@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
25.Bölüm "Müzayede"
Önüme bırakılan diğer balık ekmeği alıp yemeye başladım. Üstüne de koladan içip karşımda bana şaşkınca bakan erkek sürüsüne baktım. Bizimkiler dördüncü balık ekmeğimi yememe oldukça şaşırmışlardı. Hâlbuki daha iki tane daha yiyecektim. "N'oldu? Hayatınızda yemek yiyen kadın görmediniz mi?" deyip balık ekmeğimden yemeye devam ettim.
"Komutanım sırf meraktan soruyorum." dedi Anıl. "Gerçekten bize inat hepimizin tek tek ısmarladığı balık ekmekleri yiyecek misiniz?" Başımı sallayıp onayladım onu. Pars'la silah yarışında onlarla iddialaşmıştık. Hepsi Pars'ı tuttuğu için kaybetmişti ve ben kazandığım için İstanbul'a gelir gelmez hepsi tek tek bana balık ekmek ısmarlıyordu. Onlar en fazla iki, bilemedin üç balık ekmek yemişti ama ben şu anda dördüncüsünü bitirmek üzereydim.
"Tabii ki yiyeceğim."
"Beleş mal baldan tatlıdır desenize komutanım." diyen Görkem'e gülüp başımı salladım.
"Öyle de diyebiliriz ama bu birazda size inat bir şey desem yalan söylemiş olmam."
"Komutanım bence siz yol yakınken Gece komutanımı bırakın." diyen Barış'a döndüm. Pars'a bakarak söylüyordu. "Valla batırır sizi bu." Tek kaşım kalktı, ona bakmaya başladım. Benim bakışlarımı görmüş olacak ki Pars'a bakıp hemen lafını düzeltti. "Tabii ki de şaka, böyle boğazına düşkün birini bulmuşken asla bırakmayın. Bırakın batırsın sizi." Diğerleri ona gülerken ben sırıtarak balık ekmeğin son lokmasını yedim.
Önümüzdeki küçük masada duran telefonlardan biri çalınca oraya bakatım. Anıl uzanıp çalan telefonu aldı. Gördüğüm kadarıyla ekranda doktor hanım yazıyordu. Tek tanıdığım, tek ortak tanıdığımız doktor benim psikoloğum olan doktordu. "Ben iki dakika telefonla konuşup geliyorum." diyerek yanımızdan ayrıldı Anıl. Bu seferde yanımda sürekli telefonuyla ilgilenen Enes'e döndüm.
"Ne yapıyorsun sen sabahtan beri?" diyerek kiminle mesajlatığına bakmaya çalıştım. Telefonu bakmayayım diye uzaklaştırmadığı için kiminle konuştuğunu rahatça gördüm. Tabii ki de Elvan'la. "Eee, nesiniz siz şimdi?" Pat diye sorduğum soruyla şaşkınca bana baktı. Bizimkiler benim dediğime gülerken Batuhan gülerek konuştu.
"Bu şey gibi oldu, biriyle buluşursun daha sonra öpüşüp biz şimdi neyiz demenin bir değişik versiyonu gibi oldu?" Görkem, Batuhan'ın dediğine daha çok gülüp konuştu.
"Kardeşim hızlı zamanlarında bunları yaşadı sanırım. Çok tecrübeli konuştu."
"Ne alaka amına koduğumun malı! Bu klasik cümleyi bilmeyen ben Türkiye'de yaşıyorum demesin bir zahmet." Batuhan hemen savunmaya geçerken ben Enes'e döndüm.
"Evet, siz şimdi nesiniz?" Sorumu yineledim.
"Bir şey değiliz komutanım." Gözlerim şaşkınlıkla aralandı ve ellerimi dizlerime vurarak konuştum.
"Sen kızı oyalıyor musun yani?" Mümkünmüş gibi bu dediğime daha çok şaşırdı. Onun bu haline gülmemek için kendimi sıkıp devam ettim. "Sana hiç yakışmadı bu askeriye çapkını seni." Bu son kurduğum cümleyle susan kahkahalar tekrardan ortaya çıktı.
"Askeriye çapkını mı?" dedi Görkem. "Ben sürekli böyle seslenirim artık." Elimi kaldırıp ona uzattım, o da uzatınca ellerimizi birbirimize vurup çak yaptık.
"Ne alaka komutanım ya? Benim ailemle kaldığı için öyle arada nasıl olduğunu sormak için mesaj atıyorum." dedi Enes.
"Arada mesaj atıyorsun?" dedim, bizikilere döndüm. "Şimdi ben buna ne diyeyim beyler? Külahıma anlat desem çok mu klasik olur?" Barış başını iki yana sallayarak konuştu.
"Yok komutanım, olmaz. Sonuçta o da size klasik bir cevap verdi." Ona hak verip konuştum.
"Sen bunu benim külahıma anlat Enes." dememle baygınca bana baktı.
"Balık ekmek kafa yaptı sanırım." dedi, Pars'a bakatı. "Komutanım eve götürelim bence Gece komutanımı." Yüzümü buruşturdum, konuyu değiştirmeye çalışıyor bir de.
"Ben senin ablan değil miyim Enes?" Sakin bir şekilde sordum.
"Tabii ki de ablamsınız komutanım."
"O zaman niye bana yalan söylüyorsun? Demek ki sen beni ablan olarak görmüyorsun, görseydin gelir bana anlatırdın." deyip Pars'a döndüm. "Gidelim buradan Pars, çok kırıldı kalbim. Burada kalmak istemiyorum." Bir an gülecek gibi oldu ama kendisini sıktı. Duygu sömürüsü yaparak Enes'in ağzından laf almaya çalıştığımı anlamıştı. Hatta birazdan aynı şekilde Anıl'dan da laf alıp ne durumda olduklarını öğrenerek kızlarla onların arasını yapacağım. Umarım aralarını yapacağım diyerek aralarını açmam.
