Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28.Bölüm "Geçmiş Ve Acılar"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​28.Bölüm "Geçmiş Ve Acılar"

 

İçimde fırtınalar koparken ben gülümsemekten yoruldum...

 

Hayat; insanoğlu zorlu sınavlara tabi tutuluyordu. Ve bizler de buna hayat diyorduk. Herkesin imtihanları çok farklıydı. Kimisi bu imtihanları atlatıp farklı zorluklara yelken açıyordu, kimisi ise bu imtihanlardan başarısız olup ya delirtiyordu ya canlarına kıyıyordu. Peki ben hangisiydim?

 

Geçmiş miydim imtihanlarımı?

 

Başarmış mıydım?

 

Yoksa pes mi etmiştim?

 

İlk imtihanım diyemem ama benim için en zor imtihanım gözlerimin önünde silah arkadaşlarımı kaybetmemdi. Açığa alınmamamdı. Tamam dedim, beni bu saatten sonra kimse toparlayamaz dedim. Acımı içime attım, içim yanarken dışarıya gülücükler saçtım. Bir gün patlarım nasıl olsa deyip kimseye içimi açmadım. Ta ki tekrardan mesleğime dönüp yeni silah arkadaşlarımı ailem yerine koyana kadar.

 

Yine tamam dedim. Hayatımda bir şeyler yoluna giriyor. Mesleğime geri döndüm, eski silah arkadaşlarımın yerini doldurmasalarda yeni silah araladaşlarım oldu dedim. Her şey yoluna giriyor dedim. Ta ki tekrardan açığa alınana kadar.

 

Bu saatten sonra hiçbir şey yoluna girmez, beni kimse toparlayamaz dedim. Ben hep büyük konuşmalarımdan kaybettim zaten. Neye tamam desem, ne zaman pes etsem, ne zaman ağlasam, ne zaman ümitsizliğe kapılsam bir kapı benim için açılıyordu ve yüzümü güldürüyordu. Daha sonra ise yine ağlatmasını biliyordu ama.

 

Komutanıma aşık oldum, yeni silah arkadaşlarımı ailem yerine koydum. Bu sefer her şey yolunda dedim. Çok sevdiğim, beni çok seven bir sevgilim var dedim . Çok sevdiğim, onların beni çok sevdiği silah araladaşlarım var dedim. Mesleğime tekrardan geri dönmüştüm. Bir gün ağlamıştım ama hayat ertesi gün yine yüzümü güldürmüştü. Yine ve yine tamam dedim, bu sefer her şey yolundaydı. Ta ki... O güne kadar.

 

2 AY ÖNCE

 

YAZARDAN

 

Gece bilinci kapalı bir şekilde denizin dipsiz karanlığına doğru çekilirken yukarıda olup bitenlerden habersiz kendisini acısız, karanlık bir boşluğa teslim etmişti. Aras sırtındaki acıya rağmen kendisini denizin üstüne çıkarmayı başardı. Ciğerlerine havayı doldurup yaralı halini umursamadan denizin dibine daldı. Hava karanlıktı, denizin dibi ise havadan daha karanlık ve Aras önünü göremese bile dibe doğru yüzmeye devam etti.

 

Canı acıyordu, bir yanda abisi, bir yanda abisinin sevdiği kadın ve diğer yanda patlamanın içinde kalan askerler. Kim için üzüleceğini şaşırmışken kendi acısı da cabasıydı ama kendi acısı bu listenin içinde bile değildi. Kendi acısından önce düşünmesi gereken acılar vardı.

 

Aras denizin dibine doğru çekilen bir karartır görünce oraya doğru yüzdü. O karartının yanına gelince aradığı kişi olduğunu anlaması uzun sürmedi. Bulmuştu Gece'yi. Şimdi ise onu yüzeye çıkarması kalmıştı.

 

Bir kolunu gecenin gövdesine sararken diğer koluylada kulaç atmaya başladı. Sırtındaki acı giderek artarken bir an önce Gece'yi suyun yüzeyine çıkarmaktı derdi.

 

Aras zor bele Gece'yi suyun yüzeyi çıkardığında içine derin bir nefes çekti. Bir eliyle Gece'yi tutarken diğer elini de boynuna görüp nabzını kontrol etti. Parmağının ucunda cılız bir şekilde atan nabzı hissedince derin bir nefes aldı ama rahatlayamadı. Nabzı çok yavaştı, acil müdahale edilmesi lazımdı.

 

Bakışları gökyüzüne kaydı. Helikopter gelmişti, helekipterden aşığa askerler yanan gemiye iniyordu. Aras suyun dibinde Gece'yi ararken patlamadan dolayı denize ekipler sevk edilmişti bile.

 

"Yardım edin!" diye bağırdı. Hem helikopter vardı hem de botla sahil güvenlik ekipleri vardı ama helikopterin gürültüsünden kimse onun yardımını duymadı.

 

Gece'yi sıkıca tutup sahil güvenlik potuna doğru yüzmeye başladı. Tam o sırada etraf kısa bir süreliğine aydınlandı. Başını kaldırıp tekrardan gökyüzüne baktı. İki tane helikopter vardı ve ışığıyla denizde birileri car mı diye bakıyordu. Işık bir süre Aras'ın üstünde kalınca elini kaldırıp salladı. "Yardım edin!" diye bağırdı tekrardan. Gözlerinin yavaş yavaş kararmaya başladığını hissediyordu. Çok fazla kan kaybetmişti ve çok az gücü kalmıştı. O son gücüyle Gece'yi kurtarmak istiyordu. "Yardım edin." dedi ama bu sefer bağırmadı, bağıramadı. Sesi çok kısık çıktı.

 

Gözleri iyice kapanmaya başladı, kollarındaki Gece'nin aşağıya doğru çekildiğini hissedince gözlerini açtı, onu daha sıkı tuttu. O sırada onlara ışık tutan helikopterin ışığı kesildi, helikopter ilerledi. Aras tam tekrardan bağıracakken helikopter onların üstünde durdu. Yukarıdan aşağıya doğru bir şeyin indiğini fark etti. Daha dikkatli bakınca bunun ipten bir merdiven olduğunu anladı.

 

O merdivenden biri aşağıya inerken Gece'yi daha sıkı tutup o kişiye verdi. Son kalan gücüyle de kendisi merdiveni tuttu. Eğer bırakısa bu sefer kendisinin denizin dibine doğru çekileceğini hissediyordu.

 

Birkaç dakikanın sonunda elinde bir dokunuş hissetti. Gözlerini artık açık tutmakta zorlanırken yukarıya doğru çekildiğini hissetti. Aklında diğer askerler ve abisi dolanırken karanlığa doğru çekildi ve bilinci kapandı.

 

GÜNÜMÜZ

 

O gün Aras sayesinde kurtulmuşum. Gözlerimi açtığımda hastaneydim. Hemşirelerden duyduğum kadarıyla yaralı haliyle beni kurtarmıştı Aras. O cehennem günündeki kurtarıcım Aras olmuştu. O olmasaydı cansız bedenimin bile bulunamayacağından emindim.

 

Acılar beni hiçbir zaman yalnız bırakmıyordu. Dostum muydu düşmanım mıydı bilmiyorum ama neredeyse her günüm acılarla geçiyordu. Bugün acı çekmesem bile geçmişimdeki acılar bu günde acı çekmemi sağlıyordu.

 

Son iki aydır yüzüm gülmedi desem yalan söylemiş olmazdım herhalde. Ufak tefek sahte tebessümler dışında iki aydır içten bir tebessüm bile etmemiştim.

 

Geceden beri gözlerimi bile kırpmadan baktığım tavandan bakışlarımı çektim. Karşı duvardaki saate baktım. Yedi olmuştu bile. Biraz daha yatmaya devam edersem bugün de geç kalacaktım karargaha.

 

Hızlı bir şekilde ayağa kalkıp lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp tekrardan odama geçerek üzerime üniformamı geçirdim. Bordo beremi omzuma takıp odamın kapısına ilerliyordum ki daha ben varamadan kapı açıldı. Annem başını uzatıp içeriye baktı. Beni görünce yüzünde tebessüm oluştu.

 

"Uyandın mı kızım? Hadi kahvaltı hazır." İç çektim. Hiç usanmadan her gün kahvaltı hazırlıyordu ama ben bir şey yemeden çıkıyordum hep.

 

"Çok geç kaldım anne." dedim. Yanından geçip odadan çıktım. "Dün de geç kalmıştım, ondan önce de ve ondan önce de. Bu gidişle iyi bir fırça yiyeceğim."

 

"Ama hep aç aç gidiyorsun Gece." Merdivenlerden aşağıya inerken cevap verdim.

 

"Biliyorum ama orada bir şeyler atıştırıyorum." deyip salona geldim. Babam yemek masasında otururken yanına gidip iki yanağına da öpücük kondurdum. Hem annem hem de babam Bitlis'e, yanıma gelmişti. Tabii Can da gelmişti.

 

"Kaçtım ben." deyip bir adım atmıştım ki babam kolumdan tutup gitmeme engel oldu.

 

"Bir şeyler ye de öyle git kızım." Elime çatal alıp domates ve salatalık kattım ağzıma. Dolu ağzımla konuştum.

 

"Bunlar bana yeter baba, biraz daha oyalanırsam gerçekten geç kalacağım." deyip yanından ayrıldım. O sırada uykulu bir şekilde merdivenlerden inen Can'ı gördüm. Babam emekliliğini istemişti ve buraya yanıma gelmişti. Annem zaten çalışmıyordu. Can ise liseyi burada okumaya karar vererek naklini buradaki bir liseye aldırmıştı. Yani o günden sonra hepsi yanıma taşınmıştı.

 

Can'a "Günaydın." deyip yanağından makas aldım ve postallarımı ayağıma geçirerek evden çıktım. Karargaha doğru giderken cebimdeki telefonumun çaldığını duydum. Yürümeye devam ederken açıp kimin aradığına baktım. Gördüğüm isimle yüzümde küçük bir tebessüm olmuştu. Telefonu açıp kulağıma götürdüm, benim cevap vermemi beklemeden kendisi konuştu.

 

"Naber kız? Ben aramasam bu mükemmel kaynın hiç aklına gelmeyecek herhalde." Tek gerçek tebessüm sunduğum kişi sanırım Aras'tı. Ah bir de bizim çocuklardı.

 

"Sen telefonu kapattıktan saniyeler sonra beynim seni otomatikman siliyor Aras. Ta ki sen arayana kadar. İşte o zaman hayatımda senin gibi bir varlığın olduğunu hatırlıyorum."

 

"Neyse ki ben yüzsüz bir piç olduğum için alınmıyorum yengeciğim. Yoksa kırk yıl bu kırılan kalbimi tamir edemezdin." Nedense en fazla iki dakikamı falan alır diye düşündüm. Kesin kırılan kalbini unutturdu o ve benimle konuşmaya başlasırdı.

 

"Ne yapıyorsun?" dedim konuyu değiştirerek.

 

"Aynı." dedi. Az önceki neşesinden eser kalmamıştı. "Hazırlıklar neredeyse bitti. Bunu yapmak istediğinden emin misin? Çünkü açığa alınma riskin var." İç çektim, bunu biliyordum.

 

"Biliyorum." dedim. "Senin de açığa alınma riskin var."

 

"Ben de biliyorum." dedi o da. "Ama abim için her şeyi yaparım."

 

"Ben de sevdiğim adam için her şeyi yaparım." dedim hiç düşünmeden.

 

"İyi madem eminsen benden haber bekle."

 

"Kenan amca nasıl?" dedim. Yavaş yavaş yürümeye devam ettim.

 

"Son gördüğünden farksız diyebilirim." En son onu iki ay önce görmüştüm. Yani o olaydan bir ay sonra. Pek iyi bir durumda sayılmazdı. Bir yanda Pars bir yanda Aras. Üzülüyordu o da.

 

"Sen ne durumdasın?" dedim. "Bacağın nasıl oldu?"

 

"İyi iyi. Hatta doktor artık mesleğime geri dönebileceğimi söyledi ama henüz komutanlarıma bundan söz etmedim." Belinden yaralanmıştı Aras, kurşun omuriliğine denk geldiği için kısmi felç geçirmişti. Sol tarafını hissetmiyordu. Bir ay önce bu durumu atlatmış ama bir ay boyunca yürümediği için sol bacağı güçsüz kalmıştı. Bir aylığına da fizik titedavi görmüştü.

 

"Sevindim." dedim.

 

"Eee sen ne yapıyorsun? Neredesin?"

 

"Şey..." deyip duraksadım. Etrafıma baktım, neredeydi ki ben?

 

"Ney?" dedi telefonun diğer ucundan.

 

"Aras." dedim etrafıma bakarak "Nerede olduğumu unuttum." Neredeydin ben? Nereye gidiyordum?

 

"Nereye gittiğini hatırlıyor musun?" dedi bu sefer. Yine etrafıma baktım. Nereye gidiyordum ki?

 

"Hayır." dedim, başıma giren ağrıyla boştaki elimi başıma götürdüm. Yine oluyordu, başım ağrımaya başlamıştı. Ne zaman bir şeyi unutsam başıma ağrı giriyordu.

 

"Evden çıkmış mıydın?" dedi bu sefer de. Ben nerede olduğumu ve nereye gittiğimi hatırlayamadığım için stres yapıyordum ama Aras benim aksime sakin kalıp sorular sorarak nerede olduğumu öğrenmeye çalışıyordu. O alışmıştı ama ben bir türlü alışamamıştım.

 

"Evet çıktım, sonra sen aradın ve yürüyerek seninle konuşuyordum ama şu anda nerede olduğumu ve nereye gittiğimi hatırlayamıyorum." Beynimi biraz zorladım ama bu başımdaki ağrıyı arttırmak dışında bir işe yaramadı.

 

"Karargaha gelmiş miydin?" Karargah mı? Tabii ya! Ben karargaha gidiyordum.

 

"Hatırladım!" dedim istemsizce bağırarak. "Şu anda lojmanların olduğu yerdeyim ve karargaha gidiyordum." Telefonun diğer ucundan derin bir nefes aldığını işittim. Belli etmese de ben ne zaman bir şeyleri unutsam benden daha çok endişeleniyordu ama bunu çok kolay kamufle etmeyi başarıyordu.

 

"Gece bu giderek daha kötü bir hâl alıyor farkındasın değil mi?" Gergin bir şekilde sordu.

 

"Biliyorum." dedim.

 

"Tedavi olman lazım."

 

"Onu da biliyorum." dedim düşünceli bir sesle. "Ama şimdi değil, bunu henüz yapamam." Doktorun ne dediğini çok iyi hatırlıyorum. Bunu yapacak cesaret henüz bende yok.

 

"Ne desem işe yaramayacak o yüzden ben kapatayım. Çünkü biraz daha konuşursak sen çok geç kalacaksın." dedi, telefonu kulağımdan uzaklaştırıp saatte baktım ve çoktan geç kaldığımı anladım bile. Aras'la vedalaşıp telefonu kapattım. Koşarak karargahın yolunu tuttum. Nefes nefese karargahın büyük demir kapısına gelince nöbet tutan asker beni bekletmeden kapıyı açtı. Koşarak bahçeye girdim. Birkaç saniye duraksayıp etrafıma baktım. Az ileride sıraya dizilen askerleri görünce koşarak oraya ilerledim. Batuhan'la Görkem'in arasına girip sıraya geçtim.

 

"Günaydın gençler." dedim kısık bir sesle çünkü tam karşımda kızgın boğa gibi bana bakan Burhan komutan bana bıyordu. Yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Yine geç kaldınlı cümlelere kendimi hazırlamam lazımdı.

 

"Üsteğmenim?" dedi sakin bir sesle. Bakışlarımı tekrardan ona çevirdim.

 

"Yüzbaşım." dedim. Pars'ın yerine gelen yeni komutanımız bu adamdı. Ama fazla kalıcı olacağını sanmıyorum. Herkes geldiği yere gidecekti ve gidenler ise geri gelecekti.

 

"Yine geç kaldınız." Başımı salladım.

 

"Haklısınız komutanım." dedim. "Kusura bakmayın, bir daha tekrarlanmayacak."

 

"Bunu kaçıncı söyleyişin?" dedi. Cevap veremedim çünkü her geç kaldığımda bunu söylüyorum ve son iki aydır ben sürekli geç kalıyordum.

 

Ben cevap vermeyince o da sustu bir şey demedi. Başımı küşük bir açıyla oynatıp bizimkilere baktım. Herkes burada diyemem ama çoğu buradaydı. Görkem, Batuhan, ve Anıl, onlar buradaydı. Burhan komutan, Ali ve Mert de vardı. Bunlar ise; Ali, Barış'ın yerine Mert ise Enes'in yerine gelmişti. Ama yakında gidiciydiler, çünkü herkes bıraktığı yere geri gelecekti. Ve son olarak Burhan komutan, o ise Pars'ın yerine gelmişti ama o da geçiciydi. Pars da yerine geri gelecekti.

 

"Operasyon raporu nerede Üsteğmenim?" Burhan komutanın sorduğu soruyla ona baktım.

 

"Ne raporu komutanım?" Anlamayarak sordum.

 

"Dün çıktığınız operasyonun raporu." Yutkundum, dün operasyına mı çıkmıştık? Göz ucuyla yanımdaki Görkem'e baktım, hatırlamadığımı anlamış olacak ki hemen söze dahil oldu.

 

"Dün raporu hazırlıyordunuz komutanım. Ben sizi çağırınca sanırım vermeyi unuttunuz." Öyle bir şey oldu olmadı mı bilmiyorum ama başımı salladım, Burhan komutana baktım.

 

"Ben hemen getiriyorum komutanım." deyip yanından ayrıldım. Karargaha girip odama geçtim. Masamın üstüne baktım ama rapor falan yoktu. Hazırlamış mıydım ki? Hazırladıysam nereye koydum?

 

"Düşün Gece düşün." Elimi başıma koyarak düşündüm ama aklıma gelmedi. Sinirle başıma vurdum. "Hatırla artık!" Başıma saplanan ağrıyla gözlerimi kapattım. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Hangi operasyona çıkmıştık biz?

 

Sinirle yatağa oturdum, gözümden bir damla yaş akarken ellerimi başıma koyup hatırlamaya çalıştım ama olmadı. "Lanet şey!" deyip başıma sinirle vurdum. O sırada kapının çalınmadan açıldığını duydum. Dolu gözlerle kapıya bakınca bizimkilerin geldiğini gördüm. Görkem, Anıl ve Batuhan. Hızla ayağa kalkıp onların önünde durdum.

 

"Rapor yok." dedim titreyen sesimle. "Dün hangi operasyona çıktığımızı hatırlamıyorum. Hatırlamadığım şeyden rapor yazamam." Anıl ellerini omzuma koyup başını eğdi.

 

"Sakin olun komutanım." dedi benim aksime sakin bir şekilde. "Biz şimdi halledeceğiz." diyerek hepsi masamın başına geçti. Batuhan sandalyeye otururken diğerleri ayakta durdu. Batuhan rapora başlarken hatırlamadığı şeyleri diğerleri söyleyerek üçü benim adıma rapor hazırlamaya koyuldu.

 

Onların yanına geçip bekledim. Stresle tırnaklarımı yemeye başladım. Çok kısa süre içinde raporu hazır ettiklerinde hemen alıp odadan çıktım. Koşar adımlarla Burhan komutanın odasının önüne gelince üstüme çekidüzen verip kapıyı çaldım. İçeriden gelen gir komutuyla içeriye girip masasının başında oturan Burhan komutanın yanına gittim, elimdeki raporu önüne koydum.

 

"İzninizle komutanım." deyip arkama döndüm ama gidemedim. Söylediği şeyle durmak zorunda kaldım.

 

"Son zamanlarda çok unutkan olmaya başladın." Yutkunup ona döndüm, başını önündeki dosyadan kaldırıp bana baktı. "İlaçlarını alıyor musun?" Bir anlığına kaşlarım çatıldı, alıyor muydum?

 

Hafif bir şekilde başımı salladım. İlacımı içip içmediğimi de unutmuştum. Ama bunu ona söyleyemezdim.

 

"İlaçlarını aksatma." dedi, elindeki kalemi döndürdü. "Madem ameliyat olmak istemiyorsun ilaçlarını bari aksatma." Ameliyat olmak istemiyorum değildi aslında, amacıma ulaşmadan ameliyat olmak istemiyordum. O riski göze alamazdım. Onu unutma ihtimalim varken bu riski göze alamazdım. Şu anda tek unutmadığım kişi Pars'ken bunu kendi elimle itemezdim. Sevdiğim adamı unutmayı kaldıramazdım.

 

"Merak etmeyin komutanım." deyip yine arkamı döndüm ama yine gidemedim.

 

"Hâlâ geçmişe mi takılı kalıyorsun?" Gözlerimi kapatıp yavaş bir şekilde ona döndüm, gözlerimi açıp konuştum.

 

"Geçmiş derken? Hangi geçmiş?"

 

"Pars Karadağlı geçmişi. Eski komutanın yani." Derin bir nefes aldım. Sakin olmaya çalıştım.

 

"Sizden önceki komutanım demek istediniz sanırım." dedim. "Size göre geçmiş ama bana göre geçmiş değil."

 

Ayağa kalkıp tam karşımda durdu. "Hâlâ mı Üsteğmenim?" dedi inanamıyormuş gibi. "İki ay oldu, şehit olduğunu kabullen artık." Ellerimi yumruk yaptım, sakin olmak için derin nefesler almaya başladım.

 

"Buna siz mi karar veriyorsunuz komutanım?" dedim dişlerimin arasından.

 

"İki aydır nerede o zaman Üsteğmenim?"

 

Yüzüme sahte bir tebessüm kondurdum. "Şu zamana kadar karşımıza çıkmadığına göre iyi bir yerde değil demek ki komutanım."

 

"Kabullen artık." dedi.

 

"Naaşı ortada yokken kimsenin şehit olduğunu söyleyemeyiz." dedim. Bu konunun sürekli açılması sinirimi bozuyordu. Yaşıyordu o. Hissediyordum. Sevdiğim adamdı o. Şehit olduğunu, hayatta olmadığını hissederdim ama hissetmiyorum. Bir yerlerde yaşadığını hissediyordum. Bunu onun için atan kalbimde hissediyorum. Yaşıyor o.

 

"Bildiğim kadarıyla eski tim arkadaşlarınızın da naaşı yoktu Üsteğmenim." Burnumdan sesli bir nefes aldım. Sakin kalmak benim için hiç de kolay değildi. Hele ki bu sözlerle sakin kalmak imkansızdı.

 

"Eski tim arkadaşlarımı gözlerimin önünde şehit ettiler." dedi, elimi kaldırıp gözlerimi gösterdim. "Bu gözlerle hayatta olmadıklarını gördüm, evet naaşları yok ama şehit olduklarını gördüm. Ama Pars'ın şehit olduğuna dair hiçbir şey yok elimizde. Ne bir gören ne de cansız bedeni. Yani şehit olduğuna siz karar veremezsiniz."

 

"İki ay oldu Gece. Tören bile yapılmasına izin vermedin."

 

İstemsizce bağırarak "Şehit olmayan birinin ardından tören yapılmaz!" dedim.

 

"Bak anlıyorum seni." dedi daha ılımlı bir sesle. "Daha önce altı askeri gözlerinin önünde kaybettin, mesleğinden uzaklaştırıldın, sonra tekrar uzaklaştırıldın ve tedavi oldun, Pars senin sadece komutanın değil sevdiğin adamdı ama İki aydır yok."

 

"O gün şehit olan bir çok asker oldu." dedim. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. Çok zor günlerdi. "Hepsine ait küçük de olsa bir biyolojik parça bulduk ama Pars'a dair hiçbir şey yoktu elimizde. Şehit olmadı yaşıyor o." dedim. Aklıma gelen şeyle devam ettim

 

"Hiç aşık oldunuz mu komutanım?" Hiç düşünmeden başını iki yana salladı. "Ben oldum." dedim. Kalbimi gösterdim. "Burası artık kan pompalamak için değil sadece onun için atmaya başladı. Burası ona ait. Ona ait bir yer ona bir şey olsa hissetmez mi, acımaz mı?" Düşündü, başını aşağı yukarı salladı.

 

"Acır sanırım." Gülümsedim, başımı salladım.

 

"Evet acır, burada hissedersin ama ben hissetmiyorum. Yaşıyor o." Gözümde biriken yaşı elimin tersiyle sildim. "Hem ben tören yapılmasını istesem buna kardeşi ve babası izin vermez çünkü onlar da Pars'ın yaşadığına inanıyor. Kim ne derse desin ben, ailesi ve silah arkadaşlarımız Pars'ın yaşadığına inanıyoruz. Lütfen bu konu hakkında daha fazla bir şey söylemeyin."

 

"Anlıyorum ama buraya gelmeden önce hepinizin dosyasını inceledim, seninkini de. Gayet başarılı bir askersin ama ben buraya geldiğimden beri o başarılı askeri bir türlü göremedim. Hep dalgın, her şeyi unutan, uzaklara dalıp giden bir asker görüyorum." Haklıydı, o günden sonra pek iyi değildim.

 

"Haklısınız, elimden geldiğince bu hallerime şahit olmamanızı sağlayacağım." deyip başka bir şey söylemesine izin vermeden yanından ayrıldım. Gözümde biriken yaşları elimle silip yine elimle yüzüme yelpaze yaptım. Gözlerimin ıslaklığı kuruyunca odama gittim. Bizimkiler hâlâ beni odada bekliyordu. Az önceki halime inat gülümseyip üçüne birden sarıldım.

 

"İyi ki varsınız. Siz olmasaydınız raporu halledemezdim." diye mırıldandım.

 

"Lafı bile olmaz komutanım. Siz iyi olun yeter." dedi Anıl. Geri çekilip bana baktı. "Enes'le Barış'ın yanına gireceğiz, siz de gelmek ister misiniz?" İç çektim, her gün yanlarına gitsekte onları özlüyordum. Onların yeri burasıydı. Ama az kaldı, hepimiz tekrardan bir arada olacağız.

 

"Serhat albaydan izin alalım da gidelim." dedim

 

Görkem "Biz aldık komutanım." deyince başımı salladım. Onlar odadan çıkınca ben üstümü değiştirip hazırlandım. Hep birlikte Barış ve Enes'in yanına gitmeye başladık.

 

Enes'in evinin önüne gelince zile bastım. Kapıyı Elvan açınca gülümsedim. Kenara çekilip geçmemize izin verdi. İçeride ayakkabılarımı çıkartırken holün girişinde Enes'in annesini gördüm. "Hoş geldiniz çocuklar." Bizi görünce sevecen bir şekilde konuştu. Ona aynı şekilde karşılık verip salona geçtik. Burada da Enes'ın kız kardeşi Ece vardı.

 

"Nasılsın Ece?" Yanına oturarak sordum.

 

"İyiyim abla sen?"

 

Elimi bacağında duran eline görür sıktım. "İyiyim ben de." Etrafıma bakatım. "Nerede bizimki? Yine odasına mı kapandı?"

 

"Bir de bana asosyal der ama son zamanlarda kendisi benden beter oldu." dedi gülerek. Bacakları sakat olduğu için pek dışarıya çıkmıyordu, bu yüzden abisi arada öyle diyordu ona ama o olaydan sonra Enes ondan daha kötü oldu. Hele ki o haberi aldıktan sonra.

 

2 AY ÖNCE

 

"Kızım otur bir, daha yeni uyandın." diyen annemi umursamadan ayağa kalktım. Kalkar kalkmaz başımın döndüğünü ve başıma bir ağrı saplandığını hissettim. Elim alnındaki sargı bezine gitti. "Dedim işte ben sana!" diye söylenen annemle geri hastane yatağına oturdum.

 

"Gece iyi misin?" Babamın sesini duyunca ona baktım.

 

"Diğerlerini görmek istiyorum baba." İç çekti, karasızca etrafına baktı. İtiraz etmek istedi ama benim durmayacağımı bildiği için mecbur başını salladı.

 

"Bekle beni." deyip hastane odasından çıktı. Çıktıktan iki dakika sonra tekerlekli sandalyeyle geri geldi. Ona minnetle gülümseyip sandalyeye oturdum. Babam beni hastane koridorunda bizimkilerin kaldığı odaya götürürken bir bağırma sesi duydum. Çok tanıdık bir sesti bu.

 

"Baba dur!" dedim hemen. Sese kulak verdim. Bu Enes'in sesine çok benziyordu. "Enes'in sesi bu!" dedim. "Baba beni oraya götür." Babam bir şey demeden beni sesin geldiği yere götürdü. Odaya girince Enes'in bağırarak yataktan kalktığını gördüm. Ayağa kalkmıştı ki birden yere yığıldı. Başımın ağrısını umursamadan hızla ayağa kalkıp onun yanına gittim ve diz çöktüm.

 

"Enes." dedim ona sarılarak. "Ne oldu ona? Niye düştü yere? Niye bağırıyor?" Enes'e sarılırken sordum.

 

"İşitme kaybından dolayı ufak bir denge problemleri olur." diyen kişiyle öylece kaldım. Şok olmuş bir şekilde bunu diyen doktora baktım. Gözüm odanın köşesinde ağlayan kadına kaydı. Bu Enes'in annesi olmalıydı. Onun yanında tekerlekli sandalyede bir kız vardı, o da kız kardeşi olmalı. Onların yanında ise tanıdık bir kadın vardı, o da elvandı ve hepsi ağlıyordu.

 

"İşitme kaybı derken?" dedim doktora bakarak.

 

"Enes Bey'in yakınında patlayan bombadan dolayı kulak zarı zedelenmiş ama gecici bir durum." İçime biraz olsun su serpilirken bana sarılarak ağlayan Enes'i hafif uzaklaştırıp bana bakmasını sağladım. Vücudunun bir çok yerinde sargı bezi vardı. Hatta yüzü bile sarılıydı. Gözleri ve ağzı açıktı bir tek.

 

"Vücuduna ne oldu?" dedim onu incelerken.

 

"Yakınında bomba patlamış. Bombadan oluşan alevler vücudunu yakmış." dedi doktor. Bedenim kaskatı kesilirken gözlerim doldu.

 

"Kaçıncı derece yanık olmuş?" Korka korka sordum.

 

"İkinci derece. İz kalmayacak yani ama yanıklar iz bırakarak iyileşecek. Su toplayan deriye çok iyi bakılması gerek." Gözümden bir damla yaş akarken Enes'e baktım.

 

"Ben yanındayım." dedim. "Ağlama."

 

"Şu anda sizi duymaz." diyen doktorla iç çektim.

 

"Komutanım!" Enes bağırarak konuşunca ona bakmaya devam ettim. "Duyamayacağımı söylüyor bunlar!" Sesi yüksek çıkıyordu, duymadığı için ses tonunu ayarlayamıyordu.

 

"Duyacaksın." dedim kısık bir sesle. Daha sonra boğazımı temizledim ve daha yüksek bir sesle tekrar ettim. Belki bu şekilde duyardı beni. "Duyacaksın Enes. Abla sözü veriyorum sana." Gözünden yaşlar akarlen burukça gülümsedi. Belki beni duymadı ama anlamıştı.

 

"Abla sözü." dedi. Başımı salladım. O sırada arkamda bir hareketlilik hissettim. Oraya bakınca bizimkilerin geldiğini gördüm. Hepsinin farkı bir yerlerinde sargı bezi vardı.

 

Anıl'ın kafasında sargı bezi vardı. Bir de kolunda falan birkaç küçük sargı bezleri vardı. Batuhan da görünürde sargı bezi yoktu ama sağ kolunun altında koltuk değneği vardı. Barış tekerlekli sandalyedeydi, aynı şekilde Aras da tekerlekli sandalyedeydi. Görkem'in yüzünün birçok yerinde çizikler vardı. Hepsi çok kötü görünüyordu.

 

Gözüm Pars'ı aradı ama yoktu. Aras'ın arkasında duran Kenan amcaya baktım. Perişan haldeydi.

 

"Pars nerede?" dedim. Kimse cevap vermeyince Enes'i bırakıp ayağa kalktım. "Size diyorum! Pars nerede?" Bağırarak sordum ama yine cevap vermediler.

 

"Bir şey söyle..." diyordum ki başıma giren ağrıyla daha fazla konuşamadım. Gözlerim karardı, yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissettim. Son hatırladığım babamın kollarına doğru yığılmam oldu.

 

GÜNÜMÜZ

 

O haberden sonra Enes'i toparlamak zor olmuştu. İştme kaybı geçiciydi ama aradan bir ay geçmesine rağmen duyma yetisi geri gelmemişti. Daha sonra doktora gidince durumunun kötüye gittiğini öğrenmiştik ve ameliyat olmuştu. Hatta ondan birkaç hafta sonra bir ameliyat daha olmuştu ve ameliyatın üzerinden toplan bir ay amca geçmiştir. Doktor hemen göreve çıkmasını doğru bulmadığı için tamemen iyileşmesini bekliyordu. Zaten vücudundaki yanıklarda yeni yeni iyileşiyordu. Tamamen iyileşmeden mesleğine geri dönmedi ama dönmesine az kalmıştı. Şu sıralar çok daha iyiydi.

 

Ameliyat olmuştu ama psikolojik olarak bu bir tramvaya sebep olmuştu sanırım çünkü birkaç sefer duymadığını iddia etmişti ama doktor sadece psikolojik olduğunu söylemişti. Bu yüzden haftada iki kere benim psikoloğum Başak'la küçük bir seans yapıyorlardı.

 

"Çağırayım mı Enes'i?" Elvan'ın sorusuyla ona bakıp gülümsedim.

 

"Çağır bakalım. Biraz kızayım ona. Söz vermişti bana daha iyi olacağına dair ama yine kendisini odaya kapatmış." Gülümseyerek Enes'in odasına gitti ve Enes'le birlikte geri geldi. Enes bizi görünce gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz."

 

"Valla hiç hoş bulmadım Enes." dedim. "Yine kendini odaya kapatmışsın."

 

"Sadece dinlenmek için odama çıkmıştım." dedi, kardeşine baktı. "Sanırım birileri durumu fazla aparttı." Güldüm, diğer kolumu açıp yanıma gelmesini istedim. Yanıma gelince kolumu omzuna attım.

 

"Komutanım ne zaman döneceğim ben mesleğime?" Sorusuyla ona baktım. Şu anda görünürde vücudunda yanıktan kalan su toplamaları yoktu. Hatta iz bile kalmamıştı. Belki görünmeyen yerlerinde ufak tefek vardır ama dışarıdan bakınca çok iyi görünüyordu.

 

"Dün doktorunla konuştum." dedim. "Sanırım yarın randevun varmış. Kulak zarını kontrol edecekmiş ve ondan sonra mesleğe dönüp dönmeyeceğine karar verecekmiş." dememle gülümsedi. Silah kullandığımız için silahın sesi onun için pek iyi bir şey değildi. Sağırlık geçirmişti ve üstüne ameliyat olmuştu. Tam iyileşmeden doktor o gürültülü ortama dahil etmek istemiyordu onu. Zaten Serhat albay da kesin bir dille iyileşmeden gelemezsin demişti onun iyiliği için.

 

"Barış'ın yanına gideceğiz biz. Sen de gelecek misin?" dedim.

 

"Gelirim tabii. Bekleyin siz iki dakika, hazırlanıp geleyim." diyerek ayaklandı ve hazırlanmak için yanımızdan ayrıldı.

 

Enes hazır olup gelince hep birlikte Barış'ın evine doğru ilerledik. Zaten buraya yakındı, yürüyerek beş dakikada varmıştık. Kapıyı Barış'ın hemşiresi açınca içeriye girdik. Barış'ın odasında olduğunu bildiğimiz için odasına ilerledik. İçeriye girince gözüm odanın köşesinde duran tekerlekli sandalyeye takıldı. Aklım yine geçmişe gitti.

 

2 AY ÖNCE

 

Başımdaki şiddetli ağrıyla gözlerimi araladım. İlk başta bir şey göremezken birkaç saniye sonra görüşüm netleşti. "Uyandı!" diyen bir ses duydum. Bakışlarım sesin geldiği yere kaydı. Koltuk değneğiyle duran biri bana bakıyordu. "Komutanım iyi misiniz?" Komutanım mı?

 

"Sen kimsin?" Sorumla donup kaldı. Niye şaşırmıştı ki?

 

"Benim komutanım." dedi şaşkın bir sesle. "Görkem." Görkem mi? O kim?

 

"Tanımıyorum seni." dedim. Odanın içindeki kalabalığa baktım. Bunlar kimdi? Ne işleri vardı burada?

 

"Siz kimsiniz?" dedim. "Ne işiniz var burada?" Kolumdaki seruma baktım. "Benim ne işim var burada? Ne oldu bana?"

 

Bir tane gözü yaşlı kadın yanıma doğru ilerledi. "Kızım biziz. Ailen." Ailen mi? Ben niye hatırlamıyorum?

 

"Abla?" Başka bir ses duyunca oraya baktım. Bir çocuk vardı, lise öğrencisi gibiydi. "Hatırlamadın mı bizi? Can ben, kardeşin." Bir süre ona baktım, batırmaya çalıştım ama olmadı. Tam başımı iki yana sallayacakken başıma şiddetli bir ağrının saplandığını hissettim. Canım yanarken acıyla inledim. Etrafımdaki kalabalıktan ayrı sesler duyarken ben acının geçmesini bekledim ama geçmedi.

 

Ağrı yavaş yavaş hafiflerken dolan gözlerimi kırpıştırdım. Başımı kaldırıp başımdaki kalabalığa baktım ve o an hatırlamadığım bu insanları hatırladım. "Hatırladım!" dedim birden. Daha sonra kaşlarım çatıldı. "Neden unuttum ki?" Hepsi birbirine bakarken Can doktoru çağırmak için odadan çıktı.

 

Bakışlarım bizimkilere kaydı, hepsi ayrı bir şekilde yaralanmıştı ve çok kötü görünüyorlardı.

 

"Size ne oldu?" dedim onları incelerken. Odada yine Pars yoktu? Neredeydi? "Sen neden koltuk değneğiyle geziyorsun Batuhan?"

 

"Sırtımdan ameliyat oldum." dedi. Kısaca olan biteni anlattı. Sırtına paslı demir sokmuşlar ama neyse ki şu anlık bir sorun yokmuş.

 

"Barış?" dedim bu sefer. Tekerlekki sandalyeyle duruyordu.

 

"Bacaklarımı hissetmiyorum." deyince anlamsızca ona baktım.

 

"Nasıl?"

 

"Bilmiyorum." dedi, başını çevirdi. "Uyandığımda hissetmiyordum." Yutkundum, geçici mi yoksa kalıcı mı diye sormak istiyordum ama cevabından korkuyordum. Cesaretimi toplayıp korka korka sordum.

 

"Geçici ama değil mi?"

 

"Onu da bilmiyorum." dedi, sesi kısık çıktı, biraz da titremişti sesi. "Test yapacaklarmış." Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece bakakaldım. İçimden dua etmek dışında bir şey yapamadım.

 

"Anıl?" dedim ona bakarak. Başında sargı bezi vardı.

 

"İç kanama." dedi. "Ama sorun yok, iyiyim." Burukça gülümsedim, başımı salladım. Bakışlarım son olarak Aras'a kaydı.

 

"Aras?" O da tekerlekli sandalyeyle duruyordu. "Senin neyin var."

 

Cevap vermedi, onun yerine sağ elini kaldırıp kucağında duran sol elini tuttu. Kolunu havaya kaldırıp bıraktı. Eli öylece kucağına düştü. Bu durana kaşlarım çatılırken Aras konuştu. "Kısmi felç." Başım yana doğru düştü. Konuşurken de zorlanıyordu. Sanırım sol dudağını da hissetmiyordu.

 

"Geçici." dedim bunun olmasını isterken.

 

"Bilmiyorum." dedi o da Barış gibi. "Uyanır uyanmaz Enes'in yanına geldim. Henüz test yapılmadı."

 

Bakışlarım Görkem'e kaydı, ben konuşmadan konuştu. "Önemli bir şeyim yok. Biraz duman solumuşum, bir de karşımdaki cama kafamı çarpmışım ama ufak tefek çizikler dışında bir şeyim yok." Sanırım içimizde en sağlamı o gibiydi.

 

Allah'ım ne olmuştu bize böyle? Ne hallere gelmiştik böyle? Herkesin acısı farklıydı ve ben kendimden çok onların acısına üzülüyordum.

 

"Pars nerede?" dedim, bayılmadan önce onu sormuştum ve kimse cevap vermemişti. Şimdi de kimse cevap vermedi.

 

"Kenan amaca, Pars nerede?" dedim ona bakarak. Bakışlarını kaçırdı.

 

"Bilmiyorum." Kaşlarım çatıldı, ne demek bilmiyorum?

 

Tam bir soru daha soracakken başıma yine bir ağrının girdiğini hissettim. Sanki biri beynimin içine vuruyor gibiydi.

 

​​​​GÜNÜMÜZ

 

İki ay önceden kalan tekerlekli sandalye. Daha sonrada bu durumun geçici olduğunu öğrenmiştik. Barış fizik tedaviye başlamıştı ama küçük de olsa bir sonuç alamamak onun ümidini söndürmüştü. Aslında biraz sabretse sonuç alacak ama psikolojik olarak sağlıklı düşünemiyordu. Kim yürüyemediğini anladığında sağlıklı düşebilir ki? Kolay bir şey değil. Başak onunla da konuşuyordu ama bir ilerleme yoktu maalesef. Ben inanıyordum, çok yakında o da yürüyecekti ve mesleğine geri dönecekti.

 

Barış'ın yatağına geçip onun yanına oturdum. Şu anda telefonuna bakıyordu. Bizim geldiğimizi görmüştü ama bakmamıştı.

 

"Açığa alındığım günü hatırlıyor musun Barış?" dedim. Telefonun ekranında gezen parmakları durdu. Beni dinlediğini anladım. "Pars bana korkak olduğumu söylemişti, pes ettiğim için kızmıştı." İç çektim, elinden telefonu aldım.

 

"O günkü benle bugünkü sen arasındaki farkı bana söyler misin?" Cevap vermedi, devam etim. "Arada bir fark yok değil mi? Ben onu dinlemeyip kafamın dikine gittim ve sonunda pişman oldum. Pişman olmak bir şey değil ama ben inadım uğruna mesleğime geç devam ettim. Aynı pişmanlığı sen yaşama."

 

"Bir işe yaramıyor komutanım." dedi, bana baktı. "Hiçbir ilerleme yok. En ufak his belirtisi yok. Hissetmiyorum işte bacağımı."

 

"Çabalamadan bir şey elde edemeyiz Barış. Sadece dişlerini sıkacaksın. Evet zor bir durum, seni asla anlayamam ama anlamaya çalışabilirim. Anlıyorum da. Yürüyordun ve birden bacaklarını hissedememeye başladın. Hiç de kolay bir şey değil ama biraz çabala. Bizim için bari yap bunu çünkü seni bu halde görmek hepimizi üzüyor." Derin bir nefes aldı ve hiçbir şey demedi. O konuşmayınca ayaklandım.

 

"Ben şimdi gidiyorum ama yarın yine geleceğim. Umarım yarın daha iyi bir şekilde görürüm seni." deyip diğerlerine bakatım. "Görürşüz." deyip oradan ayrıldım. Yolda ilerlemeye başladım. Eve gitmeyecektim, karargaha zaten gitmeyecektim çünkü izin almıştık. Gideceğim yer belliydi. Her gün gittiğim o eve gidecektim.

 

Evin önüne gelince cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Eve girince iç çekmeden durmadım. Burası Pars ve timle kaldığımız evdi. O olaydan sonra bu eve sadece ben geliyordum. Pars olmadan burada kalamıyordum. Burada Pars'la olan anılarım vardı, onsuz kalmak istemiyordum. Arada bir geliyordum sadece.

 

Pars'la kaldığım odaya gelince derin bir nefes aldım. Her geldiğimde onun kokusu dolduruyordu içime, şimdi de öyle olmuştu. Yatağa ilerleyip uzandım, onun yastığını alıp sıkıca sarıldım. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Çok özlemiştim onu. Onu görmeyeli tam iki ay oluyordu. Koskoca altmış gün...

 

"Neredesin Pars? İyi misin? Ne haldesin? Beni düşünüyor musun? Benim seni özlediğim gibi özlüyor musun sen de beni?" Sordum ama cevabı hiçbir zaman alamadım. Her gün sordum, her gün sorularım cevapsız kaldı.

 

"Gel artık Pars, lütfen gel. İçimde fırtınalar koparken ben gülümsemekten yoruldum. Gel ve bu yorgunluğum dinsin." Gözümden akan bir damla yaşı sildim.

 

"Hayattasın biliyorum." dedim onun yastığına sarılarak. "Kim ne derse desin ben senin hayatta olduğuna inanıyorum."

 

2 AY ÖNCE

 

Başımdaki ağrı giderek artarken bir kez daha Pars'ı soracaktım ama araya başka bir ses girdi. "Gece Hanım iyi misiniz?"

 

Ben cevap veremeden babam olup bitenleri doktora anlattı. Zaten doktor testler yaptığı için neden böyle olduğumu açıklamaya başladı. "Gece Hanım'ı rahatsızlığı gecici Global Amnezi'dir. Bir çeşit bellek yeterzisliği de diyebiliriz. Çeşitli sebeplerden olabilir. Gece Hanım'ın da kafa travmasından dolayı olduğunu düşünüyoruz."

 

"Tedavisi var mı?" Annem sordu.

 

"Maalesef yok ama Amnezi geçicidir." dedi. "Ama..." deyip duraksadı. "Beynin hafıza bölümünde darbe sonuçu kanama oluşmuş. Kanamayı durdurduk ancak bizim yaptığımız yöntem gecici bir yöntemdi. Hastaya danışmadan bir şey yapamadık."

 

"Bana neyi danışacaksınız?" dedim anlamayarak.

 

"Sizde tümör var Gece Hanım." Tümör mü? Ne saçmalıyor bu doktor?

 

"Bu imkansız." dedim yerimde doğrularak. "Hiç belirti yoktu."

