Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.Bölüm "Son Nefesime Kadar"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

 

​27.Bölüm "Son Nefesime Kadar"

 

Kar tanesi gibi eşsizsin...

 

Duvar dibinde oturmuş iç çekmeye devam ederken bu sefer Enes şansını denemeye karar vermiş gibiydi. "Komutanım abartmıyor musunuz?" Başımı dizlerimden kaldırıp dolu gözlerimle ona baktım.

 

"Hayır!" diye bağırıp kılını kımıldatmayan Aras'a bakatım. Rahat bir şekilde koltuğa oturmuş televizyon izliyordu. "Bu mal yüzünden terk etti beni." dedim ağlamaklı bir sesle.

 

"Ya kızım." diyerek Aras sonunda ayağa kalktı. Birkaç büyük adımda yanıma gelip eğildi, ellerini yüzüme koyup ona bakmamı sağladı. "Mal mısın sen?" Cevap vermedim, omuz silktim. "Abim sana köpek gibi aşık terk eder mi seni?"

 

"Nerede o zaman?"

 

"Bir bilsem, bir bilsem." dedi dişlerinin arasından. "Bulup senin yanına getireceğim ve sonra kafanızı birbirine tokuşturup ayrılacağım yanınızdan."

 

"Niye ya?" dedim cırtlak bir sesle.

 

"O ses ne ya! Kes hemen o sesi!" dedi ellerini yüzümden çekerek. Yüzü buruşmuştu.

 

"Terk etti beni." dedim yine. "Hepsi senin yüzünden! Sen gelmeden önce biz çok iyi geçiniyorduk ama sen gelince benim dengem şaştı ve sürekli Pars'ı delirttin, o da yeter deyip bana veda etmeden terk etti." Burnumu çektim, kaşlarımı çatarak konuştum. "Niye bana veda etmedi ki?"

 

"Tek sorunumuz bu mu komutanım?" Anıl'ın sorusuyla ona bakıp düşündüm. Daha sonra başımı salladım.

 

"Haklısın, tek sorunumuz bu değil." Bakışlarım Aras'a kaydı, boğazımı temizleyip bağırarak konuştum. "Tek sorunumuz Aras'ın burada olması!"

 

"Hay ben senin sesinin!" diyerek ayağa kalktı, kulağını tuttu. "Sanırım kulak zarım deldindi manyak kadın."

 

Onu umursamadan başımı dizlerime koydum, sesli bir şekilde iç çekmeye devam ettim. Sabah kalktığımda Pars yanımda yoktu, belki yürüyüşe veya hava almaya çıkmıştır diye üstünde durmadım ama öğlen olmuştu ve hâlâ yoktu. Aras geleli üç gün oluyordu, bu yüzden Aras'la üç gündür yan yanaydık ve biz yan yana olunca hiç normal davranmıyorduk. Normal davranmadığımız için de Pars deliriyordu. Kesin bu sabah canına tak etti ve bana bir veda bile etme gereği duymadan beni terk etti.

 

"Keşke Aras bizi terk etseydi de kurtulsaydık." dedim. Başımı kaldırıp ona baktım. "Bir insan bu kadar yüzsüz olmamalı ama oluyor işte.

 

Kendisini gösterip "Ben miyim yüzsüz?" dedi, başımı sallayıp onayladım. "Asıl sen yüzsüzsün." Kaşlarım çatıldı, hiç de bile.

 

"Benim nerem yüzsüz ya?"

 

"Abimi bırak diyorum burakmıyorsun. Kim yüzsüz anlaşılıyor işte."

 

"Sen demedin mi abim sana köpek gibi aşık diye. Şimdi ben bu adamı terk etsem gelip abimle barış demeyecek misin?" Düşündü, daha sonra başını sallayıp cevap verdi.

 

"Diyeceğim."

 

"O zaman yüzsüz değilim."

 

"O zaman ben de değilim." dedi tekrardan koltuğa oturarak.

 

"Yoo, yüzsüzsün." dedim hemen, bakışları tekrardan beni buldu.

 

"Niye?"

 

"Kovuyorum gitmiyorsun."

 

Tıpkı benim gibi "Kovduğunda abim beni özlemeyecek mi? Özleyecek, o zaman gelmem için yalvarmayacak mısın?" dedi. Bu sefer ben düşündüm, başımı iki yana salladım.

 

"Hayır." dememle kalakaldı. "Ben sana niye yalvarıyorum ki. Gelesin varsa gel derim giderim." Bizimkiler benim dediğime gülerken Aras yukarıya bakıp sabır diledi.

 

"Her gün defalarca söylediğim o iki kelimeyi söylemekten asla bıkmayacağım." dedi, bana baktı, öne doğru eğildi. "Manyak bu kadın!" dedi yüzüme doğru bağırarak.

 

Parmağımı kaldırıp konuştum. "Yalnız iki değil üç kelime oldu." dememle bir an beni kolumdan tutup evden atacak sandım. Öyle bir bakışı vardı yani.

 

Onu umursamadan tam tekrardan başımı dizlerime yaslayacakken bir ses duydum. "N'oluyor burada? Gece niye ağlıyor?" Başımı kaldırıp salon kapısına baktım, gördüğüm yüzle hızla yağa kalktım.

 

"Beni terk etmemiş." deyip koşarak Pars'a ilerledim. "Pars." dedim ve ona sıkıca sarıldım. "Beni terk ettin sandım." Başımı boynuna koyup iç çektim. Bana sarılmadığı için başımı çekip ona baktım, şaşkınca burada ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor gibiydi. "Niye sarılmıyorsun? Yoksa terk mi ettin beni?" dedim ağlamaklı bir sesle.

 

"Arkadaş taktı bu da terk etmeye." diyen Aras'ın sesini duydum. "Abi şunu terk et de rahat etsin." Hızla ona döndüm, ayağımdaki ev terliğini çıkartıp ona attım. Tam kafasına isabet etti.

 

"Ağzını hayra aç ya!" Aras'a kızıp tekrardan Pars'a sarıldım. "Terk etmedin değil mi beni?" Sorumu yineledim.

 

"Niye böyle bir şey yapayım? Hem sen bu yüznden mi ağlıyorsun?" Başımı kaldırıp ona baktım, sinirle konuştum.

 

"Tabii bu yüzden ağlıyorum!" Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. "Kaç gündür Aras yüzünden seni delirttin, artık canına tak etmiştir de beni terk etmişsindir sandım." Güldü, ellerini yüzüme koydu.