"Komutanım niye böyle yapıyorsunuz?" Omuz silkip yanımdaki Pars'ın koluna girerek ona sokuldum. Enes'in iç çeketiğini duydum, şimdi dökülecekti. Dudaklarımda sinsi bir sırıtış peydah olurken Görkem'in sessizce fısıldadığı şeyi duydum.
"Şeytan bu kadın ya. Kesinlikle o masum yüzüne asla kanmam ben." Gülerek ona baktım, sen öyle san der gibi bir bakıp attım. O sırada Enes konuşmaya başladı.
"Konuşuyoruz öyle sadece." dedi pes ederek. "Aramızda bir şey yok yani." Duygu sömürüsünü boş verip hevesle ona dönüp sorumu sordum.
"Seviyor musun onu?" Bir süre öylece bana baktı, daha sonra ise bizimkilere dönerek konuştu.
"Kandırdı beni değil mi?" Sırıttım, geç anlamıştı ama olsun. Geç olsun güç olmasın diyelim.
"Bırak sen şimdi kandırmayı, hoşlanıyor musun ondan?" dedim tekrardan. Hazır konuşmaya ikna etmişken vazgeçmeden her şeyi öğrenmem lazımdı. Daha sırada Anıl vardı.
"Sanırım." Göz devirdim, sanırım ne ya?
"Bana düzgün ve net bir cevap ver yoksa giderim bir daha konuşmam seninle." Bu dediğime inanmadı tabii ki ama yine de cevap verdi. Sonuçta bir kere yalan attım, ikincisine inanmış olursa aptal konumuna düşerdi ama ben bir gün yine kaldırırım nasıl olsa.
"Tamam, hoşlanıyorum." Sırıttım, elimi kaldırıp omzuna koydum, birkaç defa omzunu patpatladım.
"O iş ben de, en kısa sürede aranızı yapacağım." dedim kendimden emin bir sesle. Hâlbuki kızı bir kere görmüştüm ve bir daha da görmemiştim. Üstelik hiç konuşmamıştım bile çünkü o sırada pek iyi bir durumda sayılmazdım. Benim için zor bir operasyon olmuştu o zaman.
"Nasıl olacak o?" Önüme dönüp koladan bir yudum içtim. Bakışlarımı ondan çekerek cevap verdim.
"Karışma sen orasına." diyerek az ileride telefonuyla konuşan Anıl'a baktım. Birkaç dakika sonra yanımıza geldi. Hiç vakit kaybetmeden onunla konuşmaya başladım.
"Kiminle konuştun Anılcığım?" Dirseklerimi dizlerime koyarak öne doğru eğildim ve öyle sordun.
"Başak'la." dedi lafı dolandırmadan.
"Nesiniz siz?" Enes'e yaptığım gibi pat diye sordum ona da. Garibim o da şaşkınca kaldı tabii. Hâlâ benim birden sorduğum sorulara alışamamışlardı.
"Kardeşim lafı dolandırmadan Başak'tan hoşlanıp hoşlanmadığını söyle yoksa duygu sönürüsü yaparak illaki öğrenecek." dedi Enes. Anıl bir süre bize baktı, burada olup biten şeyleri öğrenmeye çalışıyordu. Öğrendi mi öğrenmedi mi bilmiyorum ama lafı dolandırmadan o da pat diye cevap verdi.
"Hoşlanıyorum komutanım." İşte beklediğim cevap.
"Tamamdır beyler, iki vakte kadar sizi sevgili yapıyorum." diyerek Pars'ın elinden tutup onu kaldırdım. "Benim burada işim bitti. Diğer iki balık ekmek borcunuz olsun, daha sonra ısmarlarsınız. Biraz daha yersem hastanelik olacağım." deyip Pars'la birlikte sahile doğru yürümeye başladık. "Sakın peşimizden gelmeyin! Sizinle çok vakit geçirdim, biraz da sevgilimle yalnız kalacağım." diye onlara bağırdım. Eminim ki çevredeki insanların bazıları bana bakmıştır ama umursamadım. Pars'ın da yanımda güldüğünü duydum. Söylediğim şeyler hoşuna gitmişti anlaşılan.
"Sanırım çok yedim." dedim karnımı ovalayarak. Pars'ın bir kez daha güldüğünü duydum.
"Yanlış anlama ama ben bile bu cüssemle o kadar yiyemiyorum." Kıkırdadım, haklıydı. İnat uğruna yemiştim hepsini ve şimdi de bir süre karın ağrısı çekecektim. "Bir dahaki sefer inadın tuttuğunda sonucunu da düşün bence."
"Bundan sonra öyle yapmaya çalışacağım." deyip dalgaların gelmediği yere bağdaş kurarak oturdum. Pars'ta yanıma oturdu, daha sonra ise sırt üstü kumlara uzandı. Kolunu uzatınca bende gögsüne uzandım. Uzattığı koluyla beni sardı.
Ona sokulup gökyüzüyle ufuk çigisinin birleştiği yere baktım. Ay tüm ihtişamıyla denize yansımasını bırakmıştı. "Aras'la bu aralar aranız iyi sanırım." diyen Pars'la gökyüzüne bakarak cevap verdim.
"Aşırı iyi, aramızdan su sızmıyor." dedim alaylı bir sesle. Beni ne zaman arasa telefonu kavga ederek açıyoruz ve yine kavga ederek kapatıyoruz. Günlük rutinimiz birbirimizi aramak ve kavga etmek, daha sonra seni sevmiyorumlu onlarca cümlenin ardından yeter bu kadar, sana fazla maruz kaldım diyerek telefonları kapatıyoruz.
