Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.Bölüm "Düello"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​24.Bölüm "Düello"

 

Üzerime üniformamı giyip aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı ensemde topuz yapıp bordo beremi başıma geçirdim. Karşımdaki aynada kendimi inceleyip gülümsedim. Üniformamı giymeyeli çok uzun zaman olmuştu ve özlemiştim. Derin bir nefes alıp üzerimi düzelttim. Heyecanlamıştım ve heyecandan ellerim titremeye başlamıştı.

 

"Sakin ol Gece, ilk defa giymiyorsun." diye kendime telkinler verdim ama işe yaradığını söyleyemezdim. İlk giydiğim zamanki gibi üzerimde bir heyecan vardı.

 

Heyecanımı geçiremeyeceğimi bildiğim için son kez aynaya bakıp odamdan çıkmak için ilerledim ama telefonumun çalmasıyla olduğum yerde durdum. Sabahtan beri telefonum hiç susmamıştı. Haberi alan herkes tebrik etmek için arıyordu. Sabah saat altıdan yediye kadar annem ve babamla konuştum, daha sonra yakın birkaç arkadaşımla konuştuktan sonra hazırlanmaya başlamıştım ama anlaşılan arayacak kişiler henüz bitmemişti

 

Telefonumu çıkarınca ekranda gördüğüm isim gülümsememe neden oldu. Hiç bekletmeden açıp konuştum. "Ben de diyorum bir eksiklik var ama ne, meğersem beni sinir eden Aras Bey beni arayıp tebrik etmemiş." Evet, arayan Aras'tı. Ben de nerede kaldı diyordum, fazla bekletmeden aramıştı.

 

"Tebrik etmek için anca fırsatım oldu çünkü sabahtan beri komutanlarını arayıp seni mesleğe geri almamalarını söylüyordum. Başarısız olunca tebrik bari edeyim dedim." Dalga geçtiğini bildiğim için ciddiye almayıp güldüm.

 

"Aşk olsun Aras ya, her insan gibi aradığında dalga geçmek yerine tebrik etsen ölür müsün? Biz sıradan insanlar bunu yapıyoruz hep. Sürekli şakacı olmak yormuyor mu seni?"

 

"Sıradan insan olmayı herkes başarır ama bir Aras olmayı bir tek ben başarırım." Egolu ve kendini beğenmiş bir şekilde konuşunca göz devirdim. Anca kendisini övsün. Bıkmadan usanmadan her dakika kendisini övme potansiyeli vardı onda.

 

"Zaten başkası da başarmasın çünkü benim başıma bela oldun, bari başkalarının başına sana özenen insanlar bela olmasın."

 

"İleride yeğenlerim bana benzerse görürüm ben seni." Kaşlarım çatıldı, niye ona benzesin ya?

 

"Sana niye benziyormuş? Yapacak olan Pars ve ben olduğum için ikimizden birine benzer." dedim hiç düşünmeden.

 

"Yapacaksınız yani?" dedi muzip bir sesle. "Hâlbuki daha birkaç ay önce açığa alındığında ben abinle sevgili olmam, hadi oldum evlenmem, hadi evlendim çocuk yapmak gibi bir hataya düşmem diyen bir inatçı keçi biliyordum ben." Alt dudağımı ısırdım. Bu laflarımı bir bir yutacağımı bilseydim hayatta öyle şeyler demezdim.

 

Ya da dur ya, kesin derdim.

 

"Sus ve o konuyu karıştırma." dedim. "Ne için aradıysan hızlı bir şekilde sadede gelirsen sevinirim çünkü artık mesleğime geri döndüğüm için sabah eğitimine gitmem gerekiyor. Malum biz askerler her gün eğitim yapmadan duramıyoruz." dedim böbürlenerek. Bir süre bununla böbürlenmeyi planlıyordum.

 

"Görmemişsin asker olmuş bu da." dedi iğneleyici bir sesle. Kesin beni çekemiyor bu. Geldiğim mevkileri kıskanıyor hep.

 

"Şu kıskanç laflarını sonraya saklada ne söyleyeceksen söyle."

 

"Seni mi kıskanıyorum ben?" dedi ve bir kahkaha patlattı. Öyle gür bir kahkaha attı ki telefonu biraz uzaklaştırmak zorunda kaldım. "Canım benim, açığa alınan bir askeri kıskanacak değilim, hele ki astımı asla kıskanmam. Sonuçta benden alt rütbedesin, neyini kıskanayım senin?" Gözlerim kısıldı, bana mı laf soktu o?

 

"Neden kıskanmayasın ki? Senden alt rütbede olabilirim ama aramızda sadece kıdem farkı var. Yani sadece aramızda üç yılcık var." dedim üste çıkmaya çalışarak.

 

Gülerek dalga geçti. "Çok azmış ya. Üç yıl ne ki? Göz açıp kapamak kadar az." Burun kıvırdım, kıskanç işte.

 

"Tamam tamam, senin daha fazla kıskançlığını dileyemeyeceğim. Kapatıyorum ben." dedim artık konuya girsin diye.

 

"Dur lan! Kapatma." dedi hemen. "Ayrıca seni kıskanmıyorum." diye de eklemeyi ihmal etmedi. "Bu arada tebrik ederim. Geç oldu ama sonunda dönmeyi başardın. Bana sorarsan dönmeyi hak etmiyorsun ama işte ne yapacaksın, öyle uygun görmüşler." İstemsizce güldüm.

 

"Normal bir insan gibi mesleğine geri dönmene sevindim, tebrik ederim demek çok zor değil mi?" Valla bu çocuk beni çok yoruyordu ama seviyordum. Özellikle sıradan insanlar gibi konuşmaması sevindiriyordu. Evet şimdi şikayet ediyordum ama seviyordum. O da bu duruma kendince bir yorum katıyordu işte. Dünden beri zaten bu tarzdaki tebrikleri almıştım, şimdi ise sadece Aras'a özel tebrikleri alıyordum. Belki benim yerimde başkası olsa onun bu sözlerine alınırdı ama ben onun ciddi olmadığını bildiğim için alınmıyorum, aksine hoşuma bile gidiyordu. Tabii onun bunu bilmesine gerek yok ama ben ne kadar inkar etsem de o da alınmadığımı biliyordur. Bilmese zaten devam etmezdi herhalde.

 

Telefonun diğer ucundan cıkladığını duydum. "Az önce de dediğim gibi ben sıradan insanlara benzemem, onlar bana benzesin." Boştaki elimi kaldırıp kulak memeni çektim, yumruk yaptığım elimi elbise dolabına vurup konuştum.

 

"Allah korusun, Allah yazdıysa bozsun."

 

"Çok ayıp çok, bari yüzüme karşı deme bunu. Ben çok alıngan biriyim." Tanımasam inanacağım. "Gelmişim şuraya, seni tebrik ediyorum ama gördüğüm mualemeye bak." Ajitasyon yapmasına göz devirdim ve konuştum.

 

"Tabii canım, çok güzel tebrik ettin." dedim iğneleyici bir sesle.

 

"Tabii kızım, kim böyle tebrik ediyor seni?"

 

"Tabii ki de kimse." dedim ve ikimizde aynı anda güldük.

 

"Bu arada gerçekten mesleğine geri dönmene sevdim." dedi bu sefer ciddi bir şekilde. "Tabii keşke ilk başta abime sinirlenip trip atmasaydın bu kadar geç dönmezdin ama ne yaplım, o da senin salaklığın işte." Göz devirdim, ben de ne güzel iki dakika ciddi ciddi konuşacağız sanıyorum ama Aras efendi beni yine şaşırtmıyor.

 

"Kapat ya, senin boş sözlerin yüzünden ilk günden eğitime geç kalacağım." diye kızdım.

 

"Mümkünse kaçmanı tavsiye ederim yengeciğim." Kaşlarım havalandı, neden ki?

 

"Niye?"

 

"Hiç." dedi uzatarak. "Seni aramadan önce abimi aradım da öyle bir konuştuk."

 

"Sana bir şey mi dedi? İlk gün diye bana fazladan eğitim falan mı yaptıracak." Merakla sordum. Valla Pars'tan beklerdim. Beni zorlamak için her şeyi yapardı.

 

"Ben bilemem orasını, git ve gör. Sürprizi bozmak istemem." Yeri gelince tam bir geveze olmasını biliyor ama yeri gelince de şimdiki gibi ağzını bıçak açmıyor beyefendinin.

 

"İyi be, söylemezsen söyleme. Nasıl olsa şimdi gideceğim, öğrenirim." dedim ve vedalaşıp telefonu kapattık.

 

Derin bir nefes alıp odamdan çıktım. Koridora çıkar çıkmaz askerlerin temizlik yaptığını gördüm. Ya temizlik günüydü ya da ceza almışlardı. Askerin biri elindeki paspasla hızla kayarak yanındaki askeri geçti ama yerlerin ıslak olmasından ve hızını ayarlayamamasından dolayı kayıp yere düştü. Onu gören diğer askerler ise kahkaha krizine girdiler.

 

Gülerek başımı sallayıp ilerlemeye başladım. Şu ortamı aşırı özlemiştim. Yeri geldiğinde ciddi yeri geldiğinde ise az önceki gibi bir temzilikle bile eğlenmesini biliyorlardı. Gerçekten şu sıcak ortamı başka bir yerde bulabileceğimi hiç sanmıyorum.

 

Askerlere bakmayı kesip dışarıya çıktım ama anında durmak zorunda aldım. Çünkü etrafta birçok asker vardı ve kimisi banklarda otururken kimisi de ayakta durmuş bekliyordu. Nenden çoğu asker bir araya toplanmıştı? Ne oluyordu burada?

 

Kalabalığın arasında ünüformasıyla duran ve bir kadın askerle konuşan Pars'ı gördüm. Yanına doğru ilerlerken etrafıma şaşkınca bakmaya devam ediyordum. Burada bir şeyler dönüyordu ama hadi hayırlısı bakalım. Umarım benimle ilgisi yoktur.

 

Pars sanki benim ona doğru geldiğimi hissetmiş gibi birden benim olduğum tarafa baktı. Bakışları kısa bir an yüzümde oyalandıktan sonra baştan aşağıya beni süzdü. Vücudumun her bir noktasına baktıkça dudakları iki yana kıvrılıyordu. Onların yanlarına gelince ayaklarımı birleştirip hazır ol pozisyonunda durdum. Sağ alimi alnıma koyup Pars'a baktım. "Yüzbaşım." deyip yanındaki kadına baktım, rütbesini öğrenip selam durmayı kesmeden devam ettim. "Üsteğmenim." Kadın kıdemli üsteğmendi, benim kidem olarak üstsümdü yani.

 

"Rahat." Pars'ın komutuyla elimi alnımdan çekip etrafıma baktım.

 

"Burada tam olarak ne oluyor?" diye sorarak bakışlarımı Pars'a çevirdim. Göz ucuyla kadın komutanı kontrol edip konuştum. "Ben geldim diye tören falan mı düzenlediniz?" Kendimi beğenmiş bir şekilde konuşmama güldü, hatta yanındaki kadında güldü.

 

"Öyle de diyebiliriz." dedi Pars'tan önce kadın. "Küçük ama güzel bir tören olacak gibi." Alt dudağımı ısırıp ona baktım. Nedense hiç de küçük gibi değildi. Bu kadar kalabalık küçük bir tören için toplanmaz bence.

 

"Nedense içimden bir ses benim teste tabi tutulmalarımın bitmediğini söylüyor." Alt dudağımı sarkıttım. "Umarım yanılıyorumdur çünkü çok fazla üstüme gelindiğini düşüneceğim."

 

Kadın sözlerime gülüp Pars'a baktı. "Dediğiniz kadar zeki biriymiş yüzbaşım." Duyduğum sözlerle hiç düşünmeden konuştum.

 

"Ya benden bu şekilde mi bahsettin?" Pars ve kadın benim sözlerime gülerken ben nerede olduğumu ve ne dediğimi idrak edip anında lafı toparlamaya çalıştım, tabii olduğu kadar. "Komutanımın askerinden, özellikle de o asker benken bu şekilde söz etmesi beni onurlandırdı ve gururlandırdı." Şirince sırıtıp sözlerime son nokatıyı koydum. "Müteşekkir oldum." Pars son kurduğum cümleyle kendisini sıktı, çünkü bu laflar benlik değildi ve o da bunu bildiği için tuhafına gitmiş olacaktır. Sağ eliyle çenesini sıvazlayıp bizden bakışlarını çekti. Dudaklarının iki yana kıvrıldığını gördüm.

 

"Şey acaba şu benim geri dönme şerefi için düzenlenen törenin içeriklerini öğrenebilir miyim?" dedim konuyu kapatmaya çalışarak.

 

"Tabii tabii." dedi Pars bana bakarak. "Aslı üsteğmenimle küçük bir düello yapacaksınız." Başımı küçük bir açıyla çevirip yanımızdaki kadına baktım. Umarım Aslı üsteğmen bu kadın değildir.

 

"Sakıncası yoksa adınızı öğrenebilir miyim komutanım?" Kadın gülümseyip elini uzattı.

 

"Aslı." deyince ayıp olmasın diye elini sıktım ve ellerimizi ayırmadan yanımızdaki Pars'a baktım.

 

"Kesinlikle bu mükemmel fikir benim canım, eşi benzeri bulunmayan, bir tanecik komutanımdan çıkmıştır." dedim dişlerimin arasından. "Değil mi komutanım?" Doğrulamak için sordum.

 

"Aynen öyle Gececiğim." Allah'ım ya bir aynen öyle diyor.

 

"Kusura bakmayın ama bu düello olmasın komutanım." dedim kadınla ellerimizi ayırarak. Kadın şaşırdı, bunu dememi beklemiyordu anlaşılan.

 

"Neden?"

 

"Komutanımla düello yapmak mı?" dedim, kadın benden kıdem olarak üstsümdü ve komutanımdı. Nasıl elimi kaldırıp vurayım şimdi ben bu kadına? "Hükmen mağlup sayılırım ben."

 

"Ne yani kendinin yetersiz olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?" Ağır bir hareketle bu cümleyi kuran Pars'a bakatım. Gözlerinde o sinsi pırıltıları gördüm. Damarıma basıyordu ya, valla damarıma basıyordu. Şimdi kabul etmezsem kesin herkes benimle dalga geçerdi ama kabul edersem ve ben bu kadını düelloda yenersem ayıp olurdu, sonuçta komutanım.

 

Off Pars off! Bunun hesabını çok pis soracağım!

 

El mahkûm kabul ettim ve şu anda Aslı üsteğmenle yan yana durmuş, ellerimizdeki silahın namlularını hedefe doğrultmuştuk, herkesin içinde en iyi atışı yapmayı bekliyorduk.

 

Ah Pars ah! Sen benim elime düşersin ve bunun hesabını sana çok pis sorardım ben!

 

Bakışlarım az ileride bizi izleyen Pars'a kaydı, göz göze gelince yalvaran bakışlarımla ona bakmaya başladım. O ne dediğimi anlamış olacak ki hayır anlamında kaşlarını kaldırıp indirdi. Gözlerimi kısıp tehditvari bir bakış attım bu sefer de. Benim bu bakışımın üstüne tek kaşı kalktı. Benim de kaşlarım çatıldı ve o bu sefer de bu şekilde bakmaya başladım. Gözleriyle karşımdaki hedefi gösterdi. Bana değil hedefe odaklan diyordu.

 

Çevremizde bize bakan askerleri göz ardı edip sol elimi kaldırdım. Elimi yumruk yapıp işaret parmağımı tehdit eder gibi salladım, daha sonra ise baş parmağımı boynuma yaklaştırıp sağdan sola doğru hareket ettirdim. Çevremizdeki askerler benim yaptığım şeyi görmüş olacaklar ki kulaklarıma gülme sesleri doldu.

 

Pars'a kısaca seni öldürürüm demiştim bu hareketimle.

 

Pars yaptığım harekete gülüp dudaklarını araladı, dudaklarının arasından çok ayıp dedi. Dudaklarını okuduğum için anlamıştım bunu.

 

Omuz silkip etrafıma baktım ve gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. Batuhan telefonunu almış bana doğru tutuyordu, büyük ihtimalle video çekiyordu. "Sen ne yapıyorsun orada?" Telefondan bakışlarını çekip bana baktı, sırıtarak konuştu.

 

"Biricik kankanız bu anı ölümsüzleştirmemi istedi." Göz devirdim, o biricik kankam Aras'tan başkası değildi. Burada olacakları biliyordu, abisi söylemiştir. Zaten telefonla konuşurken imali imalı konuşmuştu. Şimdi de benimle dalga geçmek için böyle bir şey istedi bizimkilerden. Hele ki kaybedersem dilinden asla kurtulamazdım.

 

"Komutanlarım hazır mısınız?" dedi Görkem ortaya geçerek. "Artık bu düello başlasın bence." Derin bir nefes alıp yanımdaki üsteğmene baktım. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana baktı ve bir süre yüzümü inceledi.

 

"Sakin ol Gece." dedi stresimi fark etmiş gibi. "Beni yenebilirsin veya ben seni yenebilirim. Senden rütbe olarak üstün olabilirim ama bu benim seni yeneceğim anlamına gelmez. Rütbeler bizim başarımızı veya yaşımız belirler ama yeteneğimizi değil. Sen benden yeteneklisindir beni yenersin, bu beni küçük düşürmez." Böyle düşünmesine gülümsedim, bir nebze olsa rahatladım. Stresli olsaydım bu düelloda rahat olamazdım. "Aynen şöyle rahatla. Dediğim gibi rütbemiz yaşımızı ve başarımızı gösterir ama yeteneğimizi bizler belirleriz, rütbelerimiz değil." Dedikleri aslında çok doğruydu ama insan ister istemez çekiniyordu. Kim komutanıyla düelloya çıksa ister istemez çekinirdi bence.

 

"Böyle düşünmenize sevindim komutanım." dedim, karşımdaki hedefe baktım. "O zaman sizi gönül rahatlığıyla yenebilirim." Göz ucuyla ona baktım. Gülerek önüne döndü ve konuştu.

 

"Umarım havanı söndürmem üsteğmenim."

 

"Yok ya, söndürseniz bile daha çok hırslanırım bence."

 

"Böyle de olması en iyisi bence, çünkü insan yenilgileriyle utanmak yerine hırslanmalı ve daha başarılı olmalı." Çok doğru. Bu düelloyu kaybetsem bile hırslanırdım. Zaten bu saatten sonra hırslanmam lazımdı çünkü artık mesleğe geri dönmüştüm ve daha başarılı olmam gerekiyordu. Bir daha aptalca hareket edip çocukluk yapmayacaktım.

 

"Biz hazırız Görkem, başlat bakalım." dedi Aslı üsteğmen. Görkem aldığı komutla Pars'a bakıp ondan da onay aldıktan sonra konuştu.

 

"Evet Komutanlarım, en iyi beş atışı yapan bu düellonun kazananı olacak. Daha sonra diğer düellolara geçiş yapacağız." Kaşlarım çatıldı, diğer düellollar?

 

"Daha başka düellolar da mı var?" Şaşkınca sordum.

 

Barış gülerek söze dahil oldu. "Bu ne ki komutanım, asıl düello dövüş." Yutkunup Pars'a baktım, valla elimden zor kurtulacak bu adam ya. Atış hadi neyse de dövüş ne ya? El insaf ama.

 

Aslı üsteğmenle birlikte beş atış yaptık. Biz hariç bütün askerler hedefe toplanırken kenarda durmuş sigara içen Pars'ın yanına doğru adımladım. "İnsan sevgilisine kıyamaz, onun için her şeyi yapar ama benim sevgilim bana ayrımcılık tanımayı bırak zorlamak için elinden geleni yapıyor." Güldü, sigarasından son bir nefes alıp söndürdü.

 

"Ben hırslanırsın diye düşündüm."

 

"Seninle olsaydı hırslanırdım aslında ama sen sanırım benim yeteneğimden korktuğun için başka biriyle düello yapmamı istedin." Tek kaşı kalktı.

 

"Bu bir meydan okumak mı?" Sorusuna alt dudağımı sarkıtarak cevap verdim.

 

"Nasıl algılarsan artık."

 

"Başka zamana sözüm olsun. Şimdi sen sonuçları öğren bence." Omuz silkip kalabalığın olduğu yere baktım. Herkes hep bir ağızdan konuştuğu için hangimiz bu düelloyu kazandık bilmiyordum.

 

Birkaç dakikanın sonunda Anıl kalabalığın içinden çıkıp yanımıza geldi. "Sonuç ne?" Merakla sordum.

 

"Berabere." dedi. "Atışlar neredeyse birebir aynı." Gülümsedim, bir kazananın olmaması güzel oldu bence.

 

"O halde dövüş düellosuna gidebiliriz." dedi Pars.

 

"Bekle sen bekle, ben seninle de düello yapacağım." diyerek yanından ayrıldım. Askerler etrafımızda çember oluştururken Aslı üsteğmenle karşı karşıya geldik. Şu düello bir an önce bitsin de Pars'tan hesap sormam gerekiyordu.

 

Tam Aslı'yla dövüşe başlayacakken kalabalığın arasından gelen asker başlamamıza engel oldu. Pars'ın tam karşında durup selam durdu. Ona bir şeyler söyleyip yanından ayrıldı. Pars'ın bakışları direkt bana kaydı. "Düello başka zamana kaldı hanımlar, bizi Serhat albay çağırıyor." Pek bir üzülmüş gibi duruyordu, tabii ben şimdi ondan hesap soracağım için üzülmeliydi.

 

Aslı'ya elimi uzatıp elini sıktım. Onunla vedalaşıp bizimkilerin yanına koştum. Hep birlikte karargaha girip harekat merkezine geçtik. Serhat albay bizi büyük masanın yanında bekliyordu. Hep birlikte masalara oturduktan sonra karşımızdaki projeksiyon perdesine oldukça lüks bir yalı resmi yansıdı.

 

"Yeni göreviniz bu çocuklar." dedi Serhat albay. "İki gün sonra bu yalıda bir müzayede olacak. Müzayedeye katılanların yarısı terör örgütüne çalışıyor. Müzayede olacak olan ve yalının sahibi, aynı zamanda müzayedeyi düzenleyen kişi aynı kişi, onunla konuşacaksınız. Oldukça yakın olacaksınız ve iş teklifinde bulunacaksınız." dedi, ellerini masaya koydu. "Ülkenin ileri gelen zenginlerinden biri ve şirketleri neredeyse birçok şirketle ortaklık yaptı."

 

"Ne üzerine kurulu bir şirket bu?" Pars'ın sorusuyla projeksiyondaki yalı görüntüsü gitti liman resmi geldi, oldukça büyüktü ve birçok konteyner vardı. Gemilere yüklenen konteynerlar.

 

"Adamımızın gemi üzerine kurulu şirketleri var. Hem gemi yapıyorlar, hem de üretilen gemilerle yurt dışına yük taşıyorlar. Gemiler, konteynerlar birkaç defa arandı ama herhangi bir şey bulunamadı. Terör örgütüne çalışan bir adam ve gemilerle dünyanın her bir yerine gemilerinin gitmesi kolayca silah, uyuşturucu, kaçak mültecileri sokması demek ama dediğim gibi suda ve karada birkaç defa gemileri arandı ama bir şey bulunmadı." Serhat albayın sözü bitince konuşmaya dahil oldum.

 

"Bizim amacımızda güvenini kazanıp ipuçları bularak adamı yakalamak."

 

"Aynen öyle. Malum iddialarla bu iş yürümüyor, illaki kanıta ihtiyacımız var. Bunu da sizler sağlayacaksınız." Başımı salladım, zor gibi ama yinede başaracağız. Adam biraz bizi zorlayacak gibi hissettim. Hadi bakalım.

 

"Peki bu müzayede de bir bit yeniği var mı?" Enes'in sorusunu bende merak ettim. İhaldekinlerin yarısı terör örgütüne çalışıyor demişti.

 

"Bununla ilgili bir bilgimiz yok. Müzayede ne için düzenlendi bilmiyoruz ama bu müzayede sayesinde Fehmi Tekin'in yanına gidip onunla konuşma fırsatı yakalayacaksınız." Demek adamın adı Fehmi.

 

"Bu adam davet ettiği kişileri tanımıyor mu komutanım? Yalı da müzayede de onun demiştiniz." dedi Pars

 

"Herkesi tanımıyor. Dediğim gibi müzayedeye katılanların yarısı terör örgütüne çalışıyor. Bu yüzden dikkat çekmemek için tanınan ve neredeyse dünya çapında bir yerlere gelmiş herkesi davet ediyor. Tanıyıp tanımaması önemli değil, tek amacı dikkat çekmemek." Zekice, bu da bizi zorlayacağını kanıtlıyor.

 

"O zaman bizlerde dünya çapında tanınan şirketlerin sahipleri mi olacağız?" dedim.

 

"Sayılır." dedi. "Sahipleri değil ama ortakları olacaksınız. Teknoloji şirketlerinin yeni ortaklarısınız. Merak etmeyin hiçbir şekilde deşifre olmayacaksınız, her şey ayarlandı. Siz gidip adama iş teklifinde bulunacaksınız, o da kabul edecek."

 

"İş mi?" diyerek araya girdi Barış. "Teknoloji şirketiyle gemi şirketine nasıl bir iş teklifinde bulabiliriz?"

 

"Bir dakika." dedim. "Her işte bir aksaklık mutlaka olur. Gemi mühendisiyle teknoloji mühendisliği hakkında pek bir bilgim yok ama gemilerde kod falan gerekiyor. İş teklifinde bulunduktan sonra bu işte uzman olanlar kodları hallederken bir şekilde içeriyle kamera ve dinleme cihazları koyabiliriz." Sözlerim bittikten sonra herkes düşünceli bir şekilde Serhat albaya baktı. Serhat albay derin bir nefes alıp konuştu.

 

"Orasını size bıraktık. Adamla iş yapmaya karar verdikten sonra sizden ne isterse ona göre ilerleyeceksiniz ve bir şekilde bu kaçak getirdiği ve götürdüğü şeyleri bulacaksınız ama Gece'nin dediği de mantık bence. Tek sıkıntı kod sıkıntısı, bir şekilde kod istemeleri lazım ve hemen devreye sizin girmeniz gerek." Enes derin bir nefes alıp masaya doğru eğildi ve konuştu.

 

"Orası kolay ya, araya bir casus soktuktan sonra bu işleri bizim için halleder. Daha sonra da hızır gibi biz yetişiriz ve iş teklifinde bulunuruz."

 

"Güvenilir birini bulmak lazım ama." dedi Pars. Haklı, önüne gelen birini seçemezdik.

 

"Ben öyle birini tanıyorum." diyerek araya girdi Anıl. "Açığa alındığım zaman suç üstü bir çocuk yakalamıştım. Paraya falan ihtiyacı olduğu için sanaldan zenginlerin kasalarını patlatıyordu. Herhalde gemileride halleder."

 

"Serbest mi çocuk?" Ona bakarak sordum. Başını sallayıp onayladı beni.

 

"Söz verdi bana bir daha böyle bir şey yapmayacağına dair. Zaten zor durumda olduğu için yapıyordu. Ben de ona bir iş buldum ve bunu görmezden geldim." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Bu dünyada mecburiyet zordu. Bu yaşıma kadar hiç mecbur olduğum bir durum olmamıştı ama hayat hepimize adil davranmıyordu. Bazı insanların sınanışı da zordu ve hiç yapmak istemeyecekleri şeyleri yapıyorlardı. Bu çocukta onlardan biri olmalıydı.

 

"O halde planın geri kalanı sizde." dedi Serhat albay. Bu çocuk olayını duymamış gibi yapmıştı. Bizlere göre bu durumları göz ardı etmek zordu ama bazen o insanlar için şimdiki gibi zor da olsa göz ardı edebiliyorduk. "Biletleriniz hazır, akşam dokuzda uçağınız kalkıyor. İki gün boyunca düşünün ve güzel bir plan yapın. İki günün sonunda adamın bir şekilde gözüne girin." Ayağa kalkıp selam durduk.

 

"Emredersiniz komutanım." dedik aynı anda.

 

"Birazdan askerler adamla ilgili bilgilerin olduğu dosyaları size getirecek." Baş selamı verip hep birlikte odadan çıktık.

 

"Uzun bir aradan sonra ilk görevinize çıkacaksınız komutanım." dedi Görkem. "Heyecan var mı?" Gülümsedim, aslında şu anda yoktu. Daha operasyona iki gün vardı sonuçta.

 

"Şu anlık yok ama sen bu soruyu yalının önüne gelince bir daha sor." Gülerek başını sallayıp beni onayladı.

 

Herkes bir yere dağılırken ben Pars'a baktım ama yanımda yoktu. "Kaç bakalım." dedim kendi kendime. "İllaki elime düşeceksin." Pars'ın odasına doğru ilerledim. Ya odasındaydı ya da dışarıya çıkmıştı.

 

Odasının önüne gelince çalma gereği duymadan baskına gelir gibi hızlı ve sert bir şekilde açıp içeriye girdim. Arkamdan kapıyı kapatırken odanın içine baktım, gördüğüm manzarayla gözlerim irice açıldı. "Çüş!" dedim istemsizce. Hızla ellerimle gözlerimi kapattım. Pars yarı çıplak bir şekilde karşımda duruyordu. Üstünü çıkartmıştı ve eli de altındaki askeri pantolunun kemerindeydi.

 

"Ya madem üstünü çıkartıyorsun, niye kapıyı kitlemiyorsun be adam!" Dişlerimin arasından sordum. Ona bakmadığım için nasıl tepki verdiğini bilmiyordum ama bana doğru yaklaşan adım seslerini net bir şekilde duyuyordum.

 

Yanıma gelince elleri gözlerimdeki elimi buldu, yavaşça elimi gözlerimden çekti. "Odama senin dışında pat diye giren olmadığı için kilitlemek aklımın ucundan bile geçmedi." Kapalı gözlerimden birini açıp tek gözle ona baktım.

 

"Git üstüne bir şey giy sonra senden hesap soracağım." Güldü, yanağıyla dudağının arasındaki çukur gözlerimin önüne geldi. Hızla gözlerimi kapattım. Şu anda sinirliydim, yumuşamamam lazımdı.

 

"Yok böyle konuşalım." dedi sırf bana inat. "Sen hesap sorduktan sonra duşa gireceğim zaten. Giy çıkar yapmayayım şimdi."

 

"Bile bile yapıyorsun değil mi?"

 

"Neyi güzelim?" Bir de bilmemelizlikten geliyor ya. "Ayrıca sen neden gözlerini kapatıyorsun?"

 

"Hiç, böyle konuşması daha güzel." dememle güldüğünü duydum. Gülüşü bir anda kesildi.

 

"Gece aç artık şu gözlerini." Başımı iki yana sallayarak reddettim. Bir süre sustu, hiç konuşmadı, sadece nefes alışverişlerini duydum. Daha sonra ise nefesini dudaklarımın üstünde hissettim ama inat edip yinede gözlerimi açmadım. Uzun bir süre aramızda mesafe kalmayacak derecede bekledi. Gözlerimi açmadığım için aramızdaki mesafeyi bilmiyordum ama nefesini hissettiğim için oldukça yakınımda olduğunu anlamıştım. Daha sonra dudaklarını dudaklarımın üstünde hissettim ama öpmedi, öylece bekledi. Dudağını dudağıma sürttü. Dudakları dudaklarımdan yanaklarımı buldu, sonra yine dudaklarımı ama bu süre içinde asla beni öpmedi. Dudağının değdiği yerde öyle durdu veya sadece dudağını sürttü.

 

"Öpecekceksen öp be!" dedim en sonunda. "Bu ne böyle." deyip ondan uzaklaştım. Sırf beni kışkırtmak için böyle yapmıştı ve başarılı da olmultu. "Gidiyorum ben." Arkamı dönüp kapıya doğru ilelemiştim ki Pars'ın eli kolumu tutunca gidemedim.

 

"Hesap sormuyor muydun sen bana?" Başımı iki yana sallayıp anında cevap verdim.

 

"Vazgeçtim, sormuyorum hesap falan." Güldüğünü duydum ama umursamadan elinden kurtulup çıktım odasından. Çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım. Her seferinde ya gamzesiyle ya da vücuduyla benim aklımı başımdan almayı başarıyordu. Özellikle gamzesiyle. Buna bir dur demem gerekiyordu artık.

 

Arkamda kalan odaya bakıp yemekhaneye doğru ilerledim. Bizimkiler oradadır büyük ihtimalle. Yemekhaneye girince hepsinin burada olduğunu gördüm, hatta hararetli bir konuşmaya tutuştuklarını bile gördüm.

 

"Senden hızlı olduğuma kalıbımı bile basarım." dedi Görkem.

 

"Hadi lan oradan, sen anca hepimizden hızlı mayına basarsın son mayın bükücü." dedi Batuhan. Son mayın bükücü mü? Bu iyidi işte.

 

"Sinirimi bozma kardeşim!" diye diretti Görkem. "Aranızdan en iyisi benimdir. Nasıl son mayın bükücüysem en hızlı silah kullanananı da benim." Anladığım kadarıyla silahlarla ilgili bir olay yüzünden en iyisi benim diye tartışıyorlardı. Hiç tartışmalarını bölmeden yanlarına gidip oturdum. Yaklaşık on dakika sonra da Pars yanımıza gelmişti. Bu süre zarfında bizimkiler tek tek en iyisi benim diye tartışıyordu.

 

Bu tartışmaya son noktayı koymak isteyen Barış ayaklandı. "Hadi lan, hepiniz benimle düelloya tutuşsun da kim benden iyiymiş gösterin bakalım. Adamı alnının çatından vurduğum gibi silahlarda da en iyisi benim." Böbürlenerek konuşmasına Anıl güldü ve ayaklandı.

 

"Hadi görelim bakalım şu hızlılığını." dedi ve belinden beylik tabancasını çıkarıp masaya koydu.

 

"Ne oluyor bunlara?" Kulağımın dibinde Pars'ın sesini duyunca ona döndüm. Kulağıma fısıldadığı için bana yaklaşmıştı ve ben de ona doğru dönünce birbirimize çok yakın olduk. Bu yakınlığı umursamadan cevap verdim.

 

"Anlamadım ki. Geldiğimden beri bir tartışma içindeydiler ve şimdi de bu tartışmayı düeollayla sonlandırmak istiyorlar." Başımı hafif geri çekip imalı bir şekilde devam ettim. "Bugünkü düellolarda bir tülü bitmiyor. İlk kimin fikriyse artık." Sırıttı, bir şey demeden önüne döndü.

 

Barış da tıpkı Anıl gibi belinden silahını çıkardı, silahın şarjörünü de çıkarıp ikisini de masaya koydu. "Başlayalım o halde." dedi. "Kazanan diğerlerine de haddini bildirir." demeyi de ihmal etmedi. Enes gülüp arkasına yaslandı, kendini beğenmiş bir edayla konuştu.

 

"Bizlerde kazanana haddini bildiririz." Bugünkü bu düello sevdası nedir anlamış değilim.

 

Barış ve Anıl ellerini masanın üstüne koydu, önlerinde de kendi beylik silahları vardı. Görkem üçe kadar saydıktan sonra aynı anda şarjör ve silahlarını aldılar ve hızlı bir şekilde şarjörleri silahlarına taktıklar. En hızlı takan kişi diğerine silahın namusunu doğrulttu. "N'oldu lan? Havan söndü." dedi Barış çünkü ilk barış şarjörü takıp Anıl'a silahı doğruştmuştu. "Sıradaki kim? Onunda havasını bir söndüreyim." Enes ayağa kalkıp Anıl'ın yerine geçti, aynı işlemi ikisi de tekrarladı ve yine en hızlı şarjörü takan ve karşıdakine silahı doğrultan Barış oldu. Sırayla aynı işlemi Batuhan ve Görkem de yaptı ama sonuç değişmedi, kazanan hep Barış oldu.

 

"Böyle hep kazan, kazan olmuyor ya." diyerek bize döndü Barış. "Sizi de yanıma alayım komutanlarım." dedi ben ve Pars'a hitaben. Ben sesimi çıkarmazken Pars konuştu.

 

"Hayırdır?" dedi meydan okumasını kastederek. Barış yutkunup zoraki bir gülümse sundu.

 

"Yani hep kazandım ya komutanım biraz da yenileyim diye öyle dedim." Dudağımın bir tarafı kıvrıldı, lafı değiştirdiğini sanki anlamadık.

 

"Korktunuz mu komutanım?" dedim, yavaş bir şekilde Pars'a döndüm. "Hakkını yememek lazım, Barış çok iyi. Eminim ki size tek atar." Bir süre yüzümü inceledi ve yavaşça ayağa kalktı. Onu kışkırttığımı anlamıştı ama bir şey dememişti. Dese ne olacak ki? O da beni kışkırtmıştı sonuçta.

 

Pars, Barış'ın yanında yerini alırken hemen konuşmaya devam ettim. "Bence Barış alır bu düelloyu." Barış bunu dememi beklemiyor olacak ki gözlerini irice açıp bana baktı. Yapmayın der gibi bana baktı. "Kaybedersen canına okurum asker!" dedim dişlerimin arasından. Bir bana bir de Pars'a baktı. İçinden kendisine sövdüğüne adım kadar emindim. Kazanırsa benim gazabımdan kurtulacak ama kaybeden Pars'ın gazabına uğrayacak. Eğer kaybederse Pars'ın gazabından kurtulacak ama bu sefer onu destekleyen benim gazabıma uğrayacaktı.

 

"Siz ne diyorsunuz beyler?" Diğerlerine bakarak sordum.

 

"Valla Barış'a geçmiş olsun diyorum ve tabii ki bu salak Barış'ı değil Pars komutanımı tutuyorum." dedi Enes. "Bence siz de Pars komutanımı tutun komutanım. Tribinizi başka zaman atarsınız." demeyi de ihmal etmedi tabii. Ben hariç diğer herkes Pars'ı desteklediğini dile getirdi.

 

Barış üzgün bir yüz ifadesiyle bana bakıp konuştu. "Üzgünüm komutanım ama ben de Pars komutanımı tutuyorum. Kesin o beni yener." Pars, Barış'ın bu sözüyle bana bakıp güldü. Onu umursamadan Barış'a baktım.

 

"Sen hele bir yenil ben her gün..." deyip ellerimi kaldırdım, parmaklarımı oynatarak devam ettim. "... Bu lezzetli parmaklarımla sana parmaklarını yedirtecek yemekler hazırlarım." Gözleri korkuyla açıldı. Aradan aylar geçmesine rağmen makarna dışında yemek yapamıyorum, ki makarna bile arada çok tuzlu arada da tuzsuz oluyordu. Onu bile doğru düzgün yapamıyordum yani.

 

"Öleyim mi ben?" dedi ağlamaklı bir sesle. Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Şaka yapmıştım ama ona bu korku yeterdi, belki yener bu sayede Pars'ı.

 

Kaşlarımı kaldırarak "Ölme." dedim. "Kazan." Başını iki yana salladı.

 

"Yok yok, öleyim ben. Benim açımdan en hayırlısı bu." Sırıttım, fazla üstüne gittim sanırım.

 

"Gebermeyi sonraya bırak da başlayın şu düelloya." diyerek araya girdi Görkem.

 

Barış ne kadar düellodan vazgeçtim falan desede kaçamadı. "Kazananla da Gece düelloya tutuşur." dedi Pars. Aklınca benimle düello yapacaksın diyordu.

 

"Sıkıntı değil, ben kendime güveniyorum." deyip ayaklandım. "Barış, vazgeçtim, sen kaybet de şu yanındaki adamın boyunun ölçüsünü alayım ben." Barış derin bir nefes alıp ellerini masaya koydu.

 

"Oh be, bir an gerçekten öteki tarafa gitmeyi düşündüm. Stres içindeyken kaybedecek olmasam bile kaybederdim." Güldüm, bir şey demedim. Zaten hemen ardında da Batuhan saymaya başladı ve onlar silahlarına şarjörleri hızlı bir şekilde geçirmeye başladı. Neredeyse aynı hızla yaptılar ama en hızlı şekilde silahı karşı tarafa doğrultan Pars oldu.

 

"Öldün kardeşim, çık oyundan." dedi Anıl gülerek.

 

Masanın etrafından dolanıp Barış'ın omzunu patpatladım. "Merak etme, ben şimdi onun boyunun ölçüsünü alırım." Gülü Pars'a baktı.

 

Pars'a bakıp "Geçmiş olsun komutanım." dedi, masanın karşısına geçti. Ben de Pars'ın yanında yerimi aldım.

 

"Bahisleri alalım." dedim bizimkilere. "Beni destekleyenler bir el kaldırsın." Hiçbiri elini kaldırmayınca göz devirdim. "Lanet adamlar! Hepiniz erkeksiniz tabii Pars'ı destekleriniz." Hiçbiri bu dediğimi beklemiyor olacak ki şaşkınca kaldılar. "Lanet erkekler." deyip Pars'a baktım, sırıtarak bana bakıyordu.

 

"Kaybeden kazanana ne ısmarlıyor?" dedim kollarımı gögsümün altında bağlayarak.

 

Pars konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki ondan önce Görkem konuştu. "Üstünüze çok gelmeyelim sizin komutanım. Yarın İstanbul'da, boğazda bir balık ekmek ısmarlayın." Pars'ın kazanacağından emin oldukları için benim ısmarlayacağımı düşünüyorlardı. Kesinlikle benim kazanıp bunları dumura uğratmam lazımdı.

 

"Hepinizin ayrı ayrı ısmarladığı balık ekmekleri yerim o zaman ben de. Sonuçta sizler de Pars'ı destekliyorsunuz, siz de kaybetmiş sayılırsınız." deyip ellerimi masaya koydum. Şu anda sadece bizimkiler değil yemekhanedeki bütün askerler buraya bakıyordu. İlk baştan beri izliyorlardı ama şu anda ayrı bir dikkatle izliyorlardı çünkü ben iddialı iddialı konuşup Pars'ı tiye almıştım.

 

Batuhan üçten geriye saydıktan sonra Pars'la aynı anda silahları alıp şarjörleri taktık ve birbirimize doğrulttuk. İlk ben yaptığım için ağzımdan istemeszce sevinç çığlık kaçtı. "Yendim işte!" dedim birden bire. Bizimkilere baktım. "Utanın şimdi beni desteklemediğiniz için." Hepsi şaşkınca birbirlerine baktı, hiçbiri kazanacağımı beklemiyordu. Yemekhanedikinler beni alkışlarken sırıtıp konuştum. "Hiç tezahürata gerek yok çocuklar. Emeğimle, hırsımla ve azimimle buraya geldim." dememle yemekhanede bir kahkaha tufanı koptu. Ben de kıkırdayıp Pars'a baktım.

 

"Sen tebrik etmeyecek misin?" dedim.

 

Bakışlarını benden çekti, etrafına bakıp birden yanağıma bir öpücük kondurdu. Geri çekilmden önce "Tebrik ederim." demeyi de ihmal etmedi.

 

Elimi uzattım, elini sıktım. "Ben de seni tebrik ederim." dedim, ona doğru yaklaştım. "Bile bile yenildiğini anlamayacak kadar salak değilim sevgilim." Geri çekilip yüzüne baktım, anladığıma şaşırmamıştı. Evet, bile bile yenilmişti. Ama olsun, hepsi bana balık ekmek ısmarlayacak sonuçta. En azından o iddialı laflarım yüzünden yenilip rezil olmamıştım.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%