 

"Salak mıyım ben?" Sorusunu ciddi alıp onu şöyle bir süzüdüm. Değil gibiydi ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

 

"Sanki biraz." Anında kaşları çatıldı, sırıtıp lafımı düzelttim. "Şaka. Annen ve baban seni yaparken bütün güzel huyları da sana vermişler ama Aras'ı yaparken aptallığı ona biraz fazla vermişler sanırım. Yani sen mükemmel çocuk olmuşsun, hiç aptal olur musun?" Pars gülerken Aras'ın arkadan homurtusunu duydum, hiç oralı bile olmadım. Aklıma gelen şeyle Pars'a baktım, kaşlarım çatıldı.

 

"Madem beni terk etmedin sabahtan beri neredesin sen?" Merakla sordum, sesim de biraz sinir vardı çünkü gerçekten beni terk etti sandım.

 

"İşim vardı." Tek kaşım kalktı, sorguya devam ettim.

 

"Madem işin vardı sabahın köründe evden çıktın ve öğlene anca geldin o zaman o siktiğimin telefonuna niye bakmıyorsun Pars!" Sonlara doğru sesim bir hayli yüksek çıktı.

 

Ben soruma cevap versin diye beklerken onun kaşları şaşkınlıkla havalandı, daha sonra havalanan kaşları çatıldı. "O küfür ne Gece?" Bu sefer benim kaşlarım çatıldı, küfür mü ettim ben?

 

"Ne küfürü?" Ciddi ciddi sordum çünkü ne dediğimi unutmuştum.

 

"Az önce kurduğun cümlede geçen küfür." Mümkünmüş gibi biraz daha şaşırdım, arkamı dönüp bizimkilere baktım.

 

"Küfür mü ettim ben?" Hepsi aynı anda başını salladı. Barış bir adım öne çıkıp fısıltıyla konuştu.

 

"Ayıptır söylemesi siktiğimin telefonu dediniz komutanım." Düşündüm, öyle mi demiştim. Dediysem iyi demişim valla.

 

Tekrardan Pars'a dönüp saçlarımı savurdum. "İyi demişim." dedim. "Yalan mı? O telefonu iletişim kuralım diye icat ettiler ama bir açıp bakmak zor geliyor sana." Cebinden telefonunu çıkardı, parmak uçlarımda yükselip ben de baktım. Ekranda benim, Aras'ın ve bizimkilerin birçok cevapsız araması ve mesajları vardı. "Bak! Hepimiz aradık ve mesaj attık ama cebinden çıkarıp alo demek zor geldi herhalde." diye çıkıştım.

 

"Sessizde kalmış güzelim." deyince omuz silktim.

 

"Beni alakadar etmiyor Pars Bey." Bir kez daha kaşları çatıldı, bizimkilere baktı.

 

"Bey mi dedi o bana?" Göz ucuyla ben de bizimkilere baktım, tıpkı bende olduğu gibi aynı anda başlarını salladılar. Bu sefer Enes konuşmak için bir adım öne çıktı.

 

"Ayıptır söylemesi bu bir trip işaretidir komutanım. Geçmiş olsun." Gülmemek için kendimi sıktım. Ciddi duruşumdan ödün vermedim.

 

Pars bana bakıp "Trip mi atıyorsun?" diye sordu. Göz ucuyla ona baktım, omuz silktim.

 

"Yoo."

 

"Ayıptır söylemesi bu yoo ve peki kelimeleri de trip belirtisidir komutanım." dedi Anıl. Pars yine bana baktı.

 

"Öyle mi?" Bu sefer cevap vermedim, omuz silktim.

 

Batuhan yanımıza gelip Pars'a baktı. "Ayıptır söylemesi yoo ve peki sözcüklerini bile söylemeyip sessiz kalıyorsa ağır bir trip sizi bekliyor demektir komutanım." dedi. Bunlar niye sürekli ayıptır söylemesi diyor ya? Benden daha manyak bunlar.

 

Pars yine bana bakıp "Doğru mu?" dedi. Bu sefer ne omuz silktim ne de konuştum, yüzüne bile bakmadım.

 

Bu sefer Görkem'in boğazını temizlediğini işittim. Sanırım sıra ondaydı. "Ayıptır söylemesi konuşmayıp, yüzünüze bile bakmıyorsa birkaç günlük tribe kendinizi hazırlamalısınız demektir komutanım." Bunlar da olmasa Pars trip attığımı bile anlamazdı kesin.

 

"Bunlar niye sürekli ayıptır söylemesi deyip duruyor amına koyayım?" Aklımdan geçen soruyu Aras dile getirdi.

 

"Hakket lan." dedi Batuhan. "İlk kim öyle cümle kurdu?" Gözlerim kısıldı, sanırım Barış kurmuştu.

 

"Barış kurdu." dedi Görkem. "Sürü psikolojisiyle biz de öyle giriş yaptık hep."

 

"Salak Barış." dedi Enes.

 

"Sikik beyinli ben mi dedim benim kurduğum gibi cümle kurun diye? Mal herifler ya!" Barış da onlara laf yetiştirirken belimde bir dokunuş hissettim. Kimin dokunduğunu bildiğim için bakmadım bile, hatta dokunuşundan kurtulmak için ondan uzaklaşacakken daha sıkı tuttu. Beni onların yanından uzaklaştırdı. Trip attığım için sesimi de çıkaramadım, benimle birlikte salondan çıktı.

 

Benimle birlikte odaya girince elinden kurtulup odadaki tekli koltuğa oturdum. "Ne işim olduğunu sormayacak mısın?" dedi, göz ucuyla ona baktım, omuz silktim.

 

"İlgilenmiyorum." dedim, bakışlarımı ondan çektim. "Telefonunu sessize aldığına göre benden daha önemli işlerin olduğu kesin." Güldüğünü işittim, ters ters ona batım. Yanıma doğru adımlayıp tam önümde durdu, elini cebine attı, bir kutu çıkarttı.

 

"Geçenlerde Fehmi'yle tanışmaya giderken görmüştüm bunu. Görür görmez aklıma ilk sen geldin ama yanımda sen olduğun için alamadım, sürpriz yapmak istedim. Bugün almaya gittiğimde kalmadığını öğrendim. Başka yerlere baktım ve aynısını buldum." deyince meraklandım ama umursamıyormuş gibi yapmaya çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum muamma tabii.

 

"Madem o kadar aradın buldun ve aldın bir bakayım bari." dedim elimi uzatarak. Güldü, elindeki uzun kutuyu bana uzattı. Siyah kadife bir kutuydu. Yüzük kutusu değildi, ondan daha uzundu. Kolye veya bileklik kutusuna benziyordu.

 

İçimdeki merak giderek artarken hızla kutu açtım. İçinde gördüğüm şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı çünkü bu çok güzeldi. Bir kolyeydi, ucunda kar tanesi olan bir kolye. Bakışlarım Pars'a kaydı, merakla bana bakıyordu. "Eğer ki o kadar uğraşmasaydın, bu kolye bu kadar güzel olmasaydı sana kırk gün kırk gece trip atardım ama hem kolye çok güzeldi hem de güzelliğini geçtim sırf sana beni hatırlattığı için gidip her yerde arayıp bulmuşsun bunu. Güzelliğinden çok bu hoşuma gitti işte." dedim, ayağa kalkıp dudaklarımı yanağına bastırdım. "Çok güzel, çok beğendim ama anlamadığım bir nokta var." dedim geri çekilerek. Merakla bana bakınca devam ettim. "Neden bu kolye beni hatırlattı?"

 

Kolyeyi elimden alıp arkama geçti, saçlarımı toplayıp sağ omzuma koydu, kolyeyi boynuma takıp soruma cevap verdi. "Çünkü..." dedi, duraksadı. Ellerini belime koyup arkadan bana sarıldı, başını boynuma koyup devam etti. "...Çünkü benim için sen kar tanesi kadar eşsizsin. Bu kolyeyi görür görmezse sen aklıma geldin. Benim için ilksin, teksin ve eşin benzerin yok, kar taneleri de böyledir. Hiçbir kar tanesi birbiriyle tıpa tıp aynı değil, senin gibi." Yüzümde bir gülümseme oldu, içim huzurla doldu sanki. "Konuşmanla, davranışlarınla, yakın çevrene davranışlarınla, beni sevmenle hiç limseye benzemiyorsun. Melsela Aras'la biri sizi görse düşman sanar ama siz iki yakın dost gibisiniz. Senin sevme şeklinde böyle." Karnımdaki ellerinin üstüne ellerimi koydum. Beni çok iyi tanımıştı. Evet Aras'la kavga ediyoruz, hatta birkaç dakika önce ettik ama kardeşim gibi seviyorum onu.

 

"Başkası sevgisini böyle belli etmez ama sen kavga ederek belli ediyorsun. Bana kızıyorsun, trip atamadan barışıyorsun. Bence başkası olsa az da olsa trip atar ama sen en ufak bir sebebi kafana koyuyorsun ve bu yüzden trip atmıyorum diyorsun. Az önce olduğu gibi." Bunda da haklıydı. Açığa alındığımda Pars'ı affetmeyeceğim diyordum ama onu karşımda görünce yelkenleri suya indirdim. Daha sonra gördüğüm bir rüyayı haklı bulup onu affettim. Affetmekle kalmayıp sevgili oldum.

 

"Daha sayabileceğim çok nedenler var. Sen kar taneleri gibi kimseye benzemiyorsun, onlar gibi eşsiz bir güzelliğin var. Bu kolyeyi görünce de ilk aklıma sen geldin." dedi boynuma dudaklarını bastırarak. Kollarının arasından arkamı dönüp onunla göz göze geldim.

 

"Bunları söylemene gerek yoktu." dedim, gülümsedim. "Ben zaten bunları biliyorum. Eşim benzerim yok ve dünyanın en güzel kadını da benim." Dememle başını geriye atıp kahkaha attı.

 

"Ve bu huyunda kimseye benzemiyor. Başkası olsa teşekkür eder, öper ama sen kendini överek teşekkür ediyorsun." dedikleriyle dudaklarım büküldü, gözlerim doldu. Ellerini yüzüme koyup yüzümü inceledi. "Kötü bir şey mi söyledim? Niye gözlerin doldu?" Telaşlı bir şekilde sordu.

 

Başımı iki yana sallayıp "Hayır." dedim. "Seni bu hale getirdiğim için kendimle gurur duydum, beni bu kadar iyi tanıman da duygusallaştırdı beni. Dışarıdan biri sana baksa duvar gibi bir adam görür ama ben bu duvar gibi adamı hanımcı yaptım. Gurur duyuyorum kendimle." Gülerek başını iki yana salladı.

 

"Hanımcı mıyım ben?"

 

"Değil misin?" Tek kaşımı kaldırarak sordum.

 

Kaşları havalandı. "Bence değilim." Gözlerim kısıldı. Değil miydi?

 

"Değil misin?" Başını iki yana salladı. "Ne yani ben bir şeye hayır dersem sen beni dinlemeyip yapar mısın?" Düşündü, gözlerini kaçırdı. Gözlerim şüpheyle kısıldı.

 

"Bilmem."

 

"Ne demek bilmem. Evet mi hayır mı?" dedim.

 

"Güzelim şimdi konumuz bu mu?" Başımı sallayıp onayladım onu.

 

"Evet bu. Hanımcı mısın değil misin öğrenelim."

 

"Yani şimdi..." dedi duraksadı. Benim kaşlarım çatılırken o gülmeye başladı. "Şaka şaka, bir şeye hayır dersen seni dinlerim." Yüzümde rahatlamayla birlikte bir gülümseme oluştu. "Sen? Ben bir şeye hayır dersem yapar mısın?" Yutkundum, bakışlarımı kaçırdım. Başını eğip alttan yüzüne baktı.

 

"Şimdi Parscığım beni biliyorsun ben meraklı biriyim ve biri benim tam tersimi söylerse inadına yaparım." Yüzünde bir gülümseme oldu, başını boynuma koyup bana sokuldu.

 

"Bilmez miyim? En son karakoldan sizi topladıktan sonra uslu durun dememin ardından beş dakika geçmeden kavgaya karışıp yine nezarethaneye düşmüştün." O gün aklıma gelirken hem güldüm hem de adamlar aklıma geldiği için sinirlendim.

 

"Onda ben haklıydım. Karakolun önünde olmasaydık o adamların elimden çekeceği vardı ama karakoldaydık işte."

 

"Sen hep haklısın." deyince gülerek başımı geriye çektim, ona baktım ve dudaklarımı birleştirdim. Öpüp geri çekildim.

 

"Yaa... Biliyorum, ben hep haklıyım." dedim kendimi beğenmiş bir edayla.

 

Belimden tutup beni döndürdü, sırtımı duvara yasladı, başını boynuma koyup derin bir nefes alarak öptü. Ona daha fazla yer açmak için başımı yana yatırdım, boynuma iyice yerleşti. Fısıltıyla "Seni seviyorum." dedi. Boynumdan yanağıma doğru öperek geldi. Ellerimi boynuna çıkardım, ensesindeki saçlarını parmaklarımın arasından geçirdim. Dudaklarını dudaklarıma hapsetmeden önce ben de fısıldadım.

 

"Seni seviyorum." Dudaklarını dudaklarıma bastırıp öpmeye başladı. Parmak uçlarımda yükselip ona karşılık verdim. Elleri belimden kalçama indi, orada fazla oyalanmadan bacaklarıma inip bacaklarımdan tuttu. Beni havaya kaldırınca bacaklarımı beline doladım. Birkaç adım attı, daha sonra oturdu. Bende kucağında olduğum için bacaklarına oturmuş oldum. Dudaklarını kısa süreliğine ayırdı.

 

"İyi ki hayatımdasın." dedi, yanağını yanağıma sürttü. Yeni yeni çıkan sakalları yanağıma batınca kıkırdadım. Bu sefer ben başımı onun boynuna koyup öpmeye başladım. Tam o sırada odanın kapısı tıklatıldı.

 

"Komutanım müsait misiniz?" Bu Barış'ın sesiydi. "Serhat albay size ulaşamamış, onu aramanız gerekiyormuş." Başımı Pars'ın boynundan çektim, kucağından da kalkıp kapıyı açtım. Barış içeriye girince Pars konuştu.

 

"Bir şey mi olmuş?"

 

"Bilmiyorum komutanım, az önce mesaj attı. Sizi aramış ama sanırım telefonunuz hâlâ sessizde olduğu için duymadınız." dedi. Pars ayağa kalkıp cebinden telefonunu çıkardı. Bir şeyler yapıp telefonu kulağına götürdü. Sanırım Serhat albayı arıyordu.

 

Bir süre onunla konuşup telefonu kapattı. Konuşması biter bitmez tek nefeste "Ne diyor? Ne olmuş? Niye aramış seni? Bir şey mi olmuş? Operasyonda mı bir sıkıntı varmış? İki gün sonra gemi kalkacak bir sıkıntı çıkarsa ne yapacağız? Ben gizli bölmeleri bulacağım diye kırk takla attım bir şey olursa ne..." diyordum ki elini ağzıma koyunca konuşamadım, sustum, birkaç saniye soluklandım.

 

"Susarsan cevap vereceğim güzelim." Başımı sallayıp elini ağzımdan çektim.

 

"Sustum, anlat hadi." dedim ama anlatmadı, belimden tutup kapıya ilerledi, Barış da peşimizden gelsin diye başıyla bir işaret yaptı. Salona gelince beni koltuğa oturtup konuştu.

 

"Küçük bir sıkıntı çıkmış." dedi. Biliyordum ya, biliyordum. Uzun zaman sonra göreve çıkıyorum ve benim şansıma bir sıkıntı çıkıyor. Hak mı bu!

 

"Biliyordum." dedim. "Hepsi benim uğursuzluğum." dememle hepsi aynı anda bezmiş bir şekilde bana baktı. Onların bu haline kaşlarım çatıldı. "Ne be? Niye öyle bakıyorsunuz?" Karşı koltuktaki Aras öne doğru eğilip cevap verdi.

 

"Sen bugün hep kendini mi suçlayacaksın?" Gözlerim kısıldı, öyle mi yapıyorum? "Abimin bir işi çıkıyor beni terk etti demeye başlıyorsun. Operasyonda bir sıkıntı çıkıyor benim yüzümden diyorsun. Uyurken kafanı duvara falan mı vurdun? Bu kadar salak değildin sen." Kollarımı gögsümün altında bağladım, arkama yaslandım.

 

"Doğru benim yüzümden değil senin yüzünden bir sorun çıkmıştır. Sen gelmeden önce her şey çok iyi gidiyordu."

 

"Ben de diyorum bu kız niye beni suçlamıyor. Neyse ki çok bekletmedi beni." Ona dil çıkartıp Pars'a baktım.

 

"Ne sorun varmış?" Konuyu değiştirerek sordum. Yoksa sabaha kadar Aras'la kavga ederdik.

 

"Operasyonun olduğu zaman bir tane değil üç tane gemi kalkacakmış. Bizim bulduğumuz konteynerlar hangi gemiye koyulacak bilmiyoruz. Bunu öğrenmemiz lazım yoksa operasyon başarısız olacak."

 

"Takip cihazı koyalım." dedi Anıl. Doğru.

 

"Evet koyacağız ama oraya gidip bunu nasıl yapacağız? Bir bahane bulmamız lazım." dedi Pars. Aklıma gelen şeyle ayağa kalkıp konuştum.

 

"Tamam ben hallederim. Küpem veya kolyem düştü derim. Onu arıyormuş gibi yapıp o sırada konteynerların yanına giderim ve hallederim."

 

Aras da ayağa kalkıp "Tamam ben de giderim onunla. Bakalım gizli işlerde nasılmış." dedi. Yanına gidip kolumu omzuna atmaya çalıştım ama boyu benden uzun olduğu için başaramadım. Gülerek eğilince bu sefer başardım.

 

"Gel canım gel, gel de benden birkaç tüyo öğren." Alayla güldü, o da elini omzuma attı.

 

"Öğrenelim bakalım." deyince Pars'a baktık. Kararsız bir şekilde bize bakıyordu. Yani şimdi ben de olsam ben de kararsız kalırdım çünkü her an kavga edebilirdik. O da güvenemiyordu.

 

"Biri daha mı sizinle gelse?" dedi, başımı iki yana salladım.

 

"Yok siz oturun ve dinlenin, yarından sonra yorucu bir operasyon var. Ben iki dakika Aras'a bir şeyler öğretip geleceğim." dedim.

 

"Ben de ondan korkuyorum ya, ikiniz bir araya gelince olacakları düşünmek istemiyorum." Abartıyor bence, ikimiz bir araya gelince ne olabilir ki? Hiç yani.

 

*

*

*

 

"Aras döverim seni! Ben ne diyorsam o olacak!" dedim sinirle.

 

"Lan ben rütbe olarak senin üstsünüm! Ben ne diyorsam o olacak!" O da benim gibi inatlaşınca saçlarına yapıştım.

 

"Elimde kalırsın bak! Valla çiğ çiğ yerim seni! Ben ne diyorsam o olacak! Benim sözüm geçecek."

 

"Lan bırak saçımı!" dedi bağırarak. Arabanın içinde oturmuş kavga ediyorduk. "Lan tırnaklarını bari geçirme acıyor manyak!" Birden o da saçlarıma atılınca acıyla bağırdım.

 

"Bırak saçımı, bırak! Valla Pars'a söylerim seni! Kardeşlikten reddeder seni!"

 

"Hadi be oradan! Abim beni kardeşlikten reddetmez ama seni terk eder!" Gözlerim seğirdi, saçlarını daha çok asıldım.

 

"Bok terk eder! O bana aşık! Terk etmez beni!"

 

"Daha birkaç saat önce zırıl zırıl ağladığını bilmiyom sanki!" Siktir ya, diline düştüm işte.

 

"O duygusal bir boşluktu sadece. Pars beni terk etmez."

 

"Bak..." Diyordu ki arabanın içini bir telefon sesi kapladı. Ellerimiz birbirimizin saçlarındayken göz göze geldik.

 

"Kısa süreli ateşkes?" dedim, başını sallayıp onayladı.

 

"Üç deyince." Bu sefer ben başımı salladım.

 

"Üç." dememle aynı anda ben onun o da benim saçımı bıraktı. Saçlarımı elimle düzeltip kimin telefonu çalıyor diye baktım. Benimki çalıyordu. Alıp kimin aradığına baktım, siktir! Pars arıyordu.

 

"Hiçbir şey olmamış gibi yapıyoruz." dedim ve telefonu açtım. "Aşkım, canım beni mi özledin sen?" dedim neşeli bir sesle.

 

"Neredesiniz?" dedi konuyu uzatmadan.

 

"Limandayız, sen aramadan önce içeriye giriyorduk."

 

"Gece oraya gideli iki saat oldu, ne yapıyorsunuz o saate kadar." Alt dudağımı ısırdım, o kadar oldu mu ya? "Sakın bana iki saattir kavga ettiğinizi söylemeyin."

 

"Yok ya." dedim. "Beş dakikadır kavga ediyoruz geri kalan saatte de tartışıyorduk. Kardeşin benim sözümü dinlemiyor." Aras kendi alnına vurunca ona baktım, ne var anlamında başımı salladım. Ağzını oynatıp geri zekalı dedi. İşte o an dank etti, kavga ettiğimizi çaktırmayacaktık ki biz. Off Gece off! Bir de evden çıkmadan önce kavga etmeyeceğiz diye bir ton dil dökmüştüm.

 

"Şey..." diyerek lafı dolandırmaya çalışıyordum ki Pars konuşmama izin vermedi.

 

"Gece yarım saatiniz var, yarım saat içinde işinizi hallettiniz hallettiniz yoksa sizin operasyona çıkmanıza izin vermem." Gözlerim irice açıldı, bu nasıl tehdit ya? Tam ona yalvarmaya başlayacakken telefonu suratıma kapattı. Telefonu kulağımdan indirip bana bakan Aras'a baktım.

 

"Büyük tehdit geldi, ateşkese devam ediyoruz yoksa abin bizi operasyona almayacakmış." deyip arabadan indim, Aras da inince koluna girip birlikte limana doğru ilerledik. "Bana bak ben ne diyorsam onu yapacaksın." Başını eğip bana baktı.

 

"Hani kavga etmeyecektik?"

 

Omuz silkip "Kavga etmiyoruz ki. Sadece benim sözümün geçeceğini söylüyorum." dedim.

 

"Bana bak..." diyordu ki ilerliden gelen adamı görünce kolumla Aras'ı dürtüp susmasını sağladım. Yüzüme sahte gülümsememi kondurup neşeli bir sesle konuştum.

 

"Fehmi Beyciğim, nasılsınız?" Sahtelikten kusmasam bari.

 

"İyiyim Gece Hanım, siz? Hangi rüzgar attı sizi buraya?"

 

"Teşekkür ederim, ben de iyiyim." dedim. "Ya ben yüzüğümü düşürmüşüm, kaç gündür her yeri aradım ama bulamadım. Belki burada düşürmüşümdür diye geldim. Aramamda bir sakınca yok değil mi?" Yüzüne bir gülümseme kondurdu, göz ucuyla Aras'a baktı.

 

"Yok tabii." Gülümsedim, Aras'ın kolunundan tutup onları tanıştırdım.

 

"Bu arada Pars'ın kardeşi Aras." Adam içtenlikle gülümseyip Aras'a elini uzattı.

 

"Memnun oldum Aras Bey, Fehmi ben de." Kısa bir tanışma faslının ardından Fehmi'nin yanından ayrıldık ama peşimize bir adam taktı. Neymiş aramamızda bize yardımcı olurmuş. Yardımcı olmasını istesem ben çağırırım herhalde. İllaki biri işime taş koyacak ya.

 

Aras'a yaklaşıp "Bu adamdan kurtulmalıyız." dedim fısıltıyla.

 

"Denize atalım." deyince göz devirerek ona baktım. "Ayağı kaydı misali." dedi sırıtarak.

 

Alaylı bir sesle "Oldu olacak kökten çözüm üretip denizde boğalım adamı." dedim.

 

Sırttı. "İyi fikir ama biz katil değiliz, olmaz yani." Ciddi ciddi cevap veriyor bir de ya! Valla adamı deli eder bu.

 

Neredeyse bütün limanı peşimizdeki adamla gezdik. En sonunda silahları ve uyuşturucuları yeşletirdikleri konteynerların yanına gelince Aras'ı dürttüm. "Git adamla muhabbet et. Ben de o sırada takip cihazlarını yerleştireyim."

 

"Ne konuşacağım ben bu adamla?"

 

"Bilmiyorum, karı kız muhabbeti yapın." Yüzünü buruşturdu, ciddimiyim diye bana baktı.

 

"Gerçekten mi?" dedi, omuz silktim.

 

"Niye öyle bakıyorsun ya? Siz erkekler bir araya gelince karı kız konuşmuyor musunuz?" Başını iki yana sallayarak hayır dedi. "İyi o zaman ne konuşuyorsanız onu konuşun da şunları yerleştirip gidelim."

 

"Emir verme bana! Ben senin üstsünüm!" Göz devirerek ona döndüm.

 

"Aras, Pars bizi bekliyor. Şu işimizi halledelim kaldığımız yerden kavgamıza devam ederiz. Nasıl olsa senin saçlarını yolmamda kalmıştık." Alayla güldü.

 

"Dedi saçlarını tuttum diye çığlık çığlığa götünü yırtan kadın." Ters ters ona bakıp ağzımı oynatarak onu taklit ettim. Yanağımdan makas alıp arkamızdaki adamın yanına gitti.

 

"Sen buradan ne kadar kazanıyorsun bilader?" Sorduğu soruyla gülmemek için kendimi sıktım. Yaratıcılıkta, adam oyalamakta kimse Aras'ın eline su dökemez sanırım. Mükemmel bir yeteneği var bu konuda.

 

Onlar sohbete dalarken çaktırmadan konteynerların yanına gidip etrafı kontrol ettim. İlk önce doğru konteyner olduğundan emin olup takip cihazlarını yerleştirdim. Sadece birine değil üçüne de yerleştimiştim, ne olur ne olmaz işimizi garantiye almaktan zarar gelmezdi.

 

İşim bitince derin bir nefes alıp Aras'la oradan ayrıldık. Neyse ki bu işi de kavgasız halletmiştik. Darısı iki gün sonraki operasyona artık.

 

*

*

*

 

YAZARDAN

 

Fehmi Tekin gemilerinin son kontrollerini yaparken yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Her şey planladığı gibi gidiyordu ve bu durum onun keyfine keyif katıyordu. Saatler sonra planladığı her şey bir bir gerçekleşecekti. Yıllardır bunun planlarını kuruyordu ve sonunda istediği olacak gibiydi.

 

İçeriye koşarak bir adamı girdi, ceketinin düğmelerini ilkleyip patronuna bakarak son durumu rapor etti. "Her şey hazır efendim, kalkmak için sizi bekliyoruz." Fehmi'nin yüzündeki gülümseme genişledi, önündeki kadehi alıp tek seferde boğazını yakan içkiyi içti.

 

"Yarım saat sonra gidebiliriz." dedi, kadehine içki doldururken "Benim bineceğim tekne hazır mı?" diye sordu.

 

"Hazır efendim, olaydan hemen önce binip uzaklaşabilirsiniz." Fehmi aldığı yanıtla elini kaldırıp gidebilirsin işireti yapıp içkisini yudumlamaya devam etti.

 

Fehmi'nin son durumu buyken Pars ve ekibi de son hazırlıklarını yapıyorlardı. Sahil güvenlik ekipleri, SAT komandoları, Pars ve Aras'ın timi gemilerin kalkmasını bekliyordu. SAT komandoları suyun altından, sahil güvenlik ekipleri suyun üstünden ve Aras'la Pars'ın timi ise havadan gemiye giriş yapacaklardı. Günlerdir bu plan üzerinde düşünüyorlar ve bir aksaklık olmadan başarıyla tamamlayacaklarını düşünüyorlar.

 

Pars tim komutanlarıyla konuşurken gözü sevdiği kadına takıldı. Bir köşeye geçmiş tek başına duruyordu, düşünceli gibiydi. Yanındaki adamlara bir şeyler söyleyip düşünceli bir şekilde oturan Gece'nin yanına ilerledi. Gece öyle bir dalmıştı ki Pars'ın geldiğini bile fark etmemişti.

 

Pars onun yanına oturup elini omzuna koydu. Gece irkilerek yanındaki Pars'a döndü. "Neyin var güzelim?" Çenesinden tutarak sordu. "Düşünceli gibisin."

 

"Uzun zaman sonra ilk operasyonuma çıkacağım. Sanırım biraz heyecan yaptım." diyerek yanıt verdi Gece. "Başarısız olmaktan korkuyorum. Bir de sanki bir şeyler ters gidecekmiş gibi hissediyorum. Sanırım heyecanım huzursuzluğa doğru gidiyor." Pars gülümseyip sevdiği kadını gögsüne çekti, sıkıca sarıldı ona.

 

"Merak etme, her şey yolunda ilerleyecek." dedi saçlarını okşarken. "Hem yolunda gitmese bile pes mi edeceğiz? O adamı yakalayana kadar durmayacağız. Son Nefesimize Kadar savaşacağız." Gece gülümseyip alttan ona baktı.

 

"Son Nefesimize Kadar savaşacağız." dedi Pars gibi. Pars gülümseyip etrafına baktı, çok kalabalıktı bulundukları yer.

 

"Gelsene benimle." deyip Gece'nin soru sormasına izin vermeden dışarıya çıkardı. Dışarıya çıkar çıkmaz dudaklarını sevdiği kadının dudaklarına hapsetti.

 

Gece gülüp ellerini Pars'ın gögsüne koydu, onu ittirdi. "Öpmek için mi beni dışarıya çıkardın?" Gülerek sordu.

 

"İçerisi çok kalabalıktı. Hem birazdan operasyona çıkacağız, şans öpücüğümü almam lazımdı." Gece Pars'ın sözlerinden sonra utandığını hissedip başını sevdiği adamın gögsüne koydu. Pars onun bu haline gülüp kollarıyla sardı. Başını da eğip sevdiği kadının boynuna soktu, aşık olduğu kokusunu ciğerlerine hapsetti.

 

"Son Nefesime Kadar bu topraklar için savaşmaya yemin ettim ben." dedi başı Gece'nin boynundayken. "Şimdi bir yemin daha edeceğim." deyip geri çekildi, Gece'nin omzundan tutup hafif uzaklaştırdı, ellerini onun yüzüne koyup eğildi, yüzlerini eşitledi. Bakışları sevdiği kadının yüzünde gezerken konuştu. "Sana yemin olsun Son Nefesime Kadar seni seveceğim." Gece'nin yüzünde buruk bir tebessüm oldu, gözleri doldu.

 

"Neden veda ediyormuşsun gibi konuşuyorsun?" İç çekerek sordu. Pars başını iki yana sallayarak konuştu.

 

"Bu bir veda konuşması değil, sadece sevdiğim kadına verdiğim bir sözün başlangıcı. Hem ben daha seninle evlenmeden niye veda edeyim ki? Azrail gelse dur sevdiğim kadınla evlenmedim daha, alma canımı derim." Gece kıkırdayarak ona baktı.

 

"O halde ben de söz vereyim." deyip kollarını sevdiği adamın boynuna doladı, parmak uçlarında yükseldi. "Ben de Son Nefesime Kadar sadece seni seveceğim. Sevgim hiçbir zaman eksilmeyecek, aksine katlanarak büyüyecek." Sözlerini söyledikten sonra dudaklarını Pars'ın dudaklarına bastırıp sevdiği adamı öpmeye başladı. Pars ise içi huzurla dolarken kollarını Gece'nin beline sarıp hiç itiraz etmeden onun öpüşüne karşılık verdi.

 

Bir süre öpüştükten sonra ikiside geriye çekildi, alınlarını birbirlerinin alnına yasladılar. "Seni çok seviyorum." diye mırıldandı Gece.

 

"Ben de seni çok seviyorum." dedi Pars gözlerini kapatarak. Birkaç dakika bu şekilde durduktan sonra içeriye girmeye karar veriler. Pars tam Gece'nin elini tutup içeriye girecekken gözü bir şeye takıldı. İki gün önce Gece'ye aldığı kolyeye baktı. O günden beri hiç çıkarmamış, boynunda taşıyordu Gece. Bu Pars'ın gülümsemesine sebep oldu. Elini uzatıp üniformasından görünen kolyeye dokundu, kolyeyi Gece'nin üniformasından içeriye soktu. Başını eğip dudaklarını Gece'nin boynuna bastırıp iç çekerek öptü. Elinden tutup birlikte içeriye girdiler.

 

Geriye kalan saatler boyunca operasyonun detayları konuşulduktan sonra herkes ayrıldı. Aras sahil güvenlik ekipleriyle giderken Pars ise SAT komandolarıyla gitti. Biri denizin altından biri denizin üstünden gemiye girecekti. Geri kalanlar ise helikoptere dağıldı. Helikopter hazır bir vaziyette beklerken kalkmak için emir bekliyordu.

 

Akşam olup belirledikleri saat gelince SAT komandoları denize giriş yaptı, sahil güvenlik ekipleri gemilerine bindi, helikopter ise havalandı. Tam planladıkları saatte helikopter geminin üstünde, sahil güvenlik ekipleri geminin arkasında ve SAT komandoları ise geminin tam altında durdu. İlk önce SAT komandolarıyla birlikte Pars gemiye giriş yaptı. Geminin içine sis bomlarını attıktan sonra sahil güvenlik polisleriyle birlikte Aras girdi. Onların hemen ardından ise helikopterden aşağıya indirilen halatla ise Gece ve diğer askerler gemiye girdi.

 

Sis bombalarından göz gözü görmezken askerler gece görüş gözlükleri sayesinde rahatça ilerliyordu, rahatça bütün askerler bir tarafa dağıldı. Karşı taraftan ateş edilmediği takride adamları sağ yakalayıp kelepçledileri. Silah kullananları ise hayati tehlike oluşturmayacak yerlerinden vurup yollarına devam ettiler. Herkesin yüzünde maske olduğu için buradaki kimse ne Gece'yi ne Pars'ı ne de onların timini tanımamıştı, zaten askerler dışında Fehmi'nin adamları sis bombalarından hiçbir şey göremiyordu. Bu açıdan şaşlıydılar çünkü operasyon başarısız olursa Fehmi onlardan şüphe etmeyecek diye düşünüyorlardı.

 

Gece, Batuhan ve Barış konteynerları bulunca içlerini açıp incelediler ama hiçbirinde bir şey bulmadılar. Takip cihazları yerinde duruyordu, konteynerların sonradan eklenen ek kısımları da duruyordu ama içinde ne patlayıcı ne de silahlar vardı. Hiçbir şey yoktu.

 

"Komutanım konteynerlar boş." dedi Gece elini kulaklığına götürerek.

 

"Nasıl boş?" ded Pars sinirle. O kadar plan yapmıştı ve şimdi planlarının başarısız olması onu bir hayli kızdırmıştı.

 

"Bilmiyorum, ek yerleri var ama içleri boş. Takip cihazları da yerinde duruyor." dedi Gece. Pars ağzının içinden küfür savururken ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Dışarıda silah sesleri artarken Gece daha fazla burada kalmadan dışarıya çıktı. Gördüğü birkaç adamı kolundan ve bacağından vurup geminin ucuna ilerledi. Geminin kenarlarındaki demirlere tutunup aşağıya baktı. Hava karardığı için pek bir şey görünmüyordu.

 

Onlar her yerde Fehmi'yi ararken Fehmi ayarlanan küçük bota binmek için hazır bekliyordu. Bota binmeden önce yanındaki adama bakıp "Ne yapacağınızı biliyorsunuz. Sakın emrimin dışına çıkmayın. Ne istediysem aynen yerine getireceksiniz yoksa onlarla birlikte sizi de bu gemide yakarak öldürürüm." diye tehdit savurdu.

 

"Fehmi'yi bulan var mı?" Pars'ın sorusuyla Gece aşağıya bakmayı kesip tam doğrulacakken bir şey dikkatini çekti. Biraz daha eğilip daha dikkatli baktı. Geminin tam burun kısmındaydı ve baktığı yer geminin sağ tarfındaydı. Burun kısmından çekilip gördüğü şeyin yanına doğru gidecekken duraksadı. Ağzının içinden bir küfür savururken elini kulaklığına götürdü.

 

"Bu bir tuzak! Bomba var gemide! Hemen boşaltın gemiyi!" diye bağırdı. Bütün ekiplerin komutanları bağırırken Gece Pars'ın sesini duyamadı. "Pars! Duyuyor musun beni? Hemen çık gemiden!" Ses gelmedi. Yerinde durup konuştu.

 

"Pars'ın yerini bilen var mı?" Sordu. Neredeyse herkesten hayır yanıtını aldı. İçindeki korku artarken "Herkes gemiyi boşaltsın ! Bomba her an patlayabilir." dedi. Tam Pars'ı aramak için gidecekken Barış'ın dediği şeyle yerinde durdu.

 

"Komutanım siz çıkın gemiden. Ben bakıyorum şimdi Pars komutanıma."

 

"Hayır Barış hemen çık gemiden. Ben Pars'ı bulup geliyorum."

 

"Sizi burada bırakıp hiçbir yere gitmiyoruz komutanım. Anca beraber kanca beraber. Öleceksek hep beraber ölürüz." dedi Görkem.

 

Gece bir adım atarak "Lan siz laftan anlamıyor musunuz?" diyordu ki duraksadı, adım atamadı, daha fazla konuşamadı çünkü geminin arka kısmı büyük bir gürültüyle batladı, geminin arkası yanmaya başladı. Hem kulaklıktan hem de etraftan sesler gelirken Gece yerinden kımıldayamadı, Pars'a bir şey olma korkusu sardı bedenini.

 

Geminin arkasında patlayan bombadan hemen sonra diğer bombalar da tek tek batlamaya başladı. Saniyeler içinde bütün bombalar patlarken Gece'nin gördüğü bombada birkaç saniyenin sonunda patladı. Bomba Gece'nin yakınında olduğu için patlama sesi kulaklarını çınlattı, sıcak hava dalgası onu geriye doğru savurdu. Gece dengesini sağlayamayıp arkasındaki demirlere takılırken gemiden aşağıya düştü, bedeni suyla buluşmadan önce alnını geminin ucundaki sivri yere vurdu. Vurmanın etkisiyle bilinci kapanırken suyun altında dibe doğru çekildi.

