@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
2.Bölüm "İlk Görev"
Aynanın karşısına geçip saçlarımı ensemde bir topuz yaptım. Üzerime üniformamı geçip beremi de başımı taktım. Dün silahlarımızı ve kimliklerimizi aldıktan sonra odalarımıza çekilmiştik ve tanışmamız bugüne kalmıştı.
Aynada son kez kendime bakıp odadan çıktım. Yavaş adımlarla çardağa doğru ilerliyordum ki arkamdan tok, kalın bir ses duydum. "Gece, Serhat albay bizi çağırıyor." Arkamı dönüp bana seslenen Pars'a baktım.
"Geliyorum komutanım, timi çağırayım mı?"
Başını iki yana salladı. "Hayır bir asker onları çağırmaya gitti." deyip arkasını döndü. O albayın odasına ilerlerken ben de peşinden gittim. Albayın odasına gelince timin geri kalanı da gelmiş oldu.
Kapıyı çalıp sırayla içeriye girdik, selam durarken Pars söze girdi. "Bizi emretmişsiniz komutanım."
Serhat albay önündeki dosyalardan başını kaldırıp bize baktı. "Rahat çocuklar." dedi, ellerimizi alnımızda inidip Serhat albaya bakmaya devam ettik. "Biliyorum daha yeni geldiniz, hatta henüz tanışma fırsatınız bile olmadı ama göreve giden bir ekip terör örgütü tarafından esir alınmış. Kampın yeri tespit edildi ve kamp oldukça kalabalık olduğu gibi kampta kırmızı ve turuncu listede aranan teröristler de var." deyip derin bir nefes aldı. "Uzun bir aradan sonra ve yeni silah arkadaşlarınızla bu görev sizin çocuklar, askerlerimizi sağ sağlim alıp gelin."
Elimizi tekrardan alnımıza koyup selam durduk. "Emredersiniz komutanım!" Ve aynı anda konuştuk.
Pars odada kalırken biz çıkıp mühimmat odasına gittik. Pars görev bilgilerini alıp öyle yanımıza gelecekti. Mühimmat odasına girince etrafıma baktım, uzun zaman olmuştu hazırlanıp göreve çıkmayalı. "Özlemişim yemin ediyorum." Batuhan'ın dediği şeye gülümsedim, vallahi ben de özlemiştim.
"Ben en çok barut kokusuyla ayağımın toprağa basmasını özledim." dedi Enes.
"Ben gizlice teröristlerin arasına sızmayı özledim." dedi Anıl, gülümsemem genişledi, bir istihbarat uzmanı da en çok bunu özlerdi zaten.
"Ben anzısın itlerin alnının çatından vurmayı özledim." Barış'ın dediğine de gülümsedim, eh o da keskin nişancı olunca bunu özlemesi normaldi.
"Vallahi ben dağ bayır gezip bir mayına bastıktan sonra Batuhan'ın başının etini şişirip başımı belaya sokmayı özledim." Görkem'in dediği şeye güldüm, öz kardeş olmasalarda kardeş gibi büyüdüklerini okumuştum mail de. Sanırım onların o kardeş kavgalarını çok görecektik.
Hepsi bana bakınca omuz silktim. "Sanırım ben hepsini birden özledim, aralarında pek bir şeçim yapamadım." dedim gülerek.
O sırada mühimmat odasının kapısı açılınca Pars'ın sesini duydum. "Anlaşılan siz en çok bu saydıklarınızı değil gevezelik yapmayı özlemişiz gençler." dedi, sesi ilk duyduğuma nazaran biraz daha yumuşak çıkmıştı. "Ben de en çok timde gevezelik yapanları azarlamayı özlemişim. İlk nasibini almak isteyen kim?" Gülerek sorduğu soruyla ben de güldüm. İlk başta gerçekten azarlayacak sanmıştım ama sonlara doğru gülünce dalga geçtiğini anladım.
"Komutanım biz ilk önce yavaş yavaş özlemlerimizi bir giderelim sonra istediğiniz kadar azarlayın. Birkaç ay da olsa silahlardan, dağdan, en önemlisi de operasyonlardan uzak kaldık. Birkaç ay sonra mesleğe geri dönüyoruz ve ertesi güne göreve çıkıyoruz, kimseye nasip olmaz bence böyle bir şans." dedi Barış, çok haklıydı. Bu kadar kısa sürede operasyona çıkacağımızı ben de beklemiyordum.
"Siz gevezelik yapmaktan zor özleminizi giderirsiniz. Hadi hazırlanın helikopter bizi bekliyor." deyip hazırlanmaya başladı. Biz de daha fazla konuşmadan gidip hazırlanmaya başladık.
İlk önce üzerime hücum yeleğini giydim, ceplerine şarjörleri koyup bacağıma bacak kılıfını taktım, tabancamı da içine yerleştirip kasaturayı alıp kemer kayışıma yerleştirdim. Ellerime tactical eldivenlerini takıp başıma da askeri kasımı taktınca hazırdım.
Diğerleri de hazır olunca mühimmat çantalarını ve tüfeklerimizi alıp bizi bekleyen helikoptere bindik. Helikopter kalkışa geçerken Pars gideceğimiz koordinatları gösterdi.
Yol boyunca aramızda fazla konuşma geçmezken ineceğimiz yere gelip helikopterden indik. Pars'ın helikopterde gösterdiği güzargahta ilerlemeye başladık.
"Şu an ayakkabılarımı çıkarıp çıplak ayakla bu dağın taşın içinde koşturma isteğinin sadece ben de olmadığı söyleyin lütfen." diyen Enes'e baktım, düşünceli durduğunu görünce gerçekten de bunu yapmak istediğini anladım.
Barış da "benim de havaya ateş açıp deli gibi barut koklayasım geldi." dedi.
"Bu enerjinizi göreve saklayın beyler. Hasretinizi de birkaç saat içinde gidermiş olursunuz." diyerek Pars araya girdi.
"Ben de ki bu enerji zor tükenir komutanım, merak etmeyin siz. Şu birkaç aylık pası üzerimden bir atayım beni otururken bile göremezsiniz." dedi Enes.
"Bu dediklerini eğitimlerde ve operasyonlarda da görmek istiyorum asteğmenim." diyen Pars'a baktım, yüzündeki gülümsemeyle önüne bakıyordu.
"Ayıpsınız komutanım, her zaman görürsünüz dediklerimi." dedi Enes havalı bir şekilde.
"Bir de kurşun atar kurşun yerim de tam olsun kardeşim." dedi Batuhan gülerek.
"Onu da yaparız evelallah." deyince herkes kahkaha attı. "Ne gülüyorsunuz oğlum, siz kurşun atar kurşun yemez misiniz?" Sorusuyla ben de güldüm.
"Yok kardeşim ben kurşunu atmadan yemeyi seviyorum." dedi Anıl, gülmem biraz daha arttı.
"Manyaklar." dedim gülerek. Yanımda yürüyen Pars'ın bana baktığını hissedince ona baktım, dudağının bir tarafı kıvrılmış bana bakıyordu.
"Sanki sizin manyaklıklarınızın yanında onlarınki tartışılmaz gibi üsteğmenim." dediği şeyle sorgulayıcı bir şekilde kaşlarım havalandı.
"Ne gibi bir manyaklığım varmış benim komutanım?" Merakla sordum, yani ben bu yaşıma kadar pek bir manyaklığımı göremedim aslında. Normal bir şekilde yaşayıp gidiyorum işte.
Önüne dönüp ilerlemeye devam etti, ben ise ona bakarak ilerliyordu, arada bir düşmemek için önüme bakıp tekrardan ona dönüyordum. "Sizlerin bilgileri bana gelince biraz araştırdım da sizi şikayet eden baya kişiler olmuş." deyince kaşlarım çatıldı, hemen savunmaya geçtim.
"O şikayetlerin hiçbirinde benim suçum yok bir kere. Ben hepsinde haklıydım, bunun manyaklıkla bir ilgisi yok diye düşünüyorum." dedim hızlı hızlı. Herkesin bana şaşkınca baktığını anlayınca yüksek sesle kendimi savunduğumu anlayıp hafif boğazımı temizledim. "Yani ben haklıyım, beni şikayet edenler haksız." dedim daha yumuşak bir ses tonuyla.
Hepsi benim dediğime gülerken Barış söze girdi. "Yalnız komutanım ben de herkesi biraz araştırdım ama Pars komutanımın dediği gibi, sanki bu şikayetler biraz fazla gibi. Hem bir de sanırım sizi en son şikayet eden kişinin parmağını kırmışsınız da öyle şikayet etmiş sizi." Kaşlarım çatıldı, ben en son bir adamın kafasını elektrik direğine çarpmamış mıydım ya?
"Sanırım son karıştığım olaylar henüz benim aleyhime işlenmediği için sen birkaç gün önce olan olayı diyorsun." dedim düşünceli bir sesle. O kadar olaya karışmıştım ki Barış'ın dediği olayı bile unutmuştum.
"En son ki olayınız ne peki komutanım?" Görkem'in sorusuyla tek tek onlara bakıp şirin olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim.
"Bir adamın kafasını elektrik direğine birazcık çarpmış olabilirim." dedim kısık bir sesle. Onlar bir kez daha kahkaha atarken ben yine savunmaya geçtim. "Ama tabii ki bunda da ben haklıydım. Şerefsiz bir de beni şikayet etmiş! Gidip bir daha kafasını direğe çatpmadığıma dua etsin!" dedim sonlara doğru sesim yine yüksek ve sinirli çıkmıştı.
Hâlâ gülmeye devam ettiklerini görünce kaşlarım çatıldı. "Gülmeyin ya ciddiyim ben, benim hiçbir suçum yok." dedim kendimi savunmaya devam ederek.
"Yalnız komutanım hiçbir gününüz boş geçmemiş, her gün nezarethaneye gitmişsiniz. Hiçbiri mi sizin sunuçunuz değil?" Batuhan'ın sorusuyla başımı sallayıp onayladım.
"Evet değil. Ben normal bir şekilde sokakta yürürken hep karşıma belalı ve dövmem gereken insanlar çıkıyor. Eh ben de hakkım geçmesin diye birkaç yumruk atıp gidiyorum." dedim, aklıma son olay gelince gülmemek için kendimi sıktım. O olayda birkaç yumruk yerine adamın kafasını direğe çarpıp hastanelik etmiştim.
"Vallahi her gün aksatmadan gittiğiniz nezarethanedeki memur arkadaşlara acıdım. Hasta bir insan bile sizin nezarethanlere gittiğiniz kadar hasataneye gitmiyordur yemin ederim." Eren'in dalga geçmesiyle kaşlarım bir kez daha çatıldı.
"Yaa benim suçum yok, yok." dedim tek tek söyleyerek. "Ben hepsinde haklıyım. Bir de memurlar bence benim her gün gelmemden memnundular. Ne de olsa sıkıcı iş günlerini benim gibi biri sayesinde eğlenceli geçiriyorlardı." dedim gülerek. Anıl gülmeyi kesip konuşmaya başlayınca ona kulak verdim.
"Ben size hak veriyorum komutanım, kesinlikle sizin bir suçunuz yoktur, üç ay boyunca her gün aksatmadan birilerini dövüp nezarethaneye düşmeniz bence sizin değil karşı tarafın suçudur." dedi ciddi bir şekilden. Gülümsedim sonunda bana hak veren biri. "Hatta karşı tarafın bile değil direkt sürekli sizi bulan belanın suçudur bu." deyip gülünce az önceki gülümsemem silindi. Yerden bir taş alıp Anıl'a attım.
"Niye hevesimi kursağımda bırakıyorsun Anıl ya? Ben de biri beni haklı buldu diye seviniyordum." dedim sinirle. Vallahi hevesim kursağımda kalmıştı.
Görkem gülerek "Bu arada komutanım babanıza Allah sabır versin, gittiğiniz karakolun müdürüymüş sanırım." dedi.
"Yaa oğlum siz sürekli beni mi araştırdınız? Gidin başkasıyla uğraşın!" deyip hızlı hızlı önden ilerlemeye başladım.
"Aramızdaki sicili en kabarık ve belalı kişi siz olduğunuz için sıra ötekilere gelmedi maalesef komutanım." dedi Barış, bir kez daha gülmeye başladılar.
Aralarında bir gülmeyen Pars vardı ama o da yüzündeki gülümsemeyle bizi dinliyordu.
Aramızda başka bir konuşma geçmezken kamp alanına yaklaştık. Yol boyunca arada bir dalga geçseler de benim de yüzümde bir gülümseme oluşuyordu. Arada bir Görkem ve Batuhan'ın klasik kardeş kavlarını dinleyerek kamp alanına yaklaştık.
Pars'ın söylediğine göre askerleri bu kampta saklıyorlarmış. Kamp alanına biraz daha yaklaştıktan sonra Pars elini kaldırıp durmamızı söyledi. "Barış yüksek bir yere çıkıp kamp alanına bir bak." deyince Barış yanımızdan ayrıldı.
Yaklaşık beş dakika sonra koşarak tekrardan yanımıza gelince ona baktım. "Komutanım kamp alanı bomboş, kimse yok." Kaşlarım çatıldı. Nasıl boştu ya? Bildiğim kadarıyla en kalabalık kamtı burası ve öyle ha deyince toparlanıp gidemezlerdi.
"Emin misin Barış? Serhat albay en kalabalık kampın bu olduğunu söyledi. Kısa süre içinde toplanıp gitmeleri imkansız." dedi Pars da benim gibi düşünerek.
"Eminim komutanım, bildiğiniz in cin kop oynuyor kamp alanında." Pars sıkıntıyla çenesini kaşıdı.
"Komutanım bir bakalım mı? Belki kamp alanında hâlâ birkaç kişi vardır ve onları konuşturarak yerlerini öğrenebiliriz." dedim.
Çenesini kaşıyarak bana baktı, başını sallayıp onayladı. "Tamam ama herkes dikkatli olsun, geleceğimizi tahmin edip pusu kurmuş olabilirler." deyince hep birlikte kamp alanına ilerleyip girdik.
Herkes bir yere dağılırken ben dümdüz ilerlemeye devam ettim. Tam karşımdaki mağarayı görünce oraya doğru ilerlemeye başladım, içeriye doğru ayağımı atmıştım ki mağaranın girişinde gördüğüm misinayla ayağımı geriye çekip eğildim. Başımı hafif içeriye sokup baktım, misina bir düzenekti ama düzeneğin ucu gözükmüyordu. Sanırım düzeneğin başı içerideydi.
Kulağımdaki kulaklığa basıp konuşmaya başladım. "Komutanım bir mağaranın girişinde düzenek var ve düzeneğin başı gözükmüyor. Büyük ihtimalle bomba içeride. Rehineler içeride olabilir, içeriye giriyorum." dedim.
Benim hemen arkamdan Batuhan da söze girdi. "Ben de bir düzenek buldum komutanım, ben de içeriye giriyorum."
"Dikkatli olun, yanınıza Anıl ve Barış geliyor." deyince düzeneğe dikkat ederek mağaranın içine girdim. Bastığım yerlere ve etrafıma bakarak ilerledim. Mağaranın içinde başka odalar vardı ve bu düzenek her odanın içine giriyordu.
"Komutanım mağaranın içine girdim, siz hangi taraftan ilerliyorsunuz?" Kulaklıktan Anıl'ın sesini duyunca başımı uzatarak önüme çıkan odalara bakarak ilerledim.
"Ben sağdan ilerliyorum Anıl, sen soldan devam et." deyip ilerlemeye devam ettim.
"Anlaşıldı komutanım."
Tek tek mağaranın içindeki bütün odalara baktım ama burada askerler yoktu. Düzeneğin ucunu da bulmuştum, üç tane bombaya bağlıydı.
Elimi kulaklığa götürüp konuştum. "Burada askerler yok."
"Burada da yok komutanım." Anıl'dan da aynı yanıtı alınca mağaranın çıkışına ilerledim.
Anıl'la birlikte mağaradan çıkarken Batuhan da girdiği mağarada kimsenin olmadığını söyledi. Mağaradan çıkıp Anıl'la ayrı yerlere dağılacakken kulaklıktan Görkem'in sesini duydum. "Komutanlarım ve Batuhan, sanırım ben bir bok yedim." deyince Anıl'la birbirimize baktık.
"Sakın bana mayına bastığını söyleme Görkem!" Batuhan sinirle söylenince kulaklıktan Görkem'in güldüğünü duydum.
"Peki ne söyleyeyim kardeşim?" Gülerek sordu, Batuhan'ın cevap vermesini beklemeden devam etti. "Yalnız birazdan havaya uçacağım amına koyayım, sonra mayına basmadığımı söylesem olmaz mı?" Gülerek başımı iki yana sallayıp Görkem'in yanına ilerledim. Daha göreve çıkmadan önce mayına basıp Batuhan'ı sinir etmeyi özledim demişti, keşke başka bir şeyi özleseymiş.
"Hay senin ayağını Görkem! Neredesin? Söyle hemen!" Batuhan'ın hem sinirli hem de endişeli konuşmasına gülümsemem daha da genişledi. Kızıyordu ama seviyordu da. Aynı Can ve ben gibiydiler.
"Kuzeybatı tarafındayım kardeşim, mümkünse acele et, biliyorsun ben kurtlu biri olduğum için uzun süre aynı yerde duramam. Bir anlığına unutup adım atıveririm vallahi." Görkem'in dediğine Anıl ve ben kahkaha attık, hatta kulaklıktan diğerlerinin de güldüğünü anladım.
"Hay senin kurtlarına da ayağına da Görkem! Bir de asker olacaksın ama sürekli mayına basıyorsun oğlum!" Batuhan'ın söylenmelerini dinleyerek Görkem'in yanına geldik.
"Kardeşim bu kadar sinirlenme, bak erkenden yaşlanırsın evde kalırsın. Sonra yanıma gelip bana kız bul diye tutturursun kuduruk dayılar gibi." Şu anda Görkem'in bu halini unutup sanki mayına basmamış gibi dalga geçmesine gülmeye devam ettim. Diğerlerinin de benden bir farkı yoktu. Bir tek Pars gülmüyordu ama onunda dudağının bir tarafı kırılmıştı. "Bir de benim askerliğime laf etme it herif! Ne var arada bir mayına basıyorsam? Arada olur öyle hatalar, insanoğlu hep hata yapar ama ben arada yapıyorum." Başımı iki yana salladım.
Batuhan yere eğilip mayına bakarken Görkem'e cevap verdi. "Aynen amına koyayım kesin arada basıyorsundur. Asker olduğumuzdan beri sürekli aynı yerlerde görev yapmasak bu dediğine kesin inanırdım!" Bir yandan Görkem'le dalga geçip bir yandan da mayınla ilgilendi.
Görkem bir kez daha dalga geçmek için ağzını açmıştı ki Batuhan sinirli bir şekilde konuşmasına devam etti. "Bana bak Görkem ağzını açarsan seni bu halde bırakıp giderim. Artık kurtlarınla ne bok yersen yersin!" Meraklı bakışlarımı Görkem'e çevirdim, ne diyeceğini merak etmiyorum desem yalan olurdu.
"Aşk olsun lan! İnsan kardeşine bunu yapar mı?" Ajitasyon yapmasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir de sesini çatallı çıkarmıştı, sadece onun sesini duyan biri ağlayacak sanardı kesin.
"Yapar!" Batuhan'ın net cevabıyla ağzımdan küçük bir kıkırtı kaçtı.
"Valla kardeşim anca beraber kanca beraber. Sen beni bırakıp gidersen daha iki adım atmadan ayağımı mayından çeker hepimizi haya uçururum."
Batuhan Görkem'in dediği şeyden sonra yukarıya bakıp sabır diledi. Tekrardan işine dönerken biz de etrafa bakmaya devam ettik. Birçok yere bakmıştık zaten, geriye kalan yerleri de araştırınca ne bir terörist ne de esir tutulan askerler olmadığını anladım. Sadece etrafta birçok düzenek vardı, sanırım bizim geleceğimizi tahmin etmişlerdi. Tahmin etmeleri de zor değildi aslında, esir tutulan bir grup asker var ve illaki onların peşinden gelecek başka bir grup asker olurdu.
Biz tekrardan Görkem ve Batuhan'ın yanına giderken Pars durumu karargaha bildirmek için yanımızdan uzaklaştı. Bizimkilerin yanına gelince Batuhan'ın hâlâ mayınla ilgilendiğini ve Görkem'in konuşmasından dolayı bir hayli sinirlendiğini anladım. Sanırım iki dakika da çocuğu çileden çıkarmıştı Görkem.
Pars kısa süre içinde yanımıza gelince ona baktım. "Serhat albay buradan 3-4 saatlik uzaklıkta bir kampın kurulduğunu söyledi. Daha birkaç gün önce kurulmuş, büyük ihtimalle buradan gidip oraya yerleştiler."
"Gidiyor muyuz peki?" Pars'a bakarak sordum. Bakışlarını bana çevirip başını salladı.
"Gidiyoruz, bugün o askerleri bulup kurtaracağız." Başımı sallayıp önüme döndüm. O sırada da Batuhan ayağa kalkıp ellerini birbirine vurarak çırptı.
"Bitti sonunda, sen de kurtlarınla birlikte rahat bir nefes alabilirsin Görkem." dedi bıkkın bir sesle.
Görkem bir adım geriye gidip bize baktı. "Toprağı öpsem çok mu apartmış olurum?" Sorusuyla dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi engelledim.
"Yok kardeşim ne abartması, sonuçta birkaç dakika da olsa sen o mayının üstünde durdun. Öp bence, kimse garipsemez zaten." dedi Enes ciddi bir şekilde.
"Yalnız birkaç dakika değil, tam yarım saat kaldım ben mayının üstüne." deyip Batuhan'a baktı. "Bence bizim time yeni bir tahrip uzmanı lazım, Batuhan evde yata yata paslanmış, çok geç hallediyor mayını." dedi, bakışlarını bana çevirdi. "Keşke Gece komutanım gibi biraz adam falan dövseymiş, mapuslara düşseymiş ama bu anca yan gelip yattı." Araya beni de katıp dalga geçmesiyle göz devirdim.
"Yaa ben ne dedim şimdi de beni araya kattın acaba?" Sinirli bir şekile sordum.
Görkem konuşmak için ağzını açmıştı ki Pars ondan önce söze girdi. "Yolda konuşmasınıza devam edersiniz, yolumuz uzun, burada yetirince vakit kaybettik. Gevezelik yaparak akşam olacak sizin yüzünüzden." deyip ilerlemeye başladı.
Biz de peşine takılırken Barış konuşmaya başladı. "Bir şey diyeceğim ya, siz de sesleri duyuyor musunuz?" Kaşlarımı çatarak etrafımızdaki sesleri dinlemeye çalıştım ama neyden bahsettiğini anlayamadım.
"Şu tik tik seslerinden bahsediyorsun değil mi? Ben de Batuhan mayını halletikten sonra duymaya başladım." diyen Görkem'den hemen sonra aynı anda olduğumuz yerde durduk. Şaşkınca birbirinize baktık. "Hadi canım! Bunu nasıl fark edemedim lan ben?" Görkem'in dediği şeyle etrafımı dinlemeye çalıştım. Barış ve Görkem'in duyduğu sesler bir bombanın sesi olabilirdi.
"Komutanım burada!" Anıl'ın bağırmasıyla hemen yanına gittik, bir çalının arkasında geri sayımı başlamış bir bomba vardı.
"Hassiktir! Mayına bağlamışlar bombayı! Mayına biri bastığı anda geri sayım başlamış olmalı." dedi Batuhan.
"Amına koduğumun salağı, bunu şimdi mi anlıyorsun?" Görkem Batuhan'ın kafasına vurarak söylendi.
"İt herif ben mi dedim git mayına bas diye?" Batuhan hemen savunmaya geçince onların arasına girip konuşmaya başladım.
"Kavganızı sonraya mı bıraksanız beyler? Malum geri sayımı başlamış bir bomba var şu anda ve siz kavga etmeye devam ederseniz hepimiz saniyeler içinde havaya uçacağız. Artık açığa alınıp tekrardan mesleğe döndüğümüzün ertesi günü havaya uçtuk diye de tarihe geçeriz!" dedim dalga geçerek. Onlara kızıyordum ama ben de onların kavgasına ortak oluyordum.
"Gece doğru söylüyor ama sizin gibi kavga etmeye devam ediyor. Son 1 dakika kaldı, arkanıza bakmadan koşun, ben de hemen arkanızdan geliyorum." diyen Pars'la hepsi aynı anda koşmaya başladı. Pars'ın koşmadığını görünce hepsi yine aynı anda anlaşmışlar gibi durup arkalarına baktıkları.
"Oğlum koşsanıza lan!" Pars onların durduğunu görünce bağırdı. Timin cevap vermesini beklemeden ben konuştum.
"Arkamızda adam bırakmak bize yakışmaz komutanım, ya beraber havaya uçacağız ya da beraber koşup uzaklaşacağız." dedim, onun amacı bizim önden koşturtup bizleri güvence altına almaktı ama biz de arkamızda kimseyi bırakmazdık.
Tek tek bize baktığını görünce bombadaki sayaca baktım. "Son 30 saniye kaldı komutanım." dedim.
Elleriyle yüzünü sıvazlatıp elimi tuttu, benimle birlikte koşmaya başladı. "Koşun çabuk!" deyip beni de peşinden koşturdu. Geride sadece ikimiz kaldığımız için elimi tutmasını garipsemedin. Timdekiler biraz koştuğu için bizim önümüzdeydi.
Tam kamp alanının çıkışına gelmiştik ki arkamızda büyük bir patmala olmasıyla sıcak bir hava dalgasının bizi öne doğru ittirdiğini hissettim. Pars'la birlikte yere düşerken etrafımı toz bulutunun kapladığını gördüm.
Öksürmeye başlarken kendimi döndürüp sırt üstü yerde uzandım. Gözüme ve ağzıma toz girerken ben nefes nefese öksürmeye devam ediyordum. Birinin ensemden tutup ağzıma su vermesiyle suyu içtim. Gözlerime hem duman hem de toz girdiği için kimin su içirdiğini bilmiyordum.
Sudan son bir yudum daha içip başımı geriye çektim daha fazla içmeyeceğimi anlasın diye. "İyi misin?" Kulağımın dibinde Pars'ın sesini duyunca başımı salladım.
"İyiyim ama gözlerime toz girdi." dedim. Sırtımdan tutarak beni doğrulttuktan sonra yüzüme su döktü.
"Ulan Batuhan yüzünden öteki tarafa gidiyorduk ya!" Nefes nefese bir şekilde Görkem'in Batuhan'a kızdığını duydum. Ellerimle yüzümü silip gözlerimi açtım. Bir vurma sesi duyunca kısık gözlerle arkama baktım, Batuhan Görkem'in kafasına okkalı bir tokat geçirmişti.
"Oğlum bir daha mayına basarsan seni orada bırakıp arkamı dönerim! Uğraşma benimle!" deyip Görkem'den uzaklaştı.
Görkem ensesini ovarak Batuhan'a baktı. "Hay Allah'ım ya, mayının bombaya bağlandığını anlayamayan sen ama bir anlık dikkatsizliğimle mayına basan ben suçluyum öyle mi?"
Onlar kendi arasında kavgaya tutuşurken ben gözlerimi ovup kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimin içine toz girmesinden dolayı yaşarmaya başlamıştı. Birkaç defa ovup kırpıştırdıktan sonra ayağa kalktım. Herkes iyiydi ve kimsenin bir şeyi yoktu.
"Orospu çocukları bir de plan kurup ayrılmışlar buradan!" Barış'ın söylenmesiyle ona hak verdim. Bir şeyler olacağı belliydi ama bunu kimsenin beklemediği aşikardı.
Burada daha fazla oyalanmadan karargahtan gelen koordinatlarda diğer kampa ilerlemeye başladık. Buraya sabah gelmiştik ama yürümek yaklaşık iki saat sürmüştü, kamp alanını aramak, bombayla uğraşmak derken bir saati geçmişti. Şimdi bir de 4-5 saat yürüyeceğimiz için sanırım çoktan akşam olacaktı.
Öylede oldu, hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Hava iyice kararmaya başlarken biz kamp alanına henüz varamamıştık bile.
Kamp alanına gelmeden bir yerde durup biraz dinlendik, yemek yeyip tekrardan yola çıktık. Hepimiz sabah yaptığımız kahvaltıyla duruyorduk ve yemek yemek biraz da olsa enejimizin geri gelmesini sağlamıştı. Normalde saatlerce yürümeye alışıktım ama 3 aydır göreve çıkmadığım için sanırım paslanmıştım. Diğerlerinin de öyle olduğunu anlayabiliyorum, hepimiz bir hayli yorulmuştuk ama birkaç görevden sonra eski formumuza döneceğimizden emindim.
Yaklaşık bir saat daha yürüdükten sonra kamp alanına bir hayli yaklaşmış olduk. Hem dinlenmek hem de etrafı kolaçan etmek için bir yerde durduk. Barış kamp alanına bakmaya giderken ben ve Batuhan ise farklı noktalarda gözcülük yapmak için ayrıldık.
Barış gelene kadar gözcülük yaptık. Barış gelince çıktığım tepeden aşağıya inerken duyduğum sesle etrafıma baktım. Kimseyi göremeyince etrafımda dönüp yavaşça aşağıya inmeye başladım. Birkaç adım atmıştım ki arkamda yine ses duydum, tam arkama dönecekken enseme sert bir cisim vuruldu.
Ensemi tutarak dizlerimin üstüne düşerken acıdan dolayı bir süre vücudum uyuştu. Arkamda yine bir hareketlilik oluşurken zorla başımı oynatıp oraya baktım, Pars'ın adamı bayılttığını görünce önüme döndüp ensemi ovdum. Piç herif nasıl vurduysa artık bütün vücudumun uyuştuğunu hissediyordum.
"Gece iyi misin?" Yere diz çöküp endişeli bir şekilde bana bakan Pars'a baktım, elini çeneme koymuş endişeli gözlerle bana bakıyordu.
Yutkunup bir süre gözlerine baktım. Nedense tam şu anda kahverengi gözleri bana çok tanıdık gelmeye başlamıştı. Neden durduk yere bu kadar tanıdık gelmişti ki? Onu daha önce görmediğime emindim, görsem tanırdım ama daha önce görmediğim bir insanın neden sadece gözleri durduk yere tanıdık gelmeye başlar ki?
Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp tekrardan gözlerine baktım, hâlâ endişeli bir şekilde bana bakıyordu. Hafif boğazımı temizleyip bakışlarımı kaçırdım. "Evet iyiyim, sadece biraz paslanmış olmalıyım." dedim gülümsemeye çalışarak. "Yoksa bu kadar kolay o adama yakalanmazdım." diye ekledim.
Derin bir nefes aldığını duyunca tekrardan gözlerine baktım, gözlerindeki endişe biraz olsun azalmıştı ama gözleri hâlâ bana çok tanıdık geliyordu. Sanki bu endişeli gözleri çok önceden görmüş gibiydim ama görsem illaki tanırdım.
Elindeki eldiveni çıkarıp ılık ellerini enseme götürünce ürperdiğimi hissettim. Nasırlı ellerini az önceki adamın vurduğu yere görüp biraz ovdu. Bir kez daha yutkundum, az önce gözleri tanıdık geliyordu ama şimdi dokunuşu da tanıdık gelmeye başlamıştı.
"Şişecek gibi duruyor. Çok ağrıyor mu?" Konuşmasıyla bakışlarımı tekrardan gözlerine çevirdim, başımı iki yana salladım.
"Çok abartılacak bir ağrı yok, geçer birazdan." dedim kısık bir sesle. Bir süre ensemi ovduktan sonra yavaşça elini çekti, ayağa kalkıp ensesini kaşıdı.
"Kamp alanı buraya çok yakın, sanırım ondan buralarda teröristler dolaşıyor." dedi. "Timin geri kalanı bizi bekliyor, hadi gidelim biz de." Az önce sesi yumuşak ve kısık çıkarken şimdi tekrardan ilk duyduğum gibi kalın ve sert çıkmıştı. Hatta sesi buz gibi çıktı tabiri tam Pars'a uyuyordı. Sanırım onun yapısıda böyleydi ve itiraf etmek gerekirse o sert ve kalın ses ona çok yakışıyordu.
Kalkmam için elini uzatınca nasırlı elini tutup ayağa kalktım. Üzerimi silkeleyip birlikte tepeden aşağıya inmeye başladık. Aklıma yine tanıdık gelen gözleri ve dokunuşları gelince sıkıntıyla ofladım. Niye durduk yere tanıdık geliyordu ki? Daha önce tanısaydım illaki onu tanırdım ama bana sadece gözleri ve dokunuşu tanık gelmişti, kendisi değil.
Daha önce tanışıp tanışmadığımızı sorsam çok mu saçma olurdu acaba? Hem daha tanışalı bir gün oluyor hem de sen tanışıp tanışmadığımızı bilmiyor musun derse öylece kalırdım valla. Hem ne diyecektim ki? Gözlerin ve dokunuşun bana tanıdık mı geldi diyeceğim adama? Vallahi deli olduğumu falan düşünürdü herhalde.
Aklımdaki düşüncelerle boğuşurken bizimkilerin yanına gelip hep birlikte kamp alanına ilerlemeye başladık. Aklımdaki düşüncekeri dağıtmaya çalışsam da sürekli onun gözleri ve tanıdık gelen dokunuşunu hatırlıyordum ve bu da düşüncelerimin dağılmasına engel oluyordu.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Sizce Gece ve Pars daha önceden tanışıyor mu?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍
|
0% |