Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29.Bölüm Bu Kalp Seni Unutur mu?"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

​29.Bölüm "Bu Kalp Seni Unutur Mu?"

 

Güçlüyüm ama iyi de değilim...

 

Duyduğum telefon sesiyle kısık gözlerle etrafıma baktım. Neredeydin ben ya? Gözlerim biraz ışığa alışınca Pars'ın evinde olduğumu anladım. Telefon sesi artık beni rahatsız etmeye başlarken alıp bakmadan açtım. Ben konuşmadan karşı taraf konuştu. "Gece neredesin kızım?" Annemin sesini duyunca telefonu çekip saate baktım. Çoktan akşam olmuştu.

 

"Birazdan geliyorum anne." dedim sorusunu es geçerek. İç çektiğini duydum. Sorusunu yinelemedi.

 

"Gelirken ekmek al kızım." Onu onaylayıp telefonu kapattım. Birkaç dakika daha yatakta uzanıp doğruldum. Telefonu alıp odadan çıktım, evden de çıkıp yürüme mesafesindeki eve doğru ilerledim. Eve gelince anahtarla açıp içeriye girdim. Herkesin salonda olduğunu düşünüp oraya girdim ve doğru tahmin ettiğimi anladım.

 

Annem benim geldiğimi görünce derin bir nefes aldı. Nerede olduğumu bile bazen unuttuğum için endişeleniyordu.

 

"Gel kızım." Babam yanındaki sandalyeyi çekerek beni çağırdı. Onun yanına giderken annem konuştu.

 

"Ekmek nerede kızım?" Olduğum yerde durdum, ekmek mi? Tabii ya! Ekmek al demişti değil mi?

 

Alt dudağımı ısırıp bizimkilere baktım. Hepsi unuttuğumu anlamıştı. Can bana gülümseyip ayağa kalktı. "Tamam ben alır gelirim şimdi." dedi ama annemin dedikleriyle durmak zorunda kaldı.

 

"Daha ne kadar süre ameliyattan kaçmayı düşünüyorsun Gece?" Cevap vermedim. "Her geçen gün durumun daha da kötüye gidiyor. Bir gün nerede olduğunu unutup kaybolacaksın diye korkuyorum. Tümör ilerlediğinde ne yapacaksın? Ameliyat daha da riskli olacak." Haklıydı ama olamazdım.

 

"Anne lütfen anla beni." dedim kısık bir sesle.

 

"Ben seni anlıyorum kızım ama sen beni anlamıyorsun." Anlıyordum ama elimden bir şey gelmiyordu ki. "Kötü düşünmeyi gerçekten istemiyorum ama ya Pars hayatta değilse." Kalbimin sıkıştığını hissettim, böyle bir şey olmazdı. Yaşıyordu.

 

"Yaşıyor o." dedim. Annem konuşmak istedi ama izin vermedim. "O günü hatırlıyor musun anne?" dedim. "Gemideki patlamanın olduğu günü hatırlıyor musun? Hissettin mi o gün? Bana bir şey olduğunu hissettin mi? Huzursuz muydun o gün?" Cevap vermedi. Ne zaman bize bir şey olsa annem hissediyor gibi hep huzursuz olurdu. "Bir gün babam yaralanmıştı, sen bilmediğin halde huzursuzdun o gün. Sen ailene, bize bir şey olunca hissediyorsun. Ben de hissediyorum." dedim, yanına ilerledim ve ellerini tuttum. Kalbimin üstüne koydum ellerini. "Buramda hissediyorum. Yaşıyor Pars. Siz benim ailemsizniz, o da ailem oldu. Bir şey olsa hissederim." Elini ellerimden çekip yüzüme koydu, dolu gözlerle bana baktı.

 

"Biliyorum, o senin ailen oldu ama beni de anla. Senin her gün daha da kötü olmana dayanamıyorum." Başımı iki yana salladım, yüzümdeki ellerini tuttum.

 

"Sen beni anla anne. Pars ortada yok, onu bulmadan ameliyat olamam. Ya onu unutursam? Ya onu bulamadan onu unutursam? Tek unutmadığım kişi Pars, bunu bile bile, onu unutacağımı bile bile ameliyat olmamam. Onu bulmadan ameliyat olmak istemiyorum." Ellerini öpüp ondan uzaklaştım.

 

"Kızım..." diyordu ki bu sefer araya Can girdi.

 

"Tamam, ablamın üstüne gitmeyin artık." dedi, yanıma gelip arkadan bana sarıldı başını omzuma koydu. "Bu şekilde mutlu olacaksa olmasın ameliyat. O nasıl mutlu olacaksa öyle olsun. Siz böyle yaptıkça daha çok üzülüyor." Burukça gülümsedim. O da ameliyat olmamı istiyordu ama üstüme gelince ameliyat olmayacağımı biliyordu. Biraz da beni anlıyordu aslında.

 

Can'ın yanağından öpüp oradan ayrıldım. Yemek yemek istemiyordum. Odama gelince masama ilerledim ve o günden sonra yazmaya başladığım defterimi aldım. Yatağıma oturup boş bir sayfa açtım. O olaydan sonra hep gelir az da olsa bir şeyler yazardım buraya. Kalemimi alıp yine bir şeyler yazmaya başladım.

 

Bugün yine birçok şeyi unuttum Pars, yine ve yine tek seni unutmadım...

 

Başımı kaldırıp komodinden Pars'ın fotoğrafını aldım. Ameliyat olmak istemiyordum çünkü Pars'ı unutmaktan korkmuyordum. Onu bulamadan unutmaktan korkuyordum. Bir diğer sebebim ise tek unutmadığım kişi Pars'ı. İki aydır unutmadığım şey kalmamıştı. Hatta bir ara ismimi bile unuttum ama Pars'ı hiç unutmadım. Onu unutmayı göze alarak ameliyat olamazdım.

 

Tekrardan deftere dönüp içimdekileri dökmeye başladım.

 

Neredesin, ne haldesin, iyi misin, kötü müsün, kimin elindesin, beni özlüyor musun bilmiyorum ama yaşadığını biliyorum, hissediyorum.

 

Ben seni çok özledim be Pars... Ama az kaldı, seni çok yakında bulacağım.

 

Bizimkiler hâlâ aynı. Enes çok yakında göreve dönecek. Durumu çok iyi, doktor raporu bekliyoruz. Barış o günden sonra hiç iyi değil, yürümek için çabalamıyor ama merak etme böyle yapmaya devam ederse ben onun kulağını çekeceğim. Seni bulana kadar o da yürüyecek.

 

Yüzümde buruk bir tebessüm oldu. Yine eskisi gibi olacağız...

 

Sen döndüğünde tam takır olacağız. Sen güçsüz asker görmeyi sevmiyorsun, biz de güçsüz olmayacağız. Hatta beklediğinden daha dinç olacağız.

 

Biliyor musun? O günden sonra kendimi kaybetmedim. Dimdik durdum. Kim ne derse desin ben ayakta durdum. Görevimi hâlâ yapıyorum. Komutanlarım durumumun kötüye gittiğini fark etmediği için görevimi yapıyorum. Bizimkiler sağ olsun hep yardım ediyor bana.

 

Her geçen gün herkes senin hayatta olmadığına inanıyor ama ben ve biz inanmıyoruz. Biz tüm kalbimizle senin hayatta olduğunu biliyoruz.

 

Elim boynumdaki kolyeye gitti. O olaydan saatler önce vermişti bana. İlk hediyesiydi ama son olmayacaktı. Onu bulduğumuzda daha birçok hediye alacaktı bana.

 

Aldığın kolye hâlâ boynumda, hiç çıkarmadım. Bir an önce geri dön Pars. Neredeysen dön çünkü bana alacağın daha birçok hediye var. Ben bir tane hediyeyle idare edemem. Hele ki yüzük parmağım boş duramam. Gel ve yüzük parmağımı doldur. Hem sen benimle evlenmeden nereye kayboluyırsun? Bunun hesabını soracağım Pars Karadağlı!

 

Deftere damlayan bir damla yaşla başımı kaldırıp gözlerimi kuruladım.

 

Güçlüyüm Pars... Bu sefer güçlüyüm ama iyi de değilim be... Sen olmadığın her dakika, her gün iyi olmayacağım. Gel ve iyi olayım...

 

Bugün de bitti Pars. Bugün de sana son satırlarımı yazıyorum. Bugün de bitti ama sen yine gelmedin...

 

Defrete son satırları yazıp kapattım. Tam o sırada odanın kapısı açıldı. Can elinde tepsiye içeriye girdi. Tepsiyle birlikte yanıma oturup tepsiyi ortamıza koydu. "Birlikte yiyelim mi?" Ona sıcak bir tebessüm sundum. Bir tane tabak vardı, iki parça ekmek ve iki de kaşık vardı.

 

"Küçüklüğümüzdeki gibi." dedim. Küçükken annem ve babam işteyken biz eve gelirdik ve ayrı ayrı tabaklara katmak yerine yemeği bir tabağa koyar ekmek banarak yerdik. Tabii küçüklük dediğim benim lise yıllarımdı, Can'ın küçüklüğüydü.

 

İki dilim ekmekten birini bana uzattı, kendisi de bir dilim alıp kopardı ve yemeğin suyuna bandırarak yedi. Aynısını bende yapıp yemeye başladım. Bir tabak yemeği ikimizde bitirdikten sonra yatağa beraber uzandık. Can gögsüme sokulurken ben de onun kısa saçlarını okşamaya başladım. "Ameliyat olmanı çok istiyorum abla." dedi, başını hafif oynatıp bana baktı. "Ama sen ameliyat olmadan mutlu olacaksan olma. Ben bakarım sana. Unuttuğunda hatırlatırım her şeyi." Gülümseyip yanağını öptüm.

 

"Olacağım ablacığım ama şimdi değil." dedim. Bir şey demeden bana sarılarak uyudu. O uyuyunca yatakta biraz daha kayıp ona sarıldım. Işığın açık olmasını umursamadan gözlerimi kapattım, ben de uykuya dalmaya çalıştım.

 

*

*

*

 

"Yıllar geçse de üstünden." dedim aynada saçlarımı toplarken. "Bu kalp seni unutur mu?" iki ay boyunca hep bu şarkıyı söylüyordum. Bence bu şarkı tam Pars ve benim için yazılmıştı. O beni bir kere görmüştü ve aşık olmuştu. Daha sonra yıllarca görmemişti ama sevgisi hiç eksilmemişti. Şimdi yanımda yoktu, beyninde tümör vardı ve neredeyse her şeyi unutuyordum. Pars hariç. İşte bu yüzden bizi anlatan şarkı bana göre buydu.

 

"Kader gibi istemeden, bu kalp seni unutur mu?" Saçımı ensemde topuz yaptıktan sonra bordo beremi aldım elime.

 

"Bir hasretlik yüzün vardı, içinde bir hüzün vardı, söyleyecek sözüm vardı." Beremi omzuma takıp üniformamı düzelttim. "Bu kalp seni unutur mu? Bu kalp seni unutur mu? Bu kalbim seni unutur mu?"

 

Boynumda gözüken kolyem gözüme takılınca yüzümde buruk bir tebessüm belirdi. "Anlamı yok tüm sözlerin, sensiz geçen gecelerin, yaşanacak senelerin." Kolyemi tutup dudaklarıma götürdüm. "Bu kalp seni unut mu?" dedim kolyeyi öperek.

 

Aklıma Pars'la yaşadığım şeyler geldi. İlk başta ona diklenmiştim, kavga edip sürekli ona laf sokmuştum. "Bambaşka bir halin vardı..." Diklendiğim, gıcık olduğum o adama şimdi deli gibi aşıktım. "Fark etmeden beni sardı." Kesinlikle bu şarkının sözleri ikimizi temsil ediyordu. "Benliğimi benden aldı. Bu kalp seni unutur mu? Bu kalp seni unutur mu? Bu kalbim seni unutur mu?"

 

Kolyeyi üniformamın içine soktum. Elim kalbime gitti, burası onun için yanıp kavruluyordu ama o yoktu. "Bana aşkı veren sendin..." Gözlerimden bir damla yaş aktı, titreyen sesimle şarkıya devam ettim. "Sonra alıp giden sendin. Yollarımız ayrı derdin. Bu kalp seni unutur mu?" Unutmuyor Pars, ne kalbim ne de beynim seni hiç unutmuyor...

 

"Oysa düşlerim başkaydı." Burnumu çektim. Sesim iyice titremeye başlamıştı. "Birden bire yarım kaldı, yaşanacak çok şey vardı..." Yaşayacak çok şeyim vardı be Pars... Gel de yaşayayım artık. "Bu kalp seni unutur mu? Bu kalp seni unutur mu? Bu kalp seni unutur mu?" Gözümde biriken yaşları elimin tersiyle silip arkamı döndüm, o sırada yarı açık gözleriyle yatakta uzanarak bana bakan Can'la göz göze geldim.

 

"Allah'ım o ses de neydi ya." dedi, doğrulup sırtını yatak başlığına yasladı. "Kargaları kıskandıracak bir sesle uyanmak mükemmel bir şeydi." Dalga seçtiğini anlayınca yanına ilerledim.

 

"Sesim güzeldi bir kere."

 

"Tabii canım, o kadar güzeldi ki beni uykumdan uyandırdı."

 

"Güzel olduğu için uyandın işte."

 

"Abla alınmaca gücenmece yok, sesin berbattı." Bunu gülerek söylemişti, baya baya dalga geçiyordu.

 

"Can seni Üsteğmenle alay etmekten içeriye attırırım bak." Ben de ona ayak uydurup dalga geçtim. Yatakta yanına oturmuştum ki şok olmuş bir şekilde bana baktı.

 

"Babam seni böyle mi yetiştirdi abla? Sen şu anda mesleğini kötüye kullanıyorsun." Gülerek saçlarını dağıttım.

 

"Ne alaka kardeşim? Benimle dalga geçmedin mi? Geçtin, seni içeriye attırabilirim."

 

"Valla ben bir hâkim olayım da sana göstereceğim abla. Senin üstün olmuş olacağım nasıl olsa."

 

"Resmiyette evet ama evde ne olacak Can Bey?" dedim. "İşte o zaman yakarım çıranı." Yüzünü buruştup ayağa kalktı.

 

"Evin en küçük üyesi olmak berbat bir şey. Hep tehdit ediliyorum." Söylene söylee odadan çıktı. Ben de arkasından gülüp çıktım. Bu sefer bir şeyler yiyip öyle gidecektim. Erken kalkmıştım bugün.

 

Bu sefer hep birlikte kahvaltı yaptıktan sonra ve ameliyat konusu açılmadan evden çıkmıştım. Evden karargaha yürürken saate baktım. Bu sefer geç kalmıyordum. Rehbere girip Aras'ı aradım. Sanki benim aramamı bekliyormuş gibi anında açtı. "Ne var kızım ya, her gün her gün arıyorsun beni." Yüzümde bir gülümseme oluştu. O günden sonra pek fazla didişmiyorduk ama arada böyle laf sokmalı konuşmalarımız oluyordu.

 

"Dedi neredeyse saat başı arayıp iyi olup olmadığımı soran mankafa!" Onun da güldüğünü işittim. Bu dediğimi yapıyordu. Hafıza kaybını o da biliyordu ve günde bilmem kaç kere mesaj atıp beni kontrol ediyordu.

 

"Ne yapıyorsun yengelerin gülü?" Anlaşılan laf sokmamız bu kadar sürüyordu.

 

"Senden haber bekliyorum Aras. Ne zaman harekete geçeceğiz?" Bir an önce Pars'ı bulma girişimine geçmek istiyordum.

 

"Bu akşama biletini aldım. Uçağın indiğinde İstanbul'da seni bekliyor olacağım." Yüzümdeki gülümseme genişledi. Sonunda Pars'a bir adım yaklaşmış olacaktım. En kısa sürede de bulacaktım.

 

O patlamadan sonra Fehmi sağ kurulmuştu. Gemiye binmediğini falan söylemişti ama bindiğinden emindim. Bizler onu gemide görmedik ama bindiğinden emindik. Polisler patlamayı sorunca ise biri suikast düzenledi falan demiş. Zengin bir adam, bir iş adamı ve bir sürü düşmanı olmasını kimse garipsememişti. Polislere onun terör örgütüne çalıştığını söylediğimizde ise ekipler takip altına almıştı ama elde bir şey yoktu. İki ay boyunca ne polisler ne de biz bir şey bulamamıştık.

 

Ben hariç...

 

Bir şeyler bulmuştum ama bunu Aras'a söylemekten çekiniyordum. İstanbul'a gidince bir şekilde söylemek zorundaydım ama. Bilmek onun da hakkıydı.

 

"Tamamdır, kapatıyorum ben."

 

"Ne acelen var kızım? İnsan bir halimi hatırımı sorar." dedi anında.

 

Gülüp "Ne yalan söyleyeyim Aras hiç halini hatırını merak etmiyorum." dedim.

 

"Nankör yenge. Abimi bir bulalım da senden ayrılmasını söyleyeceğim."

 

"Dedi ve abisi de anında ayrıldı zaten."

 

"Sus be! Kapatıyorum ben!" deyip suratıma kapattı telefonu. Sinirle kapalı telefona bakıp burnumdan keskin bir soluk aldım.

 

"Hayvan herif ya! Bir de suratıma kapatıyor!" Telefonu cebime koyarken güldüm. Hem kızıyordum hem de gülüyordum.

 

Aklımdaki düşüncelerle karargaha geldim. Bizimkilerin oturduğu çardağa ilerleyip oturdum. En fazla beş dakika oturmuştum ki Burhan komutan eğitim için bizi çağırdı. Askeriyenin dışındaki eğitim alanına geçtik. Hepimiz sıraya dizilirken Burhan komutan tam karşımızda durup bize baktı.

 

"Son zamanlarda sizden doğru dürüst verim alamadığımı görüyorum." İstemsizce bakışlarımı kaçırdım çünkü bu sözler askerlere değil direkt banaydı. Zaten bana bakarak söylemesinden de anlıyordum. "Timin adı Alfa ama ben son zamanlarda pek bir Alfa'lık göremedim." Göz ucuyla diğerlerine baktım. Hepsi eğitim sahasına bakıyordu. "Sırtınıza mühimmat çabalarını alın ve sıraya dizilin!" Burhan komutanın emriyle aynı anda arkamızda duran çantaları alıp geri sıraya dizildik. "Ben dur diyene kadar buradaki engelleri tamamlayacaksınız." Açık bir şekilde açıklamak gerekirse ananızı ağlatacağım falan diyordu sanırım. "Komutumla başlıyorsunuz!" Hep birlikte Burhan komutanın komutunu beklerken Anıl'ın ağzının içinden dediğini duydum.

 

"Anamızı si..." diyordu ki benim bakışlarımı görünce sustu. "Anamızı ağlatacak sanırım." diye düzeltti lafını.

 

"Bir şey mi dedin Başçavuş?" Burhan komutanın sorusuyla dik bir şekilde durdu, başını iki yana sallayıp konuştu.

 

"Hayır komutanım. Eğitim yapmak için sabırsızlıkla bekliyorum." Yanağımın içini ısırdım. Onu duymasam kesin bu dediğine inanırdım.

 

"Ben de öyle tahmin etmiştim." deyip bana baktı Burhan komutan. "Hazır mısınız Üsteğmenim? İsterseniz askerlere benim yerime göz kulak olabilirsiniz." Yapmacık bir şekilde gülümsedim.

 

"Ben eğitim yaparken de onlara göz kulak olabilirim komutanım. Siz oturun ve çayınızı için, aklınız burada kalmasın."

 

"Umarım öyle olur Üsteğmenim." Taktı arkadaş adam bana ya! Ne var arada bir şeyleri unutuyorsam? Görmezden gel. Allah Allah! Unutkanlığımın bu kadar ilerlediğini bilse Albaya hemen rapor hazırlar ve benim açığa alınmamı sağlar bu adam. "Başla Alfa timi!" Burhan komutanın emriyle ilk önce üç kilometre düz bir şekilde koştuk. Bunun ardın parkurlar başlıyordu. İlk parkur ipli merdiveni tırmanıp yukarıya çıkmaktı, oradan aşağıya atmayıp parkurlar devam ediyordu.

 

İpli merdivene gelince tırmandım ve karşıya atladım. Çok kısa bir koşunun ardından yüz üstü yere uzandım ve çamurlu yeri sürünerek geçtim. Yüzümün her yerinin çamur olduğunu hissediyordum. Birinci sürünme yerini de geçtikten sonra ikinciye geldim. Tam orada gözüme çamur kaçtı ama durmadım, sürünerek oraya tamamladım. Ayağa kalkınca çamurlu elimle gözümü ovup açtım. Gözüm yanıyordu ama yine umursamadım.

 

Yine bir süre koştum, daha sonra havuz gibi olan yere atladım. Burası bir nevi hazudu ama su olmayan bir havuzdu. Boyumuzu aşıyordu burası. Diğerleri de benimle birlikte bu çukura atladıktan sonra yarısı ellerini açıp diğerlerinin basarak yukarıya çıkmasını sağladı. Görkem de benim için elini açınca oraya ilerledim. Tam ayağımla eline basacakken duraksadım. Başıma bir ağrının saplandığını hissettim. Gözlerim kapanırken elim başıma gitti. Birkaç kişi bana seslenirken ben ağrının geçmesini bekledim. Ağrı hafifleyince gözlerimi açtım. Bana bakan askerlere baktım. Bazıları çukurun yukarısında bazıları da benim gibi aşağıdaydı ama benim burada ne işim vardı?

 

Karşımdaki Görkem'e baktım, elini açmış bana bakıyordu. "İlk siz çıkın komutanım, yukarıdan beni çekersiniz." dedi. Kaşlarım çatıldı, çıkmak mı? Göz ucuyla yukarıdaki askerlere baktı. Yukarıdakiler Enes'le Barış'ın yerine gelen askerlerdi. Bir de Batuhan vardı.

 

Bir şey demedim, dediğini yaptım ve ayağımla eline bastım. Yukarıya çıkmıştım ki az önce unuttuklarımı hatırladım. Eğitim yapıyorduk ve sıradaki eğitim buydu, o yüzden çukurdaydım. Görkem'in de yukarıdaki askerlere bakma sebebi unutkanlığımın arttığını fark edip etmemeleriydi. Bizimkiler dışında kimse bilmiyordu ilerlediğini.

 

Neyse, nasıl olsa bir süre izin kullanacağım. İstanbul'a gideceğim için izin alacaktım bugün. Bugünlük bu unutkanlığı düşünmeyecektim.

 

Görkem'i çıkarmak için elimi uzattım. Elimi tutup kendisini yukarıya çekti. Kaldığımız yerden eğitime devam ettik.

 

Şimdi ise normal, çok derin olmayan çukurlara girip geri çıktık. Çukurlar çamurlu olduğu için hem ayağımız iyice çamurun içine giriyordu hem de çıkması daha da zorlaşıyordu. Bu şekilde beş altı tane çukur girip çıktık.

 

Bundan sonraki parkur ise biraz zordu çünkü iki kilometre yokuş yukarı koşacaktık. Yokuşa gelince birkaç saniye durup soluklandım, ardından hiç durmadan koşmaya başladım. Göz ucuyla bizimkileri kontrol ettim. Hepsi nefes nefese yokuşu çıkıyordu. Buradan Burhan komutanı göremiyordum ama o eminim ki bizi görüyordur. Özellikle de beni. Bir açığımı bulsa anında albaya rapor eder ama bizimkiler sağ olsun bir açığımı bulamıyordu. Bu antrenmandan sonra da zaten istese de bulmaz. İzine ayrılacaktım. O da rahat ederdi. İstemesem antrenman yapmadan gidip albayla konuşurdum ama bu sefer de Burhan komutanın gözünde antrenmandan kaçıyor gibi görünecektim.

 

Yokuş sonunda bitince bu sefer de insan boyutundaki maket hedeflere geldik. Yerdeki beylik tabancasını alıp hedeflere ateş ettim. Her vurduğum hedef geriye doğru düşüyordu ve onun arkasındaki daha uzak hedefe ateş ediyorduk. Bu şekilde beş tane hedefi vurduk.

 

Elimdeki silahı bırakıp tekrardan koşmaya başladım. Bu sefer iki kilometre yokuş aşağı koştuk. Yokuş bittikten sonra bu sefer de karşıma büyük bir duvar çıktı. Duvardan sarkan halatlardan birini alıp sıkıca tuttum. Bir yandan kendimi yukarıya çekip diğer yandan ipten destek aldım, ayaklarımı duvara koyarak düz duvara tırmanmaya başladım. İp ellerimi acıtmaya başlamıştı. Bir yandan da başıma ağrı girip duruyordu. Umarım yine bir şeyi unutmazdım.

 

İp yardımıyla duvarın üstüme çıkınca aşağıya baktım. Aşağıya inmek içinde ve ip vardı ama ipi kullanmadan kendimi aşağıya attım. Ayaklarımın üstüne düştüm. Ellerimi yere koyup doğruldum. Bu son parkurdu. Biraz daha koştuktan sonra bitiyordu.

 

Beş dakika daha koştuktan sonra başladığım yere geri geldim. Diğerleri de benim arkamdan bir bir gelmeye devam etti. Sırtımdaki çantamdan suyu çıkarıp içtim. Yorulmuştum, başım da ağrıyordu. Ama bizim yorgunluğumuz sanırım Burhan komutanın pek umrunda değil gibiydi çünkü parkuru bir tur daha tamamlamamızı istemişti.

 

*

*

*

 

Yorgunlukla önümdeki yemeğe baktım. Burhan komutan öğle yemeğine kadar bize eğitim yaptırmıştı. Canımız çıktımıştı bildiğin.

 

"Yemek yiyecek halim bile kalmadı." diyen Anıl'a baktım. Başını masaya koymuş önündeki yemeğe bakıyordu.

 

"Al benden de o kadar. Askerlik hayatım boyunca böyle eğitim yapmadım ben ya. Çaylakken bile bu kadar üstüme gelinmemiştir." dedi Batuhan başını kardeşi Görkem'in omzuna koyarak.

 

Bakışlarım Enes ve Barış yerine gelen Ali ve Murat'a kaydı. Onlarda yorgundu, hatta yorgunluktan zor yemek yiyorlardı ama sesleri çıkmıyordu. Zaten pek konuşmuyorlardı. Ya da konuşuyorlardı ama biz duymuyorduk çünkü küçük bir boşlukta hemen Enes'le Barış'ın yanına gidiyorduk. O yüzden onlarla pek sohbetimiz olmuyordu.

 

Sandalyemi geriye doğru ittirip ayaklandım. Masadaki bütün bakışlar bana döndü. "Serhat Albayla konuşmam gereken bir konu var." dedim onlar sormadım. Batuhan, Görkem ve Anıl bu cümlem üzerine birbirlerine baktılar. Onların bu haline gözlerim kısıldı. Niye birbirlerine baktılar ki?

 

Neyse, fazla üstünde durmadan yemekhaneden çıktım. Albayın odasına gelince üstümü düzeltip kapıyı çaldım. İçeriden gelen gir komutuyla içeriye girip masasının önünde durdum. Başımı hafif eğerek baş selamı verdim. "Müsaitseniz biraz konuşabilir miyiz Albayım?" dedim. Eliyle masanın önündeki koltukları gösterdi. Bir koltuğa bir de Albaya baktım. Şimdi gider ayak ceza yememeyeyim. Bu yüzden oturmadım. O da ne düşündüğümü anlamış gibi bir kez daha koltuğu gösterdi ve konuştu.

 

"Otur Gece." Oturup başımdaki bordo beremi çıkardım, Serhat Albaya baktım.

 

"Sakın bana Burhan'ı şikayet etmeye geldiğini söyleme Gece." Alt dudağımı ısırdım. Burhan komutan geldiğinden beri ben onu o da beni şikayet ediyordu. Bu hangi konu olursa olsun şikayet ediyorduk birbirimizi ve en sonunda Serhat Albay ikimizi de karşısına alıp bir güzel fırça çekmişti. O günden beri de ne derdim, varsa Burhan komutanla bir yerde patlayıp birbirimize kızıyorduk.

 

"Onu şikate etmeye gelmedim ama adam beni çaylak bir askermiş gibi görüyor komutanım." dedim. "Operasyonlarda bile beni geri planda tutuyor. Şimdi ben şikayet etmeyeyim de ne yapayım? Hangi komutan yardımcısı saha görevinde geri planda kalır ki?"

 

"Sence neden seni geri planda tutuyor Gece?" Bir süre düşündüm ve omuz silkerek cevap verdim.

 

"Gıcıklığına." dememle derin bir nefes aldı.

 

"Gıcıklığına değil senin iyiliğin için. O da beynindeki tümörü biliyor ve ona göre önlem alıyor." Bir an gülecek gibi olsam da kendimi sıktım.

 

"Haklısınız komutanım, beynimdeki tümörü biliyor ve kendince saha görevlerinde beni koruyor. Saha görevinde koruyor ama nedense aynı şeyi eğitimler için diyemem. Sanırım benim beynimdeki tümör saha görevinde ortaya çıkıyor ama eğitimlerde birden ortadan kayboluyor." Bir süre bana baktı, yüz hatlarından gülecek gibi olduğunu anladım.

 

"Kaç saat eğitim yaptınız?"

 

"Yarım saat önce bitti eğitim." dememle yüzünü sıvazladı. Dudakları iki yana kıbrılmıştı.

 

"O da Pars gibi aslında." dedi. "Başarısızlığı kaldıramadığı için biraz katı ve her şeyin kusursuz olmasını istiyor." Derin bir nefes aldım. Kimse Pars gibi değildi. Beni kırmış olabilir, üzmüş olabilir ama kimse Pars'ın yerini tutamazdı.

 

"Henüz Pars'a dair bir iz bulunamadı mı komutanım?" Konuyu Pars'a getirdim direkt. Bir iz bulunmadığını biliyorum ama yine de sormak istedim. Umut ettim işte. Belki benim bilmediğim bir iz bulunmuştur diye.

 

Başını iki yana salladı. "Fehmi yedi yirmi dört takip altında ve herhangi şüpheli bir hareketi olmadı." Takip altında olduğunu bilyordur o şerefsiz!

 

"Ben izin kullanmak istiyorum komutanım." Birden söylediğim şey onu şaşkına çevirdi. Tümörü öğrendikten sonra mesleğime devam etmek için neredeyse Serhat Albayın ayaklarına kapanmadığım kalmıştı. Günlerce ona beni açığa almasın diye yalvarmıştım ve şimdi gelip izin kullanmak istediğimi söylemem onu bir hayli şaşkına çevirmişti.

 

"Anlamadım?" dedi şaşkın bir şekilde

 

"Kendimi artık iyi hissetmiyorum komutanım. Tümör büyüdükçe daha kötü oluyorum ve Burhan komutan bunu fark ediyor. Bir yerden açığımı yakalayacak ve size söyleyecek. O zaman da siz mecbur açığa alacaksınız beni. Bence şimdi izin kullanmam en iyisi."

 

"Kal diye ısrar etmeyeceğim." dedi direkt. "Senin için en iyisi dinlenmek." Duraksayıp devam etti. "Hatta senin için en iyisi ameliyat olmak." Tam konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki devam etti. "Ben ne dersem diyeyim ameliyat olmayacaksın biliyorum ama ne kadar geciktirirsen ameliyat o kadar zor olacak."

 

"Yapamam." dedim. "Bir tek Pars'ı unutmuyorum. Ameliyat olup onu unutmak istemiyorum." Sesli bir nefes alıp başını hafif bir şekilde salladı.

 

"Karar senin ama bana sorarsan daha fazla bekletmeden ameliyat olman." Bu sefer ben başımı salladım. "İzin işine velirsek; süresiz izine çıkabilirsin. İnşallah döndüğünde ameliyat olmuş bir şekilde dönersin." Gülümseyip ayağa kalktım. Ameliyat olmuş bir şekilde döneceğimden emindim çünkü Pars'ı bulacaktım.

 

Ayağa kalkıp elimi uzattım. Elimi tutmak yerine masanın etrafından dolandı ve yanıma geldi. Kollarını açınca gülümseyip sarıldım. "Dikkat et kendine." dedi.

 

Geri çekilip başımı salladım. "Siz de dikkat edin komutanım. Bizimkiler de size emanet." deyip son kez vedalaştım ve odadan ayrıldım. Tekrardan yemekhaneye gittim. Bizimkilerin oturduğu masaya ilerledim. Yanlarına gelince "Beyler, size bir şey söylemem lazım." dedim. Bütün bakışlar bana dönerken tek tek hepsinde göz gezdirdim. "Ben izin aldım, bir süre buralarda olmayacağım." Yeni gelen Ali ve Murat hariç diğerleri şaşırmadı. Bir tek o ikisi şaşırmıştı.

 

"Niye komutanım?" Murat'ın sorusuyla bizimkilere bakmayı kesip ona döndüm.

 

"Malum unutkanlık giderek arttı. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var." deyip tekrardan bizimkilere baktım. Birbirlerine bakıyorlardı.

 

"Umarım daha iyi bir şekilde geri dönersiniz komutanım." Bunu diyen Ali' ye bakıp gülümsedim.

 

Bizimkilere bakıp "Siz bir şey demeyecek misiniz?" dedim. Hepsinin bakışları bana kaydı.

 

Anıl ayağa kalkıp "Niye izin kullanıyorsun komutanım?" Sordu.

 

"Söyledim ya az önce."

 

"Başka bir sebebi yok yani?" dedi Görkem.

 

"Ne gibi bir sebep Görkem?" Sorumla Görkem yerine Batuhan cevap verdi.

 

"Biz de size soruyoruz komutanım. Durduk yere izin kullanmazsınız siz. Unutkanlığınıza rağmen mesleğinize devam ettiniz. Şimdi de unutkanlık yüzünden izin kullandığınızı söylüyorsunuz." Gözlerim kısıldı, bunlar bir şey mi ima etmeye çalışıyordu?

 

"Siz ağzınızdaki baklayı çıkarsanıza." Aynı anda üçü de omuz silkti ve Batuhan konuştu.

 

"Ağzımızda bakla falan yok." Bir süre onlara baksam da bu hallerinden bir şey anlamadım.

 

"Neyse, ben Burhan komutanla da vedalaşıp geliyorum. Sonra Enes ve Barış'ın yanına gideceğim." deyip yanlarından ayrıldım. Burhan komutanın odasının önüne gelince kapıyı çalıp içeriye girdim. Odasındaki masasında dosyaları inceliyordu.

 

"Müsait misiniz komutanım? Küçük bir şey söyleyecektim." Göz ucuyla bana bakıp başını salladı. Eliyle karşısındaki masayı gösterdi.

 

Gösterdiği yere geçip oturdum. "Gözünüz aydın Yüzbaşım." dedim, yüzümde bir gülümse oluştu. "Benden kurtuluyorsunuz." Kaşları merakla kalktı. Dediklerimden bir şey anlamamıştı.

 

"Anlamadım?"

 

"Süresiz izne ayrıldım. Siz de benden kurtulmuş oldunuz." dememle herkes gibi o da şaşırdı.

 

"İzin?" dedi inanamamış bir şekilde. "Sen?" Gülümsemem genişlerken başımı sallayıp onayladım.

 

"İnanması güç ama evet, ben izne ayrıldım."

 

Arkasına yaslanıp başını hafif bir şekilde salladı. "Şaşırdım doğrusu. Seni kovsak da buradan ayrılacağını sanmıyordum." Şu kısacak sürede beni tanıması ne hoş. "Neye borçluyuz peki izne ayrılmanı?"

 

Dudaklarımı büzdüm. "Dinlemek." Bu dediğime inanmadı. "Beni fazla zorlandınız eğitimlerde. Ben de yeter artık dedim ve izne ayrıldım. Bence sizin istediğiniz de buydu."

 

Kaşlarını hayır anlamına kaldırıp indirdi. "İstediğim pes eden bir asker değil. Ameliyat olan bir askerdi." Birden yüzüm asıldı. Bu sözler bana Pars'ı hatırlattı. Ya bu kalp hep Pars için attığından her şey onu hatırlatıyordu ya da bu adamın birçok huyu Pars'a benziyordu. İki seçenek de olabilirdi.

 

"Pes etmedim." dedim bakışlarımı kaçırarak. "Sadece izne ayrıldım."

 

"Tedavi olmak için mi izin kullanıyorsun?" Başımı iki yana salladım. "O zaman pes ediyorsun." Pars'tan başkasının bana pes ettiğimi söylemesi o kadar canımı acıtmadı aslında. Bu sözlerine kızmadım. Sanırım sevdiğinden duyduğun her olumsuz söz daha çok canını yakıyordu insanın. Ya da bu sefer gerçekten pes etmediğim için bu sözleri kâle almıyordum.

 

"Merak etmeyin, geri döndüğümde çok daha iyi olacağım." deyip ayağa kalktım. Elimi uzatıp "Hoça kalın." dedim. O da ayağa kalkıp uzattığım elimi sıktı.

 

"Kendine iyi bak Üsteğmenim." Küçük bir baş selamı verip yanından ayrıldım. Karargahtan çıkıp ilk önce Barış sonra da Enes'le vedalaştım. Tıpkı onlar da diğerleri gibi tuhaf davranmıştı. Sebebini bir tülü anlayamamıştım ama yakında çıkardı kokusu.

 

Eve gelince anahtarla içeriye girdim. Kapıyı yavaşça kapatıp salona ilerledim. Annem, babam ve Can buradaydı. Okulların son haftasına girmişlerdi. Bu yüzden okula gitmiyordu Can. Beni fark etsinler diye hafif boğazımı temizledim. Hepsinin bakışları bana kaydı, aynı anda kaşları çatıldı. Bu saatte beni burada görmeyi beklemiyorlardı.

 

"Gece." dedi babam ayaklanarak. "Ne işin var bu saatte? Bir şey mi oldu?" Başımı iki yana sallayarak boş koltuğa oturdum.

 

"Bir şey olmadı." dedim rahat bir şekile. Bakışlarım ellerime kaydı, ellerimle oynadım. "İzin aldım, izne ayrıldım." Kısık bir sesle kurduğum cümleden sonra tepkilerini merak ederek onlara baktım. Hepsi de donmuş bir şekilde bana bakıyordu. Bunu kime söylesem hepsi aynı tepkiyi veriyordu.

 

"Sanırım işitme sorunum var benim." Can'ın dediği şeye güldüm.

 

"Unutkanlığım beni zorlamaya başladı. İzin almanın en iyiyisi olacağını düşündüm." diyerek küçük bir yalan söyledim. Pars'ı bulmak için Aras'la plan yaptık ve onu bulmaya gideceğiz diyemezdim sonuçta.

 

Babam üzerindeki şaşkınlığı atarak "Sen nasıl iyi hessedeceksen öyle olsun." dedi. Alt dudağımı ısırıp boğazımı temizledim ve konuşmaya devam ettim.

 

"Bu arada ben Aras'ın yanına gideceğim."

 

"Neden?" Annemin sorusuyla ona baktım.

 

"En son bir ay önce gördüm. Hazır izindeylen Kenan amcayla onu görmek istedim. Bu akşama bilet aldım."

 

"Tamam hep birlikte gidelim." diyen babama döndüm, başımı iki yana salladım.

 

"Hayır baba tek gideceğim. İki aydır hep benimle ilgilendiniz, hazır ben yokken kafanızı dinleyin."

 

"O nasıl laf Gece? Kızımızın sen bizim tabii ilgileneceğiz." Babamın sözlerimi gülümsedim ve başımı salladım.

 

"Tamam ama siz gelmeyin. Dinlenin işte. Üstelik biraz da Aras'ın başına bela olayım. O ilgilensin benimle." Bir süre kararsız kalsalarda benim ısrarlarım sonuçunda kabul etmek zorunda kaldılar. Onları ikna etmenin mutluluğuyla odama çıktım ve valizime birkaç parça kıyafet yerleştirdim. Gözüme iki aydır tuttuğum günlüğüm takılınca onu alıp yatağıma oturdum. Elime kalemimi alıp bugünkü duygularımı yazmaya başladım.

 

Her şeyden vazgeçiyor gibiyim Pars... Sonra aklıma sen geliyorsun ve kendime kızıyorum. Ben vazgeçemezdim, vazgeçersem bu aşka ihanet etmiş olurdum. Emin olabilirsin Pars, ben ne senden de savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Eskiden olsa pes ederdim ama beni sen değiştirdin. Kendin gibi güçlü biri yaptın. Ben artık hiçbir şeyden, özellikle de savaşmaktan asla vazgeçmem.

 

Bugünden itibaren sana bir adım yaklaştığımığımı hissediyorum. Çünkü Aras'la birlikte seni kendi yöntemlerimizle bulmaya karar vermiştik.

 

Ne düşündüğünü duyar gibiyim. Tehlikeli bu diyorsun değil mi?

 

Evet tehlikeli ama artık dayanamıyorum... Sen olmadan bir gün daha geçirmek istemiyorum.

 

Bir şeyler öğrendim Pars... Bunu nasıl Aras'a söyleyeceğimi bilmiyorum. Sen yoksun belki ama ben annenin katilini araştırdım, size yıllarca acı çektiren o adamı araştırdım ve buldum. Bunu Aras'a nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Söylediğimde yıkalacak, sonra da intikam almak isteyecek ve başı belaya girecek diye deli gibi korkuyorum. Keşke şimdi sen yanımda olsaydın, sen hepimizden daha mantıklı düşünüyorsun. Ne yapmam gerektiğini, Aras'a nasıl söylemem gerektiğini söylerdin. Aras öğrenince onu nasıl sakinleştimemiz gerektiğini bilirdin sen.

 

Biliyor musun? Aras'la eskisi gibi kavga etmiyoruz. Etsek bile anında kavga kapanıyor. Sanırım kavga edince aramıza giren sen olmadığın için kavga edemiyoruz.

 

Ben seni, Aras'la kavga etmeyi, hepimizin eskisi gibi olmasını, hep birlikte operasyona çıkmayı çok özledim.

 

Bu kalbim seni unutmuyor Pars. Asla da unutmayacak. Gel artık...

 

Deftere son satırları da yazdıktan sonra kapattım ve onu da valizime koydum. Akşam olana kadar bizimkilerle vakit geçirdim. Onlara da gideceğimi söyledim. Hepsinin üstündeki tuhaflık devam ediyordu. Ne kadar sorsam da hiçbir şey öğrenememiştim.

 

Uçak saatime saatler kala Van'a gittim. Bitlis'te havaalanı olmadığı için buradan gidecektim. Ailemle vedalaştım için onlar gelmemişti ama timin hepsi gelmişti. Hatta Barış bile gelmişti. Dünkü konuşmamdan sonra fizik tedavisine daha çok dikkat edeceğini söylemişti.

 

Uçak saatim gelince hepsiyle vedalaşıp ayrıldım. Saatler süren bir uçuşun ardından sabaha karşı İstanbul'a gelmiştim. Aras da babasına söyleyip Ankara'dan buraya gelecekti.

 

Elimdeki valizi çekerek havaalanın dışına çıktım. Elime telefonumu alarak etrafıma baktım. Aras'ı göremeyince aramaya karar verdim. Rehberden onun adını ararken kulağımın dibinde bir nefes hissettim. "Bir de bordo bereli olacak. Dibine giriyorum ruhu duymuyor kızın." Arkama bakınca Aras'la göz göze geldim. "Naber kız? Özledin mi beni?" Yüzümde bir gülümseme oluşurken sıkıca ona sarıldım. Onun da kolları belimi buldu.

 

"Kırk yıl düşünsem seni özleyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi Aras." Geri çekilip ona baktım. Valla özlemiştim ya.

 

"Al benden de o kadar. Büyü falan yaptın herhalde bana. En sevdiğim yengem oldun." Kaşlarım çatıldı, sinirle ona baktım.

 

"Salak! Tek yengen benim zaten."

 

"Doğru ya." dedi, sonra yakamdan tutup beni çekiştirdi. "Siktir et ya. Hadi gidelim." Yakamdaki elini tutup çektim.

 

"Düzgün tutsana ya! Kedi gibi tuttun ensemden." diye söylenip ona ayak uyurdur.

 

"Valla karşılaşalı iki dakika ya oldu ya olmadı ama şimdiden başımı şişirdin kızım ya."

 

"Söylenme Aras çarparım ağzına bak." dedim, etrafıma baktım. "Araba nerede?" Olduğu yerde durdu ve elini öne doğru uzattı.

 

"Buradan buyurun kraliçem. Sizi arabaya kadar eşlik edeyim."

 

Gülümseyerek "Çok teşekkür ederim." dedim. Gösterdiği yere doğru ilerlerken arkamdan söylendiğini duydum.

 

"Yemin ediyorum başımın belası!" kıkırdadım, bir şey demeden arabaya ilerledim.

 

Birlikte arabaya gelmiştik ki arkamızda bir ses duyduk. Elim belimdeki silaha giderken Aras'a baktım. Onun da eli belindeki silaha gitmişti. Yavaş adımlara arkamızı döndük, karşımızda gördüğümüz yüzlerle şaşkınca yine birbirimize döndük. Yok artık...

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Gece, Aras ve Pars'ın annelerinin katilinin kim olduğunu öğrenmiş. Sizce kim?

 

Son sahnede gelenler kim?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%