Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.Bölüm "Kıraç"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

39.Bölüm "Kıraç"

 

PARS KARADAĞLI

 

Masanın etrafında volta atıp Gece'yi beklerken bir yandan da pencerenin başına geçip Gece'nin gelip gelmediğine bakıyordum ama gelen giden yoktu.

 

Daha fazla beklemek yerine telefonumu masadan alıp Gece'yi aradım. Telefon uzun uzun çaldı ve açılmayınca kendiliğinden meşgule düştü.

 

Telefonu kapatıp cebime attıktan sonra daha fazla evde beklemek yerine evden çıktım. Sokakta dolanıp Gece'yi beklemeye başladım. Bir markete gidip gelmek niye bu kadar uzun sürmüştü anlamış değildim.

 

"Komutanım?" Arkamda duyduğum sesle arkama döndüm ve Anıl'la göz göze geldim. "Ne yapıyorsunuz burada?"

 

"Gece'yi bekliyorum. Markete gidip geleceğim dedi yok hâlâ ortada." deyip arkama baktım ve Gece'nin gelmediğini görünce yine Anıl'a döndüm.

 

"Siz elinizde böyle taşırsanız sürpriz olmaz yalnız o." dediği şeyle kaşlarım çatıldı.

 

"Ne?"

 

Gözleriyle sol elimi gösterdi. Elime bakınca yüzük kutusunu elimde tuttuğumu yeni fark ettim. "Sanki onu cebinize koysanız daha iyi olur. Sürpriz olması açısından diyorum ama yine de siz bilirsiniz." Gülüp yüzük kutusunu cebime soktum. Gece'yi düşündüğümden elimde olduğunu bile fark etmemiştim.

 

"Sen nereden geliyorsun bu saatte?" diye sordum.

 

"Başak'la buluşmuştum." deyince başımı sallayıp tekrardan Gece geliyor mi diye baktım. "Markete gidecektim ben isterseniz Gece komutanım da orada mı diye bakayım?"

 

"Yok, birlikte gidelim en iyisi." dedim ve onunla birlikte markete doğru gitmeye

başladım. Burada daha fazla beklersem kafayı yiyecektim çünkü.

 

"Niye bu kadar gerginsiniz komutanım? Gece komutanım sadece markete gitmiş." diyen ve beni inceleyen Anıl'a baktım. Gergin halim dikkatinden kaçmamıştı.

 

"Gideli yarım saati geçti. Telefonlarıma cevap vermiyor. Eğer marketi satın almak için sahibiyle anlaşma yapmıyorsa bu biraz tuhaf doğrusu." Gece her şekilde telefona illa ki cevap verirdi. Hiç olmadı mesaj atardı ama aramalarımın bir tanesine bile dönmemişti. Bu beni işkillendirmedi değil. Üstelik başımızda yeni bir düşman varken. Bir aydır sesi çıkmaması bu düşmanımız olmadığı gerçeğini değiştirmiyor maalesef ve ister istemez birinin başına bir şey gelecek diye korkuyordum.

 

Anıl'la birlikte en yakın markete yaklaşmıştık ki bir sokakta jandarmaların olduğunu fark ettim.

 

"Bir şey olmuş galiba." diyen Anıl'a baktım ve konuştum.

 

"Eğer ki bir olay varsa..." deyip duraksadım. Benim yerime Anıl devam etti.

 

"Gece komutanım kesin oradadır." Yüzümde bir gülümseme oluştu. Belaya kendisini atmadan duramıyordu. O olay ister onunla alakalı olsun ister olmasın, o olayın tam merkezine kendisini konumlandırmayı çok iyi biliyordu. Eğer ki orada onu görürsem hiç şaşırmazdım.

 

Anıl'la birlikte jandarmaların olduğu yere gittik. Vatandaşlar girmesin diye sarı bir şerit çekmişlerdi. Şeridi geçmeden şeridin diğer tarafındaki jandarmaya askeri kimliğimi gösterdim ve konuştum. "Yüzbaşı Pars Karadağlı. Ne oluyor burada?"

 

"Bomba ihbarı üzerine geldik Yüzbaşım." Jandarma görevlisin cevabıyla sokağın ilerisine baktım. Sanırım baya ilerideydiler çünkü buradan kimse görünmüyordu.

 

"Sivil var mı peki şeridin diğer tarafında?" Jandarma görevlisi başını iki yana sallayarak cevapladı sorumu.

 

"Hayır, zaten biz geldiğimizde bütün siviller uzaklaşmıştı. Daha yeni yeni toplanıyorlar." O zaman Gece burada değildi. Kaç saattir ne yapıyordu bu kız markette o zaman?

 

Tam Anıl'a gidelim diyecekken bir Jandarma görevlisinin elinde market poşetleri ve bir telefonla geldiğini fark ettim. Elindekileri rütbe olarak kendisinden yüksek olan bir jandarmanın yanına götürdü. "Sokakta bunları bulduk komutanım." Jandarma görevlesinin dediğinden sonra jandarmaların komutanı telefonu alıp inceledi. Buradan gördüğüm kadarıyla Gece'nin telefonuna oldukça benziyordu. Kılıfı bile birebir aynıydı.

 

"Gece'nin telefonu bu!" İstemsizce bağırdıktan sonra şeridin altından geçerek telefonu inceleyen jandarmanın yanına gittim ve izin almadan telefonu aldım. Telefonu açıp bakınca yanılmadığımı anladım. Benim aramalarımla doluydu telefon. Gece'nin telefonuydu bu.

 

"Ne yapıyorsunuz beyefendi? Buraya girmeniz yasak." Telefonu elinden izinsiz aldığım Jandarma görevlisi bana kızarken cebimden askeri kimliğimi çıkardım ve ona gösterdim.

 

"Yüzbaşı Pars Karadağlı. Bu telefon kız arkadaşımın telefonu. Kendisi nerede?" Sorumu telefonu getiren Jandarma görevlisi cevapladı.

 

"Telefonu ve market poşetlerini yerde bulduk. Sokakta kimse yoktu." Kaşlarım istemsizce çatıldı.

 

"Ne demek yoktu?" Nasıl yoktu ya? Bunların orada ne işi vardı o zaman?

 

Yoksa... Kaçırılmış olabilir miydi?

 

"Komutanım." Anıl'ın sesini duyunca ona bakmadan başımı iki yana salladım.

 

"Etraftaki kameraları incelememi ister misiniz? Bizimkileri de çağırırım, iki dakikada hepsini inceleriz." Ona cevap vermedim, veremedim. Sadece başımı aşağı yukarı sallayarak onaylayabildim.

 

Anıl yanımdan uzaklaşırken birkaç adım ben de uzaklaşıp Gece'nin telefonunu açtım. Bu Sokakta ne işi vardı bilmiyorum. Lojmanlara giden yol bu sokaktan geçmiyordu. Belki telefonunda bir şey bulabilirdim.

 

İlk önce aramalara girdim. Son arananlar benim cevapsız aramalarımla doluydu ama bunun yanı sıra bir tane arama daha vardı. Kaan aramıştı ve Gece onunla birkaç dakika boyunca konuşmuş. Aramalardan çıkıp mesajlara girdim. Son mesaj yine Kaan'dan gelmişti ve Gece o mesajı görmüş.

 

Mesajın üstüne tıklayınca bir fotoğraf attığını gördüm. Fotoğrafın da üstüne tıklayınca fotoğrafı daha net görebildim. Bir çocuğun resmiydi bu. On sekiz on dokuz yaşlarında falandı.

 

Fotoğrafı incelerken istemsizce kaşlarım çatıldı. Bu o çocuk değil miydi? Sanırım adı Kıraç'tı. Çıktığımız operasyonda köylüleri sakinleştiren çocuktu bu. Ama niye Kaan bunun resmini atmıştı?

 

Vakit kaybetmeden, bir şeyler öğrenebilmek umuduyla hemen Kaan'nı aradım ve olan biteni ondan dinledim. En son Gece'yle yarım saat önce konuşmuş ve Fehmi'nin bir oğlu olduğundan falan bahsetmiş. Her hafta Fehmi'yi ziyaret diyormuş ve bu kişi de bir ay önceki operasyonda karşılaştığımız ve köylüleri sakinleştiren çocukmuş. Yani Kıraç'mış.

 

Onunla karşılaşmamız tesadüf olmazdı o zaman. Hepsini planlamış olabilirdi. Hatta bizim yeni düşmanız ve duvara yazılan o yazıyı da yazan büyük ihtimalle oydu. Gece'nin ortadan kaybolmasının altında o mu vardı bilmiyorum ama şu anda bütün oklar onu gösteriyordu.

 

Dişlerimi sıkıp "Babası bitti oğlu başladı!" dedim. Biri bitti derken diğeri başlıyordu. Yemin ediyorum dünyaya bize bela olmak için gelmişlerdi baba oğul!

 

"Komutanım!" Arakamda bir bağırma sesi duyunca söylenmesi kestim ve sesin geldiği yere baktım. Bizimkiler koşarak benim yanıma geliyordu, en önde de Görkem vardı ve bağıra bağıra yanıma geldiği için bütün herkesin odak noktası o olmuştu.

 

İlk önce yanıma o gelerek durdu ve ellerini dizlerine koyarak soluklandı. Diğerleri de onun arkasından gelmişti. Anıl haber verince hepsi evden çıktığı gibi kendilerini buraya atmış olmalıydı çünkü bazılarının altında eşofman vardı.

 

"Ne oldu Gece komutanıma?" Görkem'in sorusuyla onları incelemeyi kestim.

 

"Gece yok. Kaçırıldı mı, birinin peşinde mi, başı dertte mi bilmiyoruz. Sizin gidin çevredeki kamera kayıtlarını izleyin. En ufak bir ipucunda bana haber verin." dedim. Hepsi beni onaylayıp yanımdan ayırlacakken tekrardan konuşarak durdurdum onları. "Bu arada Fehmi'nin bir oğlu varmış." Görkem ağzını iki metre açıp hayretler içinde bana bakarken diğerleri ise Görkem'den farksızdı. Tek fark onlar bana değil Görkem'e bakıyordu çünkü Görkem bir ay önce şakasına yeni düşmanımız Fehmi'nin oğlu çıkıyormuş falan demişti. Bu yüzden hepsi şaşkındı. "Ve sanırım Görkem yine haklı çıktı çünkü yeni düşmanımız Fehmi'nin oğlu olma ihtimali yüksek." deyip elimdeki telefonu kaldırdım ve fotoğrafı gösterdim. "Buyurun size Fehmi'nin nur topu gibi oğlu." Fotoğrafa bakınca mümkünmüş gibi daha çok şaşırdılar çünkü onlar da Kıraç'ı hatırlamıştı.

 

"Vay anasını!" dedi Görkem üstündeki şaşkınlığı atarak. "Yemin ediyorum o gün dediğimin çıkacağını bilseydim daha hayırlı bir şey derdim." O da dediği şeye ihtimal vermiyordu ama olmuştu işte.

 

"Gece komutanimın ortadan kaybolmasının altında bu çocuk mu var?" Batuhan'ın sorusuyla ona bakıp bilmiyorum anlamında omuz silktim.

 

"Bilmiyorum. Kaçırıldı mı, başına bir şey mi geldi, yoksa birilerinin peşinde mi bilmiyorum. Kamera kayıtlarına bakarak öğreneceğiz bunu." Benin sözlerimden sonra hepsi üstündeki şaşkınlığı bir kenara bıraktı ve yanımdan ayrılarak kamera kayıtlarını incelemeye gittiler.

 

Umarım başın belada değildir Gece. Umarım kaçırılmamışsındır. Eğer bunun altında bu çocuk varsa onu doğduğuna pişman edeceğim!

 

*

*

*

 

YAZARDAN

 

2 GÜN SONRA

 

Gece arkadan bağlanan ellerindeki ipleri çözmeye çalışırken Kıraç ise ikisini keyifle içkisini yudumluyordu. Alfa timi ve Pars ise her gün bir ipucu bulma umuduyla kameraları inceliyordu ama hiçbir şey bulamıyolardı.

 

Pars iki gündür ne yemek yemişti ne de gözüne bir gram uyku girmişti. Evine gitti zaman bile en ufak bir telefonda silahını alıp hemen evden çıkmaya hazır bekliyordu. Diğerlerinin de Pars'tan bir farkı yoktu. Anıl tanıdığı istihbarat uzmanlarıyla iletişime geçmişti. Kıraç belki Gece'yi dağa kaçırmıstır diye sahadaki tanıklarının hepsiyle iletişim halindeydi.

 

Gece ipleri duvarın köşesine sürterek çözmeye çalışırken artık elleri ve bilekleri acımaya başlamıştı. İpleri kesmek için ipi duvara sürtüğü için ya yanlışlıkla parmaklarını sürterek yaralıyordu ve bu onun işini daha da zorlaştırıyordu. İplerin sıkılığı da cabasıydı tabii.

 

Uzun uğraşlar sonucunda iplerin gevşediğini fark etti ve sürtmeyi kesti. Elinden geldiğince ellerini iki yana ayırdı. Uyguladığı güçle kopmak üzere olan ipler ikiye ayrılınca hızla ellerini önüne çevirdi ve acıyan bileklerine baktı. Bilekleri artık morarmaya yüz tutmuştu. İpler biraz daha elinde kalsaydı kangren bile olabilirdi.

 

"Hayvan herif! Hayvanlar bile böyle bağlanmıyor!" Gece bileklerini ovarken Kıraç'a söylendi.

 

Ayağındaki ipleri de çözdükten sonra yerden destek alarak ayağa kalkmıştı ki iki gün boyunca hiç ayağa kalmadığı için ayakları uyuşmuştu ve dengesi bozulmuştu ama kendisini çabuk toparlamayı başardı. Duvardan destek alarak ayakta bekledi. Birkaç dakikanın sonunda kendisini daha iyi hissedince kapıya doğru gitti ve kulağını tahta kapıya yasladı. Dışarıda hiçbir ses duymayınca kapının kolunu aşağıya doğru indirdi ama kapı açılmadı.

 

Gece dışarıda bir ses duymasa bile içerideki bir adam kapının açılmaya çalışıldığını fark ederek Gece'nin kaldığı odaya doğru ilerdi. Gece duyduğu sesle odada göz gezdirdi ama hiçbir şey bulamadı.

 

"Bilek gücümle halledeceğim demek." sessizce mırıldanıp ellerini ovdu ve kapının arkasında bekledi. Kapı açılıp bir adam elindeki keleşi içeriye dogrultarak girmişti ki Gece hızla silaha tekme savurdu ve adamın elinden tüfeğin düşünmesini sağladı. Adam daha ne olduğunu kavrayamadan yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Adam birkaç saniye sersemlerken Gece bundan faydalanarak adamın ensesinden tuttuğu gibi duvara sertçe vurdu. Adam hissettiği açıdan dolayı bağırırken içerideki diğer adamlar da sesi fark etti ve silahlarını alarak Gece'nin kaldığı odaya ilerdi.

 

Gece odadaki adamı hallettikten sonra odadan çıkmak için bir adamım atmıştı ki odaya doğru yaklaşan adamları görünce kaçamayacağını anladı ve durdu. Gözü bir anlığına odadaki cama kayınca bu fırsatı değerlendirip adamlar gelmeden cama gitti ve açtı. Avazı çıktığı kadar korkuluklu camdan dışarıya bağırdı.

 

"YARDIM EDİN! BENİ BURADA ZORLA TUTUYORLAR! BENİ..." Daha fazla bağıramadı çünkü Kıraç'ın adamları geldi ve Gece'nin ağzını kapatarak bağırmasına engel oldular ama Gece ağzındaki eli umursamadan bağırmaya devam ediyordu. Haliyle sesi dışarıya duyulmuyordu ama o bağırmaya çalışıyordu.

 

Odanın içine Kıraç girince Gece debelenmeyi ve bağırmayı kesti. Tek bir şansım vardı ama onu da başaramadım diye düşündü. Sesini kimseye duyuramadığını düşündü ama bir yandan da bunu takmıyordu çünkü bağırırken gördüğü kadarıyla kaldığı yer dağın başında bir yerdi. Haklıydı da, hiçbir evin olmadığı bir yerdi burası. Kıraç çok iyi bir yer bulmuştu ama bir şeyi hesaba katmamıştı.

 

O da çobanları.

 

Gece bağırmaya başladığında kimse sesini duymadı değildi. Biri duymuştu. Keçilerini ve koyunlarını otlatmaya getiren bir çoban onun bağırmasını duymuştu. Şu anda uzaktan bu eve bakıyordu. Dışarıda eli silahlı adamları görünce eve yaklaşmayı düşünmedi ama bu duruma da kayıtsız kalmak istemedi.

 

Koyunlarını ve keçilerini aldığı gibi hemen köye indi ve durumu muhtara anlattı. Muhtar ise vakit kaybetmeden jandarmalarla irtibata geçip durumu anlatmıştı.

 

Gece ve Kıraç çepesinde ise durum kızışmıştı. Gece kendisine gelen Kıraç'ı görünce hareketini kesmişti ve tam dibine gelen Kıraç'ın bacak arasına sert bir tekme atmıştı. Kıraç iki büklüm kalırken adamları hemen Gece'yi ondan uzaklaştırdı.

 

Kıraç hissettiği acıyı bir kenara bırakarak doğruldu ve Gece'nin karşısına geçerek yüzüne sert bir tokat attı. "Kaşınıyorsun ama emin ol ben seni kaşımaktan cekinmem." dedi Kıraç.

 

Gece yüzüne yediği tokattan sonra dudağının patladığını fark etti, kan ağzının içine dolarken o kanı ne yuttu ne de tükürdü. Öylece bekleyip ağır hareketlerle karşısındaki Kıraç'a baktı ve ağzının içindeki kanı Kıraç'ın yüzüne tükürdü. Kıraç sinirle gözlerini kapatırken Gece ağzının kenarından akan kanı umursamadan güldü. Ağzındaki kanlardan dolayı tam bir psikopat gibi görünüyordu şu anda.

 

"Bence sen kaşınıyorsun. Emin ol ben de seni kaşımaktan çekinmem. Sen daha kiminle aşık attığını biliyorsun."

 

Kıraç burnundan solurken yüzündeki kanlı tükürüğü eliyle sildi ve gözlerini açtı. Sinirden kızaran gözleriyle karşısında psikopat gibi görünen Gece'ye baktı. "Bağlayın şunu!"

 

Gece'nin yüzündeki o gülümseme daha da genişledi. "Ne o, benimle baş edemeyeceğini anladın da mı bağlattırıyorsun beni? Sizin gibilerden de anca bu beklenir zaten."

 

Kıraç bu sözlerle daha da sinirlenirken Gece'nin saçlarından tutarak saçını aşağıya doğru çekti. Gece hissettiği acıyla gözleri kapanırken başı da geriye gitti. "Bana bak kızım! Benim canımı sıkma seni şuracıkta öldürürüm." Gece hissettiği acıyı bir kenara bırakarak gözlerini açtı ve ona büyük bir öfkeyle bakan Kıraç'a baktı.

 

"Şaşırmam." dedi. "Nasıl olsa Fehmi'nin oğlusun sen. Baban gibi şerefsiz soyundan geliyorsun!" Gece bu sözlerle Kıraç'ın sinirleneceğinden adı gibi emindi, yanılmadı da. Kıraç'ın öfkesi katlanarak büyüdü. "Senin baban yüzünden Pars'ın annesi şehit oldu ama sen kansız baban için bizden intikam almaya çalışıyorsun. Beyni bu kadar çalışan birinden ben her şeyi beklerim ama dikkat et. Dikkat et çünkü beni öldüremezsen ben ansızın gelir ruhun bile duymadan seni öldürürüm. O yüzden elini çabuk tut kıraç. Çabuk tut ki benden önce ölme."

 

"Merak etme. Sonun Pars'ın annesi gibi olacak. Pars annesiz kaldığı gibi sevdiği kadını da elinden alacağım."

 

"Bekliyorum." dedi Gece korkusuz görünerek.

 

Kıraç odadan çıkıp giderken adamları da Gece'yi tekrardan bağlayıp gitti. Gece ise yüzündeki psikopat gülümsemeyi silip ciddi haline büründü. Omzuyla ağzındaki kanı silip söylendi. "Öldürecekmiş... Kendisi ölmeden öldürebilirse öldürür artık."

 

Bir tarafta Gece söylenirken diğer tarafta Pars her dakika daha da deliye dönüyordu çünkü iki gündür Gece'ye dair hiçbir iz bulamamıştı. Bulamadıkça da deliye dönüyordü.

 

Yerinde duramadığı için oturduğu çardaktan kalktı ve bir sağa bir sola dolanmaya başladı. Tim ise sesini çıkarmadan komutanını izliyordu. İki gündür hiçbir şeyin onu sakinleştirmeyecegini anladıkları için kendi haline bırakmaya karar vermişlerdi.

 

Pars bahçede volta atarken bir tane asker koşarak yanına geldi ve hazır ol pozisyonunda durup baş selamı verdi. "Serhat Albayım harekât merkezinde sizi bekliyor komutanım." Pars Gece'ye dair bir iz bulunmuştur diye askere bile cevap vermeden yanından ayrıldı ve koşar adımlarla kendisini harekât merkezine attı. Tim de onun arkasından gelmişti.

 

"Bizi çağırmışsınız komutanım." dedi Pars Serhat Albayın yanına geçerek.

 

"Gel Pars." dedi Serhat Albay. "Az önce Jandarma karakoluna bir ihbar gelmiş. Bir çoban hayvanlarını otlatırken birinin yardım çığlıklarını duymuş. Bir evde eli silahlı adamları görünce hemen jandarmaya haber vermiş. Gece'nin kayıp haberini Bitlis'teki bütün karakollar bildiği için direkt bizimle iletişime geçtiler. Yardım isteyen kişi Gece mi değil mi biliyoruz. Çoban bağıran kişiyi görmemiş ama Gece olma ihtimali yüksek."

 

Pars birden heyecanlamıştı. Sanki içine doğmuş gibiydi. Gece'dir diye geçirdi içinden. Ya da umut etmek istedi. Yardım isteyen kişinin Gece olması için dua etti.

 

"Tamam komutanım, hemen çıkalım yola."

 

"Helikopter hazır bekliyor. Güzergah da hazır. Hemen hazırlanıp yola çıkın." Serhat Albayın sözlerinden sonra hepsi hazır ol pozisyonuna geçip "Emredersiniz komutanım." dedi ve hazırlanmak için mühimmat odasına geçtiler. Vakit kaybetmeden hepsi hazırlanıp onları bekleyen helikoptere binerek yola çıktılar.

 

İki saat sonra belirlenen güzergaha gelince helikopterden inip bir saatlik yürüme mesafesini yürümeye başladılar. Bir saatin sonunda dağ başındaki kulübeye geldiler. Herkes bir yere mevzilenirken Pars kulaklıktan Barış'la konuştu. "Bir şey görüyor musun Barış? Gece veya Kıraç var mı?"

 

Barış silahın dürbününden eve bakıp cevap verdi. "Olumsuz. Dışarıdaki adamlar dışında kimse görünmüyor."

 

"Pencerelere iyi bak. Belki Gece'yi görürsün." Pars'ın konuşmasıyla Barış görmeyeceğini bile bile başını sallayıp onayladı.

 

"Neye yapacağız komutanım? Birimiz gidip adamları halletsin mi?" diye sordu Enes.

 

"Önce kaç adam olduğunu bilmeliyiz. Bizden sayıca fazlaysa içerideki ister Gece olsun ister bir başkası tehlikeye atamayız." Herkes Pars'ı onaylarken Pars ise evden bakışlarını çekmiyordu. En ufak bir şey görmeyi bekliyordu.

 

Her şeyden habersiz Kıraç ise şu anda babasıyla telefonda konuşuyordu. Cezaevine gidip geldikçe planından babasına bahsetmişti ve şimdi son olayları anlatıyordu.

 

Kıraç babasıyla konuşurken dışarıda tuvalete giden adam Pars ve timini fark etti. Onlara görünmeden eve girip hızla Kıraç'ın yanına gitti. Nefes nefese kapıyı açıp "Askerler geldi!" diye bağırdı. Öyle bir bağırmıştı ki diğer odadaki Gece bile duymuştu bunu.

 

Duyduğu şeyle Gece ayağı bağlı olmasına rağmen ayağa kalktı ve zıplayarak pencerenin yanına geçti. Koluyla ve kafasıyla bencereyi açmaya çalıştı ama başarısız oldu. Elleri arkadan bağlı oldugu icin bir türlu pencereyi açmayı başaramadı. Bir şekilde burada olduğumu bilmeleri lazım diye düşündü. Burada olduğumu bilirlerse harekete geçerler diye geçirdi içinden. İşte tam da bu sebepten dolayı risk aldı ve arkadan bağlı kolunun dirseğiyle cama sertçe vurdu. Cam kırılmayınca bir kez daha denedi, bir kez daha ve bir kez daha. Uzun uğraşlar sonucunda cam kırıldı. Dirseği cam parçaları yüzünden çizilip kanarken bunu görmezden geldi ve kırık yere eğilerek bağırdı.

 

"Yardım edin! Buradayım!" Hangi askerlerin geldiğini bilmiyordu ama kendisi için geldiğinden emindi. Bu ıssız yerde başka kimse olmadığı için bu askerlerin kendisi için geldiğinden emindi. "YARDIM EDİN!"

 

Gece avazı çıktığı kadar bağırırken diğer odada deliye dönen Kıraç hızla geldi ve onu camdan uzaklaştırdı. İşte tam da o sırada ateş edilmeye başladı. Gece cama çıkınca Barış onu görmüştü ve Pars'ın emriyle ateş edilmeye başlanmıştı.

 

"Bağlayın şunu ve bir an önce bizi buradan çıkarın!" Kıraç'ın emriyle adamlardan biri Gece'nin ağzını bağlarken Gece ise bağırmaya devam ediyordu. Ağzı bağlanmasına rağmen bağırmaktan vazgeçmedi ve debelenmeye devam etti.

 

Kıraç Gece'nin kolundan tutup kapıya kadar zorla götürdü, adeta Gece'yi sürükledi. "Koruyun bizi!" Kapıdaki adamlarına emir verdikten sonra kapıdan Gece'yle birlikte çıktı ama dışarıya adım atar atamaz Gece omzuyla onu itti. İşte tam o sırada Barış'ın hedefi oldu ve omzundan vuruldu Kıraç.

 

Gece bu durumdan faydalanıp kaçmaya çalışınca bir tane adam kolundan tutup onu yaklaması bir oldu. Asklerin Gece'yi vurmayacağını bile bile onu kendisine siper ederek uzaklaştı oradan. Başka biri ise zorlukla kolundan vurulan Kıraç'ı uzaklaştırdı.

 

Pars ve Batuhan onların peşine düşerken Kıraç'ın adamları evin biraz gerisindeki arabaya binerek askerlerin kendilerine yaklaşmasına engel oldu. Arabayla hızla uzaklaşırken aradaki mesafeye rağmen Pars ard arda ateş etti ama o mesafeden isabet etmedi.

 

Elindeki silahı büyük bir öfkeyle yere fırlatıp avazı çıktığı kadar bağırdı. "Allah kahretsin!" Elimde tek bir fırsat vardı ama ben onu değerlendiremedim diye içinden kendisine kızdı. Bağırmak içini soğutmadığı için yanındaki ağaça sert bir yumruk attı, eli çizilip kanarken o ard arda yumruk atmaya devam ediyordu.

 

Batuhan daha fazla kendisine zarar vermesin diye hemen önüne geçip durdurdu onu. "Komutanım sakin olun. Bazı adamlar sağ. Bir şeyler öğrenebiliriz."

 

"Yine koruyamadım onu." dedi Pars. "Yine gözlerimin önünde kaçırıldı!" Pars kendisini suçlarken Batuhan ise ona sarılarak destek olmaya çalışıyordu.

 

Pars'ın gözünden bir damla gözyaşı firar etti. Aylar önce Gece askeriyeden giderken ağlamıştı. Ve şimdi yine Gece giderken ağlıyordu. Tek fark bu sefer ona göz kulak olsun diye kardeşini gönderemezdi, özlediğinde kendisi çıkıp gidemezsi çünkü nereye gittiğini bilmiyordu... Yine Gece için aktı bu gözyaşları. Yine onun için ağladı. Keşke sen hep yanımda olsan da ben hep ağlasam diye geçirdi içinden Pars. Sen yeter ki hep yanımda ol, ben ağlamaya razıyım diye geçirdi...

 

*

*

*

 

GECE SAYER

 

"Lanet olsun!" Odanın içinde bağıran Kıraç'la bir kez daha göz devirdim. "Senin o sevgilin ve timin var ya..." deyip acıyla inledi. "Sonu toprak altı olacak. Hem bu kurşunun hesabını soracağım hem de babamı hapise atmanın hesabını soracağım!" Bu özgüven nereden geliyordu acaba? Hem suçlular hem de ahkâm kesmeye çalışıyorlar.

 

"Sen ilk önce o kurşunu kolundan bir çıkar da sonra bizi toprak altına sokma planları yaparsın. Bu gidişle o kurşun yüzünden bizi sokamazsın toprak altına." dedim ona hiç bakmadan.

 

"Kes sesini!"

 

Omuz silktim. "Tamam!" dedim. Ona her cevap verdiğimde daha da sinirleniyordu.

 

Göz ucuyla onu süzdüm, üstünü çıkarmıştı ve altındaki pantolonla duruyordu. Kolundaki yaradan kan bütün kolunu kaplamıştı. Hatta karnına bile bulaşmıştı.

 

Odanın kapısı açılınca oraya baktım. Adamlarından biri elinde bir bardak içkiyle içeriye girdi. Bu duruma şaşırmadan edemedim. Bu haliyle bir de içki mi içecek? Pis ayyaş!

 

Adam elindeki içkiyi Kıraç'a verip çıkarken Kıraç tahmin ettiğimin aksine o içkiyi içmedi. Daha hayret verici bir şey yaptı. İçkiyi yaralı koluna döktü. İçkiyi dökmesiyle bağırması bir oldu. Yemin ediyorum bu çocuk ruh hastası. Bir insan kendisine bunu niye yapar?

 

"Manyak!" demeden duramadım. "Salak olduğunu biliyordum da içkiyi yarana dökecek kadar olduğunu bilmiyordum. Ama bunu bilmem bir şey ifade etmedi. Salaktın zaten yine salak oldun."

 

Acıdan kızaran gözleriyle bana baktı. "Ne yapmamı bekliyordunuz hanımefendi? Bu dağ başında tıbbi malzeme vardı da biz mi kullanmadık? Alkol mikrobunu kırıyor işte." dedi. "Aslına bakarsan bir nevi siz de böyle birbirinizi tedavi etmiyor musunuz?"

 

"Biz ne kendi yaramıza alkol döküyoruz ne de bir başkasının. Bunu anca senin gibi ruh hastaları yapıyor."

 

"İyi." dedi. Kolumdan tutup kaldırdı beni. "Çıkar şu kurşunu içeriden. Sizin yöntemler nasılmış öğrenelim."

 

Omuz silktim. "Oradan bakınca doktor gibi mi görünüyorum? Askerim ben! Ne anlarım kurşun çıkartmaktan?"

 

"Arkadaşınız yaralandığında nasıl çıkartıyorsanız öyle çıkart!" Kolundaki yaradan dolayı dişlerini sıkarak konuşuyordu sürekli. Tabii terlemesi de cabasıydı. O kurşun biraz daha içeride kalırsa kesin bayılırdı. Zaten gelene kadar çok kan kaybetmişti. Umarım bir an önce geberip giderdi.

 

Ona askerlerden biri kurşun sıktı biliyorum ama kim olduğunu bilmiyorum, keşke kolundan vurmak yerine tam kafasından vursaydı da kurtulsaydım.

 

"Anlamam ben. Askeriyede o işlerden anlayan bir kişi olur ve o kişi de ben değilim." dedim.

 

Birden çenemi tutup sıkınca acıyla inledim. "Bana bak kızım, ölmek mi istiyorsun sen?"

 

Zorlukla başımı iki yana sallayıp "Yoo." dedim. "Hem boş tehditlerine karnım tok. Seni bulmaları an meselesi ve kurtulmak için tek şansın benim. Eğer beni öldürürsen emin ol senin yaşama şansın sıfır bile olmaz."

 

"Emin ol Pars'ın bu acıyı çekmesine değer benim ölümüm." Bu çocuk gerçekten manyaktı.

 

"O zaman sen de emin ol benim ölmemde benim hiç umurumda olmaz." dememle beni birden savurdu ve duvara çarpmamı sağladı. Tam da sağ kolumu çarptığım için inanılmaz bir acı hissettim. Sesimi askerlere duyurmak için dirseğimle camı kırdığım için sağ kolumda kesikler vardı duvara çarpmamla eminim ki onlar kanamaya başlamıştı. Hatta kolumda cam parçaları bile vardır.

 

Hissettiğim acıdan dolayı ayakta duramayıp yere düştüm. Yere düşmemle birlikte karnıma tekme yemem bir oldu. Acıyla inleyip yüzümü buruşturdum.

 

"Çıkartacak mısın kurşunu yoksa ben seni döve döve öldüreyim mi?" Normalde olsa hiç düşünmeden öldür derdim ama aklımdaki planla bunun tam tersini dedim.

 

"Tamam, çıkartacağım." Cevabımla tekme atmayı kesti ve bir adım uzaklaştı.

 

"Buraya bakın!" diye bağırmasıyla kapı açıldı ve içeriye birileri girdi. "Kurşunu çıkarman için ne gerekiyor?" Bana sorduğunu anlayıp acıdan dolayı kapanan gözlerimi açtım. Büyük bir öfkeyle ona bakıp cevap verdim.

 

"Bıçak ve çakmak!" Benim cevabömla adamına kaş göz yapıp gönderdi. Adam birkaç dakika sonra dediğim şeyle geri geldi. Kıraç elimi çözmesini isteyince gelip ellerimi çözdü. Gevşeyen elimi ovup ayağa kalktım. Adamın getirdiği çakmakla bıçağın ucunu ısıttıktan sonra Kıraç'ın yanına gittim. Karnıma attığı tekmeden dolayı zor yürüyordum ve zor nefes alıyordum ama bu acıyı düşünmemek için elimden geleni yapıyordum. Düşündükçe sanki canım daha çok yanıyordu.

 

"Sakın ters bir şey yapayım deme. Canına okurum!" dedi.

 

Yüzümü buruşturup ona baktım. "Çok korktum." deyip bıçağı yarasına soktum. Haliyle acıdığı için acıyla inledi. Onun acı çekmesini hiç umursamadan bıçağın ucunu biraz daha yarasına soktum.

 

Dişlerinin arasından "Acele et!" dedi. Aksine ben hiç acele etmeden bıçağı yaranın içinde oynatmaya devam ettim. "Bile bile mi yapıyorsun lan?"

 

"Ben sana doktor olmadığımı ve bu alanda uzman olmadığımı söyledim. Sonucuna da katlan, bana ne!" dedim. Ağzının içinden küfür edip mecbur katlanmaya çalıştı. Zaten başka şansı yok. Ya bu kurşun yüzünden ölecek ya da bana katlanacak.

 

Ters ters ona bakıp bıçağı yarasından oynatmaya devam ettim. Elimden geldiğince yavaş olmaya özen göşteriyordum. Onun acı çekmesi bende gram acıma duygusu bırakmıyordu. Aksine daha çok acı çeksin istiyordum.

 

Bıçağın kurşuna değdiğini hissedince alt dudağımı ısırıp onu çıkarmaya çalıştım. Ben ful kurşuna odaklıyken Kıraç ise acıyla inlemekle meşguldü. Bir anlığına ona bakıp sırıttım. Gözüm arkamda bekleyen adama kaydı. Ona bakınca gözleriyle Kıraç'ın kolunu gösterdi. Yüzümü buruşturarak ona bakıp önüme döndüm ve kurşunu çıkarmaya çalıştım. Kurşunun içeride oynadığını fark edince hiç acımadan ve yavaşlamadan hızla çıkardım. Kurşun yere düşerken Kıraç rahatlamayla omuzlarını düşürdü.

 

Kıraç'ın rahatlamasından faydalanarak elimdeki kanlı bıçağı sıkıca kavrayıp Kıraç'ın boynuna tuttum. Bunu yapmamı beklemediği için şaşırırken ben hızla arkasına geçip boynuna bıçağı tutmaya devam ettim.

 

Bakışlarım Kıraç'ın adamına kaydı. "Tetiği çektiğin anda bunun kafası önüne düşer." dedim.

 

"Hata yapıyorsun." diyen Kıraç'a güldüm ve kulağına dudağımı yaklaştırdım.

 

"Benden sana bir abla tavsiyesi. Hata yapmak her zaman hayatına ekşın katar. Bak sen hata yaptın beni kaçırdın. Şimdi ben hata yaptım seni rehin aldım. Arada bir fark yok gibi sanki."

 

"Bunun sonunda zararlı çıkan sen olursun."

 

"Ay çok korktum. Ne yaparsın mesela? Döver misin, yoksa ileri gidip öldürür müsün?" dedim alaya alarak.

 

"Sen geç dalganı geç." dedi sadece.

 

Omuz silkip bakışlarını benden ayırmayan adama baktım. Gözlerimle kapıyı gösterdim. "Sana zahmet olacak ama kapı." Hiçbir şey yapmadan öylece bekleyince Kıraç'ın boğazından bıçağı çektim ve yeni kurşun çıkardığım, kanamaya devam eden yarasına hafifçe soktum. Zaten yara taze olduğu için acıyla bağırdı. "Açıyor musun yoksa patronunu kan kaybından öldüreyim mi?" Bakışları Kıraç'a kaydı. Kıraç ona nasıl bir tepki verdi bilmiyorum ama adam geriye gitti ve kapıyı yavaşça açtı.

 

"Yürü bakalım Kıraç efendi." deyip onu ittirdim. O önden ben ise arkadan odadan çıktık. Dar koridorda onu ite ite yürürken birden ileri yürümek yerine geriye yürüdü ve ayağıma bastı. Dengemi sağlayamadığım için sendelerken boğazındaki bıçak biraz boğazına battı ama o bunu umursamadı ve yaralı koluna rağmen karın boşluğuma dirsegiyle vurdu. Karnıma yediğim tekmelerden dolayı bu hamle daha da karnımı ağrıtırken acıyla inledim ve iki büklüm oldum. Kıraç'a bu yetmemiş olacak ki bir de beni duvara doğru ittirdi. Yine cam parçalarından çizilen kolum duvara çarptığı için acıma acı kattı ama bunu göz ardı etmeye çalışarak ayağımı kaldırdım ve ona tekme attım. Tekme tam bacak kemiğine geldiği için birkaç adım geriledi.

 

Vücudumdaki ağrılara rağmen atağa geçecekken tam sağ tarafımda kafama metal bir çişim değdi. Yüzümü buruştururken bu kadar dikkatsiz olmama kızdım. Başıma silah tutan Kıraç'ın adamıydı.

 

Risk alıp silahına hamle yapacakken kendisini çabuk toparlayan Kıraç da diğer tarafımda belinden silahını çıkartarak bana doğrulttu. "Deneme istersen." diye mırıldandı. Silahının emniyetini açıp devan etti. "Yoksa senin açından pek iyi olmaz."

 

Yan tarafımdaki adamı boş verip Kıraç'a döndüm. "Sık." dedim. "Sık da hem sen hem ben kurtulayım. Biraz cesaretin varsa o silahı ateşlersin!"

 

"Öyle mi?" dedi. Silahın emniyetini kapatıp tekrardan beline koydu ve az önce arbede de düşen bıçağı yerden aldı. "Benim daha iyi fikirlerim var." Bir elindeki bıçağa bir de ona bakrım.

 

"Eğer ki öldürmezsen ben seni öldüreceğim! Fırsatın varken öldürmeni tavsiye ederim." dedim dimdik karşısında durarak.

 

Hiçbir şey demedi, ağır ağır elindeki bıçakla bana doğru geldi ve saçlarımdan tutarak başımı geriye çekti. Saçlarımı çektiği için çenem yukarıya kalkarken yukarıdan bana baktı. "Ölmek mi istiyorsun?" diye sordu.

 

"Sen ölmek istemiyorsan öldür!" dedim.

 

Yine bir şey demedi ve elindeki bıçağı havaya kaldırdı. Bu sefer yapacağını anlayıp gözlerimi kapattım ve o bıçağın vücuduma saplanmasını bekledim.

 

*

*

*

 

PARS KARADAĞLI

 

Sinirden deliye dönerken hızla sağ ele geçirilen adamların yanına gittim. Bir tanesinin yanına gidip yakasından tutarak ayağa kaldırdım. "Nereye gitti lan patronun?"

 

"Bilmiyorum." demesiyle yüzüne bir yumruk atıp tekrardan yakasından tuttum.

 

"Nerede patronun?" Tekrar sordum. Yine aynı cevabı verirse yine yüzüne yumruk yiyecekti.

 

"Bilmi..." Aynı cevabı vereceğini anlayınca yüzüne bir yumruk daha atıp bacağımdaki beylik tabancamı aldım ve onun ağzına soktum.

 

"Eğer yine bilmiyorum dersen o beynini dağıtırım senin! Nerede patronun?" Bir şeyler dedi ama ağzındaki silahtan dolayı ne dediği anlaşılmadı. "Silahı çekeceğim ama yine aynı cevabı alırsam tek kurduğun cümle o olur!" Yine bir şeyler dedi ama anlamadım. Silahı ağzından çekmemle hızlı hızlı konuşması bir oldu.

 

"Buraya yakın bir yerde bir evi daha var. Oraya gitmiş olabilir."

 

Silahı bacağıma yerleştirip arkamı döndüm. "Alın şunu. Yolu göstersin bakalım." dedim. Bizimkiler adamı alırken yolu tarif etmesiyle çıktık yola.

 

Neredeyse üç, dört saatlik bir yol yürüdükten sonra dağ başında yine bir evin yanına geldik. Etrafta kimse görünmezken kaşlarım çatıldı. Kaçtıkları araba da burada yoktu.

 

"Dua et burada olsun! Yoksa seni kimse elimden alamaz!" dedim ve eve doğru ilerdim. Evin tahta kapısına gelince tüfeğimin ucuyla ittirip kapıyı açtım ve silahın namlusunu içeriye doğru tutarak ilerledim. Dar koridorda ilerlerken tam karşıda gördüğüm şeyle durmak zorunda kaldım. Gözlerim kısılıp daha dikkatli bakınca neye uğradığımı şaşırdım.

 

Arkamdaki tim de fark etmiş olacak ki hepsi aynı anda "Yok artık!" dedi.

 

Burnumdan keskin bir soluk alıp "Şerefsiz!" dedim. Onu elime geçirdiğim anda bu yaptığına onu pişman edecektim! Hangi hakla bunu yapma cesareti buluyordu!

 

Selam naslsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Son sahnede Pars ne gördü de şaşırdı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Diğer bölüm final bölümü olacak...

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%