Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.Bölüm "Liman"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

​26.Bölüm "Liman"

 

Sıkılmış bir şekilde koltukta oturmaya devam ederken telefonumdan oyun oynuyordum. Yaklaşık bir saattir ne bu koltuktan kalmıştım ne de elimdeki telefonu bırakmıştım. Bugün limana gidecektik ama gideceğimiz saat gelene kadar sıkıntıdan ölecektim sanırım. Adamla dün konuşmuştuk, bugün bize çalışan birkaç kişiyle limana gidecektik. Onlar gemilerle ilgilenirken biz de biraz etrafı gezecektik. Tabii hepimiz gitmeyeceğiz, bir kısmımız limanı gören bir yerden gözcülük yapacaktı. Biz bir ipucu ararken yakalanma riskimizi onlar azaltacaktı.

 

"Komutanım yanlış yapıyorsunuz, şimdi yanacakasınız." Tepemde duran ve oyunu öğretmeye çalışan Enes'e bakatım.

 

"Benim hatam değil, oyun bozuk." Son bir saattir söylediğim bahaneyi yine söyleyince göz devirdi. "Göz devirme bana! Valla asarım ayaklarından seni tavana!" Anında teslim olurmuş gibi ellerini havaya kaldırdı.

 

"Haklısınız, kesin oyun bozuk." Sırıttım, tabii oyun bozuk. Benim hatam olması imkansız.

 

"Aferin." Biraz daha oyun oynamaya çalıştım ama sürekli kalınca uzandığım yerden doğrulup telefonu hâlâ tepemde duran Enes'in eline tutuşturdum. "Bozuk bu oyun, sinirlerimi bozuyor!" deyip yanından ayrıldım. Telefonuyla ilgilenen Anıl'ın yanına gittim.

 

"Ne yapıyorsun Anlıcığım?" Başını telefondan kaldırıp bana baktı.

 

"Komutanım Allah aşkına bana bulaşmayın." dedi, sabahtan beri bir ona bir diğerine bulaşıp benimle birlikte sıkılmalarını sağlıyordum ve onlarda artık bıkmıştı.

 

"Aman be öylesine ne yaptığını sormuştum zaten." diyerek yanından ayrıldım. Diğerlerinin yanına doğru gidiyordum ki hepsi aynı anda konuştu.

 

"Komutanım bize de bulaşmayın ya." Kaşlarım çatıldı, ne yaşattım ben bunlara ya?

 

Sabahın köründe kalktığım için hepsini kaldırmam, daha sonra sıkıldığım için yürüyüş yapmak için hepsini zorla dışarıya çıkarmam, Aras'la ettiğimiz kavgaları tek tek anlatmam, yemek yapmasını bilmediğim için onlara yemek yaptırmam dışında hiçbir şey yaşamamıştım ki.

 

"Aman ya, gidiyorum ben. Biraz da Pars'la uğraşırım. Kıymetimi bilen bir tek o zaten." deyip yanlarından ayrıldım. Pars'la birlikte kaldığım odaya girdim. Pars telefonla konuşurken ben de kendimi sırt üstü yatağa bıraktım, Pars'ın konuşmasını dinlemeye başladım.

 

Bir sağa bir sola giderken karşı tarafı dilendi. Daha sonra sinirle soluyup konuştu. "Orospu çocuğu! Anladı tabii peşine düşeceğimizi tutuştu bir yerleri." Kimden bahsediyordu caba?

 

"Merak etme baba, bir kaçacak iki kaçacak ama illaki birinde elimize düşecek." Babasıyla konuşuyordu ama kimden bahsettiğini anlamamıştım. Acaba annesinin şehit olmasına sebep olan adamdan mı bahsediyordu? Neydi adı? Bahadır'dı sanırım.

 

"Aklınca bu şekilde aramıza sızacağını düşünüyor. Belkide aramzıdadır." Geriye doğru kayıp sırtımı yatak başlığına yasladım. Pars'ta babasına bir iki bir şey söyleyip telefonu kapattı. Telefonu odadaki tekli koltuğa atıp yatağa geldi. Yatağa yüz üstü uzanıp bir kolunu üstüme attı.

 

"Ne oldu? Kimden bahsediyordun?" Tişörtümün açıkta bıraktığı karnıma dudaklarını bastırıp cevap verdi.

 

"Bahadır denen piçten!" dedi nefretle. Doğru tahmin etmiştim. Zaten o adamı öğrendiğinden beri onu araştırıp bulmaya çalışıyordu. Operasyondan geri kalan günlerde ve saatlerde elinde bilgisayar Bahadır'ı araştırıp duruyordu. Onu bulmayı kafasına takmıştı. Onu bulmadan içi rahatlmayacağı için ne ben ne de diğerleri ona karışmıyorduk.

 

"N'olmuş ona? Niye seni bu kadar kızdırdı?"

 

"Yüz nakli olmuş." Duyduğum şey başımı eğip ciddi mi diye ona baktım.

 

"Yok artık!" dedim. "Ciddi ciddi yüz nakli mi olmuş?" Eh bir yanda Kenan amca bir yanda onun klonları gibi olan Aras ve Pars. Bir adamla baş edemiyorken onun oğullarıyla nasıl baş edecek ki? Götü tutuşunca soluğu hemen bıçak altında bulmuştu anlaşılan.

 

"Olmuş şerefsiz! Şimdi ne halde bilmiyorum. Eski halinden eser yoktur." Canı sıkılmıştı, onu bulmayı çok istiyordu ve şimdi işi zorlaşacaktı. Hatta imkansızdı desem yalan söylemiş olmazdım herhalde.

 

"Sıkma canını, nereye kadar kaçacak ki? Burada olmasa bile öteki tarafta bunun hesabını verecek." dedim onu rahatlatmaya çalışarak. Tabii ne kadar rahatladı orasını bilemem.

 

"O sikik heriften hesap sormadan, onu dört duvar arasına tıkmadan ölmesini istemiyorum. Ölüm onun için kurtuluş olur. Onun yaşaması lazım." Derin bir nefes aldım. Ne desem onu rahatlatamayacaktım. Bu yüzden susmayı tercih ettim. O bana sarılırken sakinleşmesi adına ellerimi saçlarına daldırıp saçlarıyla oynamaya başladım. Zaten kısa süre içinde de uykuya dalmıştı. Bütün gece bugün gideceğimiz limanı araştırıp plan yaptığı için geç yatmıştı, sabahta erken kalkınca şimdi uykuya dalmıştı.

 

*

*

*

 

Üzerime beyaz askılı crop altıma da beyaz şort giydim. Onların üstüne de krem rengi blazer bir ceket alıp topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Saçlarımı ellerimle dağıp makyajımı kontrol ettim ve odadan çıktım. Pars ve Batuhan hariç diğerleri çoktan çıkmıştı çünkü onlar bir yere gizlenip etrafı kontrol edecekti, bizler ise adamın yanına gidecektik. Müzayede adamla Pars tanışmıştık, dün ise Pars'ın yanında ben ve Batuhan vardı ve adamla biz üçümüz tanışmıştık, bugün ise işi bilen iki kişiyle daha oraya gidecektik. Biz etrafı gezerken işi bilen kişiler gemilerle ilgilenecekti.

 

Pars ve Batuhan'da hazır olunca hep birlikte çıkıp Fehmi'nin gemilerinin bulunduğu limana doğru yola çıktık. Fehmi'yle tanışmak için şirketlerine gittiğimizde bir hafta sonra gemilerinin Türkiye sınırından çıkıp başka ülkelere gideceğini kulak misafiri olarak öğrenmiştim. Kesinlikle bile isteye dinlememiştim. Kimsenin konuşmasını öyle bilerek dinlemezdim, sadece kulak misafiri olurdum.

 

O günün üstünden sadece bir gün geçtiği için gemilerin kalkmasına altı gün kalmıştı. Bugün kaçak getirip götürdüğü şeyleri nasıl getirip götürdüğünü öğrenemezsek önümüzde altı günümüz daha vardı ama hiç kolay olmayacaktı. Eğer Bugün öğrenemezsek diğer altı gün limana gitmek için bahane üretmemiz gerekecekti, ya da gizli gizli gidecektik ama bu da riskliydi. Yakalanırsak kurtulmamız imkansız olur ve operasyon suya düşerdi. Bu yüzünden bugün ne yapıp edip bir şeyler bulmamız lazımdı.

 

Araba limanda durunca inip Pars'ın koluna girdim. Fehmi'nin adamlarının gösterdiği yolda ilerleyerek Fehmi'nin yanına geldik.

 

"Merhabalar Fehmi Bey." deyip elimi uzattım. Yüzümde bana göre sahte ama karşı taraf için samimi gülümseme vardı.

 

"Bu ne şıklık Gece Hanım." deyip elimi tuttu, dudaklarını elimin üstüne bastırıp geri çekildi. "Çok şanslısınız Pars Bey." dedi Pars'a bakarak. "Hem hayatınızda bir kadın var hem de her daim dip dibesiniz. Bence çok şanslısınız." Pars ve benim sevgili olduğumuzu biliyordu. Her şey rol icabı olabilir ama sevgililiğimiz öyle değildi.

 

"Öyleyim." diyen Pars'a baktım, bana bakarak söylemişti bunu. Ona gülümseyip karşımdaki adama döndüm..

 

"Sizin hayatınızda biri yok mu Fehmi Bey?" Tabii ki hayatında biri olmadığını biliyordum ama o bildiğimi bilmiyordu. Adam oldukça yaşını almıştı, eğer ki evlenseydi boyu kadar çocukları, hatta torunları bile olurdu.

 

"Maalesef." deyince gözlerim kısıldı.

 

"Çok içli söylediniz, yoksa eşinizi falan mı kaybettiniz?" Merakla sordum. Her bilgi bizim için önemliydi. Bu ne gibi işimize yarardı bilmiyorum ama belki işimize yarardı.

 

"Eşim değil, sevdiğim kadını kaybettim." dedi. "Evlenememiştik." Eğer ki iyi biri olduğunu bilseydim üzülürdüm ama iyi biri değildi. Bu yüzünden gram üzülmedim.

 

"Yaa." dedim üzülmüş gibi yaparak. "Çok zor olmalı." Keşke kahrından ölseydin de bizi uğraştırmasaydın it herif!

 

"Öyle. Bu yüzünden siz çok şanslısınız, kıymetinizi bilin." Bir terör örgütüne çalışan adamdan nasihat ve öğüt dileyecek havamda değilim be.

 

"Bu arada şirketten arkadaşlar gelmiş olmalı." dedim konuyu dağıtarak.

 

"Evet geldi, içeride işlere koyuldular bile."

 

"Çok sevindim." dedim, etrafıma baktım. "Etrafı gezmemde bir sakınca var mı acaba?" Yok de, lütfen yok de.

 

"Tabii ki yok, buyurun lütfen." dedi, bakışları Pars'a kaydı. "Biz de Pars Bey'le iş konuşuruz." deyince Batuhan'ın koluna girip hemen oradan uzaklaştım.

 

"Komutanım kulaklık." Batuhan'ın uzattığı kulaklığı alıp kulağıma geçirdim. Düğmesine basıp aktif hale getirdim. Tam o sırada bizimkilerin konuşmalarını duymaya başladım.

 

Görkem'in "Bana bakın bu kadın şeytan, şeytan. Yemin ediyorum tanımasam onun sahte yüzüne kanarım." dediğine şahit oldum. Umarım o şeytan kadın ben değilimdir.

 

"Geri zekalı ya!" Batuhan yanımda kardeşine söverken elimle ağzını kapattım. Bakalım neler konuşuyorlamış. Birazcık kulak misafiri olalım.

 

"Lan adama gülümserken kim bilir içinden nasıl ona sövüyordur ama dışına hiç yansıtmıyor. Bence istihbarat uzmanı olmalıydı. Düşmanın arasına kolayca sızardı ama istihbarat uzmanı da olmasını istemezdim şimdi." dedi. Kaşlarım çatıldı, ne istediğini bilmiyordu bu da. Barış da onun bu kararsız cümlesini anlamamış olacak ki konuştu.

 

"Niye lan?"

 

"Niye olacak? Biricik komutanımı kurtlar sofrasına gönderip yem etmem. Valla cinler tepeme çıkar yakarım her yeri." Alt dudağımı sırıp gülmemek için kendimi sıktım.

 

"Hem sinir ediyor hem de güldürüyor bu şerefsiz ya." dedim ağzımın içinden.

 

"Dengesiz lan bu!" dedi Enes. "Bu arada Batuhan ve Gece komutanım onlardan ayrıldı. Kulaklığı hâlâ takmadılar mı?" Başımı kaldırıp etrafıma baktım. Bir konteynerın üstünde Enes'le göz göze geldim. Etrafımı kontrol edip ona el salladım. Ağzının içinden küfür edip konuştu.

 

"Geçmiş olsun mayınları çok seven kardeşim." dedi. Hâlâ ona baktığım için bir noktaya baktığını görüp baktığı yere baktım. Bu sefer Görkem'i gördüm. "Çünkü dediklerini Gece komutanım duymuş." demesiyle Görkem'in bakışları bana kaydı, bu sefer de onunla göz göze geldim ve ona da el salladım. O da tıpkı Enes gibi ağzının içinden küfür etti.

 

"Helvanı ben yaparım kardeşim." dedi Anıl gülerek.

 

"Susun bi' lan! Ben kötü bir şey demedim ki?" Bana baktı, başını yana yatırıp masum görünmeye çalıştı. "Demedim değil mi komutanım?" yanımdaki Batuhan'a baktım. O ne yapacağımı almış gibi sırıttı. Biraz korkutmaktan zarar gelemezdi.

 

"Dedin Görkem!" dedim sinirle. Bu mesafeden bile yutkunduğunu gördüm. "Şeytan dedin bana ya! Nerem şeytan oğlum benim? Melek gibi kadınım."

 

"Tabii ki öylesiniz komutanım." dedi hemen. "Kim şeytan diyebilir ki size? Hatlar karışmış sanırım. Başka birinin frekansı bizimkine girmiş olmalı." Kendimi tutamayarak güldüm. Bahanenin de böylesi yani.

 

"Sakin, sakin. Kızmadım sana. Son dediklerinden sonra kızamadım." Rahatlamış bir şekilde derin bir nefes aldığını işittim.

 

"Zaten bana kim kızabilir ki?" Göz devirdim, şımarmaya gelmiyor ya. Hemen tepemize çıkacak.

 

"Kaşınma istersen." deyip ilerlemeye devam ettim.

 

"Sustum komutanım. Hatta ağzıma fermuar da çektim, konuşmam artık."

 

"Aferin."

 

Konteynerların yanından geçerken öylesine bir göz gezdiyorduk. O kadar çok vardı ki hepsini tek tek incelememiz imkansızdı. Şüpheli bir şey görmemiz gerekiyordu ama nasıl? "Komutanım bence ayrılalım." diyen Bahutan'a baktım. "Burası çok büyük, yan yana gezip bir şey bulmamız zor. En azından dağılırsak bir şeyler bulma ihtimalimiz artar." Haklıydı, bugün bir şeyler bulmadan dönmememiz gerekiyordu.

 

"Tamam sen ileriye git ben de sağ tarafa gidiyorum." diyerek ondan ayrıldım. "Sizlerde gevezeliği bırakın ve etrafı kontrol edin. Eğer yakalanırsam suda boğarım sizi." dedim hâlâ gevezelik yapan bizimkilere.

 

"Komutanım saat on iki yönünde bir hareketlilik var." dedi Barış. Başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Senin yönündeki on iki mi yoksa benim mi?" Sordum. Çünkü onun baktığı yön farklı benim gittiğim yön farklıydı.

 

"Sizin." Elimi kaldırıp yumruk yaptım, baş parmağımı kaldırıp onayladım onu. Dümdüz ilerlemeye devam ettim.

 

"Şimdi muhteşem oyunculuğumla bunları nasıl oltaya getiriyorum izleyin beyler." dedim. "Belki bir iki taktik öğrenirsiniz." Kulaklıktan Görkem'in güldüğünü işittim.

 

"Bizim içimizde şeytanlık olmadığı için bir şeyler öğrenmememiz imkansız komutanım." Kaşlarım çatıldı, sinirden gözlerim seğirmeye başladı. "Ayrıca dikkat edin de açığa alındığınız zamanki gibi adamları dövmeyin. Sonra sizi karakoldan kurtarmak zorunda kalırız." Valla kaşınıyor ya.

 

"Görkem dua et de burada denize düşüp öteki tarafa gideyim yoksa horoz gibi senin tepene çıkacağım." dedim. Duyduğum seslerle bir konteynerın arkasına geçip saklandım.

 

"Düşüncesi bile canımı acıttı. En iyisi ben kendimi denize atıp öldüreyim." Kulaklıktan hem Görkem'i dinledim hem de seslere odaklandım. Seslerin geldiği yere sessizce yaklaşırken Görkem'e cevap vermeyi de ihmal etmedim.

 

"Çok doğru bir karar ama bunu benim gözümün önünde yap da ben de göreyim."

 

"Düşman uzakta değil ki yanı başımda." Sırrıttım, hem benimle uğraşıyor hem de laf söyleyince şikayet ediyor. Bu da ayrı bir manyak.

 

Topuklu ayakkabımın ses çıkartmamasına dikkat ederek biraz daha ilerledim ve konteynerdan başımı uzatarak seslerin kaynağına baktım. Birkaç takım elbiseli adam bir şeylere bakıyordu. Önlerinde tahtadan bir sandık vardı ve hepsi onların önünde konuşuyordu.

 

"Yerleştirin bunları. Biriniz de etrafı kontrol edin. Burada yalnız değiliz." dedi içlerinden biri. Sanırım yalnız değiliz derken bizden bahsediyordu. Adamların bazıları sandığın önünde dururken bazıları etrafa dağılmaya başladı. Sırtımı konteynera yaslayıp adamların dağılmasını bekledim.

 

Adamların gittiğinden emin olunca tekrardan başımı uzatıp baktım. Geri kalan adamlar sandığın içindekileri konteynerlara taşıyordu. Bir tane adam uzun bir şeyi beyaz çarşaf tarzı bir şeye sarmış götürüyordu. O şeyin silah olduğunu anlamamak imkansızdı. Kaçak silah götüreceklerdi.

 

Başka bir adamın götürdüğü şeylere baktım. Bunlarda bağımlılık yapan maddelerdi. Uyuşturucuydu. Hem Türkiye'ye getiriyorlar hem de Türkiye'den gizlice götürüyorlardı.

 

Cebimden telefonumu çıkardım, kamerasını açıp flaşının kapalı olduğundan emin olup fotoğraflarını çekmeye başladım. Elimizde delil olması iyiydi. Birkaç tane fotoğraf çekmiştim ki adamların başında duran başka bir adamın etrafa baktığını gördüm. Tam benim olduğum yere bakmıştım ki hızla başımı çektim.

 

"Komutanım adam geliyor, kaçın!" Anıl'ın dediği şeyle ağzımın içinden bir küfür savurup topuklu ayakkabılarımı çıkardım, elime aldım. Bu ayakkabılarla koşarsam yerimi bildirmiş olurdum. Bu yüzden çıkarmak en iyisiydi. Ayakkabıları elimde tutarak koşmaya başladım. Bir konteynerın arkasına saklanıp beklemeye başladım.

 

"Komutanım oraya geliyor, oradan da uzaklaşın." dedi Anıl yine.

 

"İyi bir şey söyleyin be!" deyip yine buradan uzaklaşmaya balladım. Kaçarken bir konteynerın kapağının açık olduğunu görüp hemen kendimi içeriye attım. Kapının sağ tarafına geçip köşeye gizlendim. Bir süre burada bekleyip konuştum.

 

"Adam gitti mi?" Anında Enes cevap verdi.

 

"Yok komutanım, adam bulunduğunuz yerde dolanıyor." Off! Gitmez iki saate şimdi.

 

Bir süre daha sesimi çıkarmadan bekledim, daha sonra ise tam tekrardan adamın nerede olduğunu soracakken bir ses duydum. "Bunun kapısı niye açık?" Yutkundum, umarım bulunduğum konteynerdan bahsetmiyordur diye düşünürken içinde bulunduğum konteynerın kapısının sertçe kapandığını duydum.

 

"Yok artık!" dedim kendi kendime.

 

"Bir şey mi oldu?" diyen bir ses duydum kulaklıktan. Bu Pars'ın sesiydi. Sesi kısık çıkıyordu. Büyük ihtimalle adam yanındaydı ve çaktırmadan sormuştu bunu.

 

"Hiç." dedim uzatarak. Konteynerın kapısının yanına gidip açmaya çalıştım ama açamadım. "Sadece bir konteynerda mahsur kalmış olabilirim." diye ekledim.

 

"Batuhan çabuk buraya gel ve beni kurtar." dedim. Kapıyı açmak için güç de kullanamıyordum çünkü ses çıkarsa bu sefer yakalanırdım.

 

"Beş dakika içinde çıkaracağım sizi komutanım." dedi. Sırtımı kapıya yaslayıp beklemeye başladım. Batuhan'ın da dediği gibi beş dakika sonra gelip beni buradan kurtardı. Dışarıya çıkıp derin bir nefes aldım.

 

"Manyak adam ya, insan içeride biri var mı diye bir bakar!" İlerlemeye başlayarak söylendim. "Ya burada günlerce kalsaydım!"

 

Barış gülüp "Oksijensizlik kafa yaptı sarım." dedi. Başımı kaldırıp onun olduğu yere bakatım. Bakışlarımı görmüş olacak ki "Hiç öyle bakmayın komutanım, adam sizi görseydi bu daha mı iyi olurdu." dedi. Durdum, düşündüm. Sanırım haklıydı. Tekrardan yürümeye başlarken konuştum.

 

"Çok konuşma da adamlar yerleştirme işini halletti mi onu söyle bana."

 

"Hallettiler komutanım, az önce ayrıldılar oradan." Güzel, biraz inceleme yapabiliriz artık.

 

"Gözünüzü dört açın, konteynerların içini inceleyeceğiz biz." deyip Batuhan'la birlikte o konteynerların yanına gittik silah ve uyuşturucuların yerleştirildiği konteynerları bulup kapısını açtık ve içeriye girdik. İçeriye girince kaşlarım çatıldı çünkü burada hiçbir şey yoktu

 

"Eee burası boş." dedi Batuhan. "Anladılar da yerini mi deşitirdiler?" Batuhan'ın sorusunu Görkem yanıtladı.

 

"Hayır, ben izliyordum. Hepsini üç konteynera dağıttılar." Bu konteynerdan çıkıp diğerlerinede baktık ve onlarda da bir şey bulamadık. Bu işte bir şey vardı ama ne?

 

"Komutanım gizli bölme olabilir mi?" Barış'ın dediği şeyle beynimde şimşekler çaktı sanki. Tabii ya, gizli bölme!

 

"İşte bu." dedim, yanımdaki Batuhan'a bakatım. "Gizli bölme var, onları bulacağız." deyip konteynerların her yerini aramaya başladık. Bundan çıktık ötekilere bakatık ama gizli bölmeye rastlamadık. Başlayacağım am böyle işe! Bir bok yok bunlarda.

 

Konteynerlardan çıkıp bu sefer dışını aramaya başladık. Tam bir konteynerın kapısının önünde dururken bir şey dikkatimi çekti. Yere eğilip Batuhan'a seslendim. "Batuhan buraya bak bir." Birkaç saniye içinde yanıma gelince elimi uzatıp konuştum. "Bu konteyner fazla mı kalın bana mı öyle geldi?" dedim konteynerın alt kısmını göstererek. Kapının olduğu alt kısım çok kalındı, sanki üstüne ek yapılmış gibiydi.

 

"Silahları ve uyuşturucuları bu bölmeye mi saklıyorlar?" dedi şaşkınca. Zekiceydi. Bu yüzden ne zaman bir arama olsa kolayca işin işinden sıyrılıyorlardı.

 

"Vay anası ya." dedim, doğrulup içeriye girdim konteynerın duvarlarına vurmaya başladım. O boşluk hissini vurdukça çıkan sesten anlıyordum. Belirlenen konteynerlara komple ek yapılmıştı.

 

Tam bu ek yerlerinin açılacak yerini aramaya koyulacaktım ki Anıl'ın "Komutanım birkaç tane adam oraya geliyor." dediğini duydum. İki dakika araştırma yatırmıyorlar ya!

 

Söylene söylene Batuhan'ın koluna girip onunla birlikte koşmaya başladım. Ayağımdaki topuklulardan dolayı yere tökezleyip düşerdim, bu yüzden Batuhan'ın koluna girmiştim. Birkaç saniye anca koşmuştuk ki birinin "Kim var orada?" dediğini duydum. Daha fazla kaşarsak ve yakalanırsak şüphe ettirirdik, bu yüzden olduğum yerde durdum. Ben durunca Batuhan da durmak zorunda kaldı. Tam soru sormak için ağzını açmıştı ki birden kendimi yere attım. Batuhan sorusunu sormadan şaşkınca bana baktı.

 

"Komutanım." dedi şaşkın sesiyle. Dizimi tutup yüzümü buruşturdum.

 

"Ah bacağım!" dedim biraz yüksek bir sesle. Saniyeler içinde adamlar yanımıza geldi. Rolüme bürünüp acı çekiyormuş gibi yaptım.

 

"İyi misiniz Gece Hanım?" Adamlardan birinin sorduğu soruyla ona baktım, başımı iki yana sallayıp cevap verdim.

 

"Hayır, ayağım takıldı düştüm. Pars'ı çağırın bana." Adamların biri giderken diğeri burada kaldı. İç çekip adama baktım. "Bir su getirebilir misin?" dedim yanımızdan ayrılsın diye. Etrafına baktı, kararsız kaldı ama itiraz etmeden gitti. Adamlar gidince sahte gözyaşlarımı silip Batuhan'a baktım. Hâlâ şaşkınca bana bakıyordu.

 

"Şaşkın şaşkın bakma da şu ayakkabının topuğunu kır." dedim ayakkabımın birini çıkarıp ona verirken.

 

"Yazık kardeşime ya." dedi Görkem. "Zavallı kardeşim komutanının şeytani tarafına alışamadığı için şaşkın ördek gibi bakıyor." Güldüm, bu sefer haklıydı.

 

"Siz numara mı yaptınız?" dedi Batuhan sonunda idrak ederek. "Ama neden?"

 

"Kaçsaydık adamlar bizi yakalayacaktı ve planımız suya düşecekti. Bu yüzden düşme taklidi yaptım. Bu dümdüz yerde düşmem için sakar olamam gerekiyordu ve bu da pek inandırıcı olmayacağı için topuklu ayakkabımın topuğu kırılmış gibi yapacağım. Sen de o elindeki ayakkabının touğunu kır şimdi. Birazdan burada olurlar." Beni onaylayın topuğu kırdı ve yere bıraktı. O sırada su istediğim adam su getirdi. Tekrardan sahte gözyaşlarımı akıtmaya başladım. Getirdiği sudan içerken Pars ve Fehmi'nin de geldiğini anladım.

 

"Gece, iyi misin?" dedi Pars, dudaklarımı sarkıtıp ona baktım.

 

"Dizim acıyor." dedim. Kendimi bile bile yere atsamda dizimin üstüne düşmüştüm ve hafif soyulmuştu. Çok az sızlıyordu.

 

Yanıma gelip beni kucağına aldı, tam ona nazlanmak için kendimi hazırlıyorum ki kulağıma "Numara yaptığını biliyorum." diye fısıldadı. Tabii ya, onda da kulaklık vardı.

 

"Nazlanacaktım ama." dedim huysuz bir sesle. O bana cevap vermeden Fehmi araya girdi.

 

"Geçmiş olsun Gece Hanım, nasıl oldu?" Yerdeki ayakkabımı gösterdim.

 

"Ayakkabımın topuğu kırıldı. Sonra da kendimi yerde buldum."

 

"Ben Gece'yi arabaya götüreyim sonra gelirim." diyerek Pars beni oradan uzaklaştırdı. Elimi uzatıp kulağındaki kulaklığı kapattım, aynı işlemi kendime de yaptım. Şimdi Pars'a nazlanırken bizimkilerin araya girmesini istemiyordum.

 

"Acıyor." dedim dizime bakarak. Başını eğip dizime baktı.

 

"Küçük bir sıyrık sadece." Omuz silktim.

 

"Bu acıdığı gerçeğini değiştirmiyor ama."

 

"Bence abartıyorsun." Kaşlarım çatıldı, boynuna doladığım kollarımı çözdüm.

 

"Başkası olsa öper ama sen abartıyorsun de!" Bir şey demedi, dememesi beni sinirlediridi ve kucağından inmeye çalıştım ama buna izin vermedi, sıkıca tuttu beni.

 

"Rahat dur." Omzu silktim, inmeye çalıştım ama başarısız oldum. Arabaya gelene kadar buna devam ettim. Arabaya gelince beni arka koltuğa bıraktı. Beni bırakıp gitmesini beklerken üzerime doğru geldi, gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

 

"Burası araba fantazisi için hiç uygun bir yer değil." dedim birden bire. Bu dediğime ben bile şaşırken Pars'ın gözleri irice açıldı.

 

"Ne?" dedi şaşkınca. Birden gülmeye başladı. "Senin bu açık sözlülüğünü ne yapacağım ben?" Omzuna vurdum, gülmeye devam ettikçe daha da sinirlendim.

 

"Gülme! Hem kim olsa yanlış anlar."

 

"Hayır." dedi, üzerime eğilip dudaklarını yanağıma bastırdı. "Bir tek sen yanlış anlarsın." Dudaklarımı büzdüm, onu ittirmeye çalıştım.

 

"Sus, herkes yanlış anlar." dedim. "Hem sinirliyim ben sana. Canım acıyor derken bir yerlerine bile takmadın beni." Dudakları iki yana kıvrıldı, ters ters ona baktım.

 

"Herkesin içinde seni rahat rahat öpemezdim ki." deyince heyecanla ona baktım.

 

"Ya öpecek miydin?" dedim, bir kez daha kahkaha attı.

 

"Biraz susmayı denersen öpeceğim." dedi.

 

"Sustum, öp hadi." Bir kez daha gülünce omzuna vurdum. "Gülmesene ya, öpe de canımın acısı geçsin." Ben dizimdeki sıyırığı öpecek diye beklerken o dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bunu beklemediğim için birkaç saniye kal geldi. Ben şaşkınca beklerken dudaklarımın üstündeki Pars'ın dudakları hareketlendi. Üzerimdeki şaşkınlığı atıp kollarımı boynuna doladım, onu biraz daha kendime çekip dudaklarımı araladım, karşılık verdim.

 

Şu anda biri bizi görse kesinlikle yanlış anlardı. Ben arabanın arka koltuğunda yarı oturur bozunda duruyordum, Pars ise üzerime eğilmişti ve öpüşüyorduk. Valla ilk düşündüğüm araba fantazisini bizi gören herkes benim düşündüğüm gibi düşünürdü.

 

Dudaklarımdaki baskı azalınca gözlerimi araladım, Pars'a baktım. Kısık gözlerle bana baikıyordu. "Ben dizimdeki yarayı öpmeni beklerken sen fırsattan istifade ediyorsun." dedim, dudakları iki yana kıvrıldı.

 

"Orayı da öperim." deyip dizimdeki yaraya dudaklarını bastırdı. Öpüp geri çekildi. "Birazdan yanına geleceğim." deyip dudaklarıma son bir öpücük kondurup yanımdan ayrıldı. Araka koltuğa iyice yerleşip onları beklemeye başladım.

 

Yaklaşık on dakika sonra hepsi geri geldi, işimiz bittiği için eve geçtik. Eve gelince Pars benim abarttığım yarama pansuman yaptı, üstüne de yara bandı yapıştırdı. Hep birlikte salonda otururken acıktığımız için yemek sipariş ettik. Yemekler gelene kadar havadan sudan sohbet ettik. Ya da benim numaracı hallerimin dalgasını geçmişler de olabilir.

