Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40.Bölüm "Ölmek Mi Öldürmek Mi?" (FİNAL)

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

40.Bölüm "Ölmek Mi Öldürmek Mi?" (FİNAL)

 

Seni Son Nefesime Kadar seveceğim...

 

PARS KARADAĞLI

 

Sinirli bir şekilde dar koridorda ilerleyip tavana bağlanmış bir iple asılı olan saça baktım. Psikopat tam koridorun ortasına iple saç asmıştı ve bu saç Gece'nin saçıydı. Öyle az buz bir saç da değil. Bilgin tutmuş kesmiş saçı.

 

"Elime düşme Kıraç! Seni doğduğuna pişman etmeyen en adi şerefsiz!" dedim. Ben daha onun kılına zarar gelecek diye korkarken bir piç gelip saçını kesiyordu ve asıyordu!

 

Saçı tutup ipten çözdüm. Saçı almamla yere bir tane kağıt parçasının düşmesi bir oldu. Yere eğilip kağıdı aldım. Bir şeyler yazıyordu üstünde.

 

"Not mu bırakmış şerefsiz?" dedi arkamdaki Görkem.

 

"Bu notu alıp ona yedireceğim ben!" dedim ve notu içimden okudum.

 

Belki özlemişsindir diye sana küçük bir hediye bıraktım. Kıymetimi bil. Nasıl olsa annen gibi sevdiğin kadını da toprağa vereceksin. Artık özlediğinde o saça sarılır onu öpersin. Bu da sana ilk ve son iyiliğim olsun Pars Karadağlı. Babamın intikamını alacağım senden!

 

Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. Sakin olamayınca notu buruşturup yere attım ve duvara sert bir yumruk atarak avazım çıktı kadar bağırdım. "Gebertecegim lan seni! Ömek için ayaklarıma kapanacaksın, öldür beni diyerek yavaracaksın! İnim inleteceğim seni! İlk bulduğun fırsatta kendini öldürmek için fırsat kollayacaksın!"

 

Duvara vurmaktan elim kanarken kanayan elimle yüzümü sıfazlayıp başımdaki kaskı çıkardım. Ben sinirden deliye dönerken tim de benim buruşturup yere attığım kağıdı okuyordu.

 

"Şerefsizin dölüne bak sen!" dedi Batuhan. "Dünkü bebe gelmiş ahkâm kesiyor !" Ben ona keseceğim o ahkâmı. Elime bir düşsün bu yaptıklarının bedelini çok pis ödeteceğim!

 

Babası beni oğlu da Gece'yi kaçırıyor. Onları ben bir gün kaçırıp doğduklarına pişman edeceğim de haberleri yok!

 

Gözüm kapının önünde, Barış'ın tuttuğu adama kaydı. Büyük adımlarla ona ilerleyip adamın yakasından tuttum. "Başka nereye gider bu çocuk?"

 

Korkuyla titrerken başını iki yana sallayarak konuştu. "Bilmiyorum. Başka saklanacak yeri yok."

 

"Terör örgütleri yok mu? Onların yanına gitmemiş midir?"

 

"Ben bilmiyorum. Babası tanır terör örgütlerini, Kıraç hiçbirini tanımaz."

 

Hay ben böyle işin! Nereye gider başka! Lanet olsun.

 

Gece'nin kesilen saçını alıp çantama attıktan sonra buradan ayrılıp karargaha geçtik. Karargaha gelir gelmez kendimi direkt soğuk suyun altına attım. Beni anca soğuk bir duş kendime getirirdi.

 

Dakikalarca hiç suyun altından çekilmeden bekledim. Artık soğuk su vücudumu kesmeye başlayınca suyu kapatıp çıktım banyodan. Üzerime tekrardan üniformamı giyip odamdan da çıktım. Bahçeye giderken bir tane asker yanıma gelip selam durdu.

 

"Serhat Albayım odasında sizi bekliyor komutanım." Askeri onaylayıp Serhat Albayın odasına gittim. İçeriye girmeden önce üstümü düzelttim ve kapıyı çaldım. İçeriden gelen gir komutuyla içeriye girip baş selamı verdim.

 

"Beni çağırmışsınız komutanım."

 

"Otur Pars. Konuşacaklarımız var."

 

İstemsizce kaşlarım çatıldı. "Gece'yle ilgili mi komutanım?"

 

Başını hafif hafif salladı. "Otur." Hemen koltuğa oturup ona baktım.

 

"Bulundu mu yoksa? Nereydeymiş?" Heyecanla sordum.

 

"Sayılır." dedi. "Şu anda Bitlis'te değiller, İstanbul il sınırına girmişler. Çevirmeye yakaladıkları için kaçmışlar ve İstanbul emniyeti onu arıyor."

 

"Tamam, hemen biz de gidelim o zaman. Emniyetle iş birliği içinde hemen buluruz."

 

Sıkıntılı bir nefes alıp verdi. "Bu görev için başka timi yönlendireyeceğim Pars." Kaşlarım çatıldı, sinirlendim ama belli etmedim.

