@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
37.Bölüm "Tuzak"
Elbise dolabımı açıp içinden üniformamı aldım ve uzun uzun baktım. En son buradan Pars'ı kurtarmak için İstanbul'a giderken bir daha üniformamı giyemem diye düşünüyordum ama öyle olmamıştı. Bu sefer şans bizden yana olmuştu ve her şey yolunda gitmişti. Hepimiz buraya tekrardan gelmiştik ve üniformalarımızı giyip birazdan karargaha gidecektik. Tek eksik Barış'tı ama o da yakında aramıza katılırdı. Çünkü çok azimliydi ve çok yakında desteksiz yürüyecekti. Pars'ın panzehirini bulup ona verdikten sonra Barış daha bir hırslanmıştı ve bu hırsla devam ederse iki gün sonra koştur koştur yanımıza gelirse hiç şaşırmazdım. Tabii bir de onun en büyük destekçisi Ece vardı. Onun sayesinde de hırslanıyor olabilirdi. İki gün sonra ben Ece'yi seviyorum, Enes'e nasıl söyleyeceğiz diye sorarsa hiç şaşırmazdım. Tabii Enes de kardeşini seven bir abi olduğu için Barış'a kesin iki yumruk sallardı.
Üniformama bakmayı kestim ve üstümdeki kıyafetleri çıkardım. Üniformamı üzerime geçirdikten sonra saçlarımı ensemde toplayıp topuz yaptım. Bordo beremi omzuma takıp aynadan kendimi süzdüm.
Yemin ediyorum özlemiştim. Üniformamı giymeyi, operasyona çıkmayı, Görkem'in dikkatsiz dikkatsiz yürüyüp mayına basmasını, kardeşi Batuhan'ın söylenip onu mayından kurtarmasını, Enes'le bir olup Pars'ın emirlerini dinlememeyi, Barış'ın yüzlerce metre öteden teröristleri indirmesini ve halletim komutanım demesini, Anıl teröristlerin ruhu bile duymadan ensesine kadar yaklaşıp onları etkisiz hale getirmesini özlemiştim. En çokta sokak serserileri gibi kavgaya karışıp kendimle birlikte timi de peşimde sürükleyip nezarethaneye düşmeyi özlemiştim.
Onlarla tanıştığımdan beri yaşadığım onca iyi ve kötü anı olmuştu. İyi anılarımın hepsini özlemiştim ama işin komik yani kötü anılarımı bile özlemiştim. Hatta Pars yüzünden açığa alınmamı bile özlemiştim çünkü o zamanlar sevdiğim insanları kaybetme korkum yoktu. Birkaç hafta öncesine kafar o günlerimin en güzel günler olduğunu anlamıştım çünkü bir hafta öncesine kadar kaybetme korkusunu iliklerime kadar hissediyordum. Ama neyse ki bu zor imtihanı da bir şekilde atlatmıştık. Artık düşünmeye bile gerek yoktu.
Son kez aynadan kendime baktım ve odamdan çıktım. Salondan evin anahtarını da alıp evden de çıktım. Ailem biz İstanbul'dayken zaten Ankara'ya dönmüştü. Can okumak için naklini buradaki liselerden birine aldırmıştı ama ben iyileşince tekrardan Ankara'da okumaya devam edecekti. Şu anda yaz tatili olduğu için nakil işlerini okul açıldığında yapacaktı. Arkadaşları Ankara'da olduğu için o da ailemle birlikte dönmüştü oraya.
Evden çıkıp yolda yürümeye başladım. Lojmanların çıkışına doğru tam ortada bizimkilerin hepsiyle karşılaştık. Barış hâlâ tekerlekli sandalyede olduğu için evdeydi. Onun haricinde hepimiz buradaydık.
Pars yanıma gelip belimden tuttu ve beni yanına çekti. Başımın üstüne bir öpücük kondurup diğerlerine baktık. "Kaldığımız yerden dağları inletmeye hazır mısınız Alfa timi?"
Tam hep birlikte cevap vermek için kendimizi.hazırlsmıştık ki Görkem hepimizden önce davranıp konuştu. "Ayıp ediyorsunuz komutanım. Ben anamın karnından üniformalı doğmuşum, bu soruyu kendime hakaret olarak algılarım valla." Görkem'in cevabıyla ilk birkaç saniye boş boş baksam da diğerleri kahkaha atınca ben de kendimi tutamayıp kahkaha attım. Biz gülüyoruz diye Görkem de somurtup kızdı bize.
"Komik olan tam olarak ne? Komutanımla burada ciddi bir şey konuşuyorum gelmiş salak gibi gülüyorsunuz." Son kurduğu cümleyle gülmemi durdurup tek kaşımı kaldırdım ve Görkem'e baktım. Bir süre beni fark etmese de sonradan fark etti ve hemen "Lafım meclisten dışarı komutanım. Siz istediğiniz gibi gülebilirsiniz." dedi. Lafı hemen toparlamasına gülümsedim.
"Dakika bir gol bir bizim Görkem iğrenç şakalarını yapmaya başladı." dedi kardeşi Batuhan.
Görkem kardeşine sırıtarak bakıp "Kıskandı kıskandı." dedi. "Tabii kendisi anasının karnından üniformalı doğmayınca kıskanması gayet normal."
Başımı iki yana sallayarak Pars'a baktım. Ben ona bakınca o da başını eğip bana baktı. "Bunları burada bırakıp gidelim mi?" diye sordum.
"Hayatımda aldığım en güzel teklif." dedi ve elimden tutarak yürümeye başladı. "Bırak burada kalıp kavga etsinler. Sonra karargaha geç kalınca ilk günden güzel bir ceza yesinler." Tam bu dediğini onayalyıp gülecekken arkamızdan ayak sesleri duyduk. Ayak seslerinin hemen ardından ise Enes'in dediği şeyi duyduk.
"Yemin ediyorum daha askeriyeye dönmeden bıktım bunların kardeş kavgasından!"
Pars kulağıma doğru eğilip "Ben de bu timden bıktım valla. Allah bana bol bol sabır verirse emekli olana kadar delirmem bunların yanında." dedi. Hepsi birbirinden bıktmıştı ama eminim ki bu kavgaları bile özlemişlerdi. Yemin ediyorum ben Burhan komutanı bile özlemiştim.
Timin küçük atışmalarıyla karargaha geldik. Kapıda nöbet tutan askerler bizi görünce büyük demir kapıyı açtı ve biz de bahçeye girmiş olduk.
"Eskiden bize okul ikinci evinizdir diye hep kandırdılar ama bizim asıl ikinci evimiz burası. Askeriye olmadan bir Türkiye Cumhuriyeti düşünemiyorum ben." diyen Anıl'a hak verdim. Çok haklıydı. Burayı evimden daha çok seviyordum. Buraya geldiğimde ölümü tam ensemde hissediyordum ama yine de seviyordum. Zaten sevilmeden yapılacak bir meslek değildi bu. Zevk uğruna yapılan meslekler arasında bu meslek sonuncu sırada bile yer almıyordu.
Biz kendi aramızda konuşup bahçenin ortasında dururken yanımıza erlerden biri geldi. Pars'ın önünde durdu ve selam verdi. "Serhat Albayım sizi odasına bekliyor komutanım." Pars askeri onaylayıp gönderdikten sonra kendiside yanımızdan ayrılarak Serhat Albayın yanına gitti. Biz de daha fazla bahçede durmak yerine odalarımıza geçmeye karar verdik.
Odamın önüne gelmiştim ki bana çok yakın olan Burhan komutanın odası dikkatimi çekti. Kendi odama girmekten vazgeçip onun odasının önüne geldim ve üstümü düzelttim. Kapıyı birkaç kere tıklatıp bekledim. İçeriden gelen gir komutuyla kapıyı hafif aralayıp başımı içeriye soktum. "Müsait misiniz komutanım?" Benim sesimi duyunca önündeki dosyalardan bakışlarını çekip bana baktı. Beni gördüğüne hiç şaşırmış gibi değildi, aksine bekliyor gibiydi. Geleceğimizi Serhat Albaydan öğrenmiş olmalıydı.
"Buyurun üsteğmenim." Konuşunca kapıyı sonuna kadar açıp içeriye girdim. Eliyle masasının karşısındaki sandalyeyi gösterince bir sandalyeye bir de ona baktım.
"Oturunca ceza yemem değil mi?" Sorumla güldü ve kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. Böyle yapınca daha fazla ayakta kalmak yerine ben de sandalyeyi çekip oturdum.
"Ceza işi bana değil Pars'a kaldı artık." Bu cümleyi sağ tarafına bakarak söyleyince ben de baktığı yere doğru baktım ve bir valizle karşılaştım. Anında kaşlarım çatılırken tekrardan Burhan komutana döndüm.
"Gidiyor musunuz?" Büyük bir şaşkınlıkla sordum. Tamam bu timin komutanı gelmişti ama yine bu timde kalır veya başka bir time gider diye tahmin ediyordum, ama buradan gideceğini tahmin etmezdim.
"Tayinim Ankara'ya çıktı." Deyince gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Malum Pars timinin başına döndü, benim de gitme vaktim geldi."
"Gideceğinizi tahmin etmiyordum ama ne yalan söyleyeyim sizinle elektriğimiz pek uyuşmasada gideceğiniz için üzüldüm." İçten bir şekilde gülümsedi.
"O zaman iyi ki beni dinlemeyip kafanın dikene gutmişin çünkü Pars'ı bulup geldin. Ama ben de kendimce senin üzülmeni istemedim çünkü benzer bir olay bende yaşadım." Birden gözlerine hüzün çökmüştü sanki. "Yıllar önce kardeşim kayboldu ve ben de senin gibi öldüğüne inanmadım. Ta ki tanınmaz haldeki cesedini bulana kadar." Alt dudağımı dişledim. Onun için kötü olmalıydı. Kim için kötü olmaz ki? Ben bile şimdiden kötü olmuştum. Tüylerim diken diken olmuştu. Sevdiğin bir insanın tanınmaz haldeki cesedini kimse görmek istemezdi.
"Kabullenmek istemedim ama bir süre sonra kabullenmek zorunda kaldım." Hüzünlü gözleri gözlerimi buldu. "Yani benim yaşadığımı yaşamanı istemedim. Kendimce sana iyilik yapmaya çalıştım ama pek beceremedim sanırım. Ama iyi ki de becerememiş diyorum çünkü şu anda bu karargaha Pars Yüzbaşıyla geldin."
Buruk bir şekilde gülümsedim. "Sizin adınıza üzüldüm, keşke kardeşinizin sonu böyle olmasaydı da siz de benim Pars'a kavuştuğum gibi kardeşinize kavuşsaydınız."
Dolu gözlerini benden kaçırarak önündeki dosyaları düzeltti. "Kader işte, önüne geçemiyoruz." Kader... Ne garip bir cümle. Her şey bu cümleye bağlıydı aslında. Ne zaman öleceğimiz, ne yaşayacağımız, gülüp ağlayacağımız, aşık olacağımız bunların hepsi kadere bağlıydı. Kader yüzünden kimisi mutlu oluyordu kimisi ise mutsuz. Keşke kaderin önüne geçbilseydik. Eğer kaderin önüne geçebilseydim ilk işim karşımda ağlamamak için zor duran bu adamın kardeşini kurtarır ona vermek isterdim. Ama bir yanda da iyi ki geçemiyoruz demeden edmiyoruz. Her istediğimizi yapsak dünyanın hiçbir anlamı kalmazdı. Çok güzel olurdu belki ama bir süre sonra çabalamamak insanı yorardı herhalde. Ama yine de hayali bile güzeldi. Kaderin önüne geçmek ve bir insan üzülüyorken onu mutlu etmek.
"Sanırım siz de beni pek sevmiyorsunuz ama beni kardeşiniz yerine koyabilirsiniz. Ona belki hiç benzemiyorum, ne huyum ne görünüşüm belki hiç benzemiyor. Belki kardeşinizin yerini hiç tutamam ama yine de kardeşiniz yerine koymak isterseniz..." deyip kollarımı açtım. "Ben kardeşiniz olmaya hazırım. Ailem benden önce başka çocuk yapmadığı için abim veya ablam yok, bir tek kardeşim var. Ne bir abi sevgisi biliyorum ne de bir abla sevgisi. Ama askeriyede onca kişi sayesinde az çok bu duyguları biliyorum. Hepsi benim abim, ablam ve kardeşimdi. İsterseniz siz de abim olabilirsiniz." Bu sözlerimle yüzünde öyle içten bir tebessüm gördüm ki... O tebessümü hiçbir kelime, hiçbir cümle tanımlayamazdı. O tebessüme bir de gözünden firar eden bir damla gözyaşı eşlik etti.
Ben bir şey demesi için açtığım kollarımla beklerken o bir şey demedi ve ayağa kalktı. Yanıma gelip açtığım kollarımın arasına girdi. "Öz olmasak da, kan bağımız olmasa da kardeşimi her özlediğimde seni ararım. Seni kardeşim yerine koyarım." Sıkıca ona sarılıp sırtını sıvazladım. Az önce ağlamamak için direnen adamın gözyaşları şu anda omzumu ıslatıyordu.
"Kardeşin yaramaz mıydı bilmiyorum ama ben biraz sorunlu bir kardeşim. Bazen adam döver nezarethabeye düşerim. Benim babam torpilden hoşlanmadığı için beni kurtarmaz ama artık bir abim olduğuna göre ne zaman nezarethaneye düşsem seni ararım. Ama beni oradan kurtarmazsan abilikten valla redderrim seni!" Gülerek geri çekildi.
"Bilmaz miyim üsteğmenim. Sizin başınıza açtığınız belalar kulağıma geldi. Pars kaçırılmadan önceki vukaatlarınız, Pars'ı ararkenki vukaatlarınız, hepsi kulağıma tek tek geldi. Başınızı belaya soracağınızdan hiç şüphem yok ama baban gibi ben de torpilden pek hoşlanmam. Belki insaflı tarafıma denk gelirsen öyle yardımcı olurum sana ama öteki türlüsü zor."
Yüzümü asıp ona baktım. "Desenize o zaman benim iş yaş. Sizin insaflı gününüz anca kıyamet günü olur." Başını geriye atarak gür bir kahkaha patlattı. Onu ilk defa kahkaha atarken görüyordum. Genelde bana kızar, çatık kaşlarla bakardı. Ama ilk defa böyle içten bir şekilde gülerken görüyordum.
Bir dakika... Aklım birden geçmişe gitmişti. Bu time ilk geldiğimde Burhan yerine Pars vardı ve tıpkı Burhan gibi Pars da bana kaşlarını çatarak bakar, bağırır ve pek gülmezdi. Tıpkı şimdiki gibi Burhan gülünce o zaman da Pars'ın gülmesine şaşırmıştım çünkü o da pek gülmezdi.
Yoksa...
Hadi canım... o kadar değildir.
"Sen hayal gücünü iyice aştın Gece!" Kendimi öyle bir kaptırdım ki düşüncemi bir de dışımdan söyledim.
Gözüm bir anlığına Burhan komutana kaydı. Anlamsızca bana bakıyordu. Sanırım kendi kendime konuştuğum içindi.
"Sorun yok ya, arada bir konuşurum ben böyle."
"Ne düşündün de hayal gücünü aştın?" Kendi kendime konuşmamı garipsemeden söylediğim cümlemi anlamamış olacak ki soru sordu.
Burnumun üstünü kaşıyıp ayağa kalkarak bir adım geriye gittim ve şöyle bir süzdüm onu. Olabilir miydi acaba?
"Şey kardeşiniz kız mıydı erkek miydi?" Sorumu anladı ama yine de cevap verdi.
"Kız." deyince yüzüm düştü.
"Tüh ya. Baya heveslenmiştim."
Burhan komutan dediklerimden bir şey anlamzken tekrardan bir soru sordu. "N'oluyor? Ben hiçbir şey anlamadım."
"Şey..." deyip etrafıma baktım. Söyleyeceğim şeye nasıl bir tepki verecekti acaba? "Ben huy olarak sizi Pars'a çok benzettim de acaba dedim... İşte acaba yani, belki kardeş olabilirsiniz dedim ama değilmiş. Zaten Pars'ın başında bir tane kardeşi var. Eğer siz de kardeşi çıksaydınız bu sefer kesin o evlatlık olurdu ve tabii ki ben buna çok sevinirdim ama değilmiş işte." Bir süre öylece bana baksa da daha sonra yine bir kahkaha patlattı. Madem bu kadar gülmeyi seviyordun be adam bana niye aylarca kaşları çatık baktın ki. Tabii gidiyor ya, artık gerek kalmadı sinirli haline. Ama olsun, pek iyi anılarımız olmasa da artık onu da çok seviyordum. Artık bir abim olmuştu. Hiçbir zaman unutmayacaktım onu.
"Neyse..." dedim. "Gitmeden önce ben sizi Pars'la tanıştırayım. Biraz bahsetmiştim sizden."
"Umarım iyi bahsetmişsindir, adam beni tanımadan bana kinlenerek gelmesin de."
İstemsizce güldüm. "Çok iyi bahsettim ya, siz de beni hiç tanıyamamışsınız komutanım." dedim. "Dedim ki senin yerini hiç aratmadı. Tıpkı senin gibi somurtkanın teki..." dememle kaşları catıldı ama ben konuşmaya devam ettim. "Yemin ediyorum tıpkı senin gibi anamı ağlattı dedim. Zaten bir ses var beyin ameliyatından hemen sonra bir de kulak zarı ameliyatı olmak için sıra bekleyecektim de işte seni aramaya gelince bir ameliyattan yırttım dedim." Bir süre düşünüp devam ettim. "Başka da bir şey demedim ya. Yine iyi şeyler demişim değil mi?"
Dalga geçtiğimi anladığı için bir şey demedi ve eline doyslarını alıp kapıya ilerledi. "Allah'tan bir şey dememişsin, demiş halini düşünemiyorum." Gülüp ben de peşine düştüm. Koridorda ilerlerken Serhat Albayın odasından çıkan Pars'ı görünce elimi kaldırıp salladım. Bakışları bize dönünce yönünü bu tarafa çevirdi.
Yanımıza gelince elini Burhana uzattı. "Pars Kardağlı." diyerek kendisini tanıttı. Burhan da elini uzatarak Pars'ın elini sıktı.
"Burhan Sancak. Tanıştığıma memnun oldum." dedi. Göz ucuyla bana bakıp devam etti. "Gerçi ben sizi aylar önce tanımış kadar oldum ama." Yüzümde bir gülümseme oluşurken Pars'a baktım. O da bana bakıp gülümsedi ve kendi aralarında kısa bir sohbet ettiler. Sohbetin sonunda Burhan elindeki dosyaları Serhat Albaya verip bizimle vedalaştı ve Ankara'ya gitmek için yola çıktı.
Barış ve Enes'in yerine gelen Ali ve Mert'tin de tayinleri çıkmıştı. Onlarda başka bir şehire gitmek için hepimizle vedalaşıp karargahtan ayrılmıştı.
* * *
Burhan komutanlar gittikten sonra hepimiz bahçeye geçip oturduk. Vedalaşmalar falan derken çoktan öğlen olmuştu birazdan yemek yiyip eğitim yapacaktık. Pars ilk günden bize eğitim yaptıracağını zaten gelmeden önce söylemişti. Yani kısaca canınıza okuyacağım demek istiyordu.
Yemekhaneye gitmek için tabura girmiştik ki bir asker koşarak yanımıza geldi ve nefes nefese önümüzde selam durdu. "Serhat Albayım Alfa timini acil harekât merkezine bekliyor komutanım." Askerin sözlerinden sonra onu onaylayıp harekât merkezine geçtik.
Projeksiyon perdesinin önunde bekleyen Serhat Albayın yayına gittik. Serhat Albay eline projeksiyonun kumandasını alıp "Gelin çocuklar." diyerek projeksiyonu açtı. Projeksiyonun beyaz perdesine bir fotoğraf yansıdı. Fotoğrafta siyah kar maskesi takmış biri vardı, elinde de havaya kaldırdığı keleş vardı. Arkasında ise beş tane elleri ve gözleri bağlı kadın, erkek vardı. Onların arkasında ise elleri ve gözleri bağlı kişilere kafalarına silah doğrultan adamlar vardı. Hiçbirinin yüzü görünmüyordu çünkü hepsinde maske vardı.
"Bu görüntü az önce bizzat bize gönderildi. Neden gönderildi, amaç neydi bilmiyoruz. Bunu gönderenin bir vatandaş olduğunu sanmıyoruz çünkü bizzat, bile isteye çekilip gönderildiği belli. Tuhaf yani da bu. Teröristler çekip gönderdi bunu ve adres bile atmışlar." diyen Serhat Albaya baktım. Elinde küçük bir kağıt tutuyordu. Sanırım adres o kağıtta yazıyordu. "Neden böyle bir şey yaptılar bilmiyorum ama tuzak olma ihtimali çok yüksek." Birileri yine bir şeyler planlıyor olabilirdi. "Tuzak olduğunu düşünsek de bu fotoğrafa kayıtsız kalmayız. Bu görev sizin Alfa timi. İletişim halinde olacağız ve gideceğiniz köyde dikkatli olmalısınız."
Serhat Albayın sözlerinden sonra selam durup aynı anda "Emredersiniz komutanım."dedik. Biz harekât merkezinden çıkıp mühimmat odasına giderken Pars'ta koordinatları alıp öyle yanımıza gelecekti.
Üzerime hücum yemeğimi giyerken Anıl'ın "Bugün bana buradaki ilk görevimi hatırlattı." demesiyle ona baktım. O da hem hazırlanıp hem de konuşuyordu. "Buraya ilk geldiğimizde de hemen göreve çıkmıştık." Doğru, o gün de bir gün sonra göreve çıkmıştık. O zaman da eğitim yapacaktık ama görev çıkınca yapamamıştık. Şimdi de aynısı oluyordu.
"Valla ben şikayetçi değilim. Görev mi yoksa eğitim mi deseler direkt görev derim." dedi Enes. "Zaten aylardır hasret kaldım." Vücudundaki yanıklarken dolayı aylarca karargaha bile gelemişti, ondan bahsediyordu.
Ellerime tactical eldivenleri geçirirken bir yandan da onlara kulak vermeyi ihmal etmedim. "Kim şikayetçi ki oğlum?" dedi Görkem. "Valla ben şimdiden kendimi üç gün üç gece uykusuz kalmaya çoktan hazırladım."
Bacağıma bacak kılını takıp içine de beylik tabancamı yerleştirdim. "Bana sanki Batuhan şikayetçi gibi geldi." diyen Anıl'a göz ucuyla baktım. Hazırlanırken gülerek Batuhan'a bakıyordu.
Batuhan sitemkâr bir şekilde "Nasıl şikayetçi olmayayım oğlum. Benim aklı on karış havada kardeşim yine mayına basıp beni deli eder. Ben şikayetçi olmayayım da kim olsun ki? Benim en büyük cezam kardeşimle aynı time düşmem sanırım." O kadar cümlesinin arasında aklı on karış havada cümlesine takıldım çünkü yanlış bilmiyorsam o bir karıştı.
Hücum yeleğimin ceplerine şarjörlerimi takarken "Bir karış." diye düzelttim Batuhan'ı.
Anlamamış olacak ki garip garip bana bakıp konustu. "Anlamadım komutanım."
"Aklı on karış havada dedin ya, onun doğrusu on karış değil bir karış."
Anlamış gibi başını salladı. "Bir karış buna az kalır komutanım. Utanmasa her operasyonda bir mayına basacak bu mal." Gülüp başımı iki yana salladım.
Görkem buna alınmış olacak hemen savunmaya geçti. "Ben teröristlere o kadar odaklıyım ki mayınları bile hissetmiyorum. Beni öveceğine gömüyorsun sende."
Batuhan bütün hepimizde göz gezdirip "Acaba ben seni asker yapan komutanın deyip saydırsam ayıp etmiş olur muyum?" diye hepimize sordu. Bu sorusuna kendimi tutamayarak bir kez daha güldüm. Şimdi abartıyor falan diyemeyeceğim çünkü ilk çıktığımız operasyonda Görkem'in bastığı mayın yüzünden hepimiz havaya uçuyorduk. Bu yüzden Batuhan sonuna kadar haklıydı.
"Bilemedim şimdi." dedim. Tam bir şey daha diyecekken içeriye giren Pars'la konuşamadım ve bana müsaade etmeden kendisi konuştu.
"Çeneniz değil beyler eliniz çalışsın." deyip hazırlanmaya başladı.
"Beyler falan olamdı komutanım, Gece komutanıma ayıp oluyor." Dedi Görkem.
"Gece sizin yüzünüzden çene çalıyordur O yüzden onu katmadım."
Görkem "Valla sevgilisini kayırıyor." demişti ki Pars'ın bakışlarını görünce eline taktığı eldiveni çıkartıp tekrardan taktı. Sırf Pars'ın bakışlarına maruz kalmamak için böyle yapıyordu.
Pars da fazla üstünde durmadan hazırlanmaya devam etti. O da hazır olunca hazır bekleyen zırhlı araca binip yola çıktık. Gideceğimiz köy buraya yakın olduğu araçla gidiyorduk.
Yaklaşık bir, bir buçuk saat sonra köye yakın bir yerde indik. Bize kurulan bir tuzak olup olmadığını bilmediğimiz için köyde inmek yerine köye gelmeden inmiştik. Şimdi ise yolda Pars'ın belirlediği güzergahta ilerliyorduk.
Köy dağlık bir alandaydı. Her yer dağ, bayır ve yeşillik doluydu.
"Komutanım buralar fazla sessiz değil mi?" Etrafımı kontrol ederken Görkem'in sözlerini duydum. "Alfa timinin varlığını belli edip biraz şu dağları inletsek mi?"
"Bu seferlik inletin bakalım." Pars'ın sözlerinden sonra hepsi hep bir ağızdan Komando Marşını söylemeye başladılar.
Biz dağlara atarız pusu Haram oldu gece uykusu Komandoya bir yudum su Vermez misin konya kızı
Bir elinde el bombası Bir elinde kasaturası Sırtında da sırt çantası İkinci bölük aslanları
Çok fazla bağırdıklarını fark edince Pars'a soru yaklaşıp fısıldadım. "Bu ses tehlikeli değil mi Pars? Zaten bize tuzak kurulup kurulmadığını bile bilmiyoruz."
Göz ucuyla bana baktıktan sonra etrafını kontrol ederek yürümeye devam etti. "Bu tim haftalarca operasyona hasret kaldı. Ondan önce zaten doğru düzgün kendilerini operasyona bile verememişlerdir çünkü Barış ve Enes yoktu. Benim yokluğum da cabasıydı tabii. Bırak da bu operasyonun tadını çıkarsınlar. Şu dağlar bir titresin de dağların ardında saklananlar iki kere düşünüp hareket etsin." Cevabından sonra başka bir şey demeden timin marşı bağıra bağıra söylemesini dinlemedim.
Şırıl şırıl suyun akışı Beline de bağlamış al nakışı Komandonun bir bakışı Yetmedi sana konya kızı
Vatan aşkı canımdadır Bayrak sancak kanımdadır Atasının yanındadır İkinci bölük aslanları
Devre devre gelir gider Ne gam kaldı ne de keder Çoşku ile yemin eder İkinci bölük aslanları
Mardin Şırnak şenovaya Hakkari yüksek ovaya Tunceli diyarbakıra Dağlara çıkacağız dağlara EŞKIYA VURACAĞIZ EŞKIYA!
Marşın son kelimelerini bağıra bağıra söylemişlerdi. Sanki seslerini bu dağlarda cirit atanlara duyurmak ister gibiydiler. Onların bu sözlerini kimler duydu bilmiyorum ama aynı savaş içinde olsak da benim bile tüylerim diken diken olup ürpermiştim. Bu korkuyu bizim karşımızdaki herkes bir gün bir bir tadacaktı.
* * *
Köye geldikten sonra köyün beklediğimizden daha sessiz olduğunu fark ettik. İn cin top oynuyor deyimi tam olarak buraya uyuyordu sanırım. Ne bir köy sakini vardı etrafta ne de teröristler.
"Sanırım bilgi yanlış komutanım. Bu köy terk edilmiş gibi." dedi Enes.
"Köye girmeden bilmeyiz." diyerek mevzi aldığı yerden çıktı Pars. "Dikkatli bir şekilde köye girip etrafa bakıyoruz tim. En ufak bir hata istemiyorum." Pars önden köye girerken bizler de arkasından etrafı kolaçan ederek girdik.
Aslında köy terk edilmiş gibi değildi. Sadece şu anlık kimse yok gibiydi çünkü köyde yaşam belirtileri vardı. Mesela sokağın ortasına bırakılan bisikletler gibi. Yere çizilen seksekler hiç bozulmamıştı. Yeni çizildikleri belliydi.
Bu köy terk edilmemişti, şu anlık kimse yoktu. Bütün evlerin perdelerinin çekili olmasından da belliydi bu. Sanki birileri evin içini görmemizi istemiyor gibiydi.
Etrafımı kontrol ederek Pars'a yetiştim ve "Evde birileri olabilir." dedim. "Bütün evlerin perdeleri çekili, birileri saklanıyor gibi sanki. Bir tane perde bile açık değil." Olduğu yerde durup evlere baktı. Bakışlarını evlerden çekmeden konuştu.
"Anıl, git bir evin kapısını çal. Dikkat et ama." Anıl Pars'ı onaylayarak bir evin önüne gitti ve tahta kapıyı tıklattı. Açılmasını beklemek için birkaç saniye beklesede açan olmadı. Bir kez daha kapıyı tıklattı ama açan olmadı. Anıl kapıyı tıklatırken evin perdesinin oynadığını fark ettim. Birileri içerideydi ama kapıyı açmıyordu.
"İçeride birileri var ama açmıyorlar." dedim Pars'a.
"Fark ettim." diyerek Anıl'a baktı. "Gidiyoruz Anıl."
Anıl tekrardan yanımıza gelince köyün içinde ilerlemeye devam ettik. Tam köyün sonuna doğru yaklaşmıştık ki bir bahçe duvarının dibinde gördüğüm manzara karşısında tüylerim diken diken oldu. İstemsizce olduğum yerde duraksadım. Diğerleri de fark etmiş olacak ki onlarında olduğu yerde durduğunu fark ettim.
Karşımdaki manzara dehşet vericiydi. Evlerindeki insanların neden dışarıya çıkmadığını şimdi daha iyi anlıyordum.
Karargahta Serhat Albayın bize gösterdiği fotoğraftaki beş vatandaş buradaydı ama artık başına silah doğrultan maskeli teröristler yoktu. O ellerindeki keleşlerle bu beş kişiye birer kurşun sıkarak bu hayattan koparmışlardı. Dehşet verici olay ise duvara yazılan yazıydı. Hayır hayır, yazı değildi. Duvara yazdıkları yazının rengiydi. Yazı kıpkırmızıydı ve onun kan olduğunu anlamamak imkansızdı. Bu beş insanın canlarını almışlardı, aldıkları yetmez gibi bir de onların kanıyla bahçe duvarına yazı yazmışlardı.
Batuhan'ın ağzından istemsizce "Şerefsizler!" Kelimesi çıkmıştı. Şerefsiz bu itlerin yanında hafif kalıyordu. Henüz dünyada onları tanımlayacak bir sözcük yoktu ama bu yaptıkları adiceydi.
Gözüm beş kişinin kanıyla yazılan yazıya kaydı.
Hoş geldiniz Alfa timi ama geç kaldınız. Bu sefer bu insanların canını kurtaramadınız. Onlar sizin yüzünüzden öldü! Bu beş kişi bu askerler yüzünden öldü. Bir gün mutlaka tanışacağız sizinle Alfa timi, bugün olmadı ama bir gün mutlaka. Gerçi ben sizi tanıyorum ama siz benimle tanışacaksınız. İşte o zaman bu insanlar gibi sizler de öteki tarafı boylayacaksınız. İntikam soğuk yenen bir yemektir... İntikam ateşi çoktan yandı...
Kimdi bu?
Bizi nereden tanıyordu?
En önemlisi ne intikamından bahsediyordu?
Aklımdaki sorularla karşımdaki duvara bakmayı kestim ve etrafıma baktım. Etrafımda dönmüştüm ki arkamda gördüğüm manzarayla boş bulunup irkildim. Bizden oldukça uzak mesafede bir grup köylü vardı. Benim irkilmeme sebep olan ise kimisinin elinde tüfek kimisinin elinde ise kalın odunlar vardı. Kavga etmeye hazır gibi ileride durmuş bize bakıyorlardı.
Tam bu durumu diğerlerine söyleyecekken ortada ve en önde duran bir adam elindeki tüfeği havaya kaldırıp bir el ateş etti. Bunu beklemeyen bizimkiler anında arkalarını dönüp silahlarını o tarafa doğrulturken köylü bir adım bile geri çekilmedi.
Tüfeği bir el havaya ateş eden adam "Defolun buradan!" diye bağırdı. "Sizin yüzünüzden öldürdüler onları!" Onun sözlerinden sonra elinde tüfek olan herkes havaya tutmak yerine namlusunu bize doğru çevirdi.
Bunu kim planladıysa eğer planı çok iyi gidiyordu. Bütün köyü bize düşman ederek suçu bize yıkmıştı. Başarılı da olmuştu. Şu anda karşımızdaki köylü bize ateş etmekten hiç çekiniyor gibi değildi. Hatta en ufak bir hareketimizde kafalarımıza bir tane sıkacak gibi duruyorlardı.
Bize hain bir tuzak kurulmuştu...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Son sahne kimin planıydı sizce? Alfa timini de tanıyordu. Tanıdık biri midir yoksa kitaba yeni katılacak karakter mi?
Bu arada Burhan'ın da bir kitabı olacak🫶
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |