@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
35.Bölüm "Pars İçin"
Bir insan kendi canı yanmıyorken nasıl bu denli acı hissedebilirdi? Nasıl bu denli üzülebilirdi? Nasıl bu denli kendisini yıpratırdı? Ben neden canım yanmıyorken bu kadar çok acı çekiyordum?
Sanırım aşk dedikleri şey tam olarak bu oluyordu... Senin canın yanmıyordu ama sevdiğin kişinin canı yanınca sanki acı çekiyormuşsun gibi canın yanıyordu. Sanırım aşkı ilk defa iliklerime kadar hissediyordum.
Aradan bir hafta geçmişti. Benim başımdaki dikiş çoktan alınmıştı ve gayet iyiydim. Bende hiçbir sorun yoktu ama bu bir hafta içinde Pars giderek daha kötü olmaya başlamıştı. Çoğu zaman yemek yiyemiyor sadece kan kusuyordu. Doktor durumunun daha da kötüye gittiğini söylemişti. Bir an önce panzehir bulunmazsa iç organlarından biri iflas edecekti ve vücudu bunu kaldıramayacaktı.
Defalarca Fehmi'yle konuşmuştum. Ama sonuç hüsrandı. Oradan kurtulmadan panzehiri veremeyeceğini söylüyordu.
Yanımda hissettiğim hareketlilikle daldığım düşüncelerden çıktım ve yanımda uyuyan Pars'a baktım. Uyanmış kısık gözlerle bana bakıyordu.
"Ne zaman uyandın sen?" Uyku sersemi sesiyle sordu bu soruyu.
Omuz silktim. "Çok olmadı." Yalan, hiç uyumamıştım ki. Uyuduğumda sürekli Pars'ı kaybettiğimi ve kendimin de ağladığını görüyordum. Bu yüzden bir haftadır doğru düzgün uyuyamıyordum.
Doğrulup sırtını yatak başlığına yasladı. Beni tutup gögsüne çekti. "Yine uyumadın değil mi?" Yine anlamıştı. O zaten hep beni anlıyordu. Ne zaman yalan söylerim ne zaman doğru söylerim hep anlıyordu.
"Biraz uyudum."
"O zaman biraz daha uyu." İtiraz etmedim. Ne kadar itiraz etsem de uyumam için ısrar edecekti. Bunu bildiğim için ona sarılıp gögsüne sokuldum ve gözlerimi kapattım. Onun kollarının arsında, onun kokusuyla ve onun saçlarımla oynamasıyla biraz uyumayı denedim.
Ne kadar süre uyudum bilmiyorum ama başımın şiddetli bir şekilde sarsılmasıyla uyandım. Bu sarsıntının sebebi Pars'ın öksürmesiydi. Hatta öksürmek değil bildiğin öğürmekti. Kusacak gibi öğürüyordu.
Hızla doğrulup Pars'a baktım. Benim doğrulmamla ayağa kalktı ve kendisini banyoya attı. Yataktan kalkıp bende banyoya girdim. Lavabonun başına geçmiş, ellerini lavaboya koymuş öğürüyordu. Kan kusuyordu.
Yanına gidip çekmecede peçete aldım ve kopardım. Kan kusması bitince ellerine ve yüzüne bulaşan kanları sildim. Birden üzerime doğru yığılınca zor bela ayakta durdum. Kollarım Pars'ın bedenine dolanırken bağırdım. "Yardım edin!" Ayakta durmaya çalışarak Pars'ın yere düşmemesi için onu sıkıca tuttum. Bu sefer daha yüksek bir sesle bağırdım. "YARDIM EDİN!" Saniyeler içinde banyonun kapısı açıldı. Kimler geldi bilmiyorum ama ilk duyduğum ses Aras'ın sesiydi.
"Abi!" Bağırarak yanımıza geldi ve Pars'ı tuttu. Üstümdeki ağırlık azalınca tuttuğum nefesimi verdim.
"Kan kustu ve birden bayıldı!" dedim telaşlı bir sesle. Bir hafta içinde defalarca bayılmasına şahit olmuştum ama bir türlü alışamamıştım. Nasıl alışayım ki? Sevdiğim adam gün geçtikçe ölüme bir adım yaklaşıyordu.
"Barış doktoru ara. Anıl sen de bana yardım et abimi yatıralım." dedi Aras. Barış tekelerkli sandalyeyle banyodan çıkıp doktoru ararken Anıl da Pars'ın yanına geldi ve kolundan tutarak Aras'a yardım etti.
"Sen de sakin ol." Kulağımın dibinde Aras'ın sesini duyunca irkildim. Yüzünde güven veren bir ifadeyle bana bakıp Anıl'ın yardımıyla Pars'ı banyodan çıkardı.
Bir süre olduğum yerde durduktan sonra bende odaya geçtim. Pars'ı yatağa yatırmışlardı.
Kalabalık yapmamak için hepsi sırayla odadan çıkarken Aras ve ben kaldım. Bana bakıp buruk bir şekilde gülümseyerek omzumu sıktı ve o da beni yalnız bıraktı. Oda boşalınca yatakta yatan Pars'a baktım. Yüzü bembeyaz olmuştu.
Dudağımı sarkıtarak yanına gidip oturdum. Elim ilk önce solgun yüzüne değdi. Teni buz gibi olmuştu. Yatağın üstündeki yorganı çekip üzerine örttüm. Bu sefer de elim saçlarına değdi. Usul usul okşamaya başladım.
Birkaç defa daha bayılmasına şahit olmuştum. Birkaç dakika içinde ayılacaktı. Kaç defa ayıltmayı denesek de ayılmıyordu ama kendiliğinden ayılıyordu.
O ayılana kadar saçlarını okşadım. Birkaç dakikanın sonunda düzenli nefes alışverişleri bozuldu. Uyanmaya başladığını anladım. Zaten bu bir hafta içinde nefes alma problemleri başlamıştı. Sanırım virüsün ilk etki ettiği yer ciğerleriydi.
"Seni çok üzdüm değil mi?" Duyduğum kısık sesle ona baktım. Araladığı kısık gözlerinin arasından bana bakıyordu. "Günlüğünü okudum. O adamın elindeyken istemeden üzdüm, yüzün bir türlü gülmedi. Şimdi yanındayım ama yine üzüyorum. Yüzün hiç gülmüyor." Konuşurken arada bir duraksıyor, nefes alıyordu.
"Bu senin suçun değil." dedim. Bu olanların hiçbiri ne onun, ne benim ne de bir başkasının suçu değildi. Bu Fehmi'nin suçuydu! Başımıza gelen bunca şeyin suçlusu sadece Fehmi'ydi. Ben şu anda mutlu değilsem bu Pars'ın değil Fehmi'nin suçuydu .
Saçımda gezen elimi tutup avucunun içine aldı. "Bu birkaç ay yüzün hiç gülmedi ama bundan sonra hep gülsün. Yüzünden gülücükler hiç eksik olmasın." Kaşlarım çatıldı, titrek bir nefes alıp konuştum.
"Niye veda eder gibi konuşuyorsun?" Soruma cevap vermek yerine bakışlarını kaçırdı. Hırsla ellerinin arasındaki elimi çektim. Bana bakmak zorunda kaldı. "Sana bir soru sordum!"
"Zorlanıyorum artık Gece. Her geçen gün daha da zorlanıyorum. Uyumak bile zulüm gibi geliyor. Ne kadar size belli etmemeye çalışsam da olmuyor. Dayanacak gücüm kalmadı."
"Pes mi ediyorsun?" dedim ağlamaklı bir sesle. "Virüsün seni yenmesini mi istiyorsun? Fehmi amacına ulaşsın mı istiyorsun?"
"Olmuyor ki. Ne kadar dayansamda olmuyor. Bu virüsten kurtuluş yok. Fehmi asla bize panzehiri veremeyecek. Bence acı gerçeklerle yüzleşme..." Hızla sözünü kesip ayağa kalktım.
"Sakin o cümleni tamamlama!" İstemsizce sesim yüksek çıktı. "Sen beni yarı yolda bırakmak için mi yıllarca uzaktan sevdin?" Yutkundu, bir şey diyemedi. "Bu mu yani? Ben ölüyorum ama sen hep gül mü diyeceksin? Madem yarı yolda bırakacaktın niye beni sevdiğini söyledin ki? Niye beni kendini âşık ettin?" Ayağa kalkıp yanıma gelmek istedi ama bana yaklaşamadan uzaklaştım ondan. Yanıma gelmesine izin vermedim.
Gözümden akan yaşları umursamadan konuşmaya devam ettim. "Bu kadar mı yani? Bitti mi bu hikâye?" Yine cevap vermedi. Onun cevap vermemesi beni daha da kızdırdı. Birkaç büyük adımda yanına gidip işaret parmağımla ona dokundum. "Bir de ben yanımda güçsüz insan görmek istemem diyordun. Asıl güçsüz olan senmişsin." Sözlerim bir bıçak gibi saplandı sanki. Bu sözleri ona söyledim ama ondan daha çok benim canım yandı.
"Vay be Pars Karadağlı. Sen bu kadar korkak biri miydin? İlk kez beni ağlattığında sana imrenmiştim oysaki. Üzülmüştüm ama dimdik duran o adama oldukça imrenmiştim. Keşke bir gün bende onun gibi güçlü, dimdik, sert bir duvar gibi olabilseydim demiştim." Sesimin titrememesi için derin nefesler aldım. "Meğersem sen korkağın tekiymişsin! Sen anneni senden koparan, babanı yıllarca öldü bilmene sebep olan ve aileni darmaduman eden bir adamın kazanmasını isteyip pes eden korkağın tekisin!" İşte bu sözlerim ona ağır geldi. Sanki vücüdu sarsıldı. "Sen yıllarca sevdiğin kadını geride bırakacak kadar korkağın tekisin!" deyip arkamı döndüm. Odadan çıkmadan önce son sözlerimi de söylemeyi ihmal etmedim.
"Şunu bil ki; şimdi pes edersem ömrüm boyunca senin gibi korkak bir adamı sevdiğim için pişmanlık duyacağım!" Tam odadan çıkacakken mengene gibi büyük eli kolumu kapladı ve gitmeme izin vermedi. Hızla beni kendisine döndürüp sinirden kızaran gözleriyle göz göze gelmemi sağladı.
"Bir kere de benim pes etmem çok mu geldi?" dedi. Boştaki eliyle gögsüne vurdu. "Aldığım nefes işkence gibi geliyor. Uyuduğum uykudan yediğim yemeğe kadar zulüm çekiyorum sanki. Her geçen gün ölüme bir adım yaklaşıyorum ve ben savaşmak için elimden geleni yapıyorum. Sonuç ne? Hiçbir şey. Ortada ne pes eden bir virüs var ne de ayaklarıyla bana gelen bir panzehir var. Ortada bir bok yok! Bir kere pes etmem bu kadar mı zoruna gitti?"
Gözümeden akan yaşla ona baktım. "Pes edeceksin yani?" dedim.
Kızaran gözlerinden bir damla yaş aktı ve başını salladı. "Pes edeceğim."
Kolumu tutan elinden kolumu kurtardım ve ona baktım. Hiç beklediği bir anda yüzüne sert bir tokat attım. Yüzü yan tarafa düşerken şaşırdığına hiç şüphem yoktu.
"Et o zaman! Pes et sen! Pes et ki geride bıraktıkların hiç umrunda olasın." Bağırarak yakasından tutup bana bakmasını sağladım. "Geride bıraktıkların ne olacak! Ben, tim, baban ve kardeşin ne olacak? Baban yıllar sonra size kavuşmuşken onu geride mi bırakacaksın? Tekrardan bir acı daha mı yaşatacaksın ona? Peki kardeşin? Kim toparlayacak onu? Tıpatıp sana benzese de senin gibi olmadığını sen de ben de çok iyi biliyoruz. Kaldıramaz o bunu, yıkılır ve onu toparlayacak abisi pes etmiş olacak."
"Sen varsın." dedi bir umut. Gerçekten pes edecekti...
Ellerimi yakasından çekip ondan bir adım uzaklaştım. "Kusura bakma Pars. Beni geride bırakan bir adamın ailesine sahip çıkamam ben. Ben senin arkanı toplayacak bir kadın değilim." Bu Sözlerimle adeta yıkıldı. Ciddi değildim. Ailesi artık ailem olmuştu. Babası babam kardeşi Aras ise yaramaz bir abim olmuştu. Ama Pars'ın pes etmesini de istemiyordum.
"Yalan söylüyorsun." dedi. "İkimiz de bu sözlerinin yalan olduğunu biliyoruz." Omuz silktim, cevap vermedim. "Ne yapayım o zaman? Pes etmeyeyim de ne yapayım! Ne yaparsam seni, timi ve ailemi bırakıp gitmem?" Sordu ama cevabımı beklemeden devam etti.
"Buna verecek bir cevabın yok değil mi? Çünkü bu virüsten kurtulmanın tek yolu panzehir ve sende de panzehir yok." Sinirlenmiş olacak ki odanın içindeki tekli koltuğa sertçe bir tekme savurdu. "Benim pes etmekten başka bir çarem mi var? Varsa söyle de yapayım! Kolay mı sanıyorsun sen pes etmeyi? Geride bırakacağın onca insanı bile bile pes etmenin kolay mı olduğunu sanıyorsun?" Tekli koltuktan hıncını anlamış olacak ki duvara yumruk attı.
"Söyle hadi! Pes etmek dışında yapacağım bir şey varsa söyle!"
Derin bir nefes alıp "Var." dedim. Olduğu yerde öylece durdu ve bana baktı. Şaşırmış gibiydi.
"Var mı?" Bunu öyle bir sordu ki ona sarılmak istedim. Şu küçücük var kelimesi bile onu mutlu etmişti. Öyle bir ümitsizliğe kapılmıştı ki şu kelime adete onu tekrardan hayata döndürmüş gibiydi.
Yavaşça başımı salladım. "Evet, var." dedim tekrardan. "O da Fehmi'yi kaçırmak." dememle kaşları çatıldı.
"Kafayı mı yedin sen?" dedi birden bire.
Dudaklarımı büzdüm. "Seninle tanıştıktan sonra biraz tırlatmış olabilirim ama bunu direkt yüzüme söylemeseydin iyiydi." diye dalgaya aldım.
"Gece saçmalama! Olmayacak öyle bir şey."
Burnumdan keskin bir nefes alıp yanına gittim ve yine yakasından tuttum. "Asıl sen saçmalama! Öyle bir şey olacak!" Ellerimden tutup yakalarını bırakmamı sağladı.
"Hayatını mı karartmaya çalışıyorsun sen?"
İçime derin bir nefes çektim. "Hayatım pek aydınlık değil ki." dedim. "Bir aydınlanıyor hemen ardından o kasvetli hava kıçıma takılarak hayatımı karartmaya devam ediyor. Biraz daha kararsa sorun olmaz yani. Siyahın elli tonu yok sonuçta. Hayatım biraz daha kararınca yine aynı, hiçbir şey değişmeyecek. Kara yine aynı kara olacak. Biraz koyusu veya biraz açığı olmayacak."
Kaşlarını çatarak "Bana laf kalabalığı yapma!" diye azarladı.
Dudaklarım büzüldü. "Ama güzel bir cümle kurdum. Tam kitaplara yazılmalıktı." Kızaran gözleriyle bana bakınca elimle ağzıma fermuar yaptım. "Sustum."
"Şimdi bu konu kapanıyor ve bir daha açılmamak üzere o elli tonu olmayan siyaha karışıp yok oluyor."
Omuz silkip ondan uzaklaştım. "Ben gözümü kararttım bir kere. O piç kurusu kaçırılacak ve panzehir zorla da olsa alınacak." diyerek elimi anlaşma yapmayı bekler gibi ona uzattım. "Şimdi söyle, hayatımı karartmakta benimle ortak mısın değil misin?" Bir elime bir de bana bakıp sabır çekti.
"Ya havle! Ya havle!" Alt dudağımı ısırıp onu izledim. "Aras dedi ama bana. Bu kız manyak, sevme bunu dedi ama ben ne yaptım?" deyip bana baktı. "Gittim bu manyak kıza âşık oldum!" Bunu sitem eder gibi demedi.
"Pişman mısın?" dedim.
Yanıma gelip yüzümü iki elinin arasına koyarak beni kendisine çekti ve dudaklarıma kısa ve hızlı bir öpücük kondurdu. "Pişman olsam şu anda yanında olmazdım."
Yüzümde bir gülümseme oluşurken tekrardan ona elimi uzattım. "O zaman hayatımı karartmakta bana ortak oluyorsun ve Fehmi'yi kaçırıyoruz?" Göz ucuyla elime baktı ve istemeye istemeye elimi sıktı. Yüzümdeki gülümseme genişlerken sevinçle konuştum. "Evlenirken ne diyorlardı? Hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde değil mi? Biz de hayatımızı karartmakta bana ortak oluyor musun diyoruz." Bir süre düşünüp devam ettim. "Gerçi biz evlenmedik ama olsun. Panzehiri Fehmi'den aldıktan sonra evlenir sonra da çocuk yaparız."
Pars birden "Bok evleniriz!" deyince şaşkınca ona baktım. "Acaba adam kaçırdıktan sonra adam kaçırmaktan, eh Fehmi bize şak diye panzehiri vermeyeceği için tehdit etmekten veya işkence etmekten, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaktan ve daha nicelerinden yargılanacağız. Bu cezalar da öyle hafif cezalar değil. Ver parayı çık dışarıya olayı olmayacağına göre biz ömrümüzün geri kalanını hapiste geçireceğiz ve birbirimizin yüzünü ise ahirette anca göreceğiz. Ahirette mi evlenip çocuk yapacağız?"
Bir an gülecek gibi oldum ama kendimi sıktım. Tabii zavallım gerçeği bilmediği için hapise gireceğimizi sanıyordu. Bir süre daha bilmese bir şey değişmez aslında.
"Geç olsun da güç olmasın. Ha dünya ha ahiret. Ne fark eder ki? Dünyada kavuşamadılar ama ahirette kavuştular derler."
"Sabır Allah'ım sabır! Sadece biraz sabır çünkü bu kadın beni deli edecek."
"Niye ki ya? Ne yaptım ben? Pes edip bizi geride bırakman daha mı iyi?"
"Bu işte sırf sen varsın diye varım Gece. Sırf sizleri geride bırakmamak için varım. Yoksa böyle bir şey için asla benden onay alamazdın."
Kollarımı boynuna dolayıp parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarına bir öpücük kondurdum. "Biliyorum. Ben de sırf senin için böyle bir şeye kalkışıyorum. Yoksa böyle bir şeyi asla yapmazdım." Elleri belimi bulurken dudaklarımızı tekrardan birleştirdi ama bu öpücükte kısa sürdü çünkü arkadan birden fazla boğaz temizleme sesi duyduk.
"Acaba bu hayatınızı karartma olayına biz de dahil olabiliyor muyuz?" diyen Görkem'e gülümsedim ve onlara baktım. Hepsi gelmişti. Ne zamandır bizi dinliyorlar bilmiyorum ama kavganın başından beri orada olduklarından emindim. Çünkü kavganın başında sesim oldukça yükselmişti.
"Sonunda bu kızın manyak olduğunu anladın abi ama ilk defa bu manyaklığı benim gözüme batmadı." dedi Aras. "Bu kızdan ayrılırsan yemin ediyorum ben seni döve döve pes ettiririm." Aras'ın sözleriyle gülümsemem daha da arttı. Bir gün benim yanımda olacağını çok iyi biliyordum.
Ellerimi sevinçle birbirine vurup öne doğru uzattım. "Çok heyecanlı. İlk defa adam kaçıracağım." dedim. "Hadi siz de elinizi elimin üstüne koyun."
"Bizden de anca bu beklenirdi. Sonunu bile bile anca bu kadar mutlu olurduk." dedi Batuhan. "Serhat Albay boşuna bize Alfa timi diyor. Direkt bela timi demeliydi ama neyse." Bunda haklı olabilirdi işte. Kıçımızda bela eksik olmadığı için timin adı bela timi olsaydı hiç de garip durmazdı.
"Off boş verin!" deyip elimi uzatmaya devam ettim. "Koyun elinizi." dedim tekrardan. "Pars için." dedim elimi uzatmaya devam ederek.
Aras da elini elimin üstüne koydu ve abisine baktı. "Abim için."
Diğerleri de sırayla koyup aynı anda "Komutanımız için." dediler. Geriye bir tek Pars kalmıştı.
Bunu yapmayı hiç istemiyordu. Bunu hâl ve haretlerinden anlıyordum ama bizim için, bizi geride bırakmamak için mecbur kâbul ediyordu.
O da elini elimizin üstüne koydu ve "Sizin için." dedi.
Yüzümdeki o zafer gülümsemeyle onlara baktım. Fehmi'nin beni kaçırırsanız, hapise atmazsanız panzehiri veririm dediğinden beri bu anı bekliyordum. Onu kaçırma planları kuruyordum. Tek başıma zor olacağını hep tahmin etmiştim ama artık tek başına değildim...
Hayatımız kararacak mıydı? İşte bundan emin değildim ama emin olduğum bir şey vardı. İşte o da o panzehiri alacak ve Pars'ı bu virüsten kurtaracak olmamızdı.
Aslında ilk sorumun cevabı da çok netti. Başımız asla belaya girmeyecekti. Kimsenin ruhu duymayacak ve biz işimizi tereyağından kıl çeker gibi halledecektik.
* * *
Önümdeki masaya elimi koyup parmaklarımı masaya vurarak ritim tutmaya başladım. Bir yandan da sağ dizimi sallayıp duruyordum.
Dakikalar içinde bulunduğum odanın kapısı açıldı ve içeriye giren ayak sesleri duydum. "Dışarıda bekliyorum Gece Hanım. Bir şey olursa seslenmeniz yeterli." diyen adama bakıp gülümsedim. Adam dışarıya çıkarken karşımdaki sandalyeyi çekip oturan Fehmi'ye baktım.
"Buraya gelmekten usanmadınız mı?" dedi arkasına rahatça yaslanarak. "Aynı zırvalıkları dinliyorum ve gidiyorum. Sıkıldım yani."
"Pars'ın durumu kötü. Panzehiri ver." dedim lafı uzatmadan.
Şaşkınca bana baktı. Neden şaşırdı ki? "Hâlâ hayatta mı o ya? Ben çoktan ölmüştür diye tahmin ediyordum." Ellerimi yumruk yapıp sakin olmaya çalıştım. Sakin olup alttan almalıydım.
"Panzehiri vermezsen ölecek. Ver şunu."
"Benim çıkarım ne olacak? Dört duvar arasına tıktınız beni bir de size iyilik yapmamı istiyorsunuz."
"Ne istiyorsun?" dedim. Ne istediğini çok iyi biliyordum tabii ki.
"Bunu Aras'a da söyledim." dedi. "Beni buradan çıkarın ben de size istediğinizi vereyim."
"Nasıl inanacağız peki sana? Ya panzehiri vermezsen?"
Yüzünde bir sırıtış peydah oldu. "Ben vermesem bile bir şekilde alırsınız siz. Yoksa kendinize güveniniz yok mu?" Açık açık veririm demiyordu çünkü bir şerefsizlik yapacaktı. Beni de salak sanıyordu tabii.
"İyi madem." deyip ayağa kalktım. "Öyle olsun." Elimi cebime attığım sırada şaşkınca konuştum.
"Çıkaracak mısın beni buradan?"
"Çıkardıktan sonra sen panzehiri vereceksen neden olmasın ki?"
Gözleri kısıldı, şüpheyle bana baktı. "Siz ölseniz de bir suçuyla iş birliği yapmazsınız." Düşanlarını bu kadar iyi tanıması beni onore etti açıkcası. Demek ki bir korku salmışız da bizi bizden daha iyi tanıyor.
"Sen bilirsin. Benim kaybedecek bir şeyim yok. Pars'ın ölmemesi için her şeyi göze almaya razıyım ama sen güvenmiyorsan yapacak bir şey yok. Zorla seni kaçıracak halim yok." deyip arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerledim. O sırada durdurdu beni.
"Tamam, dur." Yüzümdeki sırıtışla ona baktım. "Beni buradan kaçır ben de istediğini vereyim."
"Anlaştık." dememle elini uzattı.
"Anlaştık o zaman." Bir ona bir de eline baktım ve yüzünü buruşturdum.
"Ben bir şerefsizler el sıkışmam." dememle elini yavaşça geri indirdi. Bu sözüme bozulur diye beklerken aksine güldü.
"Benimle iş birliği yaptıktan sonra bunu demen hiç olmadı ama." Ahmak herif! Bekle sen, o panzehiri bana bir verme ben seni ne hale sokuyorum!
Cebimdeki elimi çıkartıp elimdeki şırıngayı ona uzattım. Gülen yüzü birden soldu. "Ne bu?"
"Kaçış biletin." dedim. "Bunu kendine enjekte et ve bekle. Bir süre sonra kusmaya başlayacaksın ve bayılacaksın. Revirdeki doktor zehirlendiğini düşünüp seni hastaneye sevk edecek ve orada da devreye biz gireceğiz." Bir süre elimdeki şırınga öylece baktı.
"Sadece kusup bayılacağım öyle mi?" diye teyit etti. Başımı sallayarak onayladım. "İçinde başka bir şey yok değil mi?" Yüzümde bir sırıtış belirdi.
"O tür şeyleri anca sen yaparsın. Ama bana güvenmiyorsan sorun yok. Kaçış biletini de kendi elinle tepmiş olursun." deyip elimi geri çekiyorken hızla elimdeki şırıngayı aldı.
"Umarım dediğin gibidir."
"Korkma korkma. Virüslere ayıracak vaktim yok benim. Senin başımıza açtığın belayla uğraşmakla meşgulüm." deyip arkamı döndüm. "Ben çıktıktan sonra şırınganın içindekini damarına enjekte ve şırıngayı yok et." diyerek odadan çıktım. Çıkar çıkmaz yüzümdeki o sırıtış daha da büyüdü.
Hodri meydan Fehmi Tekin. El mi yaman bey mi yaman göreceğiz.
Karşıdan bana gelen Kaan'ı görünce ben de ona doğru ilerledim. Ortada buluşunca ikimizde olduğumuz yerde durduk. Elini bana uzatarak "Gece Hanım." dedi.
Elini tutup sıktım ve tıpkı onun gibi "Kaan Bey." dedim.
Elini geri geçip küçük bir baş hareketiyle selam verdi. "İyi günler."
"Size de." deyip yanından ayrıldım.
Canımı çok yaktın Fehmi. Şimdi sıra bendeydi!
* * *
Üzerimdeki önlüğe bakıp kendimi süzdüm. "Yemin ediyorum benden doktor olmazmış." dedim. Beyaz önlüğü tutup iki yana açtım. "Bildiğin üstümde eğrelti durdu bu. Dışarıdan bakan biri bile anında doktor olmadığımı anlar."
"Şuradan maske ver oğlum." diyen Aras'a baktım. Enes kutuların içindeki maskelerden birini alıp ona verdi. Aras da aldığı maskeyle yanıma oturup maskenin lastiklerini kulağıma geçirdi. "Azıcık sus be kızım! Başlayacağım şimdi senin önlüğüne." Omuz silkip dudaklarımı büzdüm. Sabahtan beri arabanın içinde kendimi inceleyip duruyordum ve haliyle o da bıkmıştı.
"Herkes hazır değil mi?" dedim.
"Hazırız." dediler aynı anda.
"O halde Fehmi'yi kaçırma operasyonu başlasın." deyip kiraladığımız siyah minibüsten çıkacakken Pars kolumdan tutup durdurdu beni.
"Hâlâ bu işten vazgeçebiliriz. Yol yakınken başınızı belaya sormayın ve eve gidelim."
bakışlarım bizimkilere kaydı. "Pars'ın da dediği gibi henüz başımız belaya girmedi. şimdi ben yokum diyen varsa söylesin." Hiçbiri cevap vermeyince Pars'a bakıp omuz silkti. "Herkes dünden razıymış ne yapayım ben?" deyip arabadan çıktım ve arabanın içindeki Barış'a baktım. "Kameralardan gözünü ayırma Barış. Bir şey olursa kulaklıktan haber ver bize." Barış beni onaylayınca hastaneye doğru ilerledim. Aras da arkamdan beni takip ediyordu. hepimiz hastaneye gelmiştik. Kimimiz Fehmi'yi kaçıracaktı ,kimimiz dikkat dağıtacaktı, kimimiz ise kameraları kontrol edecekti. Kameraları kontrol eden ise Barış olacaktı. Bana kalsa evde kalmasını isterdim ama geleceğim diye tutturmuştu, ben de bir şey diyememiştim. Tabii yürüyemediği için o da bir şekilde yardim etmek istiyordu. Onu da anlıyordum.
Aras'la birlikte hastaneye girip Fehmi'nin kaldığı üçüncü kata çıktık. Fehmi'nin kaldığı odaya göz ucuyla baktım ve Aras'la konuşarak odanın önünden geçtik ve hastane sandalyelerine oturduk. Kapının önünde iki tane adam vardı. Büyük ihtimalle istihbarattandı bu adamlar. Ben polis bekliyordum ama fark etmez benim için. Ha polis ha istihbarat, bir şekilde bu işi halledecektik.
üzerimde doktor önlüğü vardı ama Aras'la hasta yakınıymış gibi konuşuyordum dikkat çekmemek için. Birazdan Görkem, Anıl ve Batuhan gelecekti ve tartışıyorlar gibi yapıp kavga çıkartacaklardı. Enes ise arabadaydadı ve biz gelir gelmez arabayı çalıştırıp bizi buradan uzaklaştıracaktı. Bu yüzden onun arabada kalmasını istemiştik. Herkesin görevi bu şekildeydi. Aman aman bir plan değildi ama iş görür müydü? Net görürdü. Görmese bile bir şekilde gördürürdük.
biz Aras'la konuşuyormuş gibi yaparken koridorun başında bizimkiler görüldü. Dikkat çekmemek için hepsi orada tartışmaya başlamış gibi yapmaya başladılar. Hararetli bir şekilde tartışarak Fehmi'nin odasının önüne kadar geldiler ve tartışmalarını büyüttüler. Kapının önündeki adamların yavaş yavaş dikkatlerini çekerlerken seslerini yükselttiler ve tartışmaya öyle devam ettiler. Dikkat çekmemek için hemen kavgaya başlamıyorlardı ve bu şekilde yapıyorlardı, ki böyle daha iyiydi.
Tartışma birkaç dakika daha devam ettikten sonra artık tartışmadan kavgaya geçtiler. Bu kattaki doktorlar olsun hasta yakınları olsun kavgayı görünce kavgayı ayırmaya gittiler. İşin içine güvenlikler ve hastane polisleri de girdi ama kavgayı ayıramadılar. Kavganın ayırlmadığını gören adamlar da polislere yardıma giderken kapının önü boşalmış oldu. herkesin odak noktası kavga olduğu için Aras'la birlikte Fehmi'nin kaldığı odaya girip tekerlekli hastane yatağiyla birlikte onu odadan çıkardık. kavganın tersi istikametine ilerleyip asansörlerin olduğu yere gittik. Asansörü çağırmamız, asansöre binip alt kata inmemiz dakikalar içinde gerçekleşti.
Yukarıdaki kavgadan dolayı alt katta da bir karmaşa oluşmuştu. Bu karmaşadan faydalanıp acil bölümünden dışarıya çıkardık Fehmi'yi. Hastaları başka hastanelere sevk etmek için acilden çıkarttıları için fazla dikkat çekmemiştik. Zaten acilin kalabalığı ayrı yukarıdaki kavganın olayı ayrı olduğu için hiç de dikkat çekmemiştik.
Vakit kaybetmeden hastanenin yakınındaki arabaya gittik ve Fehmi'yi arabaya bindirdik. İlaçların etkisinden olsa gerek Fehmi ölü gibi yatıyordu. Şu anda kaçırıldığını ruhu bile duymuyordu yani.
Biz Fehmi'yi arabaya bindirdikten sonra şoför koltuğunda oturan Enes arabayı çalıştırdı ve bizi buradan uzaklaştırdı. Diğerleri bizim arkamızdan gelecekti. O kavgayı bitirip bir şekilde polislerden kurtulup öyle geleceklerdi. Bu yüzden onları bekleyerek yakalanmayı göze alamazdık.
Enes bizi birkaç saatin sonunda benim ayarladım eve getirdikten sonra Enes ve Aras Fehmi'yi tutup eve soktu. Ben de öylece dışarıda duran Pars'ın yanına gittim. Bu yaptığımız şey yüzünden içi hiç rahat değildi.
Yanına gidip arkadan ona sarıldım. "Düşünme artık, olan oldu, Fehmi'yi kaçırdık." Beline dolanan kolumu tuttu ve bana doğru döndü.
"İçim de bu yüzden rahat değil ya. Bizi bulmaları en fazla birkaç saati bulur ve sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz."
Tam tekrardan konuşacakken bulunduğumuz yere siyah bir araba geldi. İçinden bizimkiler çıkarken Pars'la olan konuşmamızı burada kestik. Bunlar da sandığımdan daha çabuk gelmişti buraya, ben birkaç saate zor gelirler diye tahmin ediyordum ama oradan bir şekilde çıkmaları kolay olmuş olmalıydı.
"Uyuyan güzel uyandı mı?" Görkem'in sorusuna gülecek gibi oldum ama gülmedim. Başımı iki yana sallayarak cevapladım onun sorusunu.
"Yok uyuyor daha. Birazdan uyanır ama."
Benim cevabımdan başka bir şey konuşmadık ve hepimiz içeriye girdik. Enes ve Aras Fehmi'yi salondaki koltuğa yatırmıştı. Hepimiz koltuklara dizilip Fehmi'nin uyanmasını bekledik. En fazla yarım saat sonra yattığı yerde kıpırdanıp yavaş yavaş uyanmaya başladı. Gözlerini açıp etrafına baktı ve farklı bir yerde olduğunu anlar anlamaz anında ayağa fırladı. Karşısında bizi görünce bir süre öylece baktı. Daha sonra dediğimi yapıp onu kaçırdığımızı anlayınca üzerindeki şaşkınlığı attı ve koltuğa oturdu. Üzerindeki şaşkınlığı attı ama şaşkınca konuşmadan edemedi.
"Valla beklemiyordum."
"Niye?" dedim. "Biz sen değiliz, dediğimizi yaparız. Umarım sen de bunun karşılığını verirsin." Böyle dedim ama bizi uğraştıracağından adım kadar emindim.
Bir şey demedi, öylece etrafına baktı. Bundan bile bizi uğraştıracağını anladım. Neyse ki hazırlıklı gelmiştim.
"Uzatmaya gerek yok, panzehiri ver biz de seni kaçırmanın karşılığını alalım." dedim. Etrafta dolanan bakışları beni buldu.
"Acelemiz ne?" dedi. Acelemizin ne olduğunu o da çok iyi biliyordu ama bilmemezlikten geliyordu. Ya da bizi sinir etmeye çalışıyordu. "Ah doğru." dedi yapmacık bir şekilde. Yüzünde de aynı yapmacık bir gülümseme vardı. "Panzehiri verip düşmanımın oğlunu kurtarmam lazım." Bakışları Pars'a kaydı. Eğlenen ifadesi birden kayboldu ve büyük bir sinirle ona baktı. "Oradan bakınca salak gibi mi görünüyorum ben? Düşmanımın oğlunu bu kadar ölüme yaklaştırmışken kendi ellerimle iyileştireceğim, öyle mi?" Ben öylece ona bakarken Aras sinirlendi ve bağırarak ayağa kalktı.
"Niye kaçırdık lan o zaman biz seni! Biz seni kaçırdık ve sen de bize istediğimizi vereceksin!"
"Kaçırmasaydınız." dedi. "Şu anda bana istediğinizi yapabilirsiniz, asla size o panzehiri vermeyeceğim." Bunu yapacağını biliyordum ve bu yüzden sinirlenmedim ama başta Aras olmaz üzere hepsi benin aksime oldukça sinirlendi.
"Lan piç kurusu! Canına mı susadın sen?" Aras sinirini ona bağırarak atmaya çalışıyordu. Birazdan dövmeye kalkarsa hiç şaşırmazdım çünkü Fehmi sinirlerimizle oynuyordu.
Fehmi Aras'a gülerek baktı ve rahatça arkasına yaslandı. "Niye canıma susayacağım ki?" Yine onları ciddiye almayarak dalga geçti. "Şu anda istediğinizi yapın çünkü ben yine amacıma ulaştım. Pars ölüme yaklaştı ve çok yaşamaz. Sizin başınız belaya girdi. Beni kaçırdığınız için mesleğinizden men edileceksiniz ve belki de hapise bile gireceksiniz." Ben tam da tahmin ettiğim şeyleri duyarken hiç sinirlenmedim ama diğerleri için aynı şeyi diyemeyecektim. Ellerinde olsa Fehmi'yi şuracıkta öldürürlerdi.
Araya girerek "O zaman sen de bizimle birlikte hapise gireceksin." dedim.
"Fark eder mi?" dedi. "Düşmanımın oğlu ölecek ve sizler de çok sevdiğiniz mesleğinize beni kaçırdığınız için veda edeceksiniz. Benim hapise girip girmeyeceğim pek beni üzmez." Tahmin ettiğim gibiydi, amacı hapise girmek değil amacı bizim başımızı belaya sokmaktı. Tabii o amacına ulaştığını sanıyordu. Gerçi diğerleri de Fehmi'nin amacına ulaştığını sanıyordu.
Aras yine Fehmi'yle diyaloğa girecekken konuşmasına izin vermedim ve devam ettim. "Madem hapise girmek umrunda değil ölmek de umrunda değil?" diye sordum.
Anlamayarak kaşları çatıldı. "Ne demek bu?" İşte sıra bana geçiyordu. Kendisini çok zeki bizi ise ahmak falan sanıyordu bu adam.
Elimi cebime atıp küçük, cam ilaç şişesini çıkardım ve gösterdim. Hem Fehmi hem de bizimkiler elimdekine şaşkınca baktı. "Bil bakalım bu ne Fehmi?" Elimdekine bakarken cevap vermedi, ben de cevap beklemedim zaten. "Bu bir panzehir, tabii sen bizden daha iyi bilirsin panzehiri ama neyse."
"Neyin panzehiri bu?" Bunu öyle bir sordu ki cevabını duymak istemeyeceğini düşündüm. Bence de duymak onun açısından hiç iyi olmayacaktı.
"Bu sana verdiğim ilacın panzehiri." dedim. "Ah pardon ilaç değil virüsün panzehiri. Sonuçta ilaçların panzehiri olmaz." Korku bütün bedenine yayılırken ben keyifle onu izledim. En az Fehmi kadar diğerleri de buna oldukça şaşırmıştı. Bunu kimseye dememiştim, o yüzden hepsi şaşkınca bana bakıyordu.
"O sadece ilaçtı." dedi. Öyle olmasını ümit ediyor gibiydi. Ben nasıl ona güvenmiyorsam, önlem alıyorsam o niye bana böyle güvendi bilmiyorum açıkcası. Onun da önlem alması gerekiyordu. İşte aramızdaki fark da buydu.
"İster inan ister inanma ama şu anda damarlarında benim sana verdiğim enjektörün içindeki virüsler dolaşıyor. Birazdan vücudundan bir ter boşalacak, daha sonra buz gibi terleyeceksin ve vücuduna sanki milyonlarca iğne batıyormuş gibi hissedeceksin. Sonra da kan kusup..." deyip elimi salladım. "Seni öteki tarafa yollayacağız. Tabii ölmek istemiyorum ben diyorsan sen panzehiri bize biz de sana verelim ve sorun ortadan kalksın."
"Yalan söylüyorsun. Şu anda beni kandırıp öyle amacına ulaşmak istiyorsun."
Omuz silktim. "Bakalım ve görelim." dedim gayet rahat bir şekilde.
ben arkama yaskanmış saydığım şeylerin bir bir gerçekleşmesi için Fehmi'ye bakarken diğerleri de ciddi miyim diye bana bakıyordu. Pars daha fazla dayanamadı ve bana doğru eğilip fısıldadı. "Ciddi misin sen?"
"Evet." dedim. "Birazdan sayacağım şeyler bir bir gerçekleşecek çünkü bu adamın böyle bir şey yapacağını adım kadar biliyordum ve ben de böyle bir şey yaptım." Açık açık söylememe daha da şaşırdı. Hayır, blöf yapıyorum dememi falan bekliyordu. Aslında ben sorusuna tam anlamıyla cevap vermemiştim. Tamam, dediklerim bir bir olacaktı ama bu bir virüs değildi. Elimdeki ilaç kutusunda ise sadece saf su vardı. Panzehir falan değildi yani.
Ben sabırlı bir şekilde saydıklarımın gerçekleşmesini beklerken Fehmi iyice stres yaptı. Saydıklarım bir bir gerçekleşmeyecek olsa kesin bu stresle sanki oluyormuş gibi hissederdi. Hapise girmekten korkmuyor ama ölmekten deli gibi korkuyordu. Bunu şu anda verdiği tepkilerden görmek mümkündü.
Bundan sonra benimle oyun oynamaması gerektiğini öğrenirdi. Kendisini çok zeki falan sanıyordu ama zeki falan değildi. Sadece kendi kurduğu planlara odaklıydı ve bu yüzden karşısındaki insanın neler yapacağını tahmin edemiyordu.
Dakikalar dakikaları kovalarken Fehmi boncuk boncuk terlemeye başladı. Bunun olacağını ona dediğim için gerçekten kanında virüs olduğunu düşünmeye başladı. Birden oturduğu yerden kalkıp üstüme atılınca bizimkiler onu tuttu ve bana yaklaşmasına izin vermedi. "Ver şü lanet şeyi bana!"
"Sen de bize istediğimizi ver öyle. Karşılıksız iş yapamayı pek sevmiyorum" dedim rahatlığımdan ödün vermeyerek.
Bizimkilerin kollarından kurtulmaya çalışırken sinirden deliye döndüğünü görmek çok güzeldi. Kendisini bizimkilerden kurtardı ve salonun içinde dolanmaya başladı. Bu işten nasıl kurtulurum diye düşünüyordu ama nasıl düşünürse düşünsün, nasıl planlar yaparsa yapsın bu işten kurtulmanın tek yolu panzehiri bize vermekti. Bunu o da birazdan anlardı nasıl olsa.
Birkaç dakika odanın içinde dolandıktan sonra kollarını kendisine sardığını gördüm. Şimdi de üşümeye başlamıştı. Sadece bu ikisi olacaktı onda. İlk önce terleyecek sonra ise üşüyecekti, kan kusma falan yoktu. Onu sağlamıştım. Ama o öleceğini düşündüğü için üşümesinin geçmesini beklemeden kâbul edecekti. Aslında biraz beklese hiçbir şeyinin olmadığını o da fark edecekti ama ölüm korkusundan bekleyeceğini pek sanmıyordum.
"Tamam." dedi tahmin ettiğim gibi pes ederek. "Vereceğim panzehiri. Siz de beni şu lanet virüsten kurtarın."
"Söyle adresi. nerede saklıyorsun panzehirı?" O bize istediğimizi verip adresi söylerken Enes ve Anıl panzehiri almaya gitti.
"Verdim işte adresi. Ver şu panzehiri." dedi elini uzatarak.
"Salak yok karşında, ilk önce doğru adres mi verdin diye teyit edeceğiz sonra ise panzehir bizim aradığımız panzehir mi diye bakacağız." Bir şey demedi ,kendisini koltuğa bırakıp beklemeye başladı. Sanırım bu sefer amacıma ulaşmıştım, bu sefer panzehiri alacaktım. Eğer yalan olsaydı hemen şimdi yalan diye söyler gerçek adresi verirdi çünkü kendisini riske atacağını pek sanmıyordum.
bir saatin sonunda cebimdeki telefona Anıl'dan cevap geldi. Panzehiri bulmuşlardı. Yüzümde zafer gülümsemesi oluşürken mesajı diğerlerine de gösterdim. Herkese gözle görülür bir rahatlama gelirken ben ayağa kalkıp Fehmi'nin yanına ilerledim.
"İyi bari bu sefer doğru adres vermişsin." deyip elimdeki içinde su olan ilaç şişesini ona doğru uzattım. Büyük bir mutlulukla ilaç şişesine uzanmıştı ki şişeyi birden yere atıp kırdım. Şaşkın bir şekilde öylece yere düşüp kırılan ilaç şişesine baktı. Şişenin içindeki su yere dökülmüştü.
Fehmi bu yaptığıma çok sinirlenmiş olacak ki birden boğazıma yapıştı ama bu çok kısa sürdü. Başta Pars olmak üzere herkes yanıma gelip beni Fehmi'den uzaklaştırdılar. "İstediğini verdim ben sana! Niye kırıyorsun?" diye bağırdı. Yemin ediyorum oturup ağlayacak gibi bir hali vardı. hâk ediyordu ama, gram acımıyorum ona.
"Korkma korkma." dedim gülerek. "O şişedeki saf suydu sadece. Panzehir falan değil yani." Bu sözlerim onu rahatlatmışa benziyordu.
"Panzehir nerede o zaman?"
Omuz silkerek "Yok." dedim. "Çünkü ortada bir virüs falan yok. Sadece panzehirin yerini öğrenmek için minik bir yalan uydurdum ve sen de inandın."
"Terlemem ve üşümem?" diye sordu bu sefer de.
"Küçük bir ilaçtı sadece. Hatta şimdi etkisi falan kalmamıştır. Hâlâ terleyip üşüyor musun?" Bir süre yere baktı ve düşündü. Kendisini öyle bir kaptırmıştı ki bu etkilerin çoktan geçtiğinin farkında bile değildi. O da fark etmiş olacak ki sinirle bana baktı. omuz silkip konuştum. "Senin anlayacağın dilde konuşmam lazımdı çünkü sen anca bundan anlıyorsun."
"Fark etmez." dedi kendisini çabuk toparlayarak. "Başınız nasıl olsa belaya girecek. Beni kaçırdınız sonuçta. Şimdi doya doya mutlu olun. Mesleğinizden men edilince pek mutlu olamayacaksınız."
Tam gülerek ona cevap verecekken dışarıdan gelen siren sesleriyle konuşamadım. Diğerleri de benim gibi duymuş olacak ki birbirlerine baktılar. Üzgün değillerdi çünkü amacımıza ulaşmıştık. Birkaç saat sonra Pars panzehiri içecekti ve virüsten kurtulacaktı. Bu yüzden polis siren seslerini duymak hiç kimseyi üzmedi.
"Mutluluğunuz da bu kadarmış demek." diyen Fehmi'ye baktım ve sırıttım.
Bu adamın erken sevinmeleri ve mutlu olması beni hep güldürüyordu. Hiç de akıllanmıyordu ama bu saatten sonra da akıllanmasa da olurdu. Sonuçta bir daha onu görmeyecektik. Bu sefer bir daha çıkmamak üzere dört duvar arasına takılacaktı.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Fehmi'nin de dediği gibi bizimkilerin başı belaya girecek mi?
Finale çok az kaldı. 40.bölüm final...
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |