. Midemde bir şeyler hareketlenmiş gibi hissettim. Bir kelimeyle yumuşadım ya. Her zamanki gibi.

 

"İnsan biraz nezaketli davranır." diyerek söylendim. Bir kelimeyle yumuşayacak değildim. Tamam yumuşardım ama bunu Pars'a belli edecek değildim. "Düşmanına saldırır gibi saldırılmaz ya. Biraz nazik atsaydın bari beni yere."

 

"Ne yapayım güzelim? Gece ben seni yere atacağım diye haber mi vereyim? Çünkü dövüşmenin nazik bir şekilde yapıldığını görmediğim için bilmiyorum." dedi. "Ayrıca boşuna bana çıkışma, az önceki yüz ifadeni gizlemek için böyle davrandığını biliyorum." Alt dudağımı ısırdım. Ben az önce bir kelimeyle yumuşasam bile bunu Pars'a belli etmem dedim değil mi?

 

Unutun gitsin ya, bal gibi de belli ediyormuşum.

 

"Ne var canım, bir kelimeye düşmüş olamaz mıyım?" diye üste çıkmaya çalıştım.

 

Gülerek bir adım attı ve yanıma geldi. Ben hâlâ yerde olduğum için bir dizini kırıp ringin yumuşak zeminine yasladı ve sağ eliyle nazikçe çenemden tuttu. "Tabii ki de düşersin." dedi, yüzündeki gülümseme giderek artarken devam etti. "Yavrum." diyerek bitirdi cümlesini. Sinirli ifadem yine yok olurken derin bir nefes aldım ve ayağa kalktı.

 

"Deme bu kelimeyi bana! Yasaklıyorum!" deyip ringten çıktım. Bir an duraksayıp omzumun üstünden ona baktım. "Ama arada söyle." dedim. "Tabii sürekli değil, arada." deyip hızla uzaklaştım oradan. Boş bulduğum kum torbasının önüne geçip yumruklamaya başladım. Boks eldiveni giymeye gerek duymadım çünkü elimde zaten sargı bezi vardı, zarar görmezdi.

 

Yumruklarımı ard arda kum toprabısına geçirirken arkamda birini hissettim ama durmadım çünkü arkamdaki kişinin kokusu burnuma doldu. Bu Pars'ın kokusuydu.

 

Sargılı ellerini açık karnımda hissettim. Elleriyle karnıma hafif baskı uygulayınca karnımı içime çektim. Bir eli bu sefer dirseğime gitti, dirseğimi düz tutmamı sağladı. "Çok hızlı vuruyorsun." dedi kulağıma fısıldayarak. "Farkında değilsin büyük ihtimalle ama bu kadar hızlı vurmaya devam edersen ilk dakikadan soluğu hastanede alacağız." Haklıydı, hızlı vurduğumun farkında değildim. Dediği gibi hızlı vurmaya devam edersem sakatlanma riskim yüksekti. "Şimdi tekrar dene." deyip benden bir iki adım uzaklaştı.

 

Derin bir nefes alıp ilk önce yavaş bir şekilde yumruklarımı kum torbasına geçirmeye başladım. Bu şekilde biraz vurduktan sonra vuruşlarımı biraz güçlendirdim. Kaç dakika boyunca kum torbasını yumrukladım bilmiyorum ama önüme uzatılan su şişesiyle durdum. Pars'ın uzattığı suyu alıp suyun yarısını tek nefeste içtim. Şişenin ağzını kapatıp kum torbasına sarıldım.

 

"Kollarım ağrıyor." dedim. "Sandığımdan daha fazla paslanmışım."

 

"Öyle görünüyor." diyen sesi arkamdan geliyordu. Omuzlarıma yumuşak bir şeyin bırakıldığını hissettim. "Ama çabuk toparlarsın sen. Şimdi bile yorulmana rağmen gayet iyisin." Omzuma bıraktığı şeyle ensemdeki terleri sildi. Sanırım havlu koymuştu omzuma. Ensemdeki ve omzumdaki terleri sildikten sonra ellerini dağılan saçlarımdaki tokada hissettim. Terden ıslanmış saçlarımı tokadan kurtardı ve kendisi daha düzgün bir şekilde toplamaya başladı. Bu sırada ben sesimi çıkarmadan soluk soluğa kum torbasına sarılmaya devam ediyordum.

 

Saçlarımı toplama işi bittiğinde kum torbasının arkasına geçti ve kum torbasını tuttumaya başladı. "Hadi bakalım, hızlandırılmış derslere başlıyoruz Gece Hanım. Biraz fazla yoracağım seni ama bence buna değer." Kaşlarım çatıldı.

 

"Niye değiyor ya? Daha fazla yorulacağım işte."

 

"Söylenme ve başla hadi." İçime derin bir nefes çekip geriye gitti. Ellerimi yumruk yapıp birini ileri diğerini geride tutarken ayaklarımın üstünde hafif yaylandım ve Pars'ın tuttuğu kum torbasına tekrardan yumruklarımı geçirmeye devam ettim. Yaklaşık on beş, yirmi dakika boyunca kum torbasını yumrukladıktan sonra Pars elime ilk önce üç kiloluk dambıl verdi. 10'ar dakika boyunca ilk önce üç kiloluk, daha sonra beş kiloluk ve en sonda da on kiloluk dambıllarla çalıştım. Kısa bir dinlenmenin ardından bu sefer Pars'ın karşısına boks eldivenleriyle çıkmıştım. Onun elinde ise Kick-boks lapası vardı.

 

Karşında yorgun bir şekilde dururken Pars oldukça dinç bir şekilde bana bakıyordu. "Hadi güzelim bu son. Biraz da bu şekilde çalıştıktan sonra gideriz." Başımı sallayıp ilk önce yerden su şişesini aldım. Ellerimde boks eldiveni olduğu için suyun ağzını açması için Pars'a uzattım. Suyu açıp bana verince birkaç yudum içip tekrardan yere bıraktım. Ağzımı koluma silip hazır olduğumu belli etmek için başımı salladım. Pars da ellerindeki çukur lapaları kaldırdı. Ben sağ yumruğumu kaldırırken o da karşımda sağ elindeki lapayı sağ elime doğru getirdi, çapraz bir şeklde vuracaktım. Hızlı bir şekilde vurup bu sefer sol elimle sol elindeki çukur lapaya vurmaya başladım. Hızlı bir şekilde bunları yaparken arada lapaları kafamın üstünden geçirdi, ben de vurmaması için başımı eğip daha sonra çukur lapalara vurmaya devam ediyordum.

 

Kaç dakika boyunca buna devam ettik bilmiyorum ama Pars ellerindeki lapaları atmıştı ve bu sefer bildiğin dövüşmeye başlamıştık. Yorgunluğum birden yok olmuştu çünkü çok eğleniyordum. Bir yandan birbirimize laf sokup diğer yandan dövüşmek gerçekten eğlenceliydi.

 

Bacağına attığım sert tekmeyle inledi. Evet gerçekten birbirimize vuruyorduk ve eminim hem benim hem de onun birçok yeri çoktan morarmaya başlamıştı.

 

"Ne o Pars Bey, bir tekmeyle pes mi ediyorsunuz?" dedim. Tekmenin etkisiyle birkaç dakika duraksamıştı.

 

"Sevgilim karşında düşmanı varmış gibi vurunca biraz duraksadım." dedi, doğruldu. "Ama pes edecek kadar değil." deyip yüzüme oldukça sert bir yumruk attı ama son anda belimi geriye doğru yay gibi eğip yüzüme gelen yumruktan kıl payı kurtulmuştum.

 

"Manyak adam!" diye bağırdım ona. "Oğlum o yumruk yüzüme gelseydi burnum kırıldı!" diye kızdım.

 

"Az önce bacak arama vururken ben de aynı duyguları hissettim." diyerek topu bana attı. Evet, bacak arasına bu sefer vurmuştum.

 

"Bir kere o beş dakika boyunca üstümde oturup ellerimi başımın üstünde birleştirdiğin içindi." Evet, tam beş dakika boyunca bacaklarımda oturup ellerimi de başımın üstünde birleştirmişti. Üstelik bunu tek eliyle yapmıştı ve diğer eliyle ben sinirden kıpkırmızı olurken, kıpırdayamadığım için bağırırken o bunu umursamadan yüzümü okşayıp arada yanağıma ve dudağıma öpücükler kondurmuştu. Ben deliye dönerken o zevküsefasını sürdü desem yeridir.

 

"O da sırtıma çıkıp üç dakika boyunca sırtımda kalıp bacaklarınla karnımı, kolarınla da boynumu sıktığın içindi." Evet ben de bunu yapmıştım. Neden yaptım? Valla bilmiyorum ama sırtına çıkıp onu yere düşürmeye çalıştım ama ayı gibiydi, devrilmek, pes etmek bilmedi.

 

"Bir kere o..." deyip sustum. Neden sırtına çıktığımı bilmiyordum ki. "Bir kere o hatırlayamadığım şey yüzünden oldu." dememle başını geriye atıp kahkaha atmaya başladı. Komik değildi, hatırlamadım işte.

 

"Komik değil!" dedim huysuz bir sesle ama beni takmadan gülmeye devam etti. Sinirle yanına gidip yumruklarımı yüzüne geçirmek için kaldırdım ama ellerindeki boks eldivenleriyle yüzünü kapattı. Hiç umursamadan yüzüne siper ettiği ellerine vurmaya başladım ama adam vurmama rağmen hâlâ gülüyordu.

 

"Valla döverim seni Pars! Kes gülmeyi!"

 

"Dövüyorsun zaten." dedi hemen. "Ellerimi yüzüme siper etmesem hastanelik olmuştum sanırım." Görmeyeceğini bile bile omuz silktim ve yumruklarımı ona geçirmeye devam ettim. Nefes nefese kalınca durup birkaç saniye soluklandım ve tekrardan yumruk atmak için hazırlanırken elimi havada yakaladı, beni kendisine doğru çekti. Bir eliyle belimden sıkıca tutarken kendisini sırt üstü ringin yumuşak zeminine bıraktı. Tabii beni de belimden tuttuğu için ben de onun üstüne düşmüş oldum.

 

"Ne yapıyorsun ya? Dövüyordum ben seni!" diye kızdım ve üstünden kalkmaya çalıştım ama belimden tuttuğu için buna izin vermedi. "Bırak beni!" Çıkıştım ama bırakmadı.

 

"Bırakayım da bu sefer de tekmele beni değil mi?" Yok canım o kadar değil. Yapmazdım öyle şeyler.

 

Tabii damarıma basarsa o ayrı.

 

Boynumda hissettiğim dudaklarıyla derin bir nefes aldım. "Bana bak Pars ben sinirden deliye dönerken sen beni öpüp zevküsefasını çekiyorsun ve beni iyice çileden çıkartıyorsun. Üstüme çıkıp beni hareketsiz kılarken de aynısı yaptın ve ben delirirken beni öptün. Valla buna devam edersen bir gün elimde çok pis kalırsın." dedim sakin bir sesle. "Şimdiden söylüyorum ki haberin olsun."

 

"Böyle daha güzel oluyor." dedi pişkin pişkin. "Sen sinirden deliye dönerken seni öpmek çok zevkli."

 

Dişlerimin arasından "Bir gün, hiç olmadık bir zamanda, hiç olmadık bir şekilde seni dövmek de çok zevkli olacak." dedim. "Tabii benim için zevkli olacak. Tıpkı şimdi sende olduğu gibi." Belimdeki ellerini çekip yüzüme koydu ve ona bakmamı sağladı.

 

"Bekliyor olacağım bebeğim." deyip dudaklarıma kısa bir öpücük kondurdu. Belimdeki ellerini çekmesinden istifade hemen üstünden kalktım ve bize bakan var mı diye göz ucuyla salona baktım. Neyse ki kimse bize bakmıyordu, herkes kendi sporuyla ilgileniyordu.

 

Pars kalmak için bana elini uzatınca sırıttım. Elini tutmak yerine üstten ona bakıp kollarımı gögsümün altında birleştirdim. "Yemezler canım, elini tutunca kesin beni üstüne çekersin ve bu sefer elinden kurtulma şansım senin insafına kalır." Sırıttı, bir şey demeden doğruldu.

 

"Aferin Aferin, ilerleme var." deyip belimden tuttu ve ringten çıktı. "Şimdi bir duş alalım sonra atış poligonuna gideriz." Başımı sallayıp onu onayladım. Pars erkekler için ayrılan yere giderken ben de kadınlar için ayrılan yere gidip kendimi duşa attım. Hızlı ve kısa bir duşun ardından yanıma aldığım çantadan kıyafetlerimi çıkarıp giydim. Terden sırılsıklam olan kıyafetlerimi de çantaya koydum.

 

Aynanın karşısına geçip yüzüme baktım. Gördüğüm morluklarla sırıttım. Evet birbirimize gerçekten vurmuştuk ve bu beni üzmek yerine güldürüyordu. En azından gerçek bir dövüş sergilemiştik. Yüzümdeki morluklara ise alışıktım. Kaç yıldır askerdim ve vücudumun birçok yerlerindeki morluklara ister istemez alışıyordum. Ellerimdeki nasırlar daha yeni geçiyordu ama göreve döndüğümde yine bu yüzümdeki morluklardan görmeye, ellerimin silah tutmaktan yine nasırlaşmaya başlayacağına emindim ve şu anda yüzümdeki morlukları görmek mesleğimi ne kadar özlediğimi gösteriyordu bana. Umarım en yakın sürede tekrardan geri dönerdim.

 

Kaşımda hissettiğim sızıyla bakışlarım sol kaşıma kaydı. Küçük bir açıklık vardı. Kaşımı patlamıştı anlaşılan.

 

Dikişlik görünmediği için umursamadım, zaten kan da akmıyordu. Duş aldığım için yara temizlenmişti. Bunun için çantamı alıp çıktım. Merdivenlerde Pars'la karşılaşınca onu inceledim. Benim gibi elmacık kemiği morarmıştı, benim kaşım patlamışken onun dudağı patlamıştı. Birbirimize öyle çok bir hasar vermediğimiz için yaralarımız bundan ibaretti. Tabii kollarımıza vurup, bacaklarımıza da tekme attığımız için oralarda da morluklar vardır.

 

"Güzel vurmuşum yalnız." dedim sırıtırak.

 

"Aynen güzel vurmuşsun." deyip etrafını kontrol etti. Belimden tutup beni kendine yaklaştırdı. "Öyle güzel vurmuşsun ki dudağım hâlâ acıyor. Bence bir öpücüğü hak ediyor bu acı." Sırıttım, acımadığına adım kadar emindim.

 

Baş parmağımla dudağına dokunup "Çok mu acıyor?" dedim. Başını sallayıp beklentiyle öpmemi bekledi. "Öpeyim o zaman ben." Yine başını salladı. Dudaklarımı onun dudağına doğru yaklaştırdım ama öpmedim. Dudaklarımız çok hafif birbirine değerken konuştum. "Ama konuşurken acı çektiğine dair bir belirti görmediğim için büyütülecek bir acı değilmiş bu. Ben daha sonra bir daha vururum o zaman öpücüğü hak eder." dedim. Onu öpmeden geri çekilip ondan uzaklaştım. Huysuz çocuklar gibi kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

 

"Bu ne Gece ya? Bari küçük bir buse kondursaydın." Omuz silkip merdivenlerden inmeye başladım. "Eğer öpsemezsen kaslarımı bir daha göremezsin." Tehdidine kıkırdadım.

 

"Meraklı değilim zaten. Görmesem de olur."

 

"Belli oluyor meraklı olmadığın. Ahtapot gibi sarılıp çaktırmadan karın kaşarımda ellerini gezdirmen hiç meraklı olmadığının göstergesi." Kaşlarım çatıldı. Ne var canım, açmış o kadar dokunmayayım mı?

 

"O refleksle olan bir şey bir kere. Kim karşısında sevgilisinin kaslarını görse dokunmaz ki? Bu ailenle oturup dizi izlerken öpüşme sahnesi geldiğinde ailen var diye bakışlarını kaçırman ama çaktırmadan bakmaya benzeyen bir şey." diye ortaya saçma bir bahane attım.

 

Gülerek yanıma gelip ellerini belime koydu. "İnanmadım ama öyle olsun bakalım." İnanmamışmış! İnansan şaşırırdım.

 

Birlikte yine yürüyerek bu sefer atış poligonuna gittik. Pars elime bir silah verirken elindeki hedef kağıdını targete yerleştirip düğmeye bastı. Target ilerlerken konuştu. "Zordan başlayalım bence." dedi, elini düğmeden çekti ve hedef durdu. "200 metre atış için hazır mısın?" Hiç düşünmeden başımı salladım. 200 metreden nokta atışı yapmışlığımız vardı.

 

"Benim söylediğim hedefe atacaksın." deyince yine başımı salladım. Gözlüklerimi ve kulaklığımı taktım ve silahı karşımdaki hedefe doğru tutum. Pars'ın komut vermesi için hazır bekledim.

 

Karşımdaki kağıda baktım. Kare, büyük kağıdın içinde yuvarlak hedefler vardı. Sağında, solunda, üstünde ve altında da birden sekize kadar sayılar vardı. En ortasında da biraz büyük bir kırmızı nokta vardı.

 

"Sağ sekiz." deyince yuvarlakların sağındaki sekiz numaraya nişan alıp ateş ettim.

 

"Üst bir." Aynı işlemi ona da yaptım.

 

"Üst beş." Yine nişan aldım ve ateş ettim. Bu şekilde silahtaki mermiler bitene kadar ateş ettim. Mermiler bitince Pars düğmeye bastı ve hedefin geri gelmesini sağladı. Hedef kağıdını çıkartıp inceledi. Gözlüğümü çıkartıp başımı uzattım, ben de hedef kağıdına baktım. Pars'ın söylediği numaları düşündüm ve inceledim. İki atışım dışında hepsini söylediği heften vurmuştum. Üç aydır atış yapmamama rağmen iki hedefi tutturamamam gayet normaldi. Hatta çok iyiydi.

 

"Sesin çıkmıyor." dedim hâlâ kağıdı inceleyen Pars'a bakarak. "Daha mı iyi bekliyordun?

 

"Hayır. Ne yalan söyleyeyim üç aydır atış yapmamana rağmen daha kötü bir sonuç bekliyordum ama bu çok iyi. Hatalı iki atışını da nazar olarak görelim." Gülümsedim, sevinmiştim. Moralim daha da yükseldi.

 

"Hadi o zaman biraz daha atış çalışalım." dedim gözlüğümü tekrardan gözlerime geçirerek. Yarım saat daha bu şekilde atış yaptıktan sonra yine yürüyerek evin yolunu tuttuk.

 

Eve gelince bizimkilerin kahvaltı yaptığını gördük. Saat sekize geliyordu ve daha karargaha gitmemişlerdi. Çok acıktığım için boş sandalyelerden birini çekip hemen kahvaltılıklardan tabağıma koymaya başladım. Ağzıma birkaç bir şey tıkıştırırken konuştum. "Çok acıkmışım ya."

 

"Komutanım savaştan mı çıktınız?" Anıl'ın sorusuyla dolu ağzımla ona baktım. Hepsinin bir benim bir de Pars'ın yüzüne baktığını görünce ağzımdakileri yutup cevap verdim.

 

"Yok, birbirimizi dövdük." Cevabımla şaşkınca bana döndüler. Onların şaşkın haline ben gülerken Pars daha düzgün bir şekilde açıkladı.

 

"Antrenman yaptık, ondan böyleyiz."

 

"Anladığım kadarıyla Gece komutanım açığa alınmanın hıncını siz ise pes ettiği için ne var ne yok girişmişsiniz birbirinize." dedi Görkem gülerek.

 

"Yok be." dedim çayımdan bir yudum içerek. "Sadece ayağını denk alsın, benim sinirlerimle oynarsa olacakları göstermek için küçük bir fragman gösterdim ona."

 

Batuhan gülüp "Belli belli, fragman olduğu iyi olmuş. Bir de filmini çekseydiniz adam şu anda yanımızda olmazdı." dedi. Sırıttım, Pars'a baktım ve kahvaltımı yapmaya devam ettim. O kadar da hasar vermemiştim. Birkaç küçük morluktu sadece.

 

*

*

*

 

Arabayı bulduğum boş park yerine park edip indim. Karşımdaki binaya girip ikinci kata çıktım. Başak Hanım'ın sekreterinin bulunduğu masaya gittim. Bugün psikolog randevum vardı. "İyi günler, Başak Hanım'la randevum vardı benim." Sekreter kız başını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz Gece Hanım ama Başak Hanım henüz gelmedi."

 

"Randevumuz vardı ama bugün. Acil bir işi mi çıktı?" Merakla sordum. Böyle durumlarda önceden bana haber veriyorlardı aslında.

 

"Bilmiyorum Gece Hanım, sabah gelmişti ama az önce çıktı. Arıyorum ama telefonlarına cevap vermiyor. Dilerseniz bekleyin, acil bir işi olmasa gitmezdi." Gülümseyip başımı salladım.

 

"Dışarıda beklerim." diyerek aşağıya indim ve dışarıya çıktım. Ne zaman geleceğini bilmediğim için vakit geçirmek adına mağazaları gezmeye karar verdim. Boş boş beklemekten iyidir.

 

Kaldırımda durup sağıma ve soluma baktım. Sağ taraftan gitmeye karar verip ilerledim. Önünden geçtiğim mağazaları ve vitrinlerindeki kıyafetleri inceleyerek gezmeye başladım. Gözüme kestirdiğim bir tanesine girecektim.

 

Bir mağazanın önünden geçerken camdan duvarın ardındaki bir elbise dikkatimi çekti. Doğu'da görev yapıyorduk ve Doğu'nun soğuk havasına göre fazla açık bir elbiseydi ama güzeldi. Ben giyecek bir yer bulurdum buna. Mağazanın sensörlü kapısına ilerleyip içeriye girecekken duraksadım. Fotoselli kapı açılmadan önce kapıya yansıyan görüntü durmama sebep olmuştu.

 

Kapının önünde durmaya devam ederek omzumun üstünden arkama baktın. Karşı kaldırımda psikologum Başak Hanım vardı ve yanında da üç adam vardı. Konuşuyorlar gibi görünselerde Başak Hanım'ın sinirden kızaran yüzü normal bir konuşma olmadığını düşündürmüştü bana. Arada açıp kapattığı yumrukları da cabasıyadı tabii.

 

Ters giden bir şeyler mi vardı acaba?

 

Pars'a veya polise mi haber versem yoksa yanlarına mı gitsem?

 

Yanlarına gidersem ve ters giden bir şeyler varsa eğer kendimi tutamaz döverdim adamları ve şu anda sıradan bir vatandaş olduğum için, ki sıradan bir vatandaş olmasam da yine de nezarethanenin kapıları benim için açılırdı.

 

Ben düşünceler içinde ne yapacağımı tartışırken Başak Hanım'ın adamlardan uzaklaşmak için arkasını döndüğünü gördüm ama bir tane adam gitmesine izin vermeden kolundan yakaladı onu. Başak ise bağırmak için ağzını araladı ama onu tutan adam eliyle ağzını kapattı. Diğer iki adam ise çevredeki insanların dikkatini çekmemek için onların önünde durdu. Adamlar iri yarı olduğu için görüş mesafesini anında kapatmışlardı.

 

Pars'ı veya polisi aramayı boş verip karşı kaldırma geçmek için birkaç adım attım ama adamlar hangi ara Başak'ı arabaya bindirip, kendileri de binip arabayı çalıştırdılar anlamadım ama araç hızla uzaklaşmaya başladı. Geri geri giderken aracın plakasını ve rengine bakıp koşarak Pars'ın arabasına gitti. Hızla çalıştırıp ilerledim ve ileride U dönüşü yaparak aracın gittiği yolda arabayı sürmeye başladım. Kısa süre sonra araç görüş açıma girince sırıttım. Göz ucuyla yan koltuğa baktım, telefonum görünmüyordu. Büyük ihtimalle çantamdaydı.

 

Önümdeki araçları kontrol edip çantamı aldım. Çantanın fermuarını açmaya çalışırken takip ettiğim arabaya bakatım. Son anda sağ tarafa döndükleri görünce yavaşlamadan sert bir manevrayla arabayı onların döndüğü sokağa döndürdüm. Arabayı bir kez daha kontrol edip çantama döndüm. Sonunda fermuarını açınca derin bir nefes alıp arabayı kontrol ettim. Başak'ı nereye götürdüklerini bilmediğim için Pars'ı arayıp haber vermem gerekiyordu. Tedavide bu kadar ilerlemişken bir suça karışıp mesleğime geri dönme riski oluşturmak istemiyordum kendime. Şimdi polisi arayıp sıra beklersek daha sonra ise telesekreterin sorularıyla uğraşarak vakit kaybetmek istemiyorum. Pars'ı aramak daha fazla vakit kazanmama neden olurdu.

 

Fermuarını açtığım çantamın içine elimi daldırdım ama karşıdan gelen araçla hızla elimi çekip direksiyonu kavradım. Son anda arabaya çarpmaktan kurtulmuştum. Ara sokakta olduğunuz için iki yönlü yolun ortasında taşlar yoktu ve önüme bakmadığım için karşı şeride geçmiştim.

 

Birkaç defa daha çantamdan telefonu almaya çalıştım ama bir şekilde başarısız oldum. "Ah be Gece ne var da telefonu cebine koymazsın ki!" Kendime kızıp gaza bastım. Telefonumu alacağım diye takip ettiğim araç mesafeyi iyice açmıştı.

 

Telefonu boş verip araca odaklandım. Sırf Pars'a haber vereceğim diye gözümün önündeki aracı kaybedemezdim. Durdukları veya duraksadıkları ilk anda arardım bizimkileri.

 

Neredeyse bir, bir buçuk saat boyunca onları takip ettim. Bu süre zarfında bir trafik ışığında bile durmadıkları için maalesef ben de durmadım ve oldukça kural ihlali yapmıştım. En fazla bir hafta sonra trafik cezaları eve gelirdi. Yüklü bir miktar para cezalara gidecek gibiydi. O kadar kural ihlali yaptım ki ehliyetim elimden alınmasa bari.

 

Sonunda araba durunca ben de uzak bir mesafede arabayı durdurdum. Burası şehirden uzak, boş bir araziydi. Sadece bir depo vardı burada.

 

Etrafı incelemeyi bırakıp çantamı aldım ve içinden telefonu çıkardım. Hemen rehbere girip Pars'ı aradım ama telefon çalmadı. Telefonu uzaklaştırıp Pars'ı arayıp armadığıma baktım. Aramıştım. Bu sefer de telefon çekiyor mu diye baktım.

 

"Harika!" Kapsama alanı dışındaydım. Çekimiyordu telefon!

 

"Bu uçsuz bucaksız boş arazide çekse şaşırırdım zaten!" Kendi kendime söylenerek arabadan indim. Adamları kontrol edip arabamın arkasına doğru gidip telefonu havaya kaldırarak çekip çekmediğine baktım. Bir süre bu şekilde dolandım ama çekmedi.

 

"Çek be!" dedim sinirle. Sinirimi çıkarmak için telefonu yere fırlatmayı düşündüm ama yapmadım. Bir yerde çekerse işime yarardı.

 

Telefonu cebime sıkıştırıp koşa koşa adamların arabasına gittim. Ben telefonla uğraşırken çoktan içeriye girmişlerdi. Arabanın arkasına geçip depoya baktım. Kimse yoktu. Bu gülümsememe neden olurken arabanın arkasından çıkıp deponun kapısına doğru ilerleyecekken şans benden yana olduğu için ben daha adım bilen atamadan kapı gürültüyle açıldı ve bir adam çıktı. Dişlerimin arasından küfür ederek arabanın arkasına tekrardan saklandım. İki dakika sonra çıksa ölür sanki!

 

Bir süre arabanın arkasında bekledim ama adam kapının önünden gitmedi. Nöbet tutuyordu. Deponun arkasına da gidemiyorum çünkü bir adım atsam adamın görüş açısına girecektim.

 

"Taş falan atıp dikkat mi dağıtsam ya?" Kısık bir sesle konuştum. Yanımda kesici delici bir şey de yoktu ki. Adam bana silah doğrultsa öylece kalırım karşında.

 

Başımı hafif uzatıp adamı kontrol ettim. Sigara yakmıştı ve bir yandan da telefonuna bakıyordu. Çekmeyen telefonun neyine bakıyordu acaba? Yoksa çekiyor muydu?

 

Hızla telefonumu çıkarıp baktım ama sonuç hüsran. Çekmiyordu. Eee bu adam neye bakıyordu o zaman? Tekrardan adama baktım, telefonuna bakarak ilerlediğini gördüm. Sanırım telefonun nerede çekeceğini biliyordu. Adam ilerledikçe bende arabanın arkasından çıkıp adamı kontrol ederek ilerlemeye başladım. Kapıdan giremezdim çünkü adam kapıyı açarken oldukça gürültü çıkmıştı. Kendi ellerimle yakalanmayı göze alamazdım.

 

Adamı kontrol ede ede deponun yanına geldim. Tam deponun yanına gelmemle adamın duraksadığını fark edip hızlıca deponun yan tarafına geçtim ve sırtımı depoya yasladım. Birkaç dakika öylece bekleyip başımı uzatarak adama baktım. Beni görmemişti, hâlâ ilerlemeye devam ediyordu.

 

Adama bakmayı kesip ilerlemeye başladım. Umarım bir cam falan vardır. Yoksa mecbur kapıdan girmek zorunda kalacaktım.

 

Depoyu kontrol ede ede arka tarafına geldim ve tabii ki tuvalet camı gibi küçük bir cam buldum. En azından küçük de olsa bir cam vardı. Koşarak camın yanına gidip içeriye bakmaya çalıştım ama boyum iki metre olmadığı için tabii ki de hiçbir şey göremedim. Az ileride gördüğüm büyük taşla koşarak oraya gittim. Atışı oraya götürmeden önce bir kez daha telefonumu kontrol ettim. Hâlâ çekmiyordu.

 

Yere eğilip taşı kaldırmaya çalıştım. "Siktir!" Bu ne lan? Kalkmıyor bu. Birkaç defa daha denedim ama kaldıramadım. "Bir işimde rast gitsin ya!" Söylenerek yine etrafıma baktım. Birçok taş vardı ama onlarla cama yetişmem imkansızdı. Mecbur bu taşı oraya götürecektim.

 

Taşı kaldırmaya çalışmayıp yuvarlanarak götürmeyi denedim. Bu şekilde taşı biraz oynatınca devam ettim. Yaklaşık on dakikanın sonunda taşı deponun camına götürdüm desem abartmış olmazdım. Taş büyüktü ve oldukça ağırdı. Hatta taş yerine kaya desem daha doğru olurdu.

 

Nefes nefese doğruldum. "Allah'tan Pars'la bugün antrenman yaptım ya, yoksa bu taşı yarım saate anca getirirdim." Bu saatten sonra antrenmanlarımı aksatmayacaktım. Gerçekten bu üç ay bana hiç yaramadı. İyice tembelleştim.

 

Taşın üstüne çıkıp camdan içeriye baktım. Başak ellerinden tavana bağlanmıştı ve onun dışında içeride kimse görünmüyordu. İçeride variller ve Başak dışında kimse yoktu. Bir de yukarıya çıkan tahta bir merdiven vardı. Üst tarafın bir kısmı oda gibiydi ama diğer taraflarda odalar yoktu, deponun tavanı görünüyordu. Sanırım adamlar üst taraftaki odada olmalıydı.

 

Pencereye baktım, üst kısmı açıkken alt kısmı menteşeyle kapalıydı. Üst kısmını düşmesin diye elimle tutarken menteşeli yerini ittirdim. Birkaç dakika bu şekilde uğraştıktan sonra pencere açıldı. Güç bela pencereyi içeriden çıkartıp arkama doğru attım. Pencerenin üst kısmından sıkıca tutup kendimi yukarıya doğru çektim. İlk önce ayaklarımı içeriye sokup kendimi içeriye attım. Dizlerimin üstüne düşünce acıyla inledim. Acımıştı.

 

Ellerimi çırpıp doğruldum. Varillerin arkasından ilerlemeye başladım. Başak'ın bağlandığı yere gelmeden önce köşede bir masa gördüm. Üstünde de kesici delici bir sürü alet vardı. İçlerinden bir tanesini alıp Başak'ın yanına gittim. Elleri, ağzı ve gözleri bağlıydı. İlk önce gözlerindeki bez parçasını çözdüm. Birkaç defa gözlerini kırpıştırıp bana baktı. O şaşkınca bana bakarken ben parmak uçlarımda yükselip tavandan sarkan iple bağlı olan ellerini çözecektim ama Başak'ın bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark edince durdum. Ağzındaki bez parçasını çıkarmadığım için garip sesler çıkarıyordu ve başını iki yana sallıyordu.

 

"Sessiz ol, yakalatacaksın bizi." deyip ağzındanki bez parçasına elimi uzattım ama o sırada arkamda bana yaklaşan bir adım sesi duydum. Başak'ın çırpınışları da giderek artmıştı. Sanırım bana arkamdaki kişiyi anlatmaya çalışıyordu.

 

Elimdeki bıçağı kavrayıp arkamdaki kişiye doğru dönüyordum ki ense kökümde hissettiğim sızıyla hareket edemedim. Gözlerim kararırken acıdan nefesimin kesildiğini hissettim. Arkamdaki kişi enseme vurmuştu.

 

Gözlerimi artık açık tutmakta zorlanırken kendimi serbest bıraktım. Vücudumun sert zemine düşmeni beklerken bir çift kolun bedenime dolandığını hissettim. Beni yere düşmekten kurtaran, aynı zamanda beni bayıltan kişinin yüzüne bakamadan bilincim tamamen gitti.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Başak'ı neden kaçırdılar sizce?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%