 

"Afedersiniz ama neden olduğunu sorabilir miyim?" Biz dururken neden başka bir tim gidiyordu?

 

"Operasyonda sakin kalmıyorsun Pars. Hata yapman çok yüksek. Başka bir timin gitmesi en iyisi."

 

"Sakin kalırım komutanım ben. Gece bizim timimizde ve bizim gidip onu almamız en doğrusu ama yine de siz bilirsiniz. Gitmeyin derseniz bir şey deme hakkım yok." dedim ama dememek için de büyük bir savaş verdim. Eğer karşımdaki komutanım olmasaydı asla sözünü dinlemez ben gidiyorum diye resti çekerdim ama işte yapamıyordum. İçimden de siz gidin demesi için dua ediyordum.

 

"Hepinizin bu operasyona çıkmak istediğinizi biliyorum ama hiçbiriniz kendinizi bu operasyona veremiyorsunuz. Sağ getirdiğiniz adamlar hâlâ hastanede, doktorlar iki güne anca çıkar diyor." Umarım geberip gider piçler! Yaşamayı hak etmiyorlar çünkü. Hiçbir kanı bozuk yaşamayı hak etmiyor.

 

"Bir daha böyle bir şeyin tekrarlanmayacağından emin olabilirsiniz komutanım. Görev ne gerekiyorsa onu yapacağız."

 

Bir süre bana bakıp düşündü. Karşısında kararlı görünmeye çalıştım çünkü bu operasyonda olmak istiyordum. Gece'yi kurtarıp öyle buraya dönmek istiyordum. Burada oturup onun kurtarılmasını beklersen kesin kafayı yerdim.

 

Sanırım ikna olmuş olacak ki "Tamam." dedi. "Bu operasyona siz gidiyorsunuz. Bir saat sonra yola çıkacaksınız." Yüzümde bir gülümseme oluştu. İşte beklediğim cevap.

 

Bekle beni Gece, bu sefer seni almadan hiçbir yere dönmeyeceğim. Bu sefer seni o psikopatın elinden kurtaracağım ve o iti de ait olduğu yere yollayacağım!

 

*

*

*

 

İstanbul'a gelince İstanbul emniyetiyle iş birligi içinde mobeselerden Kıraç'ın arabasını izliyorduk. Henüz araba değiştirmemişti ve sabit bir yerde durunca peşine düşecektik.

 

Yaklaşık bir saat boyunca mobeselerden onu takip ettikten sonra sabit bir yerde durdu. Araştırdığımızda burasının şehrin neredeyse dışında bir ev olduğunu öğrendik. Terörle mucadele polisleriyle birlikte hazırlanıp yola çıktık.

 

Uzun bir yolun sonunda İstanbul'un çıkışına yakın bir yerde dağ evine geldik. Etrafta oldukça fazla eli silahlı adamlar vardı. Demek ki buraya gelmeden önce tanıdık teröristlere haber vermişti.

 

Terörle mucadele timleri evin dört bir yanına dağılırken bizimkilerin de etrafa dağılmasını söyledim.

 

Herkes yerini aldıktan sonra terörle mücadele timinin başındaki polis yüksek bir sesle "Terörle mücadele! Etrafınız sarıldı!" diye bağırdı. "Zorluk çıkarmadan teslim olun!" demesiyle karşı taraf hiç düşünmeden ateş etti. Onların ateş etmesiyle bizlerde ateş edip hepsini tek tek indirmeye başladık.

 

Yaklaşık on dakikalık bir çatışmanın ardından geriye çok az bir adam kalmıştı. Kıraç ortada görünmüyordu, büyük ihtimalle evde saklanıyordu ama birazdan saklanmasına gerek kalmayacaktı.

 

Geriye kalan birkaç adam buradan sağ kurtulamayacaklarını anlamış olacak ki silahlarını atarak ellerini kaldırdılar ve teslim oldular. Onlara en yakın polisler gidip hemen kelepçeyi taktı ve etrafın temiz olduğundan emin olmak uçin içeriye girdiler.

 

Mevzi aldığım yerden hemen çıkıp evin içine girdim ve Gece'yi aradım ama yoktu. Ne Gece ne de Kıraç yoktu burada. Buradan kaçması imkansızdı çünkü gelir gelmez evin dört bir yanını sanmıştık. Bu da demek oluyor ki biz gelmeden kaçtı.

 

Dışarıya çıkıp sağ kalan adamları sorgulayacakken ben dışarıya çıkamadan Enes geldi. "Kıraç biz gelmeden önce kaçmış komutanım. Yürüyerek kaçmış, çok fazla uzaklaşmadığından eminiz. Polis ekipleri burasıyla ilgilenirken Kıraç'ın peşine düşebiliriz."

 

Hiç düsünmeden "Timi topla." dedim. "Bu sefer elimizden kaçamayacak piç!" deyip dışarıya çıktım ve tim toplanınca buradan ayrılıp Kıraç'ın peşine düştük. Polis ekipleri de adamları hallediyordu.

 

Ormanlık alanda ilerken cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Etrafımı kontrol ederek telefonu çıkardım ve baktım. Yabancı bir numaranın aradığını görünce kapatıp tekrardan yürümeye devam ettim ama aynı numara tekrardan arayınca durmak zorunda kaldım.

 

Elimi havaya kaldırıp yumruk yaptım. Arkamdaki tim durunca elimdeki silahı etrafıma tutarak telefonu açtım ve ben konuşamadan karşı taraf konuştu. "Beni mi arıyorsun komutan?" Kaşlarım çatıldı. "Konum atacağım, oraya gel." deyip telefonu kapattı. Bu Kıraç'tan başkası değildi.

 

Sinirden telefonu sıkarken sakin olmaya çalıştım. Saniyeler içinde de telefonuma bildirim geldi.

 

"Kıraç konum attı." dedim time.

 

"Ya tuzak kurduysa komutanım?" dedi Anıl. "Gece komutanımı tehlikeye atmayalım?"

 

"Gece elinde. Plan yapacak vaktimiz yok. Bu manyağın ne yapacağı belli de olmaz. Gece'yi riske atıp da bekleyemem." dedim ve attığı konuma doğru ilerdim. Konuma yaklaşınca burasının bir uçurum kenarı olduğunu gördüm.

 

Uçurum kenarına ilerlerken "Dikkatli olun." dedim.

 

Uçurum kenarına yaklaştıkça görüş alanımıza Gece ve Kıraç girdi. Kıraç Gece'yi tutmuş hem ayaklarını hem de ellerini bağlamıştı. Gece bizi görünce "Yaklaşmayın!" diye bağırdı. Bir an duraksayacak gibi oldum ama yine de yaklaştım. "Keskin nişancı var! Dikkat edin." Bakışlarım Barış'a kaydı. Anlamış gibi başını salladı ve etrafına bakmaya başladı ama keskin nişancı ateş etmediği takdirde onu bulması bir hayli zordu çünkü hava çoktan kararmıştı ve göz gözü görmesi imkansızdı.

 

"Hoş geldiniz Alfa timi." Bakışlarımı Gece'den çekip Kıraç'a çevirdim ve olduğum yerde durdum.

 

"Aynı şeyi senin için söyleyemeyeceğim." dedim dişlerimin arasından. "Çünkü birazdan sana güle güle diyeceğiz."

 

Sırıttı. "Kim kime güle güle der hiç belli olmaz."

 

Ona bakmaya devam ederken sessizce "Barış." dedim. "Bulduğun ilk fırsatta şunu indir."

 

"Merak etmeyin komutanım." deyip silahın namlusunu Kıraç'a çevirdi ama Kıraç hiç korkmadı. Aksine gülüp konuştu.

 

"Bunu deneme bile çünkü askerin beni vurduğu anda sevgilin de vurulur. Keskin nişancı tetikte bekliyor." Ağzımın içinden bir küfür savurdum. Gece'yi kurtarmak zor olacaktı. Ama asıl zor olan Gece'yi kurtardıktan sonra Kıraç'ın elimden kurtulamayacak olmasıydı.

 

"Ne istiyorsun? Uzatmadan söyle de seni bir an önce geberteyim."

 

Gülüdü, elindeki silahını bana doğru tutup "Senin ölmeni istiyorum." dedi.

 

"Öldürebiliyorsan öldür o zaman. Keskin nişancı da var nasıl olsa."

 

Başını iki yana sallayarak cıkladı. "O zaman eğlencesi kalmaz ki bunun."

 

Dişlerimi gıcırdatacak derecede sıktım. "Benim canımı sıkma Kıraç! Ne istiyorsun?"

 

Benim aksime o oldukça sakin görünüyordu. Ben sinirden deliye dönerken o bir hayli egleniyordu. "Seçim yapmanı istiyorum." Anlamadığım için kaşlarım çatıldı. "Evet Pars Karadağlı, ölmek mi öldürmek mi?" dedi karşımdaki it. "Eğer ölmeyi seçersen sen, öldürmeyi seçersen ise..." deyip yanında tuttuğu Gece'yi gösterdi. "Sevdiğin kadın ölür."

 

Gözlerim kısıldı. Hiç düşünmeden "Seni öldürmek!" dedim.

 

Başını iki yana sallayarak cıkladı. "Yanlış cevap ama sana bir ahk daha tanıyorum." diye dalga geçti. "Eğer yine yanlış cevap verirsen sevdiğin kadını keskin nişancı öldürecek." Başımı oynatıp Barış'a baktım. Elindeki silahını etrafa tutarak inceliyordu. Benim ona baktığımı hissetmiş gibi o da bana baktı. Başını iki yana sallamasıyla adamı bulamadığını anladım. Gözlerimle Kıraç'ı gösterdim. Anlamış gibi başını salladı.

 

Tekrardan önüme dönüp Kıraç'a baktım. "Askerine söyle tek bir hatasında adamım hepinizi kurşuna dizer. Başta da sevdiğin kadın ölür." Burun kemiğimi sıkıp tekrardan Barış'a baktım ve gözlerimi kapatıp açtım.

