Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm "Tanıdık Gelen Hisler"

@kitap__gezegeni1

​​​​Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

 

 

​​3.Bölüm "Tanıdık Gelen Hisler"

 

Bir insanı ya tanırsın ya da tanımazsın değil mi? Pars'ı tanımadığıma eminim ama bazı şeyleri niye tanıdık geliyor işte onu anlamadım. Görsel hafızam iyiydi, birini sadece birkaç saniye görsem bile anında tanırdım ama Pars... Bana sadece gözleri ve dokunuşu tanıdık geliyordu. Neden? İşte bu sorunun cevabını bulmam lazımdı.

 

Daha önce gördüm mü? Gördüysem neden hatırlamıyorum? Neden sadece gözleri ve dokunuşu tanıdık geliyor? Bu ve bunun gibi sorular beynimin içinde dönüp beni sinir etmeye başlarken kamp alanına gelmiştik bile.

 

Daha fazla düşüncelere dalarsam bu opresayonu batırırdım, onun için bir an önce toparlanıp hayal aleminden kurtulmam lazımdı. Aklımdaki düşüncelerin hepsini defedip bu operasyona odaklandım. Kamp alanın biraz gerisinde durunca etrafıma baktım, az ileride nöbet tutan teröristler vardı. Toplam beş kişilerdi ve hepsinin arasında mesafe vardı.

 

"Gece, Anıl, Enes ve ben içeriye giriyoruz, Barış ve Batuhan, siz de nöbet tutan teröristleri halledin. Geleceğimizi tahmin ettikleri için etrafta çok sayıda terörist var, sessizce etkisiz hale getiriyorsunuz." dedi Pars, bakışlarını Görkem'e çevirdi. "Sen de mümkünse olduğun yerde dur, bize gözcülük yap." Gülmemek için alt dudağımı ısırdım, mayına basma olayından dolayı böyle diyordu sanırım.

 

"Komutanım sıkılırım ben burada, söz daha dikkatli olup mayına basmam. En azından Barış ve Batuhan'la birlikte teröristleri halledeyim." dedi. Batuhan hemen söze girdi.

 

"Nedense sana hiç güvenemiyorum Görkem, yani şöyle dururken bile mayına basacakmışsın gibi hissediyorum." Batuhan'ın dediğine güldüm, askerlik hayatı boyunca çocuğu nasıl bıktırdıysa artık her an her şey olabilir havasına bürünmütü. Yazık.

 

"Sen ortalığı bir karıştırma oğlum ya! Senin gevezeliğin yüzünden teröristlere yakalanacağız." deyip Batuhan'a kızdı Görkem. Sanki kendisi az önce gevezelik yapmıyordu.

 

"Tamam tartışmayın, Barış sen gözcülük yap Batuhan ve Görkem de gözcülük yapan adamları halletsin." deyip tartışmaya son noktasını koydu Pars.

 

Herkes görevini anladığı için yanımızdan ayrıldı. Pars'la ben bir yere Anıl'la Enes de başka bir yere dağıldı. Biz dördümüz içeriye girecektik. Batuhan ve Görkem'in etkisiz hale getirdi teröristlerin yanına gittik. Hava çoktan kararmasına rağmen etrafta çok sayıda terörist vardı ve bizi anında görürlerdi, onun için onların kılığına girmek zorundaydık. Bizim geleceğimizi bildikleri için kamp alanından ayrılmışlardı, buraya da geleceğimizi tahmin ettikleri için etrafta çok sayıda terörist dolaşıyordu.

 

Adamların üstündeki paçavra gibi duran kıyafetleri çıkardık, üzerimizdeki üniformaları çıkarmadan kıyafetleri üzerimize geçirdik. Son olarak yüzlerini kapatmak için kullandıkları bez parçası gibi duran şeyleri de alıp burnunuza kadar yüzümü kapattık. Sadece gözlerimiz görünüyordu bu şeklide.

 

"Bu ne lan? Şimdi kusacağım kokudan!" Kulaklıktan Enes'in sesini duyunca ben de o kokuyu aldım, yüzümüze sardığımız bez parçasından geliyordu koku. Kendileri yıkanmadığı gibi giydikleri şeyleri de yıkamıyorlardı ve haliyle iğrenç bir koku oluyordu.

 

"Kardeşlerim hakkınızı helal edin sanırım ben daha fazla dayanamayacağım, bu kokudan öteki tarafa birazdan giderim. Sizinle çalışmak, çatışmak güzeldi. Yani daha çatışmak nasip olmadı ama güzeldi yine de." dedi Anıl. "Neyse konuştukça bu kokuyu daha çok alıyorum ben. Görev bitene kadar nefes almamayı planlıyorum, ses vermezsem endişe etmeyin yani." Sessizce güldüm dediklerine, abartıyor falan derdim ama koku gerçekten iğrençti.

 

Pars hazırlandı mı diye ona baktım, gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. Beynimin içinde sesler dolaşmaya başlarken ben şaşkınca Pars'a bakıyordum.

 

"Orada biri var... İyi misin? Ölmüş mü?"

 

Beynimin içinde bu sesler dolaşırken ben Pars'a bakmaya devam ettim. Aynı benim gibi giynmişti, sadece gözleri gözüküyordu ve az önce tanıdık gelen gözler bana daha da tanıdık gelmeye başlamıştı. Peki bu beynimin içinde dolanan sesler neydi? Neden Pars'a bakınca o sesleri duymaya başlamıştım?

 

"Gece? İyi misin?" Pars'ın bana seslesenmesiyle başımı iki yana sallayıp silkelendim. Ne oluyordu bana bugün ya?

 

"İyi misin? Duyuyor musun beni?"

 

Sesleri bir kez daha duyarken gözlerimi açıp kapattım. Bu duyduğum sesleri daha önce duymuş gibiydim ama duymamış gibiydim de. Kafam iyice karışmaya başlamıştı. Tam da operasyonun içinde olacak şeydi zaten bu!

 

"Gece duyuyor musun beni?" Pars'ın bir kez daha bana seslenmesiyle beynimin içinde duyduğum sesleri görmezden gelmeye çalışarak başımı salladım.

 

"Şey, iyiyim. Girelim mi artık kampa?" dedim. Düşünmek istemiyordum, düşünürsem dikkatim dağılacaktı ve operasyonu istemeye istemeye mahfedecektim.

 

Başını sallayınca onunla birlikte kapma'a girdik. Aklıma Pars'la ilgili tanıdık gelen şeyleri ve az önce beynimin içinde duyduğum sesleri getirmemeye çalışarak etrafıma baktım. Fazla dikkat çekmemek için Pars'la birimizden ayrılıp öyle yürümeye devam ettik. Karşıdan bana doğru gelen bir teröristi görünce yüzümdeki bez parçasını biraz daha yukarıya çektim. Umarım bir şey demeden yanımdan geçip giderdi. Ne kadar sesimi değiştirmeye çalışarak konuşsamda kadın olduğum hemen anlaşılırdı. Sonuçta erkeklerin ses telleri kalın, kadınlarınki inceydi ve ne kadar sesini değiştirirsen de kadın olduğun anında anlaşılırdı. Kampta kadın teröristin olup olmadığını bilmediğim için konuşmamak benim için daha iyiydi.

 

Adam yanımdan geçip gidince derin bir nefes aldım. Kamp alanında ilerlemeye devam ettim. "Komutanım ben ve Anıl çadırlara giriyoruz." Kulaklıktan Enes'in sesini duydum. Hemen ardından Pars da konuştu.

 

"Tamam biz de mağaraya giriyorsun. Dikkatli olun, fazla dikkat çekmeyin ve birbirinizden ayrılın." Pars'ın cevabından sonra mağaraların olduğu yere ilerledim. Mağaralardan birine girecekken arkamda bir ses duydum.

 

"Hey, baksana bir." Tam arkamda biri sanırım bana sesleniyordu. Cevap vermeden gitsem dikkat çekeceğim için mecbur yavaşça arkamı dönüp bana seslenen adama baktım. Umarım konuşmak zorunda kalmazdım. "Nöbetin bittiyse yatmadan önce esirleri bir kontrol et." deyince derin bir nefes alıp başımı sallamakla yetindim.

 

Adam arkasını dönüp gidiyordu ki aklına bir şey gelmiş gibi tekrardan bana döndü. "Elleri ayakları bağlı mı diye iyice bak, bunlar asker ne olacağı belli olmaz." dedi ve arkasını dönüp gitti. Salak! Onlar sadece asker değil, Türk askeriydi.

 

Daha fazla burada durmaya devam edersem başka biri daha gelecekti, hiç vakit kaybetmeden mağaranın içine girdim. İlk önce şöyle bir etrafıma bakıp yavaş ve dikkatli bir şekilde ilerledim. Mağaranın içinde bölmeler vardı, yani başka odalar vardı. Her geçtiğim bölmenin içine bakarak ilerledim. Mağaranın sonuna gelince askerlerin burada olmadığını anlayıp arkamı dönecektim ki garip, boğuk bir ses duydum. Bir süre durup sesi dinledim. Sesi bir daha duymazken etrafımda döndüm, mağarada kimse yoktu, peki az önceki ses nereden gelmişti?

 

Yerden bir taş alıp etrafıma baktım, görünürde kimse görünmediği için yere eğilip elimdeli taşı sıktım. Elimdeki taşla yere vurdum. Bir ses gelmezken bu seferde taşla duvara vurdum. Yine ses gelmeyince bu seferde mors alfabesiyle asker olduğumu bildirdim. Az öne duyduğum ses askerlerden değilde bir terösitten gelse bile mors alfabesini bilemezdi, onlarda o zekanın olduğunu düşünmüyordum.

 

Az önce duyduğum boğuk sesi bir kez daha duyunca sırıttım, askerler buradaydı. Bu sefer mors alfabesiyle ses çıkarmaya devam etmelerini söyleyip seslerini dinledim. Seslerini duyuyordum ama nereden geldiğini bir türlü anlayamamıştım.

 

Bir kez daha etrafımı kontrol edip yere yüz üstü uzandım, kulağımı yere dayayıp sesin aşağıdan mı geldiğini dinledim. Tahmin ettiğim gibi ses aşağıdan geliyordu ama çok uzak olmalılar ki seslerini net anlayamıyordum. Bir de büyük ihtimalle ağızları bağlıydı ve zor ses çıkarıyorlardı.

 

"Komutanım askerleri buldum." dedim kulaklıktan. "Ama mağaranın içinde değiller, mağaranın altındalar. Bu kamp önceden vamış büyük ihtimalle ve askerleri bulmayalım diye mağaranın altındaki geçite saklamışlar." diye açıkladım.

 

"Tamam Gece, sen aşağıya inen yolu bul, yanına Anıl ve Enes geliyor." deyince az önce baktığım odalara tek tek bakmaya başladım, tabii bu sefer aşağıya inen bir yol varmı diye baktım.

 

"Teröristleri hallettiniz mi Batuhan?" Pars'ın sorusunu duyum, hem kulaklıktan onları dinledim hem de odaların içine tek tek girip etrafı iyice aradım.

 

Batuhan fazla geçikmeden yanıt verdi. "Sonuncusunu da şimdi hallettik komutanım."

 

"Güzel, etrafa bombaları yerleştirmeye başla sen. Görkem yanıma gel, sağ ele geçirmemiz gereken teröstleri almamız lazım. Barış sen de gözcülük yapmaya devam et, herhangi ters bir durumda bizi bilgilendir."

 

Hepsi aynı anda "Emredersiniz komutanım." dedikten sonra Enes'in sesini duyum.

 

"Komutanım aradığımız teröristlerden birini buldum, mışıl mışıl uyuyor şu anda." dedi gülerek.

 

"Tamam Enes yerini bildir ve Gece'ye yardıma git." deyince Enes yerini bildirdi.

 

Başka bir odaya girince etrafıma baktım, mağaranın içinde dolanıp etrafı iyice aradım. Bir şey bulamayınca arkamı dönüp gidiyordum ki bastığım yerin hareket ettiğini hissedince geri gidip yere baktım, yuvarlak taştan bir kapak vardı. Dizlerimin üstünde yere oturup yerdeki taştan kapağa dokundum, bunu nasıl açıyorlardı ya? En azından açmak için hafif bir boşluk falan bırakır insan.

 

Kapağın kanarları boşluktu ama kapak olduğu için boşluktu, bir parmağım bile içine girmezdi. Tekrardan ayağa kalkıp kapağın üstüne çıktım, olduğum yerde kapağın üstüne zıpladım belki açılır da kapak aşağıya düşer diye ama pek etkili olduğunu söyleyemezdim. Zaten düşse şaşırırdım.

 

Elimi kulaklığa götürüp konuşacaktım ki arkamda bir ses duyum. Üzerime giydiğim kıyafetlerden elimi yavaşça içine sokup bacağıma taktığım tabancamı alıp hızla arkama döndüm, gördüğüm kişilerle elimdeki silahı indirip kaşlarımı çattım. "Oğlum niye sessizce geliyorsunuz? Ya ateş etseydim?" dedim Anıl ve Enes'e bakarak.

 

"Bizim içinde aksiyon olurdu işte komutanım." dedi Enes gülerek. Az önce elime aldığım taşı Enes'e attım.

 

"Ben senin kafanı yarayım da aksiyonu o zaman gör sen. Görkem mayına basmaya meraklı, sen vurulmaya meraklısın diğerlerinin hobilerini nedense hiç merak etmiyorum. Çünkü ne çıkacağı hiç belli olmaz." dedim aksi bir sesle.

 

"Yaa ben ne yaptım da araya kaynadım şimdi? Burada uslu uslu Pars komutanıma yardım ediyorum ama her konuşmanın arasına ben kaynıyorum." dedi Görkem.

 

"Valla bizim time bir tane deli yetiyordu ama şimdi ikiye çıktı, ne yalan söyleyeyim diğerinin hobilerini ben de merak etmiyorum." dedi Barış. "Ama bir yandan da ne kadar deli olduğumuzu öğrenmek istediğim için merak da ediyorum." Güldüm, bu da ne istediğini biliyordu.

 

"Oğlum böyle kararsız kalan bir burç vardı neydi o?" dedi Anıl, bir süre ensesini kaşıyıp düşündü. Aklına gelmiş olacak ki gülümsedi. "Hah hatırladım, ikizler burcu musun kardeşim? İkizler burcu sürekli kararsız kaldığı için hep uzak duruyorlar, sen de ikizlersen söyle de uzak duralım." dedi gülerek.

 

"Sen de açığa alındığın süre boyunca burç yorumcularını dinledin herhalde Anıl. Gece komutanım canı sıkıldıkça adam döver ve nezarethaneye düşer, sen canın sıkıldıkça burç yorumcularını dinlersin. Nedense benim de diğerlerini hiç merak edesim gelmedi." dedi Barış, bunda haklıydı işte.

 

"Neyse, hem konuşun hem biraz eliniz çalışsın gençler." dedim. "Burayı nasıl açacağız, sanırım askerler burada." diye ekledim.

 

Anıl yanıma gelirken Enes bir şeyler bulmak için yanımızdan ayrıldı. Anıl'la birlikte bir süre kapağı açmaya çalıştım ama bu kapakta tutacak bir yer olmadığı için bütün girişimlerimiz başarısız oldu. En sonunda biz de Enes gibi bir şeyler aramaya gidecektik ki Enes elinde uzun bir demir paçasıyla yanımıza geldi. "Belki bununla açabiliriz komutanım." deyip demiri kapağın arasındaki o küçük boşluğa soktu, demiri yan yatırarak açmaya çalıştı. Kapak hafif kalkınca Anıl'la birlikte kapağı tutup ittirmeye çalıştık.

 

Kapak hem kalındı hem de oldukça ağırdı ama zorda olsa kapağı açabilmiştik. Aşağısı karanlık olduğu için kaskımızdaki fenerleri açıp sırayla aşağıya indik. Elimde hissettiğim küçük sızıyla oraya baktım, işaret parmağım kanıyordu, sanırım kapağı açarken olmuştu.

 

Parmağımdaki kanı duvara silip ilerlemeye başladım. Aşağıya ayrı bir yer yapmışlardı sanki, dümdüz bir yol vardı şimdilik. Düz yolda ilerleyince karşımıza geniş bir oda çıktı. Karanlık, kasvetli ve havasız bir oda. Yerin altında bir oda vardı ve daha fazlası beklenemezdi herhalde.

 

"Bu ne ya? Ağzımdaki bez parçası yeterince kötü kokmuyormuş gibi bir de burası havasızdı. İt herifleri alacaksın aylarca aç susuz buraya kapatacaksın işte o zaman görecekler günlerini." dedi Enes. "Biz bu itlere çok iyi davranıyoruz, kendi yaptıkları şeyleri bizzat kendilerine kullanacağız ki o zaman görsünler günlerini."

 

Enes'in yanına gidip omzuna vurdum. "Şuradan askerleri bir çıkaralım sonra teröristler için düşündüğün fantazileri dinleriz." dedim. Etrafıma bakarak geniş odadan çıkıp başka bir koridora girdim. Yukarıda kamp vardı ve aşağıya da ayır bir kamp kurmuşlardı sanki. Yukarıdaki mağaraların karışık olması yetmiyormuş gibi burasıda aynıydı.

 

Bu kordirodan da çıktıktan sonra karşımıza yine geniş bir oda çıktı ve ellerinden tavana asılı bir şekilde duran askerler de buradaydı. Ağızları bir bez parçasıyla bağlıydı, üstleri hep kan olmuştu ve yüzleri, kolları yara bere içindeydi. Hiç vakit kaybetmeden yanlarına ilerledim, bir yandan da bizimkilere seslendim. "Anıl, Enes askerleri buldum. Çabuk buraya gelin."

 

Askerlerin yanına gidip ilk önce ağzılarındaki bez parçalarını çözdüm, sonra kemer kayışımdaki kasaturayı alıp ellerindeki zincirlerin kilit yerlerinden açmaya çalıştım. "Komutanım böyle çok vakit kaybederiz, Pars komutanım teröristleri bulmuş, Batuhan da bombaları yerleştirmiş." diyen Enes'e baktım.

 

"Başka türlü nasıl zincirleri çözebiliriz? Silah kullansak bu sefer bütün kampı başımıza toplarız ve plan iptal olur." deyip tekrardan işime döndüm.

 

"Bunlarla halledeceğiz komutanım." Enes'in bir kez daha konuşmasıyla ona baktım, elinde gördüğüm anahtarlarla şaşırdım. Bunları nereden bulmuştu?

 

"Onları nereden buldun sen?" Aklımdan geçen soruyu Anıl dile getirdi.

 

"Bizim de var kendimize göre yöntemlerimiz aslanım." deyip askerlerin yanına gitti, tek tek zincirleri açmaya başladı.

 

"Gizem kasamada söyle işte Enes." dedi Anıl.

 

"Enes ne lan? Şu anda operasyondayız, komutanım de öyle söylerim." dedi gülerek. Başımı iki yana salarak onları dinledim.

 

"Komutanım bunlar iş yapmıyor ki gevezelik yapıyor." Kulaklıktan Görkem'in sesini duyunca güldüm, sanırım Anıl ve Enes'den bahsediyordu.

 

Bir yandan onları dinledim bir yandan da Enes'in çözdüğü askerlerin yanına gidip su içirdim. Kim bilir kaç gündür buradaydıydılar, bu itler yemeği geçtim bir bardak su bile vermezdi.

 

"Bence sen her şeye maydonuz olma kardeşim." diyerek Batuhan araya girdi. Anıl da yanıma gelip çantasındaki suyu askerlere vermeye başladı. "Ayrıca ilkokul çocukları gibi ne şikayet ediyorsun?" dedi gülerek.

 

"Kardeşim ne lan? Ben senden rütbe olarak üstsünüm, komutanım diye hitap edeceksin." diyerek Enes'i taklit etti. "Ayrıca şikayet falan etmiyorum, duyduğumu söylüyorum." Kendini savunmayı da ihmal etmedi.

 

"Oğlum araya kaynamayın lan! Merak ettim nasıl aldın sen o anahtarı?" Bir kez daha sordu Anıl. Bir kulağım onlardayken askerlere baktım, bir tane askerin açık yarasını görünce çantamdan sağlık kitini çıkarıp sargı bezi aldım. Yarası hâlâ kanıyordu, buradan çıkana kadar sarılı durursa kanaması da dururdu.

 

Ben askerin yarasını sararken Enes de Anıl'ın sorusuna cevap verdi. "Buraya gelmeden önce sağ ele geçirmemiz gereken teröristlerden birini gördüm demiştim. İşte onun çadırında anahtarı gördüm, belki işime yarar diyerek anahtarı araklayıp öyle çıktım." Askerin yarasına sardığım sargı bezini sıkıca bağladım.

 

Barış alaylı sesiyle "Aha kesin bu da açığa alındığı günler boyunca sıkıntıdan hırsızlık yapıyordu." dedi.

 

Enes hemen savunmaya geçip "Hadi lan oradan! Ben anca hırsızları yakalarım. Hırsızlık yapmam." dedi.

 

Sanırım Pars bu tartışmanın son bulamayacağınız anlayıp araya girdi. "Beyler çeneniz yerine eliniz mi çalışsa artık, bu gidişle sabaha anca çıkacağız buradan." Konuşmalara pek dahil olmuyordu. Ya time alışamamıştı ya da genel olarak sessiz takılıyordu. Bunu da zamanla anlardım herhalde.

 

"Komutanım aramızda Gece komutanım da var, beyler demek olmadı şimdi." dedi Batuhan, sanki ben onlar gibi konuşuyordum da araya beni katacaktı Pars.

 

Tam da düşündüğüm şeyi Pars dile getirdi. "Gece sizin gibi gevezelik yapmadığı için araya onu katmadım Batuhan." Hepsi Pars'ın cevabı üzerine susunca kıkardadım. Bütün askerlere su içirmeye devam ettim.

 

Bir tane askerin zor nefes aldığını görünce hemen yanına gittim. "İyi misin?" Askerin yanına gidip sordum, bir yandan da nabzını kontrol ettim.

 

"İyiyim." dedi zorlukla, diğer askerlerden yaşça büyük duruyordu. Tam yaşında askerliğe başladıysa bu askerlerlerin komutanı olmalıydı ve askerlerini korumak için büyük ihtimalle en çok dayak yiyen de oydu.

 

Çantamdaki son suyu da çıkarıp ona verdim. Zorlukla suyu içti. Askerlerin hepsini çözünce Anıl nefes almakta zorlanan askerin kolunun altına girip ona destek verdi. Enes de bir askerin aksayarak yürüdüğünü görünce onun kolunun altına girip destek verdi.

 

Önde ben arkamdan da diğeriyle birlikte bu kasvetli yerden çıktık. Mağaranın çıkışına doğru ilerlerken kulaklıktan Barış'a seslendim. "Barış dışarıya çıkıyoruz, etrafta birileri var mı?"

 

"Yok komutanım, çıkabilirsiniz." Aldığım cevapla birlikte yine önde ben olmak üzere ilerledik. Görkem ve Batuhan gözcülük yapan teröristleri hallettikleri için etrafta kimse yoktu, geriye kalanlarda uyuyordu. Tabii bu durum her an karşımıza biri çıkmayacağı anlamına gelmiyordu.

 

"Komutanım sağ tarafa dönüp o taraftan ilerleyin. Biri sizden tarafa geliyor, sağ tarafa dönerseniz sizi görmez." Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Barış'tan aldığım komutla hemen sağ tarafa dönüp ilerledim. Omzumun üstünden arkama baktım, yürümekte zorlanan askerler olmadığı için tekrardan önüme döndüm.

 

Barış'ın yönlendirmeleriyle kamp alanından kimseye görünmeden çıkmayı başardık. Anıl askerleri buradan uzaklaştırırken biz de kampın dışında diğerlerini beklemeye başladık. "Komutanım askerleri çıkardık sizi bekliyoruz." dedim kulaklıktan.

 

"Son bir kişi kaldı onu da halledip geliyoruz." Aldığım cevapla etrafıma baktım, az ilerideki küçük tepeyi görünce oraya ilerledim. Barış'a yardım edip ben de gözcülük yapsam iyi olacaktı. Hem buradan Pars ve Görkem'in getirdiği teröstleri de görürdüm. Biz askerleri ararken onlar çoktan iki tane terösti etkisiz hale getirip kamptan çıkarmıştı.

 

Tepeye çıkınca ilk önce üzerimdeki bez parçası görünümlü kıyafetleri çıkarıp kurtuldum. Sonra da boynumdaki dürbünden teröristlere baktım, başlarında Batuhan'ı görünce daha fazla oraya bakmadan yüz üstü uzanıp mevzi aldım. Omzumdaki tüfeğimin dürbünüyle etrafa bakmaya başladım. Yaklaşık beş dakika sonra Pars'ın sesini işittim kulaklıktan. "Barış dışarıya çıkıyoruz, etraf temiz mi?"

 

"Temiz komutanım, çıkabilirsiniz." Pars ve Görkem Barış'tan aldığı yanıtla harekete geçip benim görüş alanıma girdiler. Yanlarındaki adamın elleri ve ağzı bağlıydı, sanki kaçabilecekmiş gibi çırpınmaya çalışıyorlardı. Onların gidecekleri güzargahı kontrol etmeye başladım.

 

Bir sorun çıkmadan yanlarındaki adamla birlikte kaptan çıktıklarında ayağa kalktım, tüfeğimi tekrardan omzuma asıp etrafıma baktım. İçimdeki dürtüyle bakışlarım Barış'ın olduğu yere kaydı, arkasından ona yaklaşan teröristi görünce az önce omzuma astığım tüfeğimi aldım elime. Barış da benden tarafa bakınca o da benim gibi tüfeğini aldı, aynı anda konuşup ateş ettik.

 

"Barış dikkat et!"

 

"Komutanım dikkat edin!"

 

Barış'ın arkasındaki adamı alnından vurmamla yere düşüp küçük tepeden yuvarlandı. Arkamda bir hareketlilik olunca oraya baktım, benim de arkamda bir adam vardı ve Barış onu vurmuştu. Bizim silah seslerimizden dolayı kampta bir hareketlilik oluşmaya başladı. "Komutanım fark edildik." dedim. Teröristler dışarıya çıkıp rastgele etrafa ateş etmeye başlamıştı.

 

"Hemen oradan uzaklaşın, Batuhan bombayı patlatacak!" Pars'tan aldığımız komutla Barış'la aynı anda arkamızı dönüp koşmaya başladık. Yerde yatan adamın üstünden zıplayıp küçük tepeden aşağıya indim. Son kez omzumun üstünden arkama baktığımda teröristlerin kaptan çıkmak üzere olduğunu gördüm, kampa yakınlığımızı umursamadan konuştum.

 

"Bombayı patlatın komutanım, uzaklaştık biz." Aslında çok yakın değildik, çok da uzak değildik. Bombanın patlamasından etkilenmezdik, sadece o gürültü ve oluşan sıcak hava dalgasını fazlasıyla hissederdik.

 

Pars benden aldığı komutla Batuhan'a bombayı patlamasını söyledi. Kısa süre içinde o gürültülü sesi duydum, eş zamanlı olarak arkamda sıcak hava dalgasını hissettim. Sıcak hava dalgası beni öne doğru ittirince yüz üstü yere düştüm. Üzerime gelen toprağı ve küçük taşları hissederken öksürdüm.

 

"Barış, Gece iyi misiniz?" Kulaklıktan Pars'ın sesini duyarken öksürmekten cevap veremedim. Dizlerimin üstünde oturup boğazımı tutarak öksürdüm. Nefes nefese bir şekilde Pars'a cevap vermemeye çalıştım.

 

"Ben iyiyim komutanım." dedim zorlukla. Birkaç saniye sonra Barış'ın da sesini duyum.

 

"Ben de iyiyim komutanım."

 

Öksürmeye devam ederken sırtımdaki çantadan su almaya çalıştım ama suların hepsini askerlere verdiğim aklıma geldi. Boğazımı ovup ağzımı kapattım ama tekrardan Öksürmeye başladığım için açmak zorunda kaldım. Ağzım açık olduğu için tozlar ağzıma giriyordu ve bu da daha çok öksürmeme neden oluyordu.

 

Yerden destek alıp ayağa kalkacakken önüme uzatılan suyla başımı kaldırıp suyu uzatan kişiye baktım, Pars bir dizinin üstünde yere eğilmiş su uzatıyordu. Elindeki suyu alıp hiç vakit kaybetmeden içtim, göz ucuyla da Barış'a baktım, onun da yanında Görkem vardı ve su içiriyordu.

 

"İyi misin?" Pars'ın sorusuyla yine o sesleri duymaya başladım.

 

"İyi misin? Gözlerini açıyor... Duyuyor musun beni?"

 

Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp başımı salladım. "İyiyim komutanım." Ayağa kalkmaya çalıştım. Pars belimden tutup ayağa kalkmama yardım etti.

 

Neydi bu tanıdık gelen hisler? Neydi bu kafamın içinde duyduğum sesler? Niye Pars konuşunca duyuyordum o sesleri? Neden sadece gözleri ve dokunuşu tanıdık geliyordu?

 

Yine beynimin içini sorular doldurmaya başladı. Sıkıntıyla derin bir nefes alırken işaret parmağımda bir dokunuş hissettim. "N'oldu buraya?" Pars'ın sorusuyla elime baktım, mağaranın alt geçitine geçmek için kapağı açarken kanayan parmağıma dokunuyordu.

 

"Askerleri kurtarırken oldu sanırım." deyip elimi yavaşça çektim, o ne zaman konuşsa, ne zaman bana dokunsa beynimin içindeki sesleri duyuyordum ve artık delirmeye başladığımı düşünüyordum. Biraz daha o tanıdık gelen hisleri düşünürsem ve o sesleri duyarsam gerçekten de delirdiğimi düşünecektin.

 

Neyse ki aramızda başka konuşma geçmeden buradan ayrıldık. Bizimkilerin yanına gelince Batuhan'ın karargaha haber verdiğini ve koordinatları gönderdiğini öğrendik. Elleri ve ağızları bağlı olan teröstler çırpınıp boğuk boğuk sesler çıkarırken hiçbirini umursamadan askerlerin yanlarına gidip yaralarına pansuman yaptık.

 

Helikopter gelince hepimiz helikoptere bindik, arkama yaslandım, gözlerimi kapatıp gözlerimi dinlendirdim. Bu sefer kimseden ses çıkmıyordu, sanırım baya yorulmuşlardı. Karargaha gelene kadar bugün olan şeyleri düşündüm, beyinimin içinde dönüp duran sesleri düşündüm ama bir açıklık getiremedim. Sanırım bunları Pars'a sormam gerekiyordu ama nasıl?

 

Adama gidip sen konuşunca ben galipten sesler duyuyorum diyemezdim, ya da gözlerin bana tanıdık geliyor da diyemezdim. Sormazsam bugün olanlara bir açıklık getiremeyecektim ama nasıl soracağımı da bilmiyordum. Yine bir çıkmazsın içine girdiğimi hissedince ofladım. Oflamamla birlikte üzerimde birden fazla bakış hissedince gözlerimi açıp etrafıma baktım. Sanırım biraz sesli oflamıştım, çünkü herkes bana bakıyordu.

 

"Bir şey mi oldu komutanım?" Anıl'ın sorusuyla ona dönüp başımı iki yana salladım.

 

"Hayır, uzun bir aradan sonra göreve çıkmak yordu sanırım." diyerek geçiştirdim.

 

Fazla üstelemedikleri için önüme döndüm ama üzerimde yine bakışlar hissedince etrafıma baktım, Pars'la göz göze geldim. Gözlerini kızmış bana bakıyordu. Birkaç saatte ben de olan tuhaflıkları fark etmişti büyük ihtimalle, onun için öyle bakıyordu. Fazla gözlerine bakmadan önüme döndüm, sessiz bir şekilde karargaha geldik.

 

Helikopterden inerken albayın ve yanındaki iki takım elbiseli adamların bizi beklediğini gördüm. Takım elbiseli adamlar istihabarttan olmalıydılar, teröristleri almak için gelmişlerdi anlaşılan.

 

Albayın karşısına geçip selam durduk. "Rahat çocuklar, siz odalarına gidip dinlenin, burası bizde. Yarın detaylıca konuşuruz." deyince baş selamı verip yanından ayrıldık. Operasyonda yorulmamıştım ama bu beynimdeki sesleri düşünmekten yorulmuştum.

 

Odama gelince kendimi direk duşa attım. Ilık bir duş alıp kendime gelmeye çalıştım ama Pars'ın tanıdık gelen dokunuşları ve gözleri aklıma gelip durdu. Bunun üstüne bir de beynimin içindeki sesler susmak bilmiyordu. İç çekerek duştan çıkıp üzerimi giyindim, saçlarımı gelişigüzel tarayıp kuruttum. Beynimin içinde dönüp duran sorulara cevap alabilmek için aldığım ani kararla odamdan çıktım. Yeni duş aldığım için dışarıya çıkınca ürperdim.

 

Kollarımı birbirine dolayıp yan odadaki Pars'ın yanına gidecekken karşıda telefonuyla ilgilendiğini görüp yönümü o tarafa çevirdim. "Komutanım biraz konuşabilir miyiz?" Yanına gelince sordum. Telefondaki bakışlarını bana çevirdi, başını sallayıp telefonunu cebine attı.

 

"Konuşalım da..." dedi, baştan aşağıya beni süzdü. "Sen iyi misin? Operasyonda da düşünceli gibiydin?" Derin bir nefes aldım. Adama konuşalım demiştim ama nasıl soracaktım şimdi.

 

"Aslında konuşmak istediğim konu da bununla ilgiliydi." deyip bir kez daha derin bir nefes aldım. "Acaba biz daha önceden tanı..." Cümlem Pars'ın telefonunun çalmasıyla yarım kaldı. Tam da cesaretimi toplamıştım ya.

 

Cebinden telefonunu çıkarıp arayana baktı. "Pardon, bunu açmam gerekiyor. Önemli bir şey değilse yarın gündüz rahatça konuşalım mı? Bugün hepiniz yoruldunuz, saatte baya ilerledi, dinlenip yarın rahatça konuşuruz. Ama önemliyse birkaç dakika bekletmem gerekiyor." Sorun değil anlamında gülümsedim, başımı iki yana salladım.

 

"Önemli bir şey değil, yarın konuşuruz." diyebildim. O benden aldığı cevapla telefonunu açıp yanımdan ayrılırken arkasından baktım. Aslında telefonunun çalması iyi olmuştu, sorumu nasıl soracağımı bilmiyordum ve eminim ki eveleyip gevelerdim karşısında. Artık bu akşam düzgünce düşünüp yarın nasıl soracağıma karar verirdim.

 

Hem beyinimin içindeki seslerden, hem uzun bir aradan sonra yorucu geçen bir operasyonun ardından, hem de tanıdık gelen hislerden dolayı bir hayli yorgundum. Bu gece güzel bir uyku çekip yarın dinlenmiş bir şekilde düşünür sorularımı sorardım artık. Yoksa gerçekten de delirdiğimi düşünmeye başlayacaktım.

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce Gece'nin duyduğu sesler ney?

 

Bu seslerin Pars'la bir ilgisi var mı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%