 

Pars'ın telefonu çalınca bütün bakışlar ona döndü. Orta sehpadan alıp kimin aradağına baktı. "Serhat albay arıyor." deyip ayaklandı. Telefonu açıp daha rahat konuşmak için salondan çıktı. Bir süre Serhat albayla konuşup geri yanımıza geldi.

 

"Bir şey mi oldu?" Yanıma oturunca sordum. "Neden aramış?"

 

"Bu operasyonda bize bir tim daha katılacakmış. Ankara'dan emir gelmiş." Anladığım kadarıyla bu operasyon bizim sandığımızdan daha önemliydi.

 

"Kimmiş bize katılacak tim?" Barış'ın sorusuyla Pars'a baktım. Bilmiyorum anlamında kaşlarını kaldırdı.

 

"Bilmiyorum, en geç yarına öğrenirsiniz dedi Serhat albay." Niye böyle dedi ki? Yoksa tanıdık bir tim miydi? Tanıdığım asker çoktu ve kim bilir kimdi?

 

Tam başımı Pars'ın omzuna koyacakken zilin çaldığını duydum, ayağa kalkıp konuştum. "Ben bakarım, yemekler gelmiştir." Kapının yanına gidip vestiyerden cüzdanımı aldım. Kapıyı açıp karşımda kuryeyi beklerken hiç tahmin etmeyeceğim birini gördüm.

 

"Sürpriz!" diye bağırdı. Gülen yüzüyle beni inceledi. "Ay nasıl da mutlu oldu beni gördüğüne." Başımı yana yatırdım, onu süzdüm.

 

"Pars!" diye bağırdım. "Lütfen bize katılacak timin Aras'ın bulunduğu tim olmadığını söyle." Karşımda Aras vardı ve ağzı kulaklarına varmış bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Tabii ki benim bulunduğum tim." dedi Aras. "Ayrıca çekil de içeriye gireyim. Senin suratını izlemek için gelmedim ben buraya." deyip içeriye doğru bir adım atmak için ayağını kaldırmıştı ki suratına kapıyı kapattım. Hiçbir şey olmamış gibi arkamı dönüp salona girdim.

 

"Ne dedin güzelim, duyamadım seni." diyen Pars'a baktım, şirince sırıttım.

 

"Hiçbir şey." Hepsi şüpheyle bana bakarken kalktığım yere geri oturdum.

 

"Eee kim gelmiş?" diyen Enes'e baktım, bir bahane bul Gece.

 

"Kurye gelmiş." Evet güzel bir cevap.

 

Anıl bana bakıp "Yemekler nerede peki?" dedi. Ah be kızım düzgün bir bahane bulsana, ne diyeceksin şimdi?

 

"Şey olmuş." dedim, zaman kazanamak için düşündüm. Aklıma gelen şeyle sırıttım. "Kurye gelirken köpeklerin saldırısına uğramış, köpeklerden kaçmak için yemekleri onlara vermiş. Gelip özür diledi işte." Sanki anlaşmışlar gibi hepsinin gözleri şüpheyle kısıldı. "Aaa bu bakışlar ne ya! Sanki suçluymuş gibi bana bakıyorsunuz. Yemiş işte köpekler." dememle zilin yine çaldığını duydum. Gitmiyor bu çocuk ya!

 

"Ben bakarım." diyerek Görkem ayağa kalktı. Hzıla ayağa kalkıp koluna yapıştım ve onu oturttum, kalkmasın diye de yanına ben de oturdum.

 

"Bakma, kuryedir." dedim.

 

"Daha az önce gelmedi mi kurye?" Bu soruyu soran Pars'a bakatım. Her yalanımda daha da şüpheleniyordu, bunu bakışlarından anlıyordum.

 

"Çocuk çok mahçup oldu, bu yüzden para vereyim diye tutturdu. Ben de almayıp kapıyı kapattım. Kesin parayı vermek için geldi. Boş verelim, çalar çalar gider." Hiç de inanmışa benzemiyordu ama bir şey de demedi. Bu olayın üstünde durmadılar diye sevinirken Aras'ın sesini duyduk.

 

"Kız aç kapıyı! Burnumu kırdın zaten! Madem yüzüme kapıyı kapatacaksın haber ver de burnumu vurmayayım kapıya ya. Gitti hokka gibi burnum!" Alt dudağımı ısırdım, bizimkilere baktım. Yüzlerindeki şüphe birden yok oldu. Saçma yalanlarımı neden uydurduğumu anladılar. "Abi ayrıl bu kızdan, valla sevmiyorum ben bunu! Eve almıyor beni! Açın lan kapıyı!" Şirince sırıtmaya çalıştım, açmasınlar diye hepsine yalvaran bakışlar attım ama Pars bakışlarımı görmezden gelip kapıyı açmaya gitti, saniyeler içinde abi kardeş içeriye girdi. Yanımdaki Görkem'e sarılıp ona sokuldum.

 

"Koru beni Görkem." dedim, başımı kaldırıp ona baktım. "Eğer korumazsan seni yavru köpek gibi kapının önüne atarım orada kalırsın."

 

"Bence tehdit etmeyin komutanım." dedi, gözleriyle Aras'ı işaret etti. "Her an verebilirim sizi onun eline." Gözlerim kısıldı. Eğer başımda Aras belası olmasaydı saçlarını tek tek yolardım ama dua etsin Aras vardı.

 

"Şerefsiz." deyip yanından kalktım, Aras'ı göz hapsine alarak ilerlemeye başladım. Tam onun yanına gelmiştim ki hiç durmadan koştum ve kendimi Pars'ın yana attım, ona sokulup yalvaran sesimle konuştum. "Kardeşinin gazabından kurtar biricik sevgilini."

 

Aras'ın bakışları bana kaydı, gözlerini kısarak bana bakıp yanıma doğru adımladı. Pars'a iyice sokulup koluna yapıştım. Aras gelip beni kolumdan çekti. "Çekil kız şuradan! Sümüklü böcek gibi yapışmışsın abime." deyip beni abisinin yanından uzaklaştırdı. Beni kaldırır kaldırmaz kendisi abisinin yanına oturdu. Bana inat abisine sarılıp konuştu.

 

"Müjdemi isterim! Bu operasyonda beraberiz!" Bir de mutlu mutlu nasıl konuşuyor ya. Sırf bana inat yapmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum.

 

"Bu müjde değil kara haber!" dedim ağzımın içinden. Bakışları bana kayınca anında sustum.

 

"Bir şey mi dedin yengeciğim?" Yapmacık bir gülümseme bahşettim ona.

 

"Biz haberi yeni aldık diyorum, senin ne ara haberin oldu da Ankara'dan buraya geldin diyorum."

 

"Size geç haber verilmiş. Biz haberi alır almaz geldik İstanbul'a."

 

"Ne güzel ne güzel, hadi şimdi tim arkadaşlarının yanına git. Bu ev bize kadar, fazladan bir kişi kalamaz maalesef." deyip onu kovdum ama kendisi yüzsüz olduğu için gidecek gibi değildi.

 

"Sığarız ya, biz abimle aynı odada kalırız. Ne de ola kardeşiz, aynı odayı da paylaşırız."

 

"Pardon ama ben nerede kalacağım o zaman?" dememle etrafına baktı, evi inceledi. Aklına bir yer gelmiş olacak ki gülerek konuştu.

 

"Bak iki tane üç kişilik koltuk var, boyun kısa zaten sığarsın sen bunlara." Baştan aşağıya kendime baktım, nerem kısa benim ya? Gayette uzunum bir kere.

 

"Sensin kısa muşmula suratlı!" dedim. "Kalk ayrıca oradan, benim yerim orası!" deyip onu kolundan tuttum ve kaldırmaya çalıştım ama kalkmadı.

 

"Bak orada boş yer var git oraya otur." Gösterdiği yere hiç bakmadım, onu kaldırmaya çalıştım.

 

"Bana ne ya git kendin otur."

 

"Ya kızım az misafirperver ol ben senin..." deyip duraksadı, abisine baktım. "Ben, bu senin çirkin sevgilinin neyi oluyordum abi." Çirkin mi dedi o bana?

 

"Ben çirkin miyim?" dedim ağlamaklı bir sesle.

 

"Hayır." dedi Pars. Onun hemen ardından Aras cevap verdi.

 

"Evet." Pars hayır derken Aras evet dedi. Alt dudağım titremeye başladı, Aras'ın kolunu bıraktım. Dolu gözlerle ona bakmaya başladım. "Çirkin dedim diye ağlayacak mı şimdi?" dedi şaşkınca bana bakarak. Bizimkilere baktı, bir şeyler demesini bekledi. Enes öne doğru eğilip konuştu.

 

"Bir kadına çirkin denmez ki şimdi. Böyle gözünüzün önünde ağlar tabii."

 

Birkaç adım geriye gittim, kendimi yere bırakıp dizilerimi karnıma çektim. Başımı dizlerime gömüp sesli sesli iç çekmeye başladım. Arada bir de burnumu çekmeyi ihmal etmedim. "Kız." Aras'ın bana seslenmesini duymamış gibi yaptım. "Valla öyle demek istemedim." Omuz silktim, oldukça sesli iç çektim.

 

"Abi bir şey yap ya, valla öyle demek istemedim ben ona. Alınacağını düşünmedim hiç." Sırıttım, başım dizlerimdeyken Pars'a baktım, Aras abisi bir şeyler yapsın diye ona baktığı için benim onlara baktığımı görmedi. Pars'la göz göze gelince kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. Gelip o Aras benden özür dileyecekti.

 

Pars numara yaptığımı görünce derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Ağlatan kimse o ilgilensin." deyince geri başımı dizlerime koydum. İşte benim sevgilim ya.

 

"Sen nasıl sevgilisin ya!" diye kızdı Aras abisine. "Kız ayrıl bundan, valla hak etmiyor bu seni. Milletin sevgili ağlamasını istemez ağlayınca gönlünü almak için kırk takla atar ama bu benim abim olacak, senin de sevgilin olacak hanzo kılını kımıldatmıyor. Ben sana daha yıkışıklı, daha kaslı birini bulurum." demesinin ardından şap diye bir ses duydum. Tam merakıma yenik düşüp bakacakken Aras'ın acı dolu çıkan sesini duydum.

 

"Ne vuruyorsun be? Kızın yanına gidip gönlünü alsaydın o zaman. Tabii senden daha yakışıklı birilerinin olacağını, benim de o birilerini biricik yengeme ayarlayacağımı bildiğin için kudurdun değil mi? Biraz daha kudur o zaman." dedi, hemen ardından bir koşma sesi duydum. Sanırım Aras Pars'tan kaçıyordu çünkü bu sefer adamın da damarına basmıştı.

 

"Hem kızı ağlatıyorsun hem de gelip burada ahkam kesiyorsun!" dedi Pars sinirle. "Geç kızdan özür dile! Ağlamaya devam ederse ben de seni balkondan sallandırarak ağlatırım haberin olsun."

 

"Sen demesen sanki özür dilemeyeceğim ben!" Söylendi, daha sonra yanımda hissettiğim hareketlilikle yanıma geldiğini anladım. "Gececiğim, canım yengem, biricik yengem." Yengesi olduğum şimdi aklına geldi herhalde. "Kız valla öyle demek istemedim, sen dünyadaki en güzel yengelerden birisin. Hatta en güzel yenge sensin." Sırıttım, aslında biraz daha yalvarmasını, beni övmesini beklerdim ama bana bu kadarı da yeter.

 

Başımı dizlerimden kaldırıp ona baktım. Saçlarımı savurup "Biliyorum canım, en güzel, en mükemmel ve en yenge benim." dedim, doğruldum, son kez onun şaşkın suratına bakıp Pars'ın yanındaki yerime aldım. Yanına oturunca kolunu bana dolayıp saçlarımın üstüne öpücük kondurdu.

 

Aras şaşkınca bana bakıp "Bu neydi şimdi?" dedi, bizimkilere döndü. "Bu kız az önce ağlamıyor muydu?"

 

Görkem onun bu haline gülerek onu aydınlattı. "Tanıştırayım şeytanın yardımcısı Gece Sayer. Şeytan yakında bütün yetkilerini benim numaracı komutanıma devredecek."

 

Aras aldığı yanıtla bana döndü, gözleri kısıldı. "Kandırdın beni." Dudaklarımı büzdüm, hemen başımı iki yana salladım.

 

"Hayır hayır, kandımadım ben seni." dedim, gülmemek için kendimi sıktım. "Ben kimseyi kandırmam, sadece manipüle ederim. Hem sen de bana çirkin demene sayarsın bunu." Yerinden kalkıp yanıma geldi. Yine beni Pars'ın yanından kaldıracak diye sıkıca Pars'ın koluna yapıştım ama o benim değil Pars'ın kolunu tuttu.

 

"Abi kalk kalk, bu kız manyak. Başından beri diyorum ama beni dilemiyorsun, kesinlikle manyak bu. Bunu az önce kanıtladı. Aşk senin gözünü kör etmiş, hiçbir şey göremiyorsun sen. Ben seni bu kıza yar etmem." Pars'ı kolundan çekiştirdiği için ben de Pars'ın diğer kolundan tutup kendime doğru çektim.

 

"Bıraksana be adımın kolunu! Şimdi elinde kalacak kolu sonra ben de senin kolunu kopartıp bir yerlerine sokacağım!" dedim Pars'ın diğer kolunu kendime doğru çekerek.

 

"Asıl sen bırak abimin kolunu manyak kadın! Kürek gibi tırnaklarını gecirdin abimin koluna." Abisinin diğer kolunu kendine doğru çekti.

 

"Dikkat et de senin yüzüne geçirmeyeyim!" Bir kez daha Pars'ın kolunu kendime doğru çektim.

 

Aras, Pars'ın kolunu yine kendisine doğru çekip konuştu. "Hadi be ordan..." diyordu ki birden ellerimizin arasındaki kol gitti, Pars hızla ayağa kalktı.

 

"Yeter!" diye bağırınca koltuğa sırtımı yapıştırdım. Aras da irkilerek kedisini Pars'ın kalktığı yere bıraktı. "Çocuk musunuz siz?" Aras korkuyla kollarına bana dolarken de ona sarıldım. "Oynayacağınız oyuncağı paylaşamıyor gibi aldınız beni aranıza bir o tarafa bir bu taraf çekip duruyorsunuz!" Sanırım onu fazla kızdırmıştık. "Biri diğerinize laf etse hemen öbürü kavga eder ama bir araya gelince birbirinizi bir kaşık suda boğmak için plan yapıyorsunuz! Manyak mısınız siz?" Cevap veremedik, korkuyla birbirimize sarılıp ona bakmaya devam ettik.

 

Cevap vermememiz onu kızdırmış olacak ki bağırarak konuştu. "Cevap verin!" Kaşlarım çatıldı, hızla ayağa kalktım.

 

"Ne bağlıyorsun ya!" dedim karşısına dikilerek. "İki kavga ettiysek ne olacak? Birimiz sevgilin diğermiz kardeşin, iki dakika alttan al. Paylaşamadık işte seni."

 

"Evet." dedi Aras benden cesaret alarak. Tam arkamda duruyordu ve onun bu haline sesi çıkmayan bizimkiler alttan alttan gülüyordu.

 

"Siz manyak mısınız?" dedi bir kez daha Pars. Ciddi ciddi düşündüm, bir cevap bulamayınca arkamdaki Aras'a bakatım.

 

"Biz manyak mıyız Aras?" Bu soruyu sormamla Pars hariç herkes güldü. Aras ise benim gibi ciddi ciddi düşündü.

 

"Mesleğimizden dolayı deliliğimiz var da manyaklık var mı biliyorum." dedi. "Belki biraz vardır ama çok değil bence." Aldığım cevapla Pars'a döndüm.

 

"Biraz manyaklık varmış sevgilim." Pars iyice sinirlenirken odanın içindeki kahkahalar giderek arttı.

 

"Ya havle, ya havle!" Pars söylene söylene yanımızdan ayrılınca Aras'a baktım.

 

"Çok üstüne gittik ya." Başını sallayıp onayladı beni.

 

"Haklısın. Ben gideyim de gönlünü alayım." deyip bir adım atmıştı ki kolundan tutup onu durdum

 

"Sen yine gönlünü alacaksın ya? Sevgilisi dururken sen kimsin? Ayrıca ne yapacaksın? Öpecek misin abini?" dedim burun kıvırarak. "Ben alırım sevgilimin gönlünü, sen de bu sürede siktir git evimizden. Senin yüzünden sevgilim bana bağırdı ve kızdı." deyip yanından ayrıldım. Peşimden gelmesin diye de koşarak Pars'la kaldığımız odaya girdim. Arkamdan kapıyı kapatıp yatakta yüz üstü uzanan Pars'ın yanına gittim.

 

Sırtına çıkıp sırtına yüz üstü uzandım. "Küs müyüz?" Cevap vermedi. Başımı boyuna koyup boyuna küçük küçük öpücükler kondurımaya başladım.

 

"Pars." dedim, elimi karınına doğru götürmeye çalıştım ama yüz üstü uzandığı için yapamadım. "Kaslarına dokunamıyorum." Eminim bu dediğimden sonra bana doğdu dönecekti.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Beni tutup sırt üstü uzandı, bu sefer gögsüne uzanmış oldum. "Manyaksınız biliyorsun değil mi?" dedi, siniri geçmiş gibiydi.

 

Çenesine öpücükler kondurarak konuştum. "Biracık ama." Baygın baygın bana bakınca sırıttım, çenesinden dudaklarına doğru yol aldım. "Tamam ya ikimiz bir araya gelince denegemiz bozuluyor ama biz böyle anlaşmayı seviyoruz." dedim, dudaklarına öpücük kondurmaya başladım.

 

"Siz seviyorsunuz ama çevrenizdekileri delirtmeyi başarıyorsunuz." dedi, geri çekildi. Birden geri çekilince onu öpemedim. Dudaklarımı büzdüm.

 

"Öpmemi istemiyor musun?" dedim, bir süre yüzüme baktı, daha sonra belimden tutup yerlerimizi değiştirdi. Şimdi ben altta o üstteydi.

 

"İstemez olur muyum?" deyip dudaklarımızı birleştirdi, beni öpmeye başladı. Düşen moralim yerine gelirken ellerimi karın kaslarına koydum, usulca elimi gezdirmeye başladım. Dudaklarımı aralayıp ona karşılık verdim. Umarım Aras pat diye odaya girmez.

 

Kısa bir an dudaklarımız ayırdı. Başını boynuma koyup iç çekerek öptü. "Seni seviyorum." diye kulağıma fısıldadı.

 

Dudaklarımızı tekrardan birleştirmeden önce "Seni seviyorum." dedim ben de ve dudaklarımız tekrardan birleşti. İki dakika önce o bana bağırıyordu ve ben ise onu delirtiyordum. Bir de şimdiki halimize bakın. Ne ben ne de çevremdekiler hiç normal değildi.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Aras'ın da operasyona katılacağını tahmin etmiş miydiniz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%