 

"İyi." dedim. "Ölmek. Gece'yi bırak öldür beni." Benim cevabımla Gece başını iki yana salladı.

 

"Saçmalama Pars!" diye bana kızdı. "Bu ite güvenme! Kesin bir şey planladı."

 

Kıraç sırıtıp "Bu kız fazla zeki." dedi ve Gece'nin bağlı eline silah tutturdu. Yanlış bir hareket yapmasın diye de elleriyle onun elini tuttu. "Madem ölmeyi seçtin sevdiğin kadının elinden olsun ölümün." Ben tepkisiz kalırken Gece'nin gözleri irice açıldı. Ona bir ataktada bulunamıyordu çünkü şerefsiz kızın ayaklarını da bağlamıştı.

 

"Ölürüm de böyle bir şey yapmam!" diye bağırdı Gece.

 

Kıraç yapmacık bir şekilde dudaklarını büzüp "Öyle mi?" dedi. "İyi madem ben de bütün arkadaşlarını gözlerinin önünde ölmesini emredeyim." Gece'nin gözleri dolarken büyük bir öfkeyle ona baktı.

 

"Adi herif!" Gece'nin bağırmasıyla iç çekerek bakışlarımı ondan kaçırdım. Bana ateş etmesi hiç umurumda değildi. Gerekirse onun için ölürdüm ama o öyle düşünmüyordu. Ben de onun yerinde olsam benim için de zor olurdu. Anlıyordum onu.

 

"Barış!" Gece Barış'a bağırınca tekrardan ona baktım. "Öldür şunu!" Barış da bunun için bekliyordu ama Gece'yi tehlikeye atmamak için kendisini zor tutuyordu.

 

Yanımda bir hareketlilik oluşunca oraya baktım. Görkem yanıma gelmişti. Elindeki silahı indirip sessizce "Saat altı yönünde bir hareketlilik var komutanım. Keskin nişancı orada olabilir." Saat altı yönü tam arkamda olduğu için dönüp bakamıyordum.

 

Tekrardan Barış'a baktım ve sol elimin serçe parmağını baş parmağımla kapattım. Serçe ve baş parmağım kapalıyken İşaret, orta ve yüzük parmağım yukarıda olacak şekilde ona gösterdim. İşaret dilinde bu altıydı. Ona daha fazla bir şey demezken o ne demek istediğimi anladı bile.

 

"İşaretimle." deyip tekrardan Kıraç'a döndüm.

 

"Hadi ama, Pars'ı öldürmezsen bütün silah arkadaşların gözlerinin önünde ölecek." Kıraç Gece'yi manipüle etmeye çalışırken Gece bana döndü. Gözlerimi açıp kapatarak ona güven verdim ve dudaklarımı oynatarak sık dedim. Başını iki yana sallayınca yine dudaklarımı oynatarak güven bana dedim.

 

Bir süre kararsızca bana baksada elindeki silahı yavaşça havaya kaldırdı. Kıraç da yanlış bir şey yapmasın diye elini tuttu.

 

Gözlerim Gece'nin elindeki silaha kaydı. Tetiği çektiği anda Barış'a işaret verecektim ve o da keskin nişancıyı halldecekti. Benim vurulup vurulmamam hiç umurumda değildi. Yeter ki Gece kurtulsun.

 

Gece tetiğe bassın diye uzunca bir süre bekledim ama basmadı. Bakışlarım silahtan Gece'ye kaydı. Dolu gözleriyle başını iki yana salladı ve dirseğiyle Kıraç'ı ittirip onun omzuna ateş etti. Planımda bu yokken o silah sesiyle eş zamanlı olarak bir silah sesi daha duyuldu ve Gece'nin tam sol tarafından kan akmaya başladı.

 

"GECE!" Avazım çıktığı kadar bağırıp Gece'ye doğru koşarken vurulan Kıraç dengesini saglayamamadı ve arkasındaki uçuruma doğru düştü ama düşmeden önce elleri ve ayakları bağlı olan Gece'yi de tuttu. Ben Gece'ye yetişemeden Kıraç'la birlikte uçurumdan düştü. Uçurumun dibine gelip deniz dalgalarının kayalara çarptığı uçurumdan aşağıya baktım. "GECE!"

 

"Çabuk! Acele edin!" Arkamda timin sesini duysam da ben oldugum yerde durup denizin içine düşüp gözden kaybolan Gece'ye bağırıyordum.

 

Birden omzumdan sarsılmamla kendime geldim. "Komutanım acele edin! Herkes aşağıya indi!" Silkelenip kendime geldim ve beni sarsan Batuhan'nın elinden kurtulup hızla ucurumundan aşağıya inmeye başladım. Aşağıya iner inmez karanlık havayı umursamadan kendimi göz gözü görmeyen suyun içine atıp Gece'yi aradım.

 

Suyun içinde nefessiz kalınca yüzeye çıkıp bağırdım. "GECE'!" Derin bir nefes alıp tekrardan suya daldım. Bu şekilde dakikalarca hem ben hem de tim Gece'yi aradı ama bulamadık. Suyun dalgaları bir yandan havanın karanlığı bir yandandı. İşimiz giderek zorlaşıyordu.

 

Nefes almak için tekrardan yüzeye çıktığımda birden bir ses duydum. "Buldum!" Anıl bağırıp suyun içine dalınca hızla onun olduğu yere yüzdüm. Ben yanına gelene kadar o tekrardan suyun yüzeyine çıkmıştı.

 

Anıl'la birlikte elimizden geldiğince hızlı olup onu yüzeye çıkarmaya çalıştık. Yüzeye çıkınca "Ambulansı arayın!" diye bağırdım. Gece'yi sırt üstü yatırıp nabzını kontrol ettim. Parmağımda cılız nabzını hissedince derin bir nefes aldım ama bu çok kısa sürdü. Çok zayıftı nabzı.

 

Onu tekrardan kucagıma alıp yukarıya çıkmaya başladım. "Nabzı çok zayıf. Ambulansa söyleyin yolda bizi karşılasın!" deyip yukarıya çıktım ve Gece'yi arabanın arka koltuğuna yerleştirip direksiyon başına geçtim. Gaza basıp bu ıssız yerden son sürat uzaklaşmaya başladım. En yakın hastaneden ambulansın buraya gelmesi en erken yarım saati bulurdu. O da en erken.

 

Elimden geldiğince boş yolda yaşvaşlamadan arabayı sürmeye başladım. Şehire az bir mesafe kala ileriden gelen ambulansı gördüm. Arabayı hemen önünde durdurup araçtan indim ve Gece'yi arka koltuktan aldım.

 

"Yaralı! Uçurumdan suya düştü, nabzı çok yavaş atıyor!" dedim Gece'yi sağlık çalışanlarının çıkardığı sedyeye yatırarak.

 

"Kaç dakikadır yaralı? Bilinci tam olarak ne zaman kapandı?"

 

Bir görevlinin sorduğu soruyla birkaç saniye düşünüp cevap verdim. O sırada Gece'ye damar yolu açıyorlardı. "Yaklaşık on beş sakika önce yaralandı ve hemen suya düştü. Birkaç dakika sonra da sudan çıkardık, bilinci de o zamandır kapalı." Benim sözlerim bitince arkamdan acı bir fren sesi duydum. Bizimkiler gelmiş olmalıydı.

 

"Hastaneyi arayın, kana ihtiyacımız var!" dedi görevli kadın. Tekrardan bana bakıp "Yaralının kan grubunu biliyor musunuz?" diye sordu.

 

"B pozitif." demiştim ki arkamdaki Batuhan hemen konuştu.

 

"Benim de B pozitif. Hastaneye gidene kadar benim kanımı verin."

 

Görevli kadın Batuhan'ı onaylarken Batuhan da Gece'yle birlikte ambulansa bindirildi ve hızla buradan uzaklaştılar. Ben de arabaya binip peşlerinden gidecekken biri omzundan tutup durdurdu beni.

 

"İsterseniz ben kullanayım komutanım. İyi görünmüyorsunuz." İtiraz etmeden Anıl'ı onayladım ve arabanın etrafından dolanıp oturdum arabaya. Anıl da fazla vakit kaybetmeden sürücü koltuğuna oturup ambulansın peşinden sürmeye başladı.

 

Yol boyunca aklım hep Gece'ydi. Ona bir şey olursa ne yapardım bilmiyordum. Ailesine ne derdim bilmiyorum. Üstelik kaç gündür Gece ortada yoktu ve ailesi aradığında hep bir bahane bulup gerçeği onlara söyleyemiyordum.

 

Onu geç bulmuştum. Yıllarca uzaktan sevmiştim ve tam ona kavuştum derken onu kaybetmeyi kaldıramazdım. Artık onu uzaktan sevemezdim. Ona alışmıştım, onun varlığına alışmıştım şimdi yokluğuna alışamazdım.

 

Yüzümü sıvazlatıp bunu düşünmemeye çalıştım. İyi olacaktı, güçlüydü. Hangi zorluklara boyun eğmişti de şimdi mi boyun eğip onca insanı arkasında bırakacaktı? Sırf ben pes edeceğim dediğimde bile bana demediği laf kalmazken kendisi pes etmezdi. Etmemeliydide. Bizi düşünüp pes etmemeliydi. Bizi, ailesini düsünmeliydi.

 

"Ölmüş mü o şerefsiz?" dedim dışarıya bakarak.

 

"Görkem, Barış ve Enes arıyor komutanım ama büyük ihtimalle dalgalar sürükledi götürdü onu."

 

"Kötülüğünde boğulamadı ama denizde boğuldu işte." diye mırıldandım. "Öbür tarafta da yaptığı kötülüklerde boğulacak!"

 

Yol boyunca Gece'ye bir şey olmasın diye dua ederek hastaneye geldik. Hastaneye gelir gelmez Gece hemen ameliyathaneye alındı. Gece ameliyattayken Kıraç'ı arayan tim de yanımıza geldi. Kıraç'ı bulamamışlardı. O yaralı haliyle yüzeye çıkması imkansızdı zaten. Suyun derinliklerine batıp gebermiştir.

 

Saatler süren ameliyattan sonra doktor Gece'nin ameliyatının iyi geçtiğini ama gözlem altında tutulması için yoğun bakımda kalacağını söyledi.

 

Sabaha kadar yoğun bakımda kaldıktan sonra normal odaya alınıp uyanmasını bekledik.

 

*

*

*

 

GECE SAYER

 

Pars'ın ağzıma bir yemek kaşığı daha çorba sokmasıyla söylendim. "Pars sakat falan değilim ben, iki elim de tutuyor. Alt tarafı bir kurşun yedim. Yemeğimi kendim yiyebilirim."

 

Ağzıma bir yemek kaşığı daha çorba sokup "Tamam, yiyebilirsin." dedi. "Ama ben de yedirebiyorum işte." Derin bir nefes alıp daha fazla bir şey demedim. Uyandığımdan beri etrafımda dört dönüyordu valla. Ve uyanalı bir gün olmuştu. Yok yatakta rahat edebiliyor musun, yatağı kaldırayım mı, indireyim mi, yastığın iyi mi, tuvalete gitmek istiyor musun, susadın mı, ağrın var mı, acıktın mı... Ve daha aklıma gelmeyen bir sürü sebepten dolayı sürekli etrafımda dört dönüyordü. Kendisi dört döndüğü yetmiyormuş gibi timi de döndürüyordu. En sonunda bu işe dur deyip çocukları hastaneden zorla göndermiştim.

 

Sesimi çıkartmadan Pars'ın yemek yedirmesini bekledim. Bütün yemeklerden yedirdikten sonra "Su ister misin?" diye sordu. Başımı iki yana sallayarak reddettim onu.

 

"Yatağını indiryemi mi? Uzanmak ister misin?" Aha yone başlıyoruz.

 

"Yastığın rahat mı? İstersen bahçede biraz yürüyebiliriz. Yemekten sonra iyi gelir. Ya da çikolata getireyim ben sana, seversin sen. Ağrın yok değil mi? Varsa söyle hemşireye söyleyeyim. Uykun mu geldi yoksa? Gelir tabii kaç gündür uyumuyorsun, üstüne bir vuruldum, yemek de ağırlık yaptı tabii uykunun gelmesi normal. En iyisi uyu sen." Ben hiçbir şey demeden beklerken sustu. Ona çaktırmadan derin bir nefes aldım. Valla hiç susmayacak sandım.

 

Ben içimden sustu diye sevinirken o tekrardan konuştu. "Tuvalete gitmek ister misin, götüreyim sen..." Daha fazla konuşmasına izin vermeden elimle ağzını kapattım.

 

"Valla sus Pars ya. Bir şey istemiyorum. Susamadım, yürümek istemiyorum, bir şey yemek istemiyorum, tuvalete gitmek hiç istemiyorum. Uykum yok, ağrım yok, yatağım iyi, yastığım da iyi sen yeter ki sus." diyerek sorduğu bütün sorulara cevap verdim.

 

Elimi ağzından çekip "Ne yaptım ki ben?" diye sordu.

 

"Ne mi yaptın? Hiç susmadan konuştun. Bir şey istersem söylerim ben. Yorma kendini."

 

Bir şey demeden yanıma gelip yatağın kenarına oturdu ve "İyi." dedi. "Susarım ben." Bu haline bir an gülecek gibi oldum ama sıktım kendimi. Çocuk gibiydi aynı.

 

"Susamadığından emin misin?" Tekrardan konuşunca ona baktım. "En azından yemekten sonra bir çikolata iyi..." Daha fazla konuşmasına izin vermeden onu yakasından tuttum ve kendime çekerek dudaklarımı dudaklarına bastırıp susturdum onu.

 

Kısa bir öpucukten sonra geri çekilip "Bunu senin yapman gerekirken ben yapıyorum çünkü sen artık benden daha çok konuşmaya başladın." dedim.

 

Sırıtıp bana baktı. "Sen hep öpeceksen ben sürekli konuşurum." Hey Allah'ım ya, bir de benimle dalga geçiyor.

 

"Konuşma sen." dedim. "Öperim ben seni." deyip tekrardan dudağımı dudağına bastırıp öptüm. Bana iyice yaklaşıp öpüşüme karşılık verdi. Elleri yüzümü bulurken ona biraz daha yaklaşmıştım ki kapı gıcırtısı duyunca hızla onu ittirdim. Pars huysuzlanırken ben kapıya baktım. Neyse ki daha yeni açılmıştı ve hemşire bizi görmemişti. Ben derin bir nefes alıp rahatlarken Pars'a baktım. Kaşlarını catarak bana bakıyordu.

 

"Ne?" dedim sessizce. "Hemşirenin önünde mi öpüşelim?" Bir şey demedi ve yanımdan kalktı. Arkasından gülmekle yetindim. Hem bana cevabı yok hem de huysuzlanmadan duramıyor.

 

Hemşire gelip serumumu kontrol ettikten sonra çıktı. Onun arkasından doktor gelip taburcu olabileceğimi söyledi. Pars çıkış işlemlerimle uğraşırken ben de üstümü değiştirdim.

 

Çıkış işlemlerini hallerince İstanbul'da bizim için ayarlanan eve geçtik. Pars anahtarla kapıyı açınca içeriye geçmiştik ki birden içeride patlayan şeyle yerimde sıçradım. Pars ise tetikte bekler gibi anında belindeki silahı çıkarmıştı. Biz ne olduğunu anlamazken üstümüze düşen şeylerle ne olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Konfeti patlatmışlardı.

 

"Lan ne yapıyorsunuz siz!" diye kızdı Pars.

 

"Hoş geldin şeysi yapıyorduk komutanım." dedi Görkem.

 

"Ben şimdi size bir şey edeceğim göreceksiniz." Pars'ın elini tutup sıktım.

 

"Kızma çocuklara ya. Biz korktuk sadece. Ben çok beğendim." diyerek time destek çıktım.

 

Pars tam bana dönüp bir şey diyecekken bu sefer de içeride başka bir şey patladı. Pars bana dönmek yerine time baktı. "Bu da mı hoş geldin şeysi?" diye sordu. Hepsi birbirine bakarken Görkem başını iki yana salladı.

 

"Bundan bizim haberimiz yok." dedi. "Sanırım ben kardeşim kıskandı ve kendisini mutafta patlattı." Ben hiçbir şey anlamazken hepsi mutfağa koştu. Biz Pars'la bakışırken peşlerin gidip ne olduğunu anlamaya çalıştık.

 

Mutfağa girer girmez burasının savaş alanına döndüğünü görmem bir oldu. Her yerde patlamış mısırlar vardı ve ocaktaki tavandan da mısırla patlayarak havaya uçuyordu.

 

Hemen gidip ocağın altını kapattım. "Ne oluyor burada ya?" dedim tavanın ağzını kapatarak.

 

"Bir mısır patlatayım dedim komutanım olan oldu." diyen Batuhan'a baktım.

 

"Oğlum bu kadar mısır patlatılır mı? Madem bu kadar patlatacaksın daha büyük bir tencere al. Ayrıca bu kadar mısırı nasıl yiyeceksin sen?"

 

"Ben bu mısırları döktüm, baktım az biraz daha döktüm ama patlayınca bunlar birden bir ordu oldu."

 

Başımı iki yana sallayıp gülerken Pars söylendi. "İşte ben de bu geri zekalılarla operasyona falan çıkıyorum." deyip yanıma geldi ve beni mutfaktan çıkardı. "İki gün yalnız bırakılmaz bunlar. Yemin ediyorum geberip kalırlar kesin." Mutfaktan çıktık ama yine söylenmeye devam etti.

 

Tim de mutfağı topadıktan sonra yanıma geldiler. Hastanede Pars'tan evde ise bunlardan bıkmıştım çünkü Pars bitmişti bunlar başlamıştı. Kaçırıldığım için şimdi hepsi bana hizmet etmek istiyordu.

 

"Siz böyle yaparsanız ben şımarır hep isterim." dedim.

 

"Valla siz öl deyin komutanım ölürüm ben." dedi Barış. Diğerleri de ona hak verince omuz silktim ve arkama yaslandım.

 

"İyi madem." deyip bu anın tadını çıkarmaya başladım. Bu kadar çok hizmet etmek istiyorlarsa benin için hava hoştu.

 

*

*

*

 

Uyku sersemliğiyle sağ elimi Pars'ın yattığı yere uzatıp ona dokunmaya çalıştım ama elim boş yatağa değince huysuzlanıp gözlerimi açtım. Yatak boştu. Sabahın köründe nereye gitmişti bu adam?

 

Yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım ve komodinin üstündeki telefonumu alıp saate baktım. Saati görünce gözlerim irice açıldı. Ben az önce sabahın köründe nereye gitti bu adam demiştim değil mi? Asıl soru öğlene kadar ben nasıl uyudum olacaktı aslında çünkü saat bir olmuştu.

 

Yataktan kalkıp aynanın karşısına geçtim ve üstümdeki tişörtü kaldırıp sol göğsümün üstünde yaraya baktı. Ağrımaya başlamıştı. Aşağıya inmeden önce bir tane ağrı kesici alıp öyle odadan çıktım. Üstümdeki eşofman ve tişörtü değiştirmeden merdivenden inmeye başladım.

 

Merdivenlerden aşağıya inerken bir an durakasdım çünkü evde hiç ses yoktu. Kimse yok muydu acaba evde?

 

Yavaşça aşağıya inip etrafıma baktım. Burada kimse yoktu. Hafif aralık salon kapısına kaydı bakışlarım. Oradan fısıldaşma sesleri geliyordu.

 

Salon kapısını ittirip içeriye girmemle dünkü gibi yine bir şey patladı ve kafamdan aşağıya bir şeyler düşmeye başladı. Yine mi konfeti?

 

"Hoş geldin şeysi bitmedi mi daha?" dedim tamamen içeriye girerek.

 

"Yok." dedi Enes. "Bu sefer daha güzel bir şey için patlattık."

 

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne için peki?" diye sormuştun ki hiçbiri bana bakmadı, tam arkama baktıkları için ben de arkama dönmüştüm ki gördüğüm şeyle bir an duraksadım.

 

Tam şu anda Pars karşımda elinde yüzükle diz çökmüş bana bakıyordu.

 

"Pars..." dedim şaşkınca.

 

"Bu teklifi çok önceden yapmayı planlamıştım ama olmadı. Şimdi başımız yine belaya girmeden, fırsatım varken bu fırsatı kaçırmak istemedim." dedi. "Otuz yılını Gece Sayer olarak geçirdin, bundan sonraki yaşamını da Gece Karadağlı olarak geçirir misin? Benimle evlenir misin?" Gözlerim irice açılmış saşkınca karşımdaki adamın dediklerini dinliyordum. Nutkum tutulmuş gibiydi. Böyle bir evlilik teklifi beklemiyordum. Üstümdeki uyku sersemligini de atabilmiş sayılmazdım.

 

Yoksa ben rüya mı görüyordum? Eğer ki bu rüyaysa ben sonsuza kadar bu rüyadan çıkmayı istemiyordum.

 

Kimseye çaktırmadan kendimi cimcirdim. Hâlâ karşımda Pars'ı ve elindeki yüzük kutusunu görmeye devam edince bunun bir rüya değil gerçek olduğunu anladım.

 

Ben şaşkınca öylece beklerken Pars ise sabırlı bir şekilde vereceğim cevabı bekliyordu. Ama bu ana şahitlik eden tim onun kadar sabırlı görünmüyordu çünkü arkadan, hep bir ağızdan "Evet de." diye bağırıyorlardı. Onlar hiç susmadan bunu derken yüzümde bir gülümseme oluştu ve Pars'la aramdaki mesafeyi kapatıp onu ayağa kaldırdım.

 

O bana üstten bakarken ben ise hafif başımı kaldırıp onunla göz teması kurdum. "Bundan sonraki yaşantıma Karadağlı olarak devan etmeyi çok isterim. Bu yüzüğü parmağıma takıp seninle evlenmeyi çok isterim." dedim. "Seninle evlenirim Pars Karadağlı." Benim cevabımla arkamızdaki tim ıslık çalıp bizi alkışlarken Pars'ın yüzünde tarif edilemez bir mutluluk oluştu ve yüzüğü kutudan çıkardı, sağ elimin yüzük parmağına tektaşı taktı.

 

Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden elimdeki tektaşa baktım ve sonrada sıkıca Pars'ın boynuna sarıldım. Bizimkiler duymasın diye kulağına yaklaşıp fısıldadım. "Evlenince üç çocuk yapacağız değil mi?" Güldü ve o da kulağıma fısıldadı.

 

"Sen iste on tane bile yaparız." Kıkırdayıp ona daha sıkı sarıldım. Biz sarılırken timin sessizce odadan çıkıp bizi yalnız bıraktığını gördüm. Onlar gidince Pars hafif geri çekildi ama çok uzaklaşmadı benden. Elleri hâlâ belimde duruyordu.

 

"Bu vatanı Son Nefesime Kadar koruyacağıma söz verdiğim gibi seni ve ileride Allah nasip ederse çocuklarımızı da koruyacağım ve bir ömür seveceğime söz veriyorum." dedi. "Seni Son Nefesime Kadar seveceğim Gece Sayer."

 

Parmak uclarımda yükselip dudaklarına kısa bir öpücük kondurup tıpkı ben de onun gibi "Seni Son Nefesime Kadar seveceğim Pars Karadağlı." dedim. Bunu en son birbirimize dediğimizde gemide bir patlama olmuştu ve hayatımız cehenneme dönmüştü ama hissediyordum. Bu sefer öyle olmayacaktı ve biz çok mutlu olup aile kuracaktık. Çocuklarımızla birlikte çok güzel çekirdek bir ailemiz olacaktı. Hatta çekirdek değil geniş bir ailemiz olacaktı çünkü bizim ailemiz ikimizden ibaret değildi. Kendi ailemiz ve tim vardı. Biz kocaman ve mutlu bir aile olacaktık.

 

Pars yüzündeki gülümsemeyi silmeden dudaklarıma eğildi ve beni öpmeye başladı. Ben de hazır bizimkiler bizi yalnız bırakmışken bu anın tadını çıkardım ve onun öpüşüne karşılık verdim.

 

Sanırım bu sefer hayat bize gülmüştü ve mutlu olmamıza izin vermişti. Sanırım bu sefer mutlu olmayı başaracak gibiydik...

 

SON...

 

Selam nasılsınız?

 

Final bölümü nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Artık onlara veda etme vakti geldi...

 

Yeni yazacak olduğum kurgularda görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakin🤍

 

Loading...
0%