"Sen alay etmeye devam ama gerçekten aranız iyi. Ne zaman beni arasa senin yaptıklarını, onu nasıl sinir ettiğini anlatırdı ama şimdi hiç öyle konuşmalara şahit olmuyorum." Dudaklarım iki yana kıvrıldı.
"Kıymetimi anlamıştır şerefsiz kardeşin." Hareketlenen gögsünden onunda güldüğünü anladım.
Bir anda gördüğüm şeyle doğruldum ve elimi uzatarak konuştum. "Pars yılınız kayıyor." Dağlardaki kadar yıldızlar net görünmesede birkaç tanesi net bir şekilde görünüyordu.
"Gördüm." dedi uzanmaya devam ederek.
"Gördüysen dilek tutsana." dedim. Yıldız birkaç saniye içinde kaymıştı ve kaybolmuştu.
Cıkladığını duydum. "Tutmama gerek yok çünkü dileğim çoktan gerçekleşti." Bakışlarım ona kaydı, acaba hangi dileği gerçekleşti diye düşünürken beni kolumdan tutup tekrardan yanına uzanmamı sağladı. "Yıllar önce tuttuğum dileğim şimdi kollarımın arasında bana sarılıyor." Kaşlarım çatıldı, anlamayarak ona baktım. Yüzündeki gülümsemeyle bana bakıyordu. Bir dakika, yok artık.
"Ay o dilek ben miydim?" dedim büyük bir sevinçle. Bakışlarını benden çekerek kahkaha attı.
"Sensin." dedi gülmelerinin arasında. Normalde çok sık utanan biri değilimdir ama nedensizce utandım. Zaten ben onun yanında hep utanıyordum. Dudaklarımı Pars'ın yanağına bastırıp onu öptüm ve gögsüne başımı koydum. Utandığımı anlamasın şimdi ama büyük ihtimalle anladı. Ben başımı gögsüne gömerken çenemden tutarak ona bakmamı sağladı ve dudaklarımızı birleştirdi. Utanmama rağmen öpüşüne karşılık verdim.
Utanç da bir yere kadar bence. Ya da Pars beni öpene kadar.
* * *
Aynadan son kez kendime bakıp odadan çıktım. Odadan çıkıp salona gelince topuklu ayakkabımın sesinden dolayı salondaki herkesin bakışları bana döndü. Pars beni baştan aşağıya süzerken diğerleri aynı anda ıslık çalmaya başladı. "Aman Allah'ım." dedi Görkem, ellerini gözlerine siper etti. "Bu güzellik gözlerimi kamaştırdı." Ettiği iltifata gülümsedim.
"Komutanım baştan anlaşalım size bakan olursa hiç tereddüt etmem sıkarım anlının çatına." dedi Enes.
Batuhan kolunu onun omzuna atıp "Senden önce Pars komutanım sıkmazsa sıkarsın kardeşim." dedi. Bakışlarım Pars'a kaydı, koltukta oturmaya devam ederek bana bakıyordu. Serhat albay İstanbul'da bize bir ev ayarlanmıştı ve hepimiz şu anda buraydık. Birazdan da müzayedenin yapılacağı yalıya gidecektik.
"Pars komutanım Gece komutanımın güzelliğinden küçük dilini yuttu sanırım." diyen Barış'la kıkırdadım. "En iyisi biz çıkalım." dedi, diğerleriyle birlikte evden çıktılar. Onlar çıkınca Pars ayaklanıp yanıma doğru gelmeye başladı. Tam önümde durup yanağıma dudaklarını bastırdı.
"Çok güzel olmuşsun." deyip geri çekildi, elimden tutarak kapıya doğru ilerledi. "Umarım bu güzelliğin katil olmama sebep olmaz." Ağzının içinden kurduğu cümleyle sırıttım. Üzerimde kırmızı, mini, düşük omuzlu bir elbise vardı.
"Sen de çok şık olmuşsun." dedim. Siyah, ona tam oturan bir takım elbise vardı üstünde. "Umarım bu yakışıklılığın yüzünden kadın katili olmam." Tıpkı onun gibi ağzımın içinden kurdum bu cümleyi. Göz ucuyla bana bakınca güldüğünü gördüm.
Birlikte evden çıkıp kapıda bekleyen iki araca hepimiz dağılarak bindik. Bir kısmımız şirket sahibiyken diğerleri de şirketin ortaklarıydı. Yalıda adamımızla konuşacak olan da Pars'tı sadece. Bizler yanında durup etrafı inceleyecektik. Pars işi hallettikten sonra adam bizimle iş yapmak isterse randevu verdiğimiz tarihte tanışacaktık biz de. Şu anda tek tanışıp iş teklifi edecek kişi Pars'tı. Anıl da şu tanıdığı çocukla konuşmuştu, Fehmi'nin gemilerinin bulunduğu limanın adresi çocuğa verilmişti ve birkaç saat içinde de gerekli işleri halledecekti. Sonrada devreye Pars girecekti. Tabii ilk önce adama iş teklif etmeyecek. Sonuçta iş teklif ettikten hemen sonra gemilerinde sorun olduğunu öğrenen adam şüphe ederdi.
Araba durunca camdan dışarıya baktım, dışarısı bile kalabalıktı. Birçok gazeteci dışarıda gelen davetlilerin fotoğraflarını çekmeye çalışıyordu. Pars arabanın kapısını açıp dışarıya çıkınca ben de peşinden çıktım. Gazeteciler başka ünlülerin fotoğrafını çekmeye çalışırken bizler onlara görünmeden yalının bahçesine giriş yaptık. Yalının uzun merdivenlerini çıkıp içeriye girince bizi kapıda bir adam karşıladı. Davetlilerin isimlerini alıp öyle içeriye alıyordu. Serhat albay her şeyi ayarladığı için isimlerimiz adamın elinde tuttuğu kağıtta yazıyordu. İsimlerimiz aynı olsada soyisimlerimiz değişikti, çünkü adam bizden şüphelenip bizi araştırırsa asker olduğumuzu anlamayacaktı, onun yerine bizim ayarladığımız sahte öz geçmişimizi öğrenecekti.
İsimlerimizi söyleyip içeriye girince birbirimizden ayrıldık. Pars aradığımız adamı bulup onunla tanışmaya giderken elimi kulağıma götürüp kulağımdaki kulaklığı aktif hale getirdim. Hangimiz kiminle konuşursa konuşsun hepimiz onu duyabilecektik çünkü hepimizde kulaklık vardı.
Pars adamla konuşmaya başlarken önümden geçen bir garsondan içecek alıp etrafıma bakmaya başladım. "Lan oğlum." dedi Barış kulaklıktan. "Şuradaki kız beni mi kesiyor yoksa bana mı öyle geldi?" Onların olduğu yere baktım, daha sonra da Barış'ın çaktırmadan baktığı noktaya bakıp açık açık Barış'a bakan kızı gördüm.
"Niye sana baksın oğlum? Şaşıdır kesin." dedi Görkem. "Benim yakışıklılığımın yanında sana bakması olsa bile değil." Barış'ın güldüğünü duydum. Görkem'le birlikte yan yana oldukları için birbirleriyle konuştukları anlaşılıyordu. Yani dikkat çekmiyorlardı.
"Kıskanma oğlum, ilk dakikadan anladı kimin yakışıklı olduğunu işte."
"Lan niye kavga ediyorsunuz?" dedi Batuhan. "Buradaki çoğu kişi terör örgütüne çalışmıyor mu? Ya bu kız da onlardan biriyse? Ya da terör örgütüne çalışan kişilerin kızı olabilir." Batuhan'ın dediği şeyle bir sessizlik oluştu. Kulaklıktan kız için kavga eden Barış ve Görkem'in sesi çıkmazken diğerlerinin güldüğünü duydum.
Anıl gülmelerinin arasından "Sazan gibi atlamak buna deniyor sanırım." dedi. Haklıydı.
Enes de Anıl'a hak verip "Oğlum tamam askeriyede çok fazla kadın görmüyoruz da kudurukluğun son noktası sizsiniz sanırım." dedi. Dudaklarım iki yana kıvrıldı, o da haklı gibiydi sanki.
Konuşma ihtiyacı duyarak ben de araya girdim. "Boş verin lan. Zaten kız çirkindi. Kadın dediğin biraz ağır başlı olur ama bu direkt adamı süzüyor, bu kızdan bir şey olmazdı. Hem ben Anıl ve Enes'in işini hallettikten sonra en güzelinden, biraz da utangacından kız bulurum size." Bulunduğu yerden Barış bana baktı, göz göze geldik.
"Komutanım hayalimdeki kızı tarif edebilir miyim?" Barış'ın sorduğu soruyla gülmemek için kendimi sıktım. Etrafımı kontrol edip cevap verdim.
"Oğlum senin hayalindeki kızı ben nasıl bulayım? Baştan aşağıya kız yaratmayacağım ki, bulacağım sadece."
"Komutanım ben şey istiyorum." dedi Görkem benim dediğimi duymazlıktan gelerek. "Böyle yumruğunu masaya indiren kızlardan olsun. Ama sakın öyle iki lokma yiyip doyan olmasın. Yediğinde tam yemek yesin, yeri geldiğinde beni sustursun ve söz sahibi kendisi olsun. Yani kısaca ayaklarının üstünde durmayı bilen bir kadın olsun." Ben ona cevap veremeden Batuhan konuştu.
"Şey olsun mu kardeşim? Hani dedin ya ayaklarının üstünde durmayı bilsin, bence ayaklarının üstünde durmak yerine mayının üstünde dursun sana daha çok yakışır." Alt dudağımı ısırdım. Tam Görkem'e yakışan biri olurdu ama öyle birini bulmak samanlıkta iğne aramak gibiydi.
"Batuhan bu cümleyi buradan çıktıktan sonra bana hatırlat." dedim. "Doya doya buna gülmek istiyorum."
"Son mayın bükücülerin karşılaması diye tarihe adlarını yazarız." dedi Enes. "Hatta ilerde minik mayın bücüleri de olur." Elimi ağzıma bastırıp tüm gücümle kendimi sıkmaya çalıştım.
Gülmemelisin Gece, gülersen herkes seni deli sanar. Yapma bunu.
Ben içimden kendime telkinler verirken Barış'ın dediği şeyi duydum. "Lan benim dışarıya çıkmam lazım, buna gülmezsem içimde kalır." Benimle aynı durumda olmalarına sevindim. Tek kıvranan ben değilim anlaşılan.
"Ulan var ya." dedi Görkem. Bir süre sustu, bekledi. "Diyecek bir şey bulamadım ki amına koyayım." İstemsizce bu dediğine kıkırdadım ama hemen susup etrafımı kontrol ettim. Neyse ki bana bakan yoktu. Bir anlığına bakışlarım Pars'a kaydı, hâlâ Fehmi denen adamla konuşuyordu. Arada bir bakışları bizim olduğumuz tarafa kayıyordu çünkü onunda kulaklığı açıktı ve bizim konuşmalarımızı dinliyordu.
Bakışlarımı Pars'tan çekip etrafıma bakmıştım ki az önce Barış'ı kesen kızın hareketlendiğini gördüm. "Barış kaç." dedim kıza bakarak.
"N'oldu komutanım?" dedi telaşla. Benim kızdan kaç dediğimi anlamadığı için etrafı kolaçan etmeye başlamıştı.
"Senin kız avına daha yakından bakmak istedi sanırım." dememle bakışları kızın olduğu yere kaydı ve ağzının içinden bir küfür savurdu.
"O halde giderken bana haber verin çünkü ben bu müzayede bitmeden tuvalete kendimi kilitlemeyi düşünüyorum." demesiyle birlikte ışık hızında salondan ayrıldı. Kız da onun peşine takılırken biz gülmeye başladık.
"Çok komik bir şey gördünüz sanırım." Duyduğum sesle gülümsemem yüzümde öylece kaldı. Hatta kulaklıktan bizimkilerin de gülmeyi kestiğini duydum çünkü etraftaki uğultulu konuşmalar dışında hiçbir ses duymuyordum. Yavaş hareketlerle sesin geldiği yere baktım, yirmi beşli yaşlarında birinin yanımda durup bana baktığını gördüm. Zoraki bir gülümse sunup başımı salladım.
"Şu müzik." dedim, daha sonra dinlemediğim müziğe biraz kulak verip devam ettim. "Pek benim tarzım olmadığı için gülesim geldi çünkü zorunluluktan diliyorum şu anda." Valla iyi kıvırdım ya.
"Doğru." dedi, yanından geçen garsondan iki kadeh içki alıp birini bana uzattı. Kadehi elinden alırken konuşmasına devam etti. "Benim de pek tarzım değil ve ben de zorunluluktan dinliyorum."
"Sikerim ben bunu!" Enes'ten duyduğum küfürle gözlerim irice açıldı.
"Bir şey mi oldu?" Yanımdaki çocuğun konuşmasıyla ona döndüm. Çocuk diyordum ki şöyle bir bakınca benden birkaç yaş küçük duruyordu.
"Yok, yok bir şey." deyip elimdeki içkiden içtim. Göz ucuyla Pars'ın olduğu yere baktım. Yanındaki adamla konuşurken bakışları sürekli benim olduğum yere kayıyordu. Göz göze gelince zoraki bir gülümseme sundum ona. Gözlerini sorun yok anlamında açıp kapattı. Ne kadar sorun yok dese de bu adam yanımda durmaya devam ederse sorun olacak gibi hissediyordum.
"Bu arada tanışmadık." dedi yanımdaki çocuk, elini uzattı. "Arda ben." Ne yapayım şimdi ben senin adını geri zekalı! Bu yılışıklar da hep beni buluyor ya!
Gülümseyip elini sıktım. "Gece ben de." İçimden ne geçirirken dışımdan ne geçiriyorum ya! Şeytan diyor kır kafasında şu kadehi rahatla ama dua etsin ki görevdeyim şu anda. Başka bir zaman da gelseydi kesinlikle yapardım.
"İsmin ne güzel." Sanki hayatında hiç duymadı ya!
"Sikik herif!" Duyduğum küfürle gözlerim yine şaşkınca açıldı. Bakışlarım hızla Pars'a kaydı çünkü bunu o söylemişti. Başını hafif çevirip yanındaki adam duymadan söylemişti bu küfürü.
"N'oldu? Niye şaşırdın." Yanımdaki çocuğun çenesi iki dakika durmadığı için bakışlarımı Pars'tan çekip ona çevirdim. Ne diyeceğim şimdi ben buna? Sevgilim kulaklıktan bana yürüdüğünü duyuyor, hatta görüyor ve kulağımdaki kulaklık aracılığıyla sana ettiği küfürü duyduğum için şaşırdım mı demeliyim?
Keşke desem ama diyemiyorum işte.
"İsmim biraz değişik ya, beğenen insanları görünce bazen şaşırıyorum böyle." Kurduğum cümleyle bizimkilerin gülme seslerini duydum. Birkaç saniyeliğine onların bulunduğu yere baktım, komik mi der gibi onla bakınca anında sustular.
"O insanlar zevksizmiş anlaşılan." Ah! Sen çok zevklisin ya! Bu zevkli halin yüzünden beni dinleyen izbandut gibi adamlardan dayak yiyecesin ve ben de kılımı bile kımıldatmayacağım, tabii sen nereden bileceksin? Anca gel senden büyük bir kadına yürü.
"Kendisi çok zevkli anlaşın!" dedi Görkem. "Komutanım şu adamın kıçına basın tekmeyi yoksa Pars komutanımdan önce onu ben zevkten dört köşe edeceğim."
"Bu arada dans edelim mi?" Duyduğum soruyla yanımdaki çocuğa baktım. Umarım galipten sesler duymuşumdur çünkü bu sorunun gerçek olmasını istemiyordum. Yoksa bu çocuğun sonunu hiç iyi görmüyorum.
"Komutanım basın kıçına tekmeyi." dedi Görkem yine.
"Sen sus bi'!" dedim birden bire.
"Anlamadım?" Anında alt dudağımı ısırıp yanımdaki çocuğa baktım.
"Sana demedim." dedim, etrafıma baktım. "Yanımdan biri geçti de bağırarak konuştuğu için öyle söyledim." Bu sefer o etrafına baktı.
"Yanından bir geçmedi ki." Hay ben senin ya! Kapat işte konuyu. Milleti salak, geri zekalı bulur ama benim de kıçımdan akıllısı ayrılmaz.
"Tamam komutanım buradan yürüyün, adam sizi deli sansın." Batuhan'ın dediği şeyle yine hiç düşünmeden konuştum.
"Yok daha neler!" Çocuk yanımdan gitsin diye şizofren gibi mi davranacağım?
"Yine anlamdım." Bir şeyi de anla be kardeşim! Boşu boşuna zeki demişim ben buna.
"Bana öyle geldi sanırım." diyerek ilk dediği şeye cevap verdim.
"Dans teklifine cevap vermedin hâlâ." Hâlâ dans diyor ya!
"Komutanım deli taklidi yapın işte." Gözlerimi birkaç saniye kapattım, daha sonra bunu diyen Enes'e bakatım. Anında sağ elini dudaklarına götürüp sağdan sola doğru hareket ettirdi. Fermuar yaptı ağzına.
Tam ağzımı açıp yanımdaki çocuğa cevap verecekken az önce tuvakate kaçan Barış'ın sesini duydum. "Yettim komutanım, şimdi sizi kurtaracağım." Bakışlarım salonun büyük kapısına kaydı ve onun buraya doğru geldiğini gördüm. Arkasından da az önce onu takip eden kız geliyordu. Bildiğin kız hâlâ onu takip ediyordu ya.
Barış birkaç büyük adımda yanıma gelip elini belime attı." Kusara bakayın komutanım, biraz samimi davranmalıyım." dedi kulağıma. "Gececiğim, o iş halloldu." Tek kaşım kalkdı. O iş ne?
"Öyle mi?" dedim sahte bir gülümsemeyle. Ona ayak uydurmam gerekiyordu. "Çok sevindim." Bu dediğime bir an gülecek gibi oldu ama kendisini sıktı. Umarım beni kurtaracağı şey beni sinir edecek bir şey değildir.
"O iş ne?" Arda'nın sorusuyla ikimizinde bakışları ona kaydı. Ben de çok merak ettim aslında.
Barış sırıtıp ona doğru yaklaştı. Az ileride bize bakan kızı gösterdi. O kız Barış'ı takip eden kızdı. Hâlâ bize bakıyordu ama biraz da sinirli gibiydi çünkü Barış bana çok yakın ve samimi duruyordu ve büyük ihtimalle kız da yanlış anlamıştı. "Şu kızı görüyor musun?" dedi çaktırmadan kızı göstererek. "Benim canım arkadaşım Gece o kızı çok beğenmişti." Gözlerim bir kez daha irice açılırken hızla Barış'a döndüm. Özür diler gibi bana bakıyordu. Kulaklıktan bizimkilerin gülüşlerini duyarken ben Barış'ı öldürme yollarını planlamaya başlamıştım bile.
"Anlamadım?" Arda'nın söylediği şeye şu durumda bile gülecek gibi oldum ama kendimi sıktım. Benim yerime bizimkiler güldü ve Anıl konuştu.
"Bu da bir bok anlamıyor ki."
Barış derin bir nefes alarak Arda'nın sorusuna cevap verdi. "Gece birazcık kadınlardan hoşlanıyor da." Ben şaşkınca Barış'a bakarken Arda da şaşkınca bana bakıyordu. Bunu üzerimdeki hissettiğim bakışlardan anlamıştım. "Toplumumuzda bu pek hoş karşılanmadığı için şu anda bunu söylemem onu biraz kızdırdı sadece." dedi benim bakışlarımı kastederek.
"Anladım." diyen Arda'ya baktım, oldukça şaşkın görünüyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de şaşkınım. Birazdan bu şaşkınlığıma katil olmak eklenecekti.
"Hele şükür bir şeyi anladı." dedi Batuhan. Ben neyin derdindeyim bunlar neyin derdin ya.
Arda'ya bakmaya devam ederken bakışlarını benden çekip etrafına baktı. "Beni arkadaşlarım bekliyordu." dedi. "Onları daha fazla bekletmeden gideyim." dedi ve bizimle vedalaşmadan yanımızdan ışık hızıyla ayrıldı.
"Lan adam korktu ya." dedi Barış. "Oysaki korkulacak bir şey dememiştim. Alt tarafı kadınlardan hoşlanıyor demiştim." Gözlerimi bile kırpmadan ona bakmaya başladım. Bir süre Arda'nın gittiği yere baktıktan sonra ağır ağır bakışları bana kaydı. Bakışlarımı gördüğü anda sertçe yutkundu.
"Bence iyi tarafından bakalım komutanım." Tek kaşım kalktı.
"Bunun iyi tarafı neresi Barış?" Sakin bir şekilde sordum.
"Siz yılışık Arda'dan ben de yılışık kızdan kurtuldum. Sizinle beni sevgili sandı sanırım çünkü artık buraya bakmıyor." Göz ucuyla kızın olduğu yere baktım, haklıydı bakmıyordu ama bu beni alakadar etmiyor.
"Barış." dedim, ona doğru yaklaştım. Ona yaklaşmamla titremeye başladı, ona korku salmam hoşuma gitti. "Şu müzayede bir bitsin seni işkence ederek öldüreceğim." Yutkunup başını salladım.
"Bekliyor olacağım komutanım." sırıttım.
"Bence de beklemelisin." dememle arkasına bile bakmadan yanımdan uzaklaştı. Diğerleri onun bu haline gülerken ben Pars'ın olduğu yere baktım. Adamla konuştuğu için bu duruma hiçbir şey diyememişti. Ona bakmamla göz göze geldik, yüzündeki keyifli ifadeyi görmek mümkündü. Ben hariç herkes eğleniyordu.
"Komik mi?" dememle başını sallayıp onayladı. Sinirle ondan bakışlarımı çekti. Dillerine düşmesem bari.
* * *
Sıkılmış bir şekilde karşımdaki kadına baktım. Müzayede başlamıştı ve bizlerde dikkat çekmemek için müzayedeye katılmıştık. Pars ise hâlâ adamla konuşmaya devam ediyordu.
"Öleceğim şimdi sıkıntıdan." dedi Görkem. "Biraz eğlenelim ya."
"Nasıl olacak?" dedi Anıl. "Böyle sıkıcı bir yerde eğlenmenin tek yolu kendi kafamıza sıkıp bu ortamdan kurtulmak olur."
Karşımdaki eski vazoya baktım, bir kuruş bile etmezdi kesin ama insanlar binleri bırak milyonlar veriyordu bu eserlere. Zengin olmak böyle bir şeydi sanırım.
"Siz ne diyorsunuz komutanım?" Bana yöneltilen soruyla Batuhan'a baktım. "Biraz eğlenmek için bu insanların bunlara biraz daha para verebilmesi için biz de katılalım diyoruz."
"Elimizde patlarsa?" Bu fiyatlar çok yüksek başlıyordu ve oldukça yüksek bir fiyatla da satın alınıyordu.
"Yok ya elimizde patlamaz. Biri bir şeyi istiyorsa alacağım diye servetini önüne döküyor zaten." dedi Barış. Kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Sen konuşma! Sinirliyim hâlâ sana." diyerek ona kızdım. "İyi madem, biz de katılalım. Hem dikkat çekmemiş oluruz." Bunu dememle Görkem önündeki numaralı kağıdı kaldırdı ve konuştu.
"Bir milyon." Gözlerim irice açıldı. Beş yüz binden bir milyona mı yükseltti o?
"Çüş Görkem!" dedim. "Bu elimizde kalırsa seni satar öyle alırım haberin olsun." Gözleri irice açıldı çünkü yapardım. Hâlâ sinirli olduğum için ben her şeyi beklesinler benden.
"Evet bir milyon geldi, var mı arttıran?" Kürsüdeki kadın konuşurken içimden dua etmeye başladım çünkü Barış'ı öldürdükten sonra Görkem'i de öldürebilirim.
"İki milyon." Bir kadının söylediği rakamla derin bir nefes aldım. Görkem'in elinden sayı yazan kağıdı alıp konuştum.
"Ucuz yırttın Görkem yoksa Barış'ın yanında sana da mezar yeri ayırtmak zorunda kalacaktım." Sırıtıp arkasına yaslandı. Sabır çekerek önüme döndüm. Bunlar akıllanmaz ya.
Vazodan sonra bir tablo geldi. Açıkcası tabloda ne resmedildi anlamadım. Enes de anlamamış olacak ki "Ressamımız bize neyi anlatmaya çalıştı acaba?" dedi.
"Bence karısını öldürmüş." diyen Barış'a baktım. "Bakın şu kırmızı boyalar tıpkı kan lekeleri gibi. Bu bana buradan çıktıktan sonra başıma geleckleri gösteriyor." Sırıttım, ölümü beynine işlemişim sanırım. Zavallım şu abuk subuk resimden bile onu anlamıştı çünkü.
"Yok lan." dedi Batuhan tabloyu incelerken. "Bence ressam olağan dışı şeyler çizmiş." Elini kaldırıp tablonun bir noktasını gösterdi. "Bakın şurada uçan insanlar var." Dediği yere bakatım ve uçan insan falan görmedim. Anıl da görememiş olacak ki konuştu.
"Ne alaka oğlum? O uçan bir balık." Balık mı? Hayal güçleri gerçekten sıradışı.
Yanımdaki Görkem kısa süreliğine sessizliğini bozup "Siz hayal etmeyin oğlum. Beynime ettiniz iki dakikada." dedi, haklıydı aslında çünkü bahsettikleri şeyi ben hiç göremedim. Görmeyi geçtim dedikleri şeyi anımsatan bir nokta bile göremedim.
"Evet bu tabloyu beş yüz bin TL'yle satışa sunuyorum." Beş yüz bin TL. Bence en fazla on TL eder ama neyse.
Tablo iki dakikada sekiz yüz bin TL'yi bulmuştu. İşin garip yanı bu tabloyu almak isteyen çok kişi vardı. Arkadaş ben tabloya bakınca hiçbir şey göremiyorum ki. Bu insanlar bunu alıp ne yapacak?
Anıl önündeki numaralı kağıdı alıp kaldırdı, ben bir meblağ söyleceğini beklerken o hiç ummadığımız bir şey söyledi. "Ablacağım ben bu şahane tabloyu satın alsam taksit yapar mısınız?" Kendmi tutamayrak gür bir kahkaha patlattım. Müzayede salonunda bir tek benim kahkaham yankılanırken şaşkın insanlarda üzerindeki şaşkınlıkları atarak gülmeye başladı.
"Komik olan ne ya? Ben beğendim tabloyu, alacağım ama fiyat yüksek." Allah'ım beğene beğene neye benzediği belli olmayan bir tabloyu mu beğendi?
"Ablacığım gülmede soruma bir cevap ver ya." Onun daha fazla konuşmasına müsaade etmeden elimle ağzını kapatıp içerideki insanlara hitaben konuştum.
"Siz onun kusuruna bakmayın. Yalıya girerken bir gazetececi ona soru sorarken yanlışlıkla mikrofonu kafasına vurunca bu hale geldi." Azalan kahkahalar benim dediğim şeyle tekrardan yükselmeye başladı. Oysa ki komik değil güzel bir açıklama yapmıştım. Neyse artık, bu insanların da gülsesi varmış herhalde.
Birkaç dakikanın sonunda müzayede kaldığı yerden devam ederken tabloyu yaşlı bir kadın satın aldı. Sırada bir saat vardı. Evet bir saat, hem de ben bu saati pazardan oldukça ucuza alırdım. Kadın uzun uzun saati tanıttıktan sonra fiyatını söyledi. "İki yüz bin dolardan satışa sunuyorum." Bakışlarım yanımda oturan Görkem'e kaydı.
"Dolar mı dedi?" Şaşkınca sordum. Bakışları bana kaydı.
"Ben de onu anlamaya çalışıyorum komutanım." İstemsizce güldüm çünkü alt tarafı bir saatti. Kim niye ona bu kadar para versin?
Evet ben bunu düşünürken saatin alıcıları fiyatı yükseltmeye başlamıştı bile. Bilmediğim bir sebepten dolayı demek ki insanlar bu saate o kadar para veriyormuş.
"Şu kadar zengin olsam yeter ya." dedi Barış benim gibi şaşkınca saate biçtikleri fiyatı söylen insanlara bakarak.
Enes de şaşkınca etrafına bakarak "Şu kadar zengin olsam herhalde kendimi bile tanımızdım." dedi.
Batuhan gülüp "İşte Allah kime vereceğini biliyor. Senin gibi gözü aç birine verince ne olacağını bildiğinden vermemiş."
"Bana diyene bak. Sana da vermediğine göre benden bir farkın yok geri zekalı." Enes, Batuhan'a laf yetiştirirken Anıl önündeki yuvarlak, ortasında yazı yazan ve uçunda tahtadan küçük bir sapı olan kağıdı havaya kaldırdı.
"Ben dayanamayacağım, biraz zengin görünmem lazım." dedi. "sekiz yüz bin dolar." Evet bunu diyerek kesinlikle çok zengin göründü ama neyse ki onun söylediği fiyatın üstüne başkalarıda fiyat ekledi. Saat satıldıktan sonra bu sefer bir kolye getirdiler.
"Kolye güzelmiş." deyip Anıl'a baktım. "Aramızdaki en zenginimiz sen olduğuna göre bana onu alsana." dememle kürsüdeki kadın kolyenin fiyatını söyledi.
"Bir milyon dolar." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Anıl'a baktım. Bir kolyeye bir de bana baktı.
"Komutanım benim sadece sekiz yüz bin dolarım var, bir milyon dolarım olsa kesin aldırdım." Kıkırdadım, sanki o da var da. "Ayrıca bu siktiğimin eşyaları neyden yapılıyor da bu kadar pahalı?"
"Normal şeylerden yapılıyor ama enayi çok olunca böyle oluyor kardeşim." dedi Barış. Bakışları bana kaydı. "O kadar param olmasada sizin için şu kolyeye bir fiyat söyleyeyim ama alamayacağımı bilin. Zaten ben söyledikten hemen sonra başka bir enayi daha fazlasını söyler." diyerek önündeki kağıdı kaldırdı.
"İki milyon dolar." Barış fiyatı söyledikten sonra onun üstüne kim fiyat söyleyecek diye etrafıma bakamadım çünkü kulaklıktan Pars'ın sesini duydum.
"Adam yarın iş için gelecek." Derin bir nefes aldım. İşi halletmiştik. O halde burada işimiz bitti.
"O halde biz de gelelim de gidelim şu sıkıcı yerden." dedim. Hepimiz aynı anda ayağa kalktık, bu kalabalık yerden çıkacaktık ki duyduğumuz şeyle aynı anda hepimiz yerimizde kalakalkdık.
"O halde iki milyon dolara kolyeyi sattım." Hepinizin bakışları Barış'a kaydı. Yanlışlıkla da olsa bana kolye mi aldı o? Hem de iki milyon dolara? TL'de değil.
"Geşmiş olsun kardeşim." dedi Enes onun omzunu patpatlayarak. "Artık götünü satsan anca ödersin bu parayı." Gülmemek için kendimi sıkarken Barış'ın omzuna dokundum. Şaşkınca bana bakarken konuştum.
"Çok teşekkür ederim Barış. Kolyeyi gerçekten çok beğenmiştim ve sen de beni kırmayarak aldın. Artık bunu Gece birazcık kadınlardan hoşlanır dediğine sayarsın." Bu dediğime arkamdaki Görkem gülmeye başladı.
"İntikam soğuk yenen bir yemektir derken bunu boşa dememişler anlaşılan. Şu anda bizzat buna şahit oldum." Barış hiç sesini çıkarmadan şaşkınca bakarken fanusta sergilenen kolyeye bakmaya devam etti. Yaklaşık birkaç dakikalık bakışmanın ardından hiç beklemediğimiz bir şey söyledi.
"Kusura bakma ablacığım ama benim o kadar param yok. Kendimi de satamayacağıma göre siz onu daha çok isteyen birine verin. Ayrıca kıçım bile bu sikik kolyeden daha güzeldir." dedi ve salondaki, biz dahil herkesi şaşkına çevirip arkasına bile bakmadan müzayedenin yapıldığı salondan ayrıldı. O çıktıktan sonra bütün bakışlar bize kaydı. Hatta kürsüdeki kadın bile bize bakınca anlaşmışız gibi aynı da konuştuk. Üstelik aynı cümleyi kurduk.
"Sanırım deli, üstelik biz onu tanımıyoruz." diyerek biz de arkamıza bile bakmadan salondan çıktık. Bunu yapmasaydık kesin kolye bizim üstümüze kalacaktı. Salondan çıkar çıkmaz durup birbirimize baktık ve yine aynı anda gülmeye başladık. Müzayedeye bizim sayemizde bir değişiklik eklenmişti anlaşılan.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |