@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
36.Bölüm "Sarı Lale"
Şaşkınlık... Şu anda herkesin yüzünde gördüğüm şey şaşkınlıktan başka bir şey değildi.
polis siren seslerinden sonra içeriye polisler, istihbarattan Kaan ve Kaan'ın ekibi girmişti. Polisler Fehmi'ye kelepçe takarken ben rahatça koltukta oturmuş bu manzarayı izliyordum. Her şey tam da planladığımız gibi gidiyordu ve bu benim oldukça hoşuma gidiyordu. Tabii bir de bizimkilerin şaşkın bakışları vardı. Onlar da görmeye değerdi.
Fehmi'ye kelepçe takıldıktan sonra polisler onu evden çıkardı. Fehmi çıktıktan sonra bizimkiler kurbanlık koyun gibi kendilerine de kelepçe takılmasını beklediler ama polisler tabiri caizse onları siklemedi bile. Bu duruma bir anlam veremezlerken bana doğru gelen kişiyi görmemle ayaklandım ve yanına gittim. Tam karşısında durup elimi uzattım.
"Sizinle çalışmak güzeldi Kaan Bey. İyi iş çıkardık."
Uzattığım elimi tutup sıktı ve "Sizinle çalışmakta güzeldi Gece Hanım." dedi. "Bundan sonrası bizde, içeriden artık çıkması imkansız."
Başımı hafif bir şekilde sallayıp "Bugünkü ikinci güzel haber." dedim. Birincisi panzehiri bulmamız ikincisi ise Fehmi'nin bir daha dört duvar arasından çıkmayacak olmasıydı. Umarım o dört duvar arasında çürüyüp giderdi. O da geç de olsa hak ettiğini bulmuş olurdu.
Kaan arkamdaki Pars'a göz ucuyla baktı ve "İstediğinize ulaşmanıza da sevindim." Panzehirden bahsettiğini anladım ve gülümsedim. Tam tekrardan konuşacakken araya başka biri girdi.
"N'oluyor burada?" Kaan'la bakışlarımız yanımıza gelen Pars'a kaydı. Diğerleri de Pars'ın peşine takılarak yanıma gelmişti. Hiç biri hâlâ ne olduğunu anlayabilmiş değildi ve dört gözle etrafa bakıp bir şeyler anlamaya çalışıyorlardı.
Kaan bu sefer de elini Pars'a uzattı. "Geçmiş olsun Pars Bey, Kaan ben. Siz beni tanımıyorsunuz ama Gece Hanım ve Aras Bey sayesinde ben sizi tanımış kadar oldum." Birbirlerini daha önce görmüşlerdi ama tanışma fırsatları olmamıştı. En sonki tanışmaları ise birbirlerine bağırmalarıyla olmuştu, çünkü ben Fehmi'yi dövdüğüm için Kaan bana, Pars ise bana bağıran Kaan'a bağırmıştı ve bu da pek tanışma olmamıştı. Hatta Pars o zaman Kaan'a dikkat bile etmemiştir çünkü tek derdi bana bağırdığı için ona kızmaktı.
Pars'ın gözleri kısıldı. "Polis mısın sen?" Sorusuyla gülmemek için kendimi sıktım. Neden şu anda bize kelepçe takılmadığını merak ediyordu. Tabii tahminim de doğru tutmuştu. Pars Kaan'ı tanımamıştı. Tanısaydı o gün onu istihbaratta gördüğünü hatırlar bu soruyu sormazdı herhalde.
"Yok değilim ama meslektaş sayılırız. İstihbaratta çalışıyorum." Kaan'ın cevabıyla Pars bana baktı.
"Güzel." dedi. Etrafına baktı. O sırada yanımıza bir polis memuru geldi. Polis memuru bana bakıp konustu.
"Üzerinize taktığımız kamerayı almamız gerekiyor Gece Hanım. Kayıtlar da delil niteliğinde sayılacak." Polis memurunun isteği üzerine üzerimdeki hırkanın düğme kısmına takılan küçük kamerayı çıkardım ve polise verdim. Fehmi'nin içeriye takılması için yeterince delil vardı ama fazlasından zarar gelmezdi.
Polis memuru kamerayı alıp giderken bizimkilerin iyice kafası karışmış gibiydi. "Bu ne demek oluyor şimdi?" Pars'ın sorusuna tam cevap vereckken cebimdeki telefonun çalmasıyla cevap vermeyi erteleyip telefonumu çıkardım. Ekranda Serhat Albayın ismini görünce bekletmeden açıp konuştum.
"Emredin komutanım."
Lafı dolandırmadan direkt sordu. "Hallettiniz mi Gece?"
Görmeyeceğini bile bile başımı salladım. "Hallettik komutanım, polis arkadaşlar aldı Fehmi'yi. Bugün içinde de Ankara'ya sevk edilir." dedim.
"Bizimkiler ne durumda?" diye sorunca yüzümde bir gülümseme oluştu ve onlara baktım, hepsi dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. Etrafta neler olduğunu anlayamamışlardı ve benim şifreli konuşmam da onları iyice meraklandırmıştı.
"Şaşkınlar." dedim kısaca. Çünkü onları tanımlayan en iyi kelime buydu.
"Daha fazla meraklandırmadan anlat."
"Emredersiniz komutanım." deyip telefonu kapattım. Telefonu kapatır kapatmaz Pars yine konuştu.
"Gece, ne olduğunu anlatacak mısın?"
"Ankatacak bir şey yok aslında." dedim omuz silkerek. "Fehmi'yi kaçırmayı çok önceden planlamıştım. Tabii suçlu olmadığım için bu durumu ilk önce Serhat Albayla konuştum ve böyle bir plan yaptık. Ankara'dan da onay alınca polisler ve Kaan Bey'in yardımıyla bu planı kurduk."
"Bundan neden bizim haberimiz yok?" Aras'ın sorusuyla ona bakıp güldüm.
"Baktım adam kaçırmaya çok meraklısınız ben de hevesinizi kırmak istemedim." dememle göz devirdi. "Şaka şaka. Serhat Albay böyle olmasını istedi. İnandırıcı olması içindi sanırım, bilmiyorum. Öyle deyince ben de rolüme iyi çalışıp hepsinin plan olduğunu ne size belli ettim ne de Fehmi'ye belli ettim." diye doğruyu anlattım.
Benim gerçekleri anlatmamla herkes neler olduğunu anlarken polisler ve Kaan yanımızdan ayrıldı. Birkaç saatin sonunda ise Enes ve Anıl panzehirle birlikte yanımıza geldiler. Panzehiri doktor aracılığıyla Pars'a verdik. Anıl ve Enes'e gelirken Pars'ın doktoruyla gelmesini istemiştik. Panzehiri verdikten sonra bir hafta boyunca test yapılacaktı ve Pars'ın durumu kontrol edilecekti. Tamam panzehiri vermiş olabilirdik ama bir haftayı geçik o virüs onun damarlarında gezmişti ve her geçen gün durumu kötüye gittiği için kontrol amaçlı test yapılıp bir hafta boyunca durumu kontrol edilecekti.
Şimdi ise hastaneye gelip gerekli bütün testleri vermiştik. O günün akşamı bizim için artık bayram olmuştu. Serhat Albay dahil ailemizin bütün üyeleri yanımıza gelmişti ve virüsten kurtulmayı kutlamıstık.
Biri bana en mutlu günün hangisi oldu diye sorsalar hiç düşünmeden bugünü söylerdim. Ameliyat olup hafızamı kaybetmediğim günümü bile demezdim çünkü o gün ben buna sevinememiştim bile. O zaman ben iyileşmiştim ama Pars'ın durumunu öğrendiğim için en kötü günlerimden biri olmuştu o gün. Şimdi ise bütün ailem yanımdaydı, ben tümörden kurtulmuştum, Pars virüsten kurtulmuştu, Barış artık daha da iyiye gidiyordu. Daha ne isterim ki?
Barış artık küçük küçük adımlar atmaya başlamıştı. Bunu tek başına yapamıyordu ama olsun, birinin yardımıyla da olsa minik minik adımlar atabiliyordu. Aylar öncesinde tam pes etmiş bir Barış vardı ama şimdi bir an önce yürümek isteyen bir Barış vardı. Onun en büyük destekçisi ise Enes'in kardeşi Ece olmuştu.
Ece terör örgütünün saldırısı yüzünden sakat kalmıştı ve bir daha yürüyememişti. Pars Fehmi'nin elindeyken bir süre Ece Barış'la konuşmaya çalışarak elindeki fırsatı değerlendirmesini, yoksa ileride pişmanlık çekeceğini falan söylemişti. Tabii Barış o dönemler pes etmeye o kadar odaklanmıştı ki kimseyi dinlemiyordu. Bir ara Ece'yi dinler gibi olsa da ümitsizliği benimsediği için Ece'nin konuşmalarıda işe yaramamıştı ama sonra hatasını anlamıştı ve hırslanmıştı. Şimdi ise o hırsının tohumlarını topluyordu. Birkaç defa telefonda Ece'yle konuştuğuna şahit olmuştum ama Serhat Albayla Fehmi'yi numaradan kaçırma planları yaptığım için üstünde pek duramamıştım. Bence Barış'ın en büyük destekçisi Ece olmuştu. Ece'yi az çok tanımıştım. Eminim ki çektiği zorlukları Barış'a anlatmıştı ve onun daha da hırslanmasını sağlamıştır.
Sanırım mutluluğun ucunu artık görmüştük. Kötü günlerimizi geride bırakıyorduk. Kötü günlerimizi geride bıraktığımıza göre daha kötü günlere merhaba diyebilirdik çünkü eminim ki iki gün mutlu olur üçüncü gün hayat yine ağlatırdı. Artık mutlu olduk diye bile sevinemeyeceğim diye korkuyordum ama mutluluğun tadını çıkartacaktım.
Öyle de oldu aslında. Mutluluğumun tadını bir hafta boyunca çıkardım çünkü her gün hastaneye test vermiştik ve hiçbir sonuçlar kötü çıkmamıştı. Pars panzehirden sonra çok iyi olmuştu. Ben virüs bir haftadan uzun süre kanında dolaşınca panzehir bir yerden sonra işe yaramaz diye korkmuştum ama öyle olmamıştı. Pars benden daha sağlıklıydı artık.
Merdivenlerden yukarıya çıkıp Pars'la kaldığım odaya girdim. Pars'ın sırtının bana dönük olduğunu görünce kapıyı kapatarak sırtına atladım ve ardan ona doğru eğilip yanağına sulu bir öpücük kondurdum.
"Bugün nasılsınız Pars Bey?" dedim onu öpücük yağmuruna tutmaya devam ederek. Şu bir haftadır içimde bastıramadığım bir enerji patlaması vardı ve ben çevremdeki herkese bunu fazlasıyla belli etmiştim. En çok da Pars'a belli etmiştim.
Beni sırtından indirmek yerine düşmeyeyim diye eliyle bacağımdan tutup destek oldu. "Senin kadar olmasa da iyiyim." dedi.
"Ya ben mutlu olmayayım da kim olsun?" dedim. "Kötü günleri geride bırakmıştık ve çok yakında daha da kötü günlere merhaba diyecektik. Şimdi söyle mutlu olmayalım da ne yapayım?" dedim gülerek.
O da güldü. Gülünce sırtından atlayıp önüne geçtim ve dudaklarını dudaklarıma bastırdım. Bu mutlu analarımızın tadını doya doya çıkartıyordum. O yanımdayken ondan uzak kalmayıp her an yanında olmaya çalışıyordum çünkü bir kere istemeye istemeye uzak kalmıştım ondan. Şimdi ise onları telafi eder gibi her anın tadını çıkarmaya özen gösteriyordum.
Pars'ı öpmemle bir elini belime koydu ve beni daha da kendisine yaklaştırdı. Diğer eli ise yüzümü bulmuştu. Beni öperken yüzüme gelen saçları kulağımın arkasına sıkıştırıyordu.
Nefes almak için birkaç saniyeliğine geri çekilip soluklandım. Dudakları dudaklarımdan ayrılınca bu sefer dudaklarını yanağıma bastırdı. Yanağımı öperek boynuma kadar geldi ve boynumdan derin nefesler alarak öpmeye devam etti. Başımı yana yatırarak ona daha fazla alan açtım. Çok mutluydum. Sevdiğim adamı kayabetmemiştim ve onu ikinci kere kurtarmıştım. İki gün sonra ise görevimize geri dönüyorduk. Burhan komutanımın bu son olaylardan haberi varmıydı bilmiyorum ama çok şaşıracağına emindim. Hem benim ameliyat olmama hem de Pars'ı bulmama çok şaşıracaktı. Kaç kere Pars'ın şehit olduğunu kabullen falan diyordu. Eminim ki yanımda Pars'ı görünce çok şaşıracaktı.
Her şeyin yoluna girmesi beni çok mutlu ediyordu ama içimdeki ses yine ağlayacaksın diye mutluluğumu kursağımda bırakıyordu. Çünkü ben bir güler bin ağlardım. Umarım bu sefer öyle olmazdı.
* * * Burnuma gelen çiçek kokusuyla gözlerimi kırpıştırıp açtım. Gözümün önündeki sarı şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Gözlerim açılınca bunun bir demet sarı lale olduğunu anladım.
Yataktan doğrulmadan şaşkın bir şekilde çiçek demetini alıp kokladım. Çok güzel kokuyordu. Laleleri kokarken beyaz bir kağıt dikkatimi çekti. Lalelerin arasına koyulmuştu.
Notu alıp okumaya başladım. Sarı laleler karşılıksız duyguların simgesi olarak bilinse de umut dolu yarınlar için tercih ediliyor. Olumsuz duyguları silip atan, enerji ve neşe getirmek için tercih edilir. Sarı laleler pozitif duyguların ve neşenin sembolü olarak tercih ediliyor. Sana da umut dolu günler, pozitif duygular ve neşe dolu yarınlar getirir umarım... Yazıyordu notta.
En altında ise "Sana sarı laleler aldım..." Yazıyordu. Sarı Laleler şarkısından bir sözdü bu.
Bunu kimin getirdiğini ve kimin odama koyduğunu sorgulamadan çünkü Pars yapmıştı. Başka kim olabilirdi ki zaten.
Yüzümdeki gülümsemeyle elimdeki lalelere bakarken belime dolanan bir çift kolla irkildim. Burnuma Pars'ın kokusu dolduğu için kimin olduğunu anlamam uzun sürmedi ama birden sarılınca irkilmiştim. Başından beri burada mıydı o? Çiçeklere nasıl daldıysam artık fark etmemiştim bile.
Tam konuşacakken o benden önce davrandı ve konuştu. "Uykulu gözlerle, döndüm rüyamdan." Ben konuştu demiştim değil mi? Konuşmamıştı, kulağıma sarı laleler şarkısını söylüyordu.
"Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından." Yüzümdeki gülümsemeyle ellerimi karnımı saran ellerine koyup onun söylediği şarkıyı dinledim. "Sen olmasan buralara, gelemezdim ben, sevemezdim bu şehri, anlamazdım dilinden." Bana sarılmayı kesti ve yatağa oturdu. Bu sefer de gözlerimin içine bakarak söyledi şarkının devamını.
"Nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam, dayanamam, kıskanırım seni paylaşamam. Satırlar uçar gider aklımdan. Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından." Şu anda fark ediyordum ki Pars'ın sesi çok güzeldi. Ve ben bunu şimdi fark ediyordum.
Ama suç bende değildi ki. Biz ne kadar süre sevgiliyken bir arada kaldık ki? Fark etmememe şaşırmamam gerekiyordu. Elime böyle bir fırsat yeni geçmişti ve yeni öğrenmiştim. Başımızdaki belalar bir türlü izin vermemişti buna.
"Sesin çok güzelmiş." dedim içimden geçirdiklerimi dile getirerek. "Bunu daha yeni keşfettiğim için kendime kızıyorum."
Elini yüzüme koyup beni kendisine yaklaştırdı ve dudağıma kısa bir öpücük kondurdu. "Sen iste ben her zaman söylerim sana."
Ona gülümseyip elimdeki sarı lalelere baktım. "Nereden çıktı bu laleler? Rüyanda bu şarkıyı dinleyip sabah ilk işin almak olamamıştır diye tahmin ediyorum." Güldü ve başını iki yana salladı.
"Ekmek almaya giderken çiçekçi önümden geçti. Bütün çiçeklerin arasında bu sarı laleleri gördüm ve aldım ben de."
"Anlamı peki?" dedim. Kağıda anlamını yazmıştı. Sanki çiçeği alınca araştırmış gibi değil daha önceden biliyormuş gibiydi.
Derin bir nefes alıp önüne döndü. Birden yüzü düşmüştü. Sanki uzaklara dalmış gibiydi. Kötü bir şey mi demiştim acaba? "Yanlış bir şey mi dedim?" Ona bakarak sordum. Bakışları tekrardan beni bulurken başını iki yana salladı.
"Yok, hayır." deyip yine derin bir nefes aldı. Sanki eski bir anıyı hatırlamış gibiydi. Gözleri uzaklara dalmıştı, aynı zamanda gözleri buğulanmıştı.
"Babam da sürekli anneme sarı lale alırdı." dedi, yüzünde bir gülümseme oluştu. "Annem de sürekli alma sarı laleleri, umutsuz aşkı simgeler deyip babama kızıyordu ama babam inat etmiş gibi alıyordu. Bir gün annem yine ona kızınca gerçek anlamını ona anlattı." Eline bana yazdığını notu aldı. "Aynen burada yazdığı gibi anlamını söylemişti ona. Ondan sonra annemin en sevdiği çiçek sarı laleler oldu." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Anlamı çok güzeldi ama en güzel şey babasının annesini sevdiği gibi seviyordu beni. Erkek çocukları babalarını örnek alırdı ve Pars'ın da böyle iyi bir babası olması onun en büyük şanslarından biriydi sanırım. "Tabii o zamanlar küçüktüm ama hayal meyal hatırlıyordum bunları."
"Ben de sarı laleleri çok seviyorum." dedim. "Ama şunu demeden edemeyeceğim, annen gerçekten çok şanlıymış. Baban onu çok güzel seviyormuş."
İç çekti. "Öyleydi." diye mırıldandı. Keşke annesi hayatta olsaydı da onunla tanışsaydım.
Elimdeki çiçekleri komedinin üstüne koyup Pars'ın elini tuttum. "Belki annenin yerini tutmaz ama küçüklüğünde annenin sana yaptığı bir şey varsa yapabilirim. Dediğim gibi belki annenin yerini tutmaz ama acını biraz dindirebilir."
Yüzünde acı bir tebessüm oluştu. Ben konuşmasını beklerken o konuşmak yerine başını dizlerime koydu ve ellerimi tutu. Ellerimi de başının üstüne koydu. Anlamsız bir şekilde ona bakarken alttan bana baktı. "Annem sürekli bizi dizine yatırır saçlarımızla oynardı." Ne istediğini anlayıp ellerimi saçlarında gezdirmeye başladım. Tıpkı onu annesi gibi sevmeye çalıştım. Belki bu şekilde geçmişini hatırlar biraz olsun mutlu olurdu.
Pars gözlerini kapatarak bu anın tadını çıkartırken ben ise hiç sesimi çıkarmadan onun saçlarıyla oynadım. Belki de Pars gözlerini kapatarak küçüklüğüne dalmıştı. Annesiyle olan anılarını hatırladığından hiç şüphem yoktu. O anları hatırlayıp mutlu oluyordu.
* * *
Pars evden çıkınca alt katta televizyon izleyen Aras'ın yanına indim ve koltuğun üstünden yanına atlayarak oturdum. Aras televizyona dalmış olacak ki ilk başta irkilse de sonradan toparladı ve izlediği maça geri döndü.
Pars evden sıkıldığı için biraz hava almak için çıkmıştı. Benim de hiç gezesim olmadığı için evde kalıp Aras'ın başına bela olmaya karar vermiştim.
Beni bir yerlerine takmadığı için kaşlarım çatılsa da suyuna gitmeye karar verdim çünkü isteyeceğim şeyi hemen kâbul etmeyecekti ve bu yüzden suyuna gitmek en iyisiydi.
"Aras..." Bana bakmadan başını iki yana salladı.
"Söyle." Göz devirdim. Söyle ne ya? İnsan efendim falan der. Hiç abisine çekmemiş bu çocuk.
"Senden bir şey isteyeceğim." dememle bana baktı. Tek kaşı otomatikman kalktı.
"Sen genelde bana sormadan bir şey istersin." dedi düşünceli bir şekilde. "Kesin benim istemeyeceğim bir şey isteyeceksin." Salak falan ama arada aklı çalışıyordu valla.
"Ne alâka ya?" dedim arkama rahatça yaslanarak. Göz ucuyla maça baktım. "Aaa gol attılar, bak." dedim dikkat dağıtarak. Onun bakışları tekrardan televizyona dönerken istediğim şeyi söyledim. "Birlikte maske yapalım mı?" Televizyona dönen bakışları anında bana tektardan döndü ve yüzünü buruşturdu.
"Maske ne be?" Sorusuyla arka cebimdeki iki çeşit maskeyi çıkartıp salladım.
"Cildimize çok iyi gelecek. Cildimizi besleyecek bu maske."
Eline maskelerden birini aldı ve inceledi. İnceledikçe yüzü daha da buruştu. "Bu ne kızım ya? Sürmem ben bunu yüzüme."
"Kırk yılın başında senden bir şey istedim hemen hayır mı diyorsun?" Duygu sömürüsü en iyisiydi çünkü her zaman işe yarardı.
Histerik bir şekilde güldü ve "Kırk yılın başı mı?" diye sordu.
Omuz silktim ve başımı salladım. "Evet. Sanki her zaman bir şey istiyorum." Kendimi bilmesem bu dediğime belki inanabilirdim ama kendimi biliyordum işte.
"Tamam tamam, acındırma kendini." diye direkt kâbul etti. Bunu beklemediğim için birkaç saniye şaşkınca baksam da şaşkınlığım kısa sürdü ve sevinçle ellerimi çırptım. Sandığımdan daha kolay olmuştu.
Elime yeşil renkli maskeyi almıştım ki Aras anında itiraz etti. "Bunu mu süreceksin?"
"Evet." dedim maskeyi açarak.
"Bizi bahçedeki yeşil çimenler gibi mi yapacaksın kızım? Başka renk sür." Göz devirerek pembe renkli maskeyi gösterdim.
"Pembeyi süreyim istersen çünkü elimde bu ikisi var sadece." Hiç düşünmeden yeşil maskeyi kucağıma attı. Bu hareketine gülmeden edemedim. Çok hızlı kâbul etmişti.
"Bir şey demedim, sür." Yüzümdeki zafer gülümsemesiyle maskeyi aldım ve ambalajın içinden çıkardım.
Maskeyi onun yüzüne sürerken "En sevdiğim kaynım sensin." diyerek bir nevi teşekkür ettim ona. Arada bir yalakalık yapayım ki bir daha bir şey istediğimde hemen kâbul etsin.
Ama Aras'ın bir şey hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatıldı. "Tek kaynın benim geri zekalı." Bana geri zekalı dediği için kafasına bir tane vurdum.
"Ben de senin tek yengenim ama sen de sürekli en sevdiğim yengemsin deyip duruyorsun." diye çemkirdim.
"Hay ben senin gibi yengenin! Abim de gitti ağzı en iyi laf yapanı bulup benim başıma saldı ya." Söylenmesine cevap vermek yerine güldüm ve yüzüne maskeyi sürmeye devam ettim.
Onun yüzüne maskeyi sürdükten sonra bu sefer ben de aynı maskeyi kendime sürdüm. Ben kendime maskeyi sürerken Aras ise çimenlere benzedim diye hem benimle hem de kendisiyle dalga geçip durdu.
Aras'ın söylenmesi ve benim kendime maske sürmem bitince bu sefer benim isteğim doğrultusunda animasyon izlemeye başladık. Tabii benim seçtiğim animasyonu izliyorduk, o da Buz Devri'ydi.
Aras bunun için de söylense de sonradan sevdi ve izlemeye başladı.
"Gece!"
Dış kapının sesinle birlikteyiz Pars'ın sesini duyunca "Salondayız." diye bağırdım. O da sonunda gelebilmişti.
Birkaç saniyenin sonunda Pars tam karşımıza geldi ve bize baktı. Bize bakar bakmaz gözle görülür bir şekilde irkildi. Ağzının içinden de "Tövbe bismillah." dediğini duydum.
İstemsizce kaşlarım çatıldı ama konuşamadım, çünkü Pars şaşkın bir şekilde soru sordu. "O yüzünüzdeki ne sizin? Bahçedeki çimenler gibi yemyeşil olmuş yüzünüz." İstemsizce Aras'a baktım. Çünkü ilk başta o da tam böyle demişti.
Aras da hatırlamış olacak ki "Ben demiştim. Bunun diğer renklerini deneyecektik biz."
"Hangisini sürecektik geri zekalı. Bu ve pembe vardı. Pembeyi deneyip Hello Kitty gibi mi olsaydık?" diye azarladım onu. Bir süre düşündü ve haklı olduğuma kanaat getirmiş olacak ki televizyon izlemeye devam etti.
Aras'a cevabımı verdikten sonra tekrardan Pars'a döndüm ve bu sefer ona cevap verdim. "Maske bunlar. Baktık cildimiz çok kötü maske yapalım dedik." dedim. "Olmamış mı?" Sorumla yüzünü buruşturdu ve bir süre ikimizi inceledi.
"Olmuş gibi ama..." deyip Aras'a baktı. "Bu pek olmamış gibi." Güldüm, haklı olabilirdi. Aras'da biraz eğrelti durmuştu sanki bu maske ama olsun. En azından beni yalnız bırakmamıştı.
Aras abisine göz ucuyla baktı ve burun kıvırdı. "Kıskandın değil mi?" dedi. Beni tutup kolunun altına aldı. "Sevgilin sana değil bana yaptı."
Pars ters ters ona bakıp yanımdaki boş yere oturdu ve beni Aras'ın kollarından kurtardı. "Neyini kıskanacağım oğlum? İyi ki sana yapmış çünkü ben böyle bir şey yaptırmam." Gözlerim kısıldı. Başımı kaldırarak yanımda oturan Pars'a baktım. Bakışlarımdan anlamış olacak ki parmağının ucuyla maskeli yüzüne dokundu ve başımı çevirmeye çalıştı ama ben ona bakmaya devam ettim. "Hiç öyle bakma Gece. Nasıl bakarsan bak ben bu maskeyi sürmem." Bakışlarımdan anladığını anlamıştım zaten. Bu yüzden bu sözüne şaşırmadım.
"Emin misin?" dedim. Pars cevap vermeden Aras tekrardan beni kendisine çekti ve kulağıma fısıldadı.
"Aferin kız, böyle devam. Onun yüzünde de bu maskeyi görmek işiyorum." Sırf abisi onunla dalga geçti diye böyle yapıyordu.
Aras'ı umursamadan Pars'a bakmaya devam ettim. Sanırım bunun sonunun maskede biteceğini anladı ve ayağa kalktı. "En iyisi ben bir süre odada takılayım yoksa işin sonu benin için pek iyi bitmeyecek." dedi ve yanımızdan anında uzaklaşıp üst kata çıktı.
Normalde arkasından gider maske sürene kadar diretirdim ama Barış'ın egzersiz saati geldiği için onun yanına gitmeye karar verdim. Başımızdaki olaylardan dolayı çocukla doğru düzgün ilgilenememiştim, üstüne üstlük o haliyle bize elinden geldiğince yardım etmişti. Hazır başımızda bela yokken gidip onunla ilgilenmek en iyisiydi.
Aras'ın yanından kalkıp Barış'ın odasıne geldim. Telefonla ilgilendiği için benim geldiğimi bile fark etmemişti. Yatakta boş kalan yere birden atlayarak oturmamla irkildi ve telefonu elinden düşürdü. Bakışları bana kaymasıyla ilk başta irkildi ve ağzının içinden "Tövbe bismillah." dedi. Bunu Pars'tan da duyduğum için yine kaşlarım çatıldı ama Barış benim bakışlarımı umursamadan işaret parmağıyla yüzümde kurumamış maskeye dokundu ve eline bulaşan yeşil maskeyle elini hızla çekip üstüne sildi. "Komutanım yüzünüz yosun tutmuş!" demesiyle göz devirdim. Biri bahçedeki çimenlere benzedin der öbürü yosun tuttun der. Valla hepsi benim sinirimi sınıyordu herhalde.
"He Barış, yüzümü hiç yıkamadığım için bir gün içinde yüzüm yosun tuttu." diye çemkirdim.
"Kusura bakmayın komutanım." dedi. Çemkirmemden sinirlendiğimi anlamış olmalıydı. "Birden boş bulundum ama ilk bakışta yosun tutmuşsunuz gibi geldi gözüme." Ciddi ciddi bunları diyor ama bir yandan da gülmemek için kendisini sıkıyordu.
"Neyse, kızmayacağim sana." deyip yatağın üstüne düşürdüğü telefona baktım. "Neyse daldın öyle? Yanına gelince bile fark etmedin." Ensesini kaşıyıp yarım ağız gülümsedi.
"Hiç ya, bir arkadaşla." Verdiği cevapla gözlerim kısıldı.
"Bu arkadaşın cinsiyeti ne?" Dememle yüzündeki o şapşal gülümsemeyi sildi.
"Ne fark eder ki? Arkadaş işte." Bu sefer benim yüzümde bir gülümseme oluştu.
Lafı daha fazla dolandırmadan "Konuştuğun kişi Ece, değil mi?" diye sordum. Ensesini bir kez daha kaşıyıp kapıya baktı. Sanki birinin duymasından korkuyor gibiydi.
"Çok mu belli ettim?" dedi. "Ama dediğim gibi arkadaşım."
"Ben de arkadaşın değil demedim ki." Git gide pot kırdığı için sinirlendi ama bana değil, kendisine sinirlendi.
"Ben iyice saçmaladım ama bu konuşmaları Enes duymasın."
Kaşlarım çatıldı. "Niye ki? Seviyor musun yoksa Ece'yi?" dedim bu sefer de. Onu bildiğin köşeye sıkıştırıp ağzından zorla laf almaya çalıyordum.
Derin bir nefes alarak kendisini kasmayı bıraktı ve omuzlarını düşürdü. "Bilmiyorum." dedi açık açık. "Onunla konuşurken mutluyum. Eğer şimdi pes etmeyip yürümeye çalışıyorsam bu sizin ve onun sayesinde oldu. Çok fazla destek oldu bana. Ama bu mutluluk duygusu ona minnettar olduğum için mi yoksa ondan hoşlandığım için mi bilmiyorum." Derin bir nefes alıp devam etti. "Dışarıdan bir göz olarak siz söyleyin komutanım. Sizce ondan hoşlanıyor muyum yoksa minnet mi duyuyorum?"
Ona dürüst olarak "Bilmiyorum." dedim. "Herkesin aşk duygusu farklıdır. Aşk mı yoksa minnet mi olduğunu sen anlayacaksın."
"Nasıl?" diye sorunca omuz silktim.
"Onu da sen bulacaksın. Ben sana şöyle şöyle yap, sonra aşık olup olmadığını anlarsın desem yalan söylemiş olurum çünkü benim aşk duygum çok farklıdır seninki çok farklıdır. Ama şunu diyebilirim. Bir insan birine aşıksa eğer onunla sürekli konuşmak ve mesajlaşmak ister. Eğer senin Ece'ye beslediğin duygu aşk değilse ve minnet duygusuyla bir süre sonra onunla sık sık konuşmak istemezsin, en azından her bulduğun fırsatta ona mesaj atmak istemezsin. Ama eğer aşk duygusuysa fırsatın yoksa bile fırsat yaratır en azından bir ne yapıyorsun mesajı atmak istersin."
Bir süre düşündü ve başını ağır ağır salladı. "Dediklerinizi dikkate alacağım ve kendimi gözlemleyeceğim." dedi.
Bu konuya da açıklık getirdiğim için ayağa kalktım ve elimi birbirine vurdum. "Bunu da halletiğimize göre sıra geldi eğzersizlere." deyip odanın köşesindeki paralel yürüme barını tutup odanın ortasına kadar çektim. "Biraz daha hırslanman lazım çünkü artık görev yerlerimize yarın dönüyoruz. Biraz daha yürümeyip mesleğine geri dönmezsen valla Pars çırana okur. Biliyorsun ki beyefendi eksiksiz ve güçlü asker seviyor." Yanına gidip kolundan tuttum. "Hadi bakalım."
"Ben hallederdim komutanım." Mahçup bir şekilde konuşunca kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Şu anlık konuşmanı yasaklıyorum Barış. Zaten başımızdaki onca bela yüzünden ihmal ettim seni, bırak da telafi edeyim." İçten bir şekilde gülümseyip bir şey demedi. Onun da yardımıyla onu paralel barın önüne getirdim.
Birkaç dakika boyunca ona yürümesinde yardımcı oldum. Onun için hâlâ bu eğzersizler zor geldiği için hemen yoruldu. Dinlenmesi için onu yatağa götürecekken odanın kapısı açıldı ve bizimkiler görüldü. Barış'ı ayakta görmeleriyle hepsi çocuğun üstüne bildiğin çullandı. Hepsi birlikte yere düşerken ben de onlara kızmadan edemedim.
"Lan dağ ayıları! Çocuğun üstüne niye atlıyorsunuz!"
En altlarda kalan Batuhan başını kaldırıp bana bakmaya çalıştı. "Öyle canı acımadan yürümek mi olur komutanım? Hepimiz düşe kalka yürümeyi öğrendik." demişti ki benim yüzümü görmesiyle herkes gibi o da "Tövbe bismillah." dedi, artık bünyem alıştığı için bir tepki vermedim. "Komutanım yüzünüzdeki yosun mu yoksa maske mi?" Yemin ediyorum yosun bulup hepsini yosuna bulayacağım!
Göz devirdim ve ilk basta dediği şeye cevap verdim. "Lan koca adam oldu, çocuk olsa anlarım ama Barış'ın çocuğa benzer yanı mı var?"
Bu sefer Görkem cevap verdi. "Fark etmez komutanım. Azıcık canı yansın ki bir daha pes etmek neymiş görsün." Ben ne dersem diyeyim bunlara laf anlatamayacağımı anladım ve daha fazla bir şey dememeye karar verdim.
"Siz laftan anlamazsınız. Barış'ı kaldırın ve biraz dinlensin sonra da tek tek yürümesine yardımcı olun. Arada bir kontrol edeceğim, eğer kaytardığınızı görürsem yarın karargaha gidince hepinizi Burhan komutanın önüne atarım." deyip odadan çıktım ve Pars'ın yanına gittim. Yatakta uzanmış telefonuna baktığını görünce yanına gidip ben de uzandım. Bir anlığına telefondan bakışlarını çekti ve bana baktı. "Sevgilim şu yüzünü yıka be. Senin böyle maskelere ihtiyacın yok."
"Niye, çirkin mi olmuşum?" dedim surat asarak.
"Sen her şekilde çok güzelsin ama ihtiyacın yok bunlara." Açık açık çirkin oldun diyemiyordu ama ben anlamıştım. Ona numara yapmak için dudaklarımı büzdüm ve öpmek için ona doğru yaklaştım. Geri geri çekildiğini görünce daha fazla numara yapamadım ve kahkaha attım.
"Pars öcüymüşüm gibi davranma ya."
"Ne yapayım Gece? Seni ilk defa yeşermiş bir şekilde görüyorum ve tepkilerimi de maruz gör." O da haklıydı şimdi, ne diyeyim ki?
"Beni her halimle sevdiğin için teşekkür ediyorum ama gidip yıkayayım ben yüzümü." Gülerek lafımı da soktum ve lavaboda yüzümü yıkayıp geri geldim. Normal, kendi ten rengim döndüğüm için Pars ellerini yüzüme koyup tenimi okşadı.
"İşte bu ya. Sana bu renk yakışıyor, yeşil falan senin rengin değil." Başımı geriye atarak kahkaha attım. Yeşil benim rengim değil mi? İki dakika trip atayım, onu köşeye sıkıştırayım diyorum ama böyle bir cümle kurunca nasıl trip atayım ki?
Ben gülmeye devam ederken Pars'ın dudaklarını dudaklarımın üstünde hissettim. Gülmeyi kestim ve kollarımı onun boynuna dolayıp ona karşılık verdim. Pars da kollarını belime sarıp beni iyice kendisine çekti.
Şüphesiz ki şu son bir hafta en güzel günlerim arasındaydı. Hatta uzun zaman sonra en güzel günlerimdendi. Umarım hep bu şekilde giderdi günlerimiz...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Diğer bölümde yeni bir karakter katılacak. Sizce iyi midir kötü mü?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |