Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm "Ortak Geçmiş"

@kitap__gezegeni1

​​​​Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

​​​​​​4.Bölüm "Ortak Geçmiş"

 

Kahvaltımı yaptıktan sonra büyük masadan kalktım. "Afiyet olsun, dışarıdayım ben." dedim bizimkilere ve yemekhaneden çıktım. Dışarıya çıkınca arkamda Pars'ın sesini duyum.

 

"Gece!" Omzumun üstünden ona bakıp olduğum yerde durdum. Birkaç büyük adımda yanıma ulaştı. "Dün akşam bir şey konuşmak istemiştin, istersen şimdi konuşabiliriz." dedi. Ah doğru, tamamen aklımdan çıktı o konu. Artık sorup öğreneyim.

 

"Olur." dedim ve birlikte boş çardaklardan birine gidip oturduk. Hafif boğazımı temizleyip konuya nasıl giriş yapacağımı düşündüm. Aslında direkt sorardım ama Pars biraz mesafeli davranıyordu ve sesi de bazen yumuşak bazen de bir düşmanıyla konuşur gibi buz gibi çıkıyordu. Aslında henüz hepimiz birbirimizi iki gündür tanıdığımız için bu mesafe normaldi ama ister istemez çekinmeme neden oluyordu. Belki birbirimizi tanıdıkça bu mesafesi azalacaktı ve bize alışacaktı ama şu anda bu mesafeli davranışı beni geriye itiyordu. Diğerlerine çabuk alışmıştım, çünkü hepsi cana yakın davranıp sanki kırk yıldır birbirimizi tanıyormuşuz gibi davranıyorlar ve bu da onlara alışmama vesile oluyordu. Umarım zamanla da Pars'a alışırdım.

 

"Seni dinliyorum." diyen Pars'a baktım. Cümleye nasıl giriş yapacağımı bilmiyordum ve sanırım direkt sormak daha iyiydi. Lafı uzattıkça bir çıkış yolu bulamıyorum çünkü.

 

"Acaba biz daha önceden..." Dün akşam olduğu gibi bugün de konuşmamı telefon sesi böldü ama bu sefer benim telefonumun sesiydi bölen. Sanırım evren sormayayım diye bir işaret falan veriyordu, bunun başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

 

Cebimden telefonu çıkartırken Pars'a bakıp konuştum. "Çok özür dilerim." Arayan kişiye baktım, kardeşim Can arıyordu. "İki dakika konuşup geliyorum hemen." Pars sorun olmadığını belirtmek için başını iki yana sallayınca ayağa kalkıp biraz uzaklaştım. Telefonu açınca benim konuşmama fırsat vermeden Can konuştu.

 

"Ablaların gülü, biricik ablam, bensiz oralarda ne yapıyormuş bakalım?" Neşeli çıkan sesini duyunca benim de yüzümde bir gülümseme oluştu. Şimdiden özlemiştim onu.

 

"N'oldu Can? Neden aradın?" Bir işi düşmediği sürece aramazdı beni. Tabii beni sinir etmek için aradığıda oluyordu.

 

"Aşk olsun abla ya, ben burada hayırlı bir kardeş olup halini hatırını sormak için seni arıyorum ama sen nasıl konuşuyorsun." Yalandan üzgün tutmaya çalıştığı sesini duyunca güldüm. Çocuk kandırıyordu sanırım.

 

"Yemezler ablacığım, neden aradığını söyle bence sen." Ofladığını duyunca daha çok güldüm.

 

"Asker bir ablan olunca kandırmak da bir hayli zor." deyip sustu, kısa süre içinde devam etti konuşmasına. "Aslında bir hayli zor değil, imakansız zor." Gülerek başımı iki yana sallayıp boş bir banka oturdum.

 

"Neden aradığını bugün söyelecek misin Can?"

 

"Ne kadar sabırsızsın ya! Neyse, ne yaptın diye aramıştım." dedi, neden inanasım gelmiyor acaba? "Bir de odana tamamen yerleştiğim için bir daha eve gelme diye aradım." İşte şimdi oldu. Ondan zaten başka bir şey bekliyordum.

 

"Biliyor musun Can, dün göreve çıktığım için bugün izinliyim ve birkaç saatliğine de olsa oraya gelesim var. Yani kısacası gelir seni odamdan dışarıya atarım, canımı sıkma!" dedim dişlerimin arasından. Açığa alınmadan öncede odama yerleşmişti ve geri gelince günler boyunca odamı düzenleyip temizlemiştim. Hatta elimden kaçmasaydı bir güzel benden dayak yiyecekti ama son anda kaçmıştı ve ben de sonra onu dövmeyi unuttuğum için arada kaynayıp gitmişi.

 

"Gelsen bile odan artık benim oldu abla, boşuna buralara kadar yorulma bence. Hem biz seni şu anda özlemedik, bence gelme sen." Güldüm, şu anda deli gibi beni özlemişti kesin. Hatta en çok da kavga etmeyi özlemişti. Her ne kadar beni sinir etmek için arasa da özlediği içinde arıyordu ve özlemini belli etmemek için de sinir ediyordu beni.

 

"Can sen beni sinir etmek için mi aradın?"

 

"Çok mu belli ettim." dedi gülerek. "Neyse boş ver sen bunu, var ya odan dehşet derece güzel oldu abla. Çünkü benim elim değdi. Duvarları siyaha boyadım ve hatırın kalmasın diye birkaç tane de senin fotoğrafını astım." Özlediğim için astım diyemiyor da hatırın kalmasın diyor.

 

"Ben de öyle tahmin etmiştim zaten kardeşim. Eminim ki hatırım kalmasın diye şu anda o odada benim birkaç eşyam bile duruyordur değil mi?"

 

"Aynen öyle abla, eskiden senin odan olduğu için birkaç eşyana kıyıp atamadım. Benim için pek bir sorun olmadığı içinde duruyor işte." Acaba özlediğini ne zaman itiraf edecekti?

 

"Bence sen kıvranmayı bırak da gerçeği söyle bana." dedim keyifli bir sesle.

 

"Off abla ya, ben seni çok özledim." dedi en sonunda pes ederek. "Acaba bende mi oraya gelsem? Bir ev tutarız bana sen göreve çıkmadığın sürelerde yanıma uğrarsın, olmaz mı?" Gülümsedim, ne kadar kavga etsek de birbirimizi çok seviyorduk.

 

"Olmaz Can, burası küçük yer ve burası Doğu. Her yerde teröst var, seni burada tehlikeye atamam. Hem senin okulun var, oku da hakim ol sen."

 

"Doğru ya ben hakim olacaktım. Neyse zaten gelesim de yoktu, belki sen özlemişsindir diye şey etmiştim ben." Göz devirdim, bu çocuğun inadı bende yoktu yemin ederim. Ne vardı kendini kıvrandırmadan özlediğini söylese ama yok, söyler sonrada bir bahane uydurarak özlemediğini iddia eder.

 

"Ah Can, senin bu hallerinle uğraşamayacağım. Kapatıyorum ben." dedim.

 

"Tamam kapatabilirsin benim de ders çalışmam lazım. Bugün yeterince sinir ettim seni, biraz da yarın ederim olur biter." dedi gülerek.

 

"Can!" Uyarı dolu bir sesle ismini söyledim.

 

"Oldu o zaman, kapattım ben Gece başkan." deyip telefonu yüzüme kapattı. Başımı iki yana sallayarak telefonu cebime atıp çardağa geri gittim.

 

Diğerleri de kahvaltılarını yapıp Pars'ın yanına gelmişlerdi. "Gece komutanım?" Enes'in bana seslenmesiyle ona baktım. "Bugün izinliyiz ya, siz telefonda konuşurken biz de bir yere gidelim diye düşündük. Sizin içinde uygunsa bir yerlere gidelim, hem bu sayede de birbirimizi daha iyi tanırız." İyi fikirdi aslında. Hepimiz az çok birbirimizin geçmişlerini biliyorduk ama belki anlatıp konuşmak iyi gelebilirdi. Hiçbirimizin güzel bir geçmişi yoktu ve anlatmak hepimize iyi gelebilirdi.

 

"Olur gidelim." dedim, ben gelmeden önce kendileri konuştuğu için bir tek benim onayımı bekliyorlarmış, benim de onayımla hazırlanmak için odalarımıza ayrıldık.

 

Dolabımdan beyza bir badi, yırtık bir jeans ve üzerime de blazer vizon rengi ceketimi çıkardım. Üzerimdekileri çıkarıp dolabımdan aldım kıyafetlerimi giydim. Sonbahar ayının başındaydık ama Bitlis'e kış erken geldiği için hava biraz soğuktu, soğuk havaya alışık olduğum için bana çokta soğuk gelmiyordu. Ki abartılacak kadar bir soğuk gelmemişti henüz Bitlis'e. Ama yakında hava iyice soğurdu.

 

Telefonumu ve askeri kimliğimi alıp odadan çıktım, yan odalardan da diğerleri çıkınca hep birlikte dışarıya çıktık. Buraya hepimiz uçakla gelmiştik, haliyle henüz bir kişide bile araba yoktu ve odalarımıza geçmeden önce Pars'ın çağırdığı taksilerle gidecektik. Taksiye binip arkama yaslandım. Nereye gideceğimizi bilmediğim için akıp giden yolları izledim

 

Uzun bir yolculuğun ardın tanıdık gelen yere baktım. Buraya gelmeden önce Bitlis'i biraz araştırmıştım ve geldiğimiz yer de Nemrut Krater Gölü'ydü. Fotoğraflarda gördüğümde güzel bir yer olduğunu anlamıştım ama şu anda tam karşımdaydı ve fotoğraflardakinden daha güzeldi. Böyle yerleri çok seviyordum ve sabahtan akşama kadar böyle yerlerde dursam hiç sıkılmazdım.

 

Taksiden inerken etrafıma baktım, gerçekten çok güzeldi ve şu anda hafta içi olduğu için pek kalabalık değildi ama yine birçok kişi vardı. "Nereye gitmek istediğinizi size sormadık ama konuşup dertleşiriz ve temiz hava alırız diye burayı uygun gördük." diyen Barış'a bakıp gülümsedim.

 

"Nereye gittiğimizin benim için pek önemi yok ve dertleşmek için de güzel bir yer burası." dedim, etrafıma baktıp devam ettim. "Dertlendiğimizde şu tepeden kendimizi suyun içine atarız belki." dedim gülerek. Diğerleri de dediğime gülüp etraflarına baktılar.

 

"Orası alçak komutanım ya şuradan atlasak daha bir ekşınlı olur." diyerek bana kalıtıldı Görkem.

 

Gülümseyerek ilerlemeye başladım, diğeri de peşimden geldi. Manzaranın iyi göründüğü bir kayanın üstüne hepimiz sıralandık. Ayaklarımızı aşağıya sarkıtıp oturduk. Ellerimi arkama, kayanın üstüne koyup biraz geriye doğru gidip öyle oturmaya başladım.

 

"Evet o şaşalı ve mükemmel geçmişini kim anlatmaya başlayacak?" dedim, kimse konuşmaya cesaret etmeyince "Gönüllü yoksa başlayabilirim beyler, ilk dakika da efkarlanasım geldi." dedim. Aslında sadece anlatıp rahatlamak istiyordum. Görev gizliliğinden dolayı aileme üstü kapalı bir şekilde olayları anlatmıştım. Arkadaşlarımın şehit olduğunu onları aradığımı ve esir tutulduğumuzu anlatmıştım. Nasıl acı çektiğimi, nasıl çaresiz günler geçirdiğimi ve onların ailelerine şehit haberini verirken nasıl zorlandığımı anlatamamıştım. Anlatsam belki nasıl acı çektiğimi anlarlardı, belki de anlamazlardı ama buradaki insanlar anlardı. Çünkü aynı mesleği yapıyorduk. Acının ne demek olduğunu onlar daha iyi anlardı.

 

Hiçbiri bir şey demeden bana bakınca ilk benim başlamam gerektiğini anladım. Birden yüzümdeki o gülüş silindi, az önce acımı bastırmak için gülüyordum ama şimdi o acının içine çekilip o günleri bir daha yaşayacaktım. Tek fark bu sefer hayal aleminde yaşayıp rahatmak için o anları yaşayıp anlayacaktım. Rahatlar mıydım? Belki. Anlatmak her zaman rahatlatır diyorlardı, bakalım dedikleri gibimiymiş.

 

"Yine her zaman olduğu gibi bir göreve çıkmıştık, o zamanlar beden kıdem farkıyla üstün olan komutanım olduğu için komutan yardımcısı değildim. İşte görevi başarılı bir şekilde halletmiştik, geri dönerken pusuya düşürüldük. Bize birer tane kurşun sıkmak yerine hepimizi sağ bir şekilde ele geçirip eski bir eve getirdiler." Yutkundum, gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. O anlar benim için çok zordu. "Günlerce orada kaldık." Derin bir nefes aldım. Nefesimin yavaş yavaş daraldığını hissetmeye başlamıştım. Orada yaşadığım anlar değil, orada gördüğüm şeyler beni kötü etkiliyordu.

 

"İşte günlerce bizi orada tuttular, ufak çaplı işkenceler dışında pek bir şey yapmadılar ilk başta." Keşke hep işkence yapsalardı da sonrasını görmeseydim. "Birkaç gün sonra bir adam geldi, bizi ele geçirmeden önce imha ettiğimiz kampı kuran teröristmiş o. O kampla birlikte birçok adamını kaybettiği ve bu yüzden dış güçlerden de yardım gelmeyeceği için bütün hıncını bizden çıkardı." Duraksadım, asılda bizden değil, silah arkadaşlarımdan çıkardılar. Geriye kalan ben ise kâbuslarla yaşamayı öğrendim. "O kamptaki teröristler büyük bir eylem için toplanmış ve biz de bütün kampı içindekilerle imha edince yardım aldıkları dış güçler planları boşa gittiği için bir daha yardım etmeyeceklerini söylemiş teröristlerin ele başına. O adam da o gün kampta olmadığı için ölmedi." dedim, aldığım nefeslerini bana yetmediğini hissediyordum. Halbuki dışarıdayık.

 

"O gelmeden önce olan ufak tefek işkenceler o gelince yavaş yavaş artmaya başladı. Timin arasındaki tek kadın bendim, hepsi beni kardeşi yerine koymuştu ve biz göreve çıkmadan önce de babamla konuşmuştuk. Asker olsamda benim için hâlâ endişeniyordu, konuşmasının içinde timdekilere kızım size emanet demişti. Hem bu sözden, hem timde ki tek kadın olmamdan hem de beni kardeşleri yerine koymalarından bana bir şey yaptıklarında hemen tepki gösteriyorlardı. Bu yüzden içlerinden en çok işkenceye uğrayan ben oldum." Sesim yavaştan titremeye başlamıştı. Keşke hep ben işkenceye uğrasaydım da onlar hayatta olsaydı. "Bir gün bu tam tersi oldu, artık bana işkence etmeyi etmeyi kesip diğerlerine gözlerimin önünde işkence yaptılar." Gözümden düşen bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. Gögsümün sıkıştığını hissettim, sanki o anları tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi oldum.

 

"Bu şekilde haftalar geçti, gözümün önünde onlara yapmadıkları işkence kalmadı. Hepsinin güçü git gide tükensede dik durmaktan asla ödün vermediler. Ama artık nefes alacak dermanları bile kalmamıştı. O adam bir gün gelip hepsininin üstüne kurşun yağdırıp gözlerimin önünde şehit ettiler." dedim kısık bir sesle. Burnumu çekip ceketimin koluna sildim. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. "Hepsini belli günlerde gözlerimin önünde kurşun yağmuruna tuttular." Sesim fısıltıdan farksız çıkmaya başlamıştı.

 

"Kurşunları üzerlerine yağdırdıktan sonra adamları onları götürdü. Bekledim, gelip benim de üzerime kurşun yağdırıp şehit olmayı bekledim ama gelmediler. Arkadaşlarımı götürdükten sonra bir daha hiçbiri gelemedi." Nefes alma ihtiyacıyla durup soluklandım. Bu olayaları anlatmak, hatırlamak nefes almamı güçleştiriyordu. "Günlerce ellerim ayaklarım bağlı bir şekilde bekledim ama gelen giden olmadı. Günlerce oradan kurtulmayı denedim. Bir şekilde de kurtuldum. O zaman nasıl kurtulduğumu pek hatırlamıyorum ama kurtulmuştum. İlk işim şehit olan arkadaşlarımın naaşını bulmaktı. Oradan çıkıp her taşın altında, her dağın ardında onları aradım." Gözümden ardı ardına akan yaşları silerken destek vermek için sağ tarafımda oturan Pars elini omzuma koyup sıktı. Bu blraz olsun iyi olmamı sağladı. Birinin varlığı en büyük destekti benim için. Orada kimse olmadan günler geçirmiştim ve tek istediğim birinin varlığıydı.

 

"Hani bir tabir var ya, bakmadığım bir fare deliği kaldı diye. İşte ben fare deliğine bile baktım." dedim. Gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne kaldırdım.

 

"Ama yoklardı. Hiçbir yerde yoktu, tek bir kan damlası bile bulamadım yerde. Güncelerce, gece gündüz demeden aradım. Tek bir iz bile bulamadım ama." Sol tarafımda oturan Barış da elini omzuma koyup deste vermeye çalıştı. "Karargahla bağlantıya geçtim, belki onlar benden öncede bulmuştur diye. Sonuçta haftalardır ortada yoktuk, illaki başka bir tim ve istihbarat ekipleri bizi aramaya başlamıştır. Karargaha bağlanıp konuştum ama onlarda bulamamıştı. Geri gelmemi, olduğum koordinatları söylememi istediler. İtiraz etsem telsiz bağlantısından yerimi bulurlardı." deyip gözlerimi açtım, büyük kayanın üstünden yere baktım.

 

"Koordinatları verdim ama ben anında oradan uzaklaştım. Her yerde bana, bize bunu yaşatan teröristleri aradım. Ama ben onları bulamadan peşimden gelen ekipler beni buldu. Mecbur onlarla geri döndüm, daha sonra onlar bulundu tabii. Sonra da psikolojik olarak iyi olmadığımı anlayıp beni açığa aldılar. Birkaç defa psikoloğa gittim ben de." Birkaç saniye duraksadım. "Psikolojik bir sorunum yoktu, zaten doktora da doğru düzgün bir şey anlatmadım. Birkaç gün gidip bırakmıştım. Bir işime yaramamıştı yani.

 

Derin bir nefes aldım. "Açığa alınmadan önce de şehit olan arkadaşlarımın ailelerine şehit haberini benim vermemi istediler." En zor anlarımdan biri de buydu işte. Hiçbir askerin yaşamak istemediği o anlar. "Hepsinin kapısına gittim, boş tabutlar gösterip haberi verdim. En kötüsü de boş tabuta sarılıp son kez vedalaşmalarıydı. Onların o feryatları, tabuta sarılıp ağlamalarını hâlâ hatırlıyorum. Bir türlü gözümün önünden gitmiyor." Ellerimle gözlerimi silip onlara baktım.

 

"Ondan hemen sonra da açığa alındım." dedim, buruk bir gülümse komdurdum yüzüme. "Bu kadar, zaten biraz dahada konuşursam cidden kendimi buradan aşağıya atacağım." dedim gülerek. Anlatmak, içimi dökmek iyi gelmişti aslında.

 

"Durun komutanım ben de anlatayım ondan sonra ikimiz atlarız." diyen Görkem'e güldüm. "Biz de Batuhan'la birlikte büyüdük, o sokak benim bu sokak senin gezip karnımızı doyurmaya çalırşken bir adamla karşılaştık." dedi, yüzünde buruk bir gülümseme oldu. "Sokakta yaşayan biri sokakların kötü tarafını da illaki biliyordur. Biz de bildiğimizden adamdan kaçtık ama bir gün yine bizi buldu, oturup konuştuk. Uzun süredir bizi izlediğini bize bir aile olabileceğini falan anlattı." dedi yüzündeki gülümsemeyle. Gözümde son kalan yaşlarıda elimin tersiyle silip ona kulak verdim. Adamdan bahsederken gözlerinin içi gülüyordu. Onları bulup büyüten babaları olmalıydı o adam.

 

Görkem susunca Batuhan söz giriş yaptı. "Dalga geçtiğini düşüp inanmadık, kim tanımadığı birine inanır ki zaten? Ama sürekli karşımıza çıkmaya başladı. O zamanlarda kış ayındaydık ve sanki hayatımız boyunca gördüğümüz en zor geçen kış ayıydı. Bir yandan yemek bulmak zorlaştı bir yandan da donarak ölmemek için savaş vermeye başladık. Günlerdir bir lokma yiyecek ekmek bulamamıştık. Ya donarak ölecektik ya da açlıktan ölecektik. İki ucu boklu deynek gibi kaldık orada. Ne kaybedebiliriz ki diyerek adamın teklifini kabul ettik. Yanına yerleştik." Derin bir nefes aldı, soluklandı. "Düşündüğümüz gibi olmadı, bir şey kaybetmedik. Biz bize bir şey yapacak diye beklerken adam gerçekten de bize aile oldu. Daha önce tatmadığmız baba sevgisiyle büyüttü bizi." Anlattıklarına gülümsedim, geçte olsa baba sevgisini tatmışlardı. Her çocuk aile sıcaklığını tatmalıydı ama hayat herkese adaletli davranmıyordu maalesef.

 

Görkem'in devam etmesiyle ona odaklandım yeniden. "Asker olmaya karar verdiğimizde atamalarımız hep aynı yere çıktı. Bir gün saha görevindeyken turuncu listede aranan bir teröristin kampını çökerttik, o kampta adamın karsıda varmış. O terörist hariç hepsini öldürmüştük, o damadı da sağ ele geçireceğiz diye öldürmedik, elimizden kaçırdık. Karısı kamptakilerle birlikte öldüğü için intikam almak istemiş ve hepimizi araştırmış. En zayıf olarak da bizi görmüş." dedi, sesi yavaştan titremeye başlarken zor konuşmaya başlamıştı. Onlar için zor olan konuşmalara geliyordu anlaşılan.

 

Batuhan onun zorlandığını anlayınca kendisi konuşmaya devam etti. "Baba dediğimiz adamı videoya çekerek öldürmüş, videoyuda bize göndermişti. Görkem'le izinli olduğunuz bir gün gidip adamı bulduk, zaten şehşrdeymiş ama bir şey yapmadık çünkü biri onun yerini ihbar etmiş. Amca hastanelik edebildik. Bizim de babamızın ölümünü atlatamadığımızı düşündüler." Ve onlar da açığa alındı.

 

"Sonrada malum açığa alındık." dedi Görkem. Hepimizin birbirinden ayrı acıları vardı ve bu acılar bizi git gide güçlendirdiğini hissediyordum. Bu acılar gözümüzü kör etmediği sürece bunların intikamı da geride kalan teröristlerden alınacaktı.

 

"Ben abim ve yengemle aynı yerde görev yapıyordum." diyerek söze giriş yaptı Anıl, bu seferde dikkatimi ona verdim. "Karargaha bir saldırı düzenlenmişti. O sıralarda karargahta bir hain olmasından süpheleniyorduk ve şüphelerimizde doğru çıkmıştı. İçerideki hain yüzünden saldırı esnasında teröristler birkaç askeri ve abimle yengemi kaçırmışlardı. Uzun süre onları aradık ama ilimizde herhangi bir iz yoktu. Bulamadık hiçbir yerde." Gayet rahat anlatmaya çalışsa da acısını görebiliyordum, çünkü sevdiğim insanları kaybetmek ne demek biliyordum.

 

"Bir gün karargaha bir video geldi, kaçırılan askerler ve onların içinde olan abimle yengemin işkence çekilerek şehit olmuşlardı ve bunu da videoya çekmişler. Düzenlenen operasyonda onları bulduk ama benim de iyi olmadığımı düşünüp açığa aldılar." Elinin tersiyle gözünde biriken yaşları silince yüzümde acı bir tebessüm oluştu. Tartışmasız ki hepimizin acısı birbirinden farklı ve o kişiye göre en acı günleriydi. Hatırlamak istemeyeceği günler... Zor günlerdi.

 

Enes'in konuşacağını anlayınca bu sefer de ona odaklandım. Herkes sırayla anlatıp içini döküyordu. "Ben de Doğu görevindeyken annem ve kız kardeşim ziyaretime gelmek için otobüse binmişlerdi, o sırada otobüs terör örgütleri tarafından pusuya düşürülmüş. Birçok yaralı vardı o otobüsün içinde ve onlardan biri de kardeşimdi." dedi, duraksadı, gözünden düşen bir damla yaşı sildi.

 

"Kalıcı bir hasar kalmıştı bacaklarında, artık yürüyemeyecekti." Sesi kısıldı, zor konuşmaya başladı. "Babam yıllar öncesinde şehit olmuştu ve tek ailem annem ve kardeşimdi. Kardeşime artık hem abi hem de baba olmaya çalışıyordum baba sevgisiyle büyüsün diye. Doktorun bir daha yüryemekseksin dediği anda öyle bir çığlık atıp ağlamıştı ki o çaresizliğini hâlâ ilkelerime kadar hissediyorum." dedi titreyen sesiyle. Eminim ki o gün kardeşinden daha çok acı çekmişti.

 

"İzin aldım, kardeşimin yanında olup ona destek olacaktım. O birkaç günlük izinde onun ağlamalarını, çaresziliğini iliklerime kadar hissettim. Bir gece uyumaya çalışırken yan odadan onun hıçkırarak ağladığını duydum. O gün sabaha kadar uyuyamadım. Ertesi günü görev vardı gitti ama benim yüzümden başarısız olduk." Gözlerindeki yaşı elimin tersiyle sildi. "Bu yüzden açığa alındım."

 

"Kardeşin nasıl peki?" Merakla sordum.

 

"Biraz daha iyi, o çaresizliği azaldı. En azından yaşadığına, bizim yanımızda oluşuna şükrediyor. Arada yine yürüyemediği için üzülüyor ama birkaç ay öncesine göre şimdi çok daha iyi." Gülümsedim, bu hayat üzülerek geçmezdi. Üzüldüğümüzde maalesef hiçbir şey düzelmiyor ve üzülerek sadece kendimize ve çevremizde bizi seven insanlara haksızlık ediyorduk.

 

Sıra Barış'a gelince bütün bakışlar ona döndü. "Ben yetimhanede büyüdüm, tıpkı Batuhan ve Görkem gibi kardeşim yerine koyduğum bir arkadaşım vardı. Birlikte büyüdük ve birlikte asker olmaya karar verdik. Oldukta. Aynı yere atandık, timdeki herkesle de iyi anlaşmıştık, hatta onlarda kardeşimiz abizim olmuştu." dedi gülümseyerek. "Anne baba olmasada, kan bağı olmasada aile olmuştuk. Yıllar geçti işte, biz iyice birbirimize bağlanmıştır." dedi, duraksayıp devam etti. "Yani kendi açımdan ben hepsine bağlanmıştım. Bir gün yine bir göreve çıktık, pusu kurulmuş bize. Bunu geç fark ettiğimiz için hepsi gözlerimin önünde şehit oldu." dedi, gözünde biriken yaşları silip devam etti.

 

"Hatta silah arkadaşlarımdan biri kollarımda can verdi. Teröristler onları şehit ettikten sonra uzaklaşmışlardı. Hepsinin naaşını orada bırakıp peşlerinden gittim. Zaten fazla uzaklaşmamışlardı. Yakınlarda da bir kamp varmış, orada kalıyorlarmış. Çantamdaki bütün patlayıcıları kapma yerleştirip onların kaldığı yeri havaya uçurdum." dedi. "Görev izni olmadığı için kimseye haber vermediğim içinde açığa alındım." Halbuki geri döndüğünde bunun izni alınacaktı ama emirsiz bir iş yaptığı için uzaklaştırmışlardı.

 

Hiç sesi çıkmayan Pars'a baktım, herkes anlatmıştı ve bir tek o kalmıştı. Ama anlatacak gibi de değildi. Bakışlarını karşısındaki manzaraya sabitlenmiş öylece oraya bakıyordu. Kimse de üstelemedi anlatsın diye. Kendini ne zaman hazır hissederse anlatıp içini dökerdi. Belki de henüz bizi tanımadığı için anlatmak istemiyordu, ya da içine atmayı tercih ediyordu. Kimisi anlatarak rahatlar kimiside içine atarak rahatlardı.

 

Bir süre daha bu eşsiz manzaraya bakıp karargaha geri döndük. Kimse Pars'ın konuşması için zorlamamıştı ama ne zaman konuşmak isterse hep burada olacağımızı belli etmiştik. O da anlayışla karşıladığımız ve yanında olduğumuz için teşekkür etmişti.

 

Odama giderken bana seslenen Pars'ı duyup olduğum yerde durdum, arkama dönüp ona baktım. "Dün akşamdan beri bir şey konuşmak istiyorsun ama bir türlü fırsat bulup konuşmadın, istersen şimdi ne söylemek istiyorsan söyleyebilirsin." dedi. Aslında sormaktan vazgeçmiştim. Birkaç defa garip, hatırlamadığım sesler duymuştum ve bunun tekrarı yaşanmamıştı. Tanıdık gelmesi ise büyük ihtimalle birine bezettiğim için olmuştu.

 

"Önemli bir şey değildi komutanım, unuttum zaten." dedim. Onu tanımadığıma emindim, hem tanışıyor olsak adam gelir şuradan tanışıyoruz beni hatırladın mı der. Yani ben öyle yapardım. Zaten uzun süre önce tanışan birileri ve daha sonra birbirlerini görünce hemen yanlarına gidip konuşurdu, Pars benim yanıma gelip böyle bir şey yapmadığına göre biz tanışmıyorduk.

 

"Peki, konuşmak istersen dinlerim." deyince gülümseyip başımı salladım. O odasına giderken ben de odama girdim. Üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım. Gözlerimi tavana dikip bugün olanları düşündüm.

 

Hepimizin ortak bir geçmişi vardı. Acı hayatlarımız vardı. Bu acı hayatlarımız bizi ayakta tutuyordu aslında. Çektiğimiz Acılar bizi güçlü kılıyordu. Son Nefesimize Kadar savaşma arzusuyla dolduruyordu bizi acılarımız. Ve öyle de olacaktı. Bünyemiz artık acılara alışmıştı, hem fikiziken hem de ruhen ve bünyemiz intikam arzusuna da alışmıştı. Bu topraklar için savaşıp kanını yere akıtan onca insanın alınması gereken intikamları vardı ve biz de bu intikam arsuzuyla dolup taşıyorduk.

 

Biz ortak geçmişi olan yedi kişiydik aslında. Yedi kişi tek bir benden olacaktık ve acıyı bölüşerek hafifletecektik. Birinin acısı hepimizin acısı olacaktı, birinin göz yaşı hepimizin göz yaşı olacaktı.

 

Yıllar önce komutanıma söz vermiştim. O kollarımda şehit olurken o itlere şehitlerin kanını yerde bırakmayacam demiştim.

 

Acı bazı insanları zayıflatır bazılarını güçlendirirdi. Bizi de güçlendirip buralara kadar getirmişti. Anka kuşu gibi küllerimizden yeniden doğup bu topraklar için, çektimiz acılar için, bizim rahat nefes alabilmemiz için bu topraklara kanlarını akıtan, bayrağımızın özgürce dalgalanmasını sağlayan şehitlerimiz için küllerimizden yediden doğup buralara gelmiştik.

 

Nefes aldırmak yoktu, acı yoktu, göz yaşı yoktu sadece intikam vardı artık. Bundan sonra düzgün bir uyku çekemeyecğimizi hissediyordum ama biz düzgün bir uyku çekmiyorsak bu toprakları almaya çalışan, gökte özgürce dalgalanan bayrağımızı indirme çalışanlar da rahat uyuyacamatacaktı. Hatta nefes bile almayacaklardı.

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce Pars neden geçmişini anlatmadı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%