 

Barış komutanını aramaya giderken tam sağ tarafında bomba patladı. Patlamanın etkisiyle ve sıcak hava dalgasıyla savruldu, yere düştükten sonra bacaklarının üstüne sert bir şeyin düştüğünü hissetti. Acıyla bağırırken başını sertçe zemine çarptı, bilinci yavaşça kapandı.

 

Görkem geminin içinde komutanını ararken patlama seslerini tek tek duydu ama durmadı. Sesten kulakları çınlarken olduğu yerde durup kulaklarını tuttu. Patlama yüzünden gemi bir sağa bir sola sallanırken dengesini haybedip geriledi, tam o sırada başını geminin camına çarptı. Başındaki kask onu korururken yüzündeki bez maske yüzünü koruyamadı, cam parçaları yüzüne battı.

 

Batuhan konteynerların yanından çıkıp komutanını aramak istiyordu ama buradaki adamlar ona izin vermiyordu. Patlama seslerini duysa da adamlarla dövüşmeye başladı. Patlama sesleri giderek artarken sırtında keskin bir acı hissetti. Fehmi'nin adamlarından biri Batuhan'a sessizce yaklaşıp sırtına paslı bir demir parçası saplamıştı.

 

Anıl geminin alt kısmındaki odalardan çıkarken patlamalar başlamıştı. Patlamanın etkisiyle geminin parçaları dökülmeye, geminin altından su sızmaya başladı. Bir patlama yüzünden gemi şiddetle sallanırken ileriye doğru savruldu, dengede durmaya çalışırken yukarıya çıkan merdivenlere ulaştı. Tam merdivenleri tırmanacakken merdivenlerden yuvarlanan yangın söndürme tüpünü görmedi, tüp merdivenlerden vurlanıp Anıl'a çarptı. Anıl dengesini kaybedip yere düşerken kafasını kapının köşesine çarptı.

 

Enes karşındaki adamları döverken aklında Pars komutanı vardı, hâlâ sesi çıkmıyordu. Daha iki dakika önce onu görmüştü ama şimdi ne görünürde vardı ne de sesini duyuyordu. Sanki birden yer yarılmıştı da içine girmişti. Enes'in karşındaki adam sinirleni bozarken bacağına sıkıp ondan kurtuldu. Tam geminin bir odasından çıkıyordu ki karşında büyük bir patlama oldu, oluşan alev topu yüzüne ve vücuduna doğru geldi. Yüzündeki bez maskenin eridiğini hissederken vücudunun ön kısmının alevden yandığını hissetti. Geriye doğru düşerken vücudunda inanılmaz bir yanma hissediyordu.

 

Pars ona seslenen sesleri duyurdu ama cevap veremiyordu. En son konuşmasından sonra ensesinde bir sızı hissetmişti, arkasını döndüğünde ise şırıngayla ona bakan bir adam gördü. Zehir mi venjekte etti diye düşünürken vücudunun uyuştuğunu hissetti ama durmadı, karşındaki adama yumruk salladı. Vücudu giderek hissizleşirken yere düşen adama tekme savurdu. Ayakta durmakta zorlanırken tutunacak yer aradı. Patlama seslerini duymaya başlarken Gece'ye ve askerlerine bir şeyler olma korkusu sardı bedenini. Buradan çıkmak için bir adım atmıştı ki yer ayaklarının altından çekiliyormuş gibi hissetti, yere düştü. Bedenindeki uyuşukluk geçerken onun yerini iğne batması tarzında acılar kapladı. Bütün vücudu yanarken gözleri karardı, bilinci kapanmadan önce son hatırladığı şey dövdüğü adamın ayağa kalkıp ona silah doğrultması oldu.

 

Aras ise abisini aramaya giderken gözüne Gece takıldı, tam onun yanına gidecekken patlamaların başladığını gördü. Tekrardan Gece'ye döndüğünde ise Gece'nin denize düştüğünü gördü. Hiç düşünmeden denize atlarken sırtında keskin bir sızı hissetti. Aras, Gece'ye odaklanırken arkasındaki adamın ona silah doğrulttuğunu görmemişti. Denize atlar atlamaz adam onu sırtından vurmuştu. Aras denize düşerken denizin bir kısmı onun kanıyla kırmızıya bulandı. Tuzlu su yarasını sızlatırken o da denizin dibine doğru çekildi. Canı acıdığı için çırpınışları boşa gitti, gücü kendisini yukarıya çekmeye yetmedi.

 

Herkes bir yerlerde yaşam savaşı verirken Gece hiçbir şeyin savaşını veremedi. Dipsiz bir karanlıkta acısız, gürültüsüz bir uykuya dalarken denizin derinliklerine doğru çekilmeye devam ediyordu.

 

Savaşı başlatmak kolaydı ama savaşı kazanmak başlatmak kadar kolay değildi. Bir savaş başlamıştı, savaşın baş kahramanları Türk askerleri ve Fehmi'ydi. Bu savaşın kazananı Fehmi olmuştu. Arkasında bıraktığı enkazı seyrederek teknesinde ilerledi. Planı başarıyla sonuçlanmıştı, tek bir şey kalmıştı ve o da dakikalar içinde gerçekleşecekti.

 

Ama hesaba katmadığı bir nokta vardı. Buradaki yedi asker acıyla harmanlanmıştı. Onlar acının ne demek olduğunu biliyordu, acıdan sonra nasıl ayağa kalkacaklarını biliyorlardı. Yine kalkacaklar mıydı? Bu acının da üstesinden gelecekler miydi? Bu acıyı da geride bırakacaklar mıydı?

 

Acıyla harmanlanmış bedenlerin hikayesi daha yeni başlıyordu...

 

Bundan sonra bu acı çeken askerler yok mu olacaklar yoksa yok edip bu topraklarda hüküm mü sürecekler?

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce birilerine bir şey olur mu? Olursa kime olur?

 

Gece Ve Aras yaralı bir halde suya düştü, onlara ne olur sizce?

 

Pars bilincini kaybetmeden önce adamın ona silah doğrulttuğunu gördü. Ona ne olur dersiniz?

 

Diğerleri? Barış'ın bacaklarına bir şey düştü, Enes'in yüzünr doğru alev topu geldi, Anıl'ın üstünr yangın tüpü düştü ve başını kapının sivri kısmına çarptı, Batuhan'ın sırtına paslı demir sapladılar, Görkem başını geminin camına çarptı ve camlar yüzüne battı. Onlara ne olacak?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%