 

"Anlıyorum çünkü tümör iyi huylu, bir belirtisi yok. Üstelik tümör yeni oluşmaya başlamış. Bu evrede bir belirti fazla görülmez." dedi. "Yaşadığınız olay çok kötü ama bu olay sizdeki tümörü erken fark etmemizi sağladı."

 

Şok olmuş bir şekilde ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Bir kazadan sonra beynimde tümör olduğunu öğreniyordum nasıl tepki verebilirdim ki? Bir felaket iyi bir şeye mi yol açmıştı bilmiyorum. Ben uyandığımdan beri olan biten hiçbir şeyi bilmiyordum ki. Şok üstüne şok yaşıyordum. Berbat giden hayatımda bir tümörüm eksikti zaten.

 

"Ameliyat olmanız gerekiyor Gece Hanım."

 

"Riski ne?" Babamın sorusuyla doktora baktım.

 

"Tümör iyi huylu olduğu için şanslıyız ama..." dedi, bana baktı. "Tümör beynin Hipokampus bölümünde, yani hafıza bölümünde. Bu da ufak riskler doğuruyor." O riskleri az çok tahmin edebiliyordum ama yine de sordum.

 

"Ne gibi riskler?"

 

"Hafıza kaybı gibi." Doktorun Cevabıyla annem ağlamaya başlarken babam ona destek olmaya çalıştı.

 

"Geçici mi kalıcı mı?" Bunu da Kenan amca sordu.

 

"Bununla ilgili bir cevap veremem maalesef. Hafıza kaybı kesin olur da demiyorum. Söylediğim hiçbir şey kesin değil. Sadece sizlere riskleri söylüyorum."

 

Gözlerimi kapatıp birkaç saniye düşündüm ama düşündüğümden hiçbir şey anlamdım. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Operasyon sırasında patlama olmuştu, yaralanmıştım ve gözümü hastanede açıyordum, şimdi de yaşadığım bu olay sayesinde erken teşhisle beynimdeki tümörü öğreniyordum.

 

"Ameliyat olmazsam beni neler bekler?" Birden bire bu soru ağzımdan çıkmıştı. Herşeyi düşünüp ona göre karar vermek istiyordum. Hafıza kaybı diyordu sonuçta.

 

"Tümör şu anda küçük ve iyi huylu. Ameliyat olmazsanız sizi ileride nelerin beklediği şu anda belli olmaz ama amaliyat olmasanız hafıza kaybı geçireceğinizi bilmelisiz." dedi. "Yani geçici Global Amnezi daha da sıklaşır. Şu anda bu durum daha az, seyrek olur ama tümör büyüdükçe bu seyrekliğin daha da sıklaşacağından emin olabilirsiniz. Çünkü tümör büyüdükçe Hipokampus'a baskı yapar, geçici hafıza kayıplarınız artar. Ve tümör büyüdükçe ameliyat riski de artar."

 

Odanın içindeki kalabalığa baktım, onlar da bana bakıyordu. Onlar da böyle bir şey beklemediği için en az benim kadar şaşırmışlardı. Herkese tek tek bakarken Pars'ın olmadığı yine aklıma geldi. Gözlerim kısılırken hepsine tek tek baktım.

 

"Pars nerede?" Yine aynı soruyu sormamla etrafta bir sesizliklik oluştu. Kime baksam hepsi tek tek bakışlarını kaçırdı. "Size son kez soruyorum, Pars nerede?"

 

"Bilmiyoruz." diyen Aras'a baktım.

 

"Ne demek bilmiyorsunuz?" Sakin olmaya çalışarak sordum. "O da o gemideydi, bizi kurtardılar onu da kurtardılar." dedim. "Kurtardılar değil mi?" Korka korka sordum.

 

"Pars'a dair bir şey bulunamadı." dedi Kenan amca. "Arama çalışmaları devam ediyor ama hâlâ bir iz yok." Başıma yine bir ağrı saplanırken görüşüm bulanıklaşmaya başladı.

 

Yok...

 

Pars yok...

 

İz yok...

 

Gözlerimi kapattım, sakin olmaya çalıştım.

 

Beyninizde tümör var...

 

Ameliyat olunması gerek...

 

Hafıza kaybı olabilir...

 

Herkesi unutabilirim...

 

Pars yok... Hafıza kaybı geçirebilirim... Herkesi unutabilirim... Pars yok...

 

"Kızım iyi misin?" Babamın sesini duyarken benim beynimden az önce duyduğum şeyler yankılanıp duruyordu.

 

"Ameliyat olmuyorum ben." dedim aldığım ani kararla. İçerisi yine sensizliğe büründü.

 

"Gece saçmalama." diyen annemin sesini duydum. "İyi huyluymuş tümör, büyümeden olman lazım."

 

"Hafıza kaybı diyor." dedim ona bakarak.

 

"Sadece bir ihtimal kızım." dedi ameliyat olmam için beni ikna etmeye çalışarak.

 

"Ben bu ihtimali göze alamam." dedim başımı iki yana sallayarak. "Pars yok. O burada değil. Nerede belli değil. O yokken ameliyat olup onu unutamam."

 

"Kızım..." diyordu ki daha fazla devam etmesine izin vermedim.

 

"Ameliydat falan olmuyorum! Pars bulunana kadar ameliyat falan olmuyorum! Pars'ı unutma riskini göze alamam..."

 

GÜNÜMÜZ

 

O günden sonra beynimdeki tümörle yaşıyordum. Yaşadığım bu olay beynimdeki tümörü öğrenmemi sağlamıştı. İyi mi olmuştu kötü mü olmuştu bilmiyordum ama bir kaza bana farklı bir sorunumu öğrenmemi sağlamıştı. Her geçen gün hafıza kayıplarım giderek artıyordu. Ama neyse ki bu çok kısa sürüyordu. Tabii her geçen gün hafıza kayıplarım artıyordu ama her geçen gün bu durum biraz daha uzun sürüyordu.

 

"Sen gelene kadar ameliyat olmayacağım Pars. Seni bulana kadar ameliyat olmayacağım. Seni unutmayacağım." dedim kendi kendime.

 

Onu unutamazdım. Onsuz bir hayat istemiyordum. Ben onu bulacak ve öyle ameliyat olacaktım. Ucunda ölüm dahi olacağını bilsem de o olmadan ameliyat olmayacaktım...

 

Gerekirse seni Son Nefesime Kadar beklerim Pars... Yeter ki seni bir kere bile olsa görmeyim, sarılayım ve kokunu içime çekeyim...

 

Kahramanların hikâyesi mutlu sonla bitmezdi ama ben mutlu son olduracaktım. Pars'ı bulacak ve mutlu sonumuzu kendimiz yazacaktık.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce Pars yaşıyor mu?

 

Gece'nin ameliyat olmaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Haklı mı sizce?

 

Gece ve Aras ne planlıyor